1969’a gelindiğinde müzik dinleyicisi artık eskisi gibi değildi. Woodstock’ın geride bırakıldığı yazla birlikte artık modal caz geride kalmış, rock ve motown dinlenir olmuştu. 60’lı yılların en yaygın modası; Afrika ve Asya’ya -özellikle de Hindistan’a- karşı coşkulu bir hayranlıkla bu bölgelerin kendine has müzik ruhunun batı müziğiyle harmanlanmasıydı. Hippie ruhu Hindistan’ın sanatını ve müziğini yeniden keşfetmiş, bu uzak bölgeye sık seyahatler yaparak spiritüel anlayışlarını Amerika’daki büyük şehirlerin merkezine taşımıştı.
O tarihlerde Miles Davis bir takım genç ve dinamik müzisyenin artık olgunlaşıp müzikte kalıcı işler yapmaya başladığı dönemin öncülerindendi. Davis, bir sürü yetenekli ve patlamayı bekleyen müzisyen tarafından etrafı sarılmış haldeydi. Wayne Shorter, Chick Corea, Dave Holland, Jack DeJohnette, John McLaughlin ve Avusturyalı klavyeci Joe Zawinul ile biraraya gelen Davis, esas yapımcısı Teo Macero ile birlikte bir kazan dolusu fikir ve hayali notalarla kaynatmaya karar verdi.
Ağustos 1969’da New York’taki Columbia Stüdyolarına girildiğinde 15 kişinin 3 günlük bir maceraya girip 70’li yıllara damga vuracak bir albüm çıkaracaklarını kimse beklemiyordu. Ancak Miles Davis’in orkestradaki her enstrümana verdiği doğaçlama özgürlüğüyle icra edilen şey müzikten daha çok yeni kapıları ardına kadar açan sanatsal bir deneyim oldu.
Orijinal plak 6 parçadan oluşuyor: Pharaoh's Dance, Bitches Brew, Spanish Key, John McLaughlin, Miles Runs the Voodoo Down (Jimi Hendrix’in Voodoo Chile’ına saygı) ve Sanctuary. 1999’daki yeniden yayınlanan haline ise orijinalinde olmayan Feio parçası eklendi. Albümdeki parçaların bazıları daha önce bazı konserlerde çalınmış ve Davis aldığı olumlu tepkilere güvenerek albüme koyma kararı almıştı. Albümün açılış parçası Pharaoh’s Dance daha önce hiç canlı olarak çalınmamış olmasına rağmen Davis’in parçanın başarılı olacağına dair umutları tamdı. Bunun yanında, albüme adını veren Bitches Brew da ilk defa stüdyoda çalındığı formuyla albümde yer aldı.
Davis’in bir önceki albümü "In a Silent Way"de başlayan müzik konsepti "Bitches Brew"de kökleri sağlamlaşmış bir ağacın dalları gibi etrafa yayılıyor. Teo Macero’ya göre aralarında baba-oğul ilişkisi bulunan albümler ileride müziğin hangi boyuta geleceğinin habercisi gibiler. İki albümde de McLaughlin’in gitarındaki girdapsı ritmler kendini belli ediyordu. Yine piyanoda Chick Corea’nın ezgilerine kendini teslim eden Davis, istediği müzikal derinliği ve parçaların sürelerini daha uzun tutma isteğini "Bitches Brew"de bulabildiğini itiraf ediyor. Doğaçlamaların her birinin biraraya getirilme çabasının ardından Macero’nun 3-4 haftalık yoğun post-prodüksüyon çalışmasıyla albüm bütün olarak müziğin sofrasına sunulabildi.
Albümün teknik olarak en devrimsel tarafı ritm altyapısıydı. İki bas (biri bas gitar ve diğeri kontrbas), iki veya üç davul ve iki veya üç piyano ile bir perküsyonistin aynı anda çalmasıyla oluşan ritmler daha önce hiç denenmemiş bir caz altyapısı sunuyordu. Ön planda duyulan solo performanslar ise Miles Davis’e ait olan trompet ve Wayne Shorter’ın çaldığı soprano saksofona ait idi. Bu ikisi dışındaki tüm sesler aynı düzeyde ve eşit ölçüde kendine yer buluyor. Bu batı müziğinde, özellikle popüler müzikte, o tarihe kadar çok rastlanan bir durum değildi. Miles’ın trompeti ve Shorter’ın saksofonu devreye girdiğinde duyulan şey tüm erstrümanlara yol gösteren bir monologdan ibaret oluyordu. Bazı enstrümanlar parçalara yavaşça girip ritmi destekledikten sonra yine aynı yavaşlıkta kendi katmanını oluşturarak bölgesini terk ediyor. Bunun Bitches Brew parçasının başında bas klarnet tarafından yapıldığını net bir şekilde duymak mümkün. Spanish Key’de ise Davis, In a Slint Way’de denediği flamenko ezgilerini bir kez daha alışılagelmemiş şekilde caz ezgilerinin içinde eritiyordu.
Eşi Betty’ye göre Miles Davis albüme Witches Brew ismini layık görmüştü. Ancak kendisinin önerisiyle ismi "Bitches Brew" olarak değiştirerek bunun albümün “çarpıklığına” daha uygun olduğunu söylemişti. Yapımcı Teo Macero ise bir albümde ilk defa yer alan “Bitches” kelimesi için bu müziğe en uygun kelime olduğunu ifade ediyor.
Abdul Mati Klarwein’ın müzik dünyasını zamanın ruhuna uygun özgürlük renkleriyle bezediği albüm kapağı da müziğin işaret ettiği atılganlığa oldukça uygundu. Mağrur duruşuyla sessizliği seçmiş bir kadın, kırmızı bir alev çiçeği, yüzünü tamamen gelecekten gelen deniz dalgasına dönmüş bakan bir çift… Pop-artın altın çağını yaşadığı yıllara bir katkıyı da kapağıyla bırakan bu albüm, 60’ların bitip de 70’ler başladığında sanat dünyasında neler olacağına dair fikir veriyordu aynı zamanda.
Yol açtığı sansasyon ve tahmin edilemeyecek düzeydeki tanınırlılığıyla albüme katkı yapan isimler 1970’li yıllarda müzik kariyerlerini daha yüksek profillere taşıdı. Joe Zawinul ve Wayne Shorter perküsyonist Airto Moreira ile birlikte "Weather Report" isimli grubu kurdular. John McLaughlin Billy Cobham ile birlikte Mavahishnu Orchestra’yı, Chick Corea ise o zamanlar henüz 19 yaşında olan Lenny White ile "Return to Forever"ın temellerini attı.
"Bitches Brew" halen hem caz hem de rock tarihinin en sersemletici albümü olarak görülüyor. Aslında yapılan şey bu iki türün karışımıydı; ortaya çıkansa hayal edilenden daha yenilikçi ve açık uçlu bir müzikal girişim oldu. Albüm baştan sona dinlendiğinde herhangi bir müzik türüne sığdırmak değil, müziğin ne olması gerektiğini dikte ettiği hissi veriyor. Belki de "Bitches Brew" bir müzik eserinden daha çok bir kitap olarak düşünülebilir. Hatta, defalarca okunup her seferinde kaçırılan bir ayrıntıyı fark ederek içinde boğulabilinecek tarzda bir edebiyat eseri gibi kabul edilebilir. Başlanıp bitirildikten sonra dinleyiciye artık eskisi gibi olmadığını yüzüne vururcasına ifade eden bu cesur müziğin açtığı yoldan 50 yılda yüzlerce müzisyen yürüdü ve yürümeye devam ediyor.
Hüseyin Güray Biçer
Cazkolik.com / 03 Nisan 2020, Cuma
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.