Cazın dünyanın politik seyri ile olan ilişkisi her dönem kimi caz müzisyenlerinin ama daha çok da caz üzerine düşünen ve yazan tarihçi ve eleştirmenlerin ilgi alanına girmiştir. Biz de cazkolik.com olarak ara ara bu tür değerlendirmelere hem cazın kendi tarihsel gelişimi, hem de içinden çıktığı toplumun bu müziği nasıl şekillendirdiğini görebilmek ve yaşadığı çağ ile ilişkisi bakımından olayları ele alan, sosyal ilişkilerini sorgulayan yazı ve yazarlara yer vermeye çalışıyoruz. Birazdan okuyacağınız yazı işte tam da böyle bir yazının ikinci bölümü. Ünlü caz eleştirmeni ve tarihçi David Adler "Caz ve Protesto: Bir Yeniden Değerlendirme" isimli makalesinde cazın özellikle 60’lı yıllardan bu yana gelen sivil haklar hareketi içindeki yerini günümüz ile bağlantılarını da sorgulayarak yapmaya çalışıyor. Bunu yaparken de ayrıntılı bir analize girişiyor, referanslarını gösteriyor, işaret ediyor.
Cazın içinden çıktığı Afro-Amerikan toplumunca -haklı olarak- Amerikan Sivil Haklar Hareketi içinde, özellikle de 60’lı yılların müzisyenleri tarafından politik bir meşale gibi kullanıldığı bilinmeyen bir şey değil ama bu sürecin nasıl yaşandığını Adler’ın kaleminden okuyor olmak hepimiz için önemli bir bilgi birikimi yaratacaktır kuşkusuz.
30 Nisan’dan itibaren ilk bölümünü yayınladığımız yazının sizler tarafından büyük ilgi gördüğünü biliyoruz ve teşekkür ediyoruz. Şimdi ise yazının kalan kısmını siz değerli cazseverlere sunuyoruz. Yazının ilk bölümünü okumamış olan okurlarımız da bu yazının hemen alt kısmında yeralan diğer haberler kısmına tıklayarak yazının ik bölümüne ulaşabilirler.
Cazkolik.com
Caz ve Protesto: Bir Yeniden Değerlendirme.
David R. Adler
(Nisan 2009)
Baraka bir adım daha öteye gitti ve zararlı komplo teorisini yeniden dolaşıma soktu: Yahudiler biliyordu.
Baraka sık sık Blue Ark toplantısında karısı Amina ile birlikte çaldı. Baraka saksafoncu Billy Harper’ın “Where Dat Stuff Come From?” adlı bir metni aktaran 2008 tarihli Blueprints of Jazz Vol. 2 adlı çalışmasında misafir müzisyendir. 2002’de Baraka birçok önemli cazcının eşlik ettiği olağanüstü hip hop gurubu The Roots’un Phrenology adlı çalışmasına katıldı. “Something in the Way of Things (In Town)” ürkütücü, soyut müziği Baraka’nın garip, zorlayıcı sözlü icrasıyla birleştirir. Bir açıklama onu şöyle tanımlar: "New Jersey Valisi James E. McGreevey’in sessiz kalmayı seveceği. . . ancak asla yapamadığı ölümü izleyen ses.”
Direnç olarak gerici
Daha kötü vakalar da olmuştur. İsrail doğumlu, Britanya kökenli saksafoncu Gilad Atzmon açık Yahudi-karşıtlığını savunurken, Yüksek Kuram’ın laf kalabalığını anmaksızın, Filistin insan hakları davasının arkasına sığınır. 2004’te The Guardian’ın bir sütununda kendisini cazdaki “direniş” geleneğinin savunucu olarak konumlar, ancak o korkunç bir şekilde çarpıklaşan geleneği temsil eder.
Atzmon, Richard Wagner’in Yahudi-karşıtı yazılarını onaylar: “. . . Wagner İsrail’de yasaklanabilir, ancak Marx’ın, Weininger’in ve Wagner’in söylemek zorunda olduklarını söylemelerine neden olan koşullar değişmemiştir.” Şunu ilan etmiştir: “İsrail’in Nazi Almanya’sına göre daha büyük düşman olduğunu kabul etmek zorundayız.” Hatta Nazilerin o kadar da kötü olmadıklarını iddia etmiştir: “İsrail ordusu ve politikacıları (ve Anglo-Amerikalıların) arasında çok yaygın bir eğilim olan nüfusun yoğun olduğu bölgelerin yoğun bombalanması ve toptan yok edilmesi hiçbir zaman bir Nazi taktiği ya da stratejisi olmamıştır.”
Bazı muhabirler Atzmon’un görülmemesi imkansız olan nefret tüccarlığını başka bir şey olarak nitelerler.
Baraka’dan farklı olarak Atzmon neredeyse bütün politik enerjisini Yahudileri taciz etmeye adar ve 20. yüzyılın çığır açan yazarı ve caz araştırmacısı olarak kazanılan şöhretle yetinemez. Adı kötüye çıkmış beyaz üstünlüğü taraftarı David Duke, Atzmon’u “dünyadaki en ünlü Yahudi müzisyenlerden biri” olarak selamlamış ve onu Itzhak Perlman ve Barbra Streisand ile aynı kefeye koymuştur. Aslında o her ne kadar Orient House Ensemble ile olan CD’leri caz yayınlarında bazı olumlu eleştiriler aldıysa da Birleşik Devletler’de pek tanınmaz. Ancak Britanya’da Atzmon’un bağnazlığı ve soykırımın inkarını aktif olarak savunması ve aşırı soldaki bazıları arasında taraftar bulması ilerici paylaşım sitelerinde ve aktivistler arasında büyük bir öfke yaratmıştır.
Kötü bir utandırıcı şanssızlık Davos’da Ocak ayı sonunda bir panelde İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e çıkışan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail’in işlediği suçlar konusunda değerli bir kaynak olarak Atzmon’dan alıntı yaptığında yaşandı. Her dik başlı saksafoncu bir NATO üyesi ülkenin başbakanının kendisinden alıntı yapmasını başaramaz. Ancak Atzmon’un muğlaklığı sayesinde, Erdoğan’ın çıkışı üzerine haberlerin çoğu hiç de Atzmon’dan bahsetmedi. Bu olayı garip bir şekilde çok önemli hale getiren bir ayrıntı gözden kaçtı.
Bazı muhabirler Atzmon’un görülmemesi imkansız olan nefret tüccarlığını başka bir şey olarak nitelemeyi tercih ederler. The Guardian’ın yakın tarihli bir sayısında John Lewis, Atzmon’un “İsrail’e şiddetle saldırmasına” ve “açıkça Yahudi-karşıtlığına” tebrik niteliğinde terimlerle gönderme yaptı. (“Yahudi-karşıtlığı” sayfanın hiçbir yerinde yoktur.) Dürüst olmak gerekirse, Lewis bazı Filistinli eylemcilerin Atzmon ve onun “kışkırtıcı bir şekilde Yahudi-karşıtı retoriğiyle” hiç ilişkili olmamayı istediğini belirtti. Ancak belirsiz bir şekilde övücü tanımlamasıyla Lewis bu konuda Atzmon’un tarafını tutmaya birdenbire son vermiş görünür.
Yeni Zelanda’da Gisborne Herald’da Martin Gibson tarafından Ocak 2009’da yayımlanan başka bir methedici röportajda Atzmon şunu ilan etti: “Başımıza gelen şeylerden biri, Nazilerin yenilgisini Yahudi ideolojisinin ve Yahudi halkının bir doğrulanması olarak yorumlamamız aptallığıdır.” Ayrıca şunları söyledi: “Yahudi ideolojisinin dünyayı felakete sürüklediğini ve durdurmamız gerektiğini düşünüyorum.” Bu açık ırkçılığa karşı çıkmada başarısız olan yalnızca Gibson değildi. Çarpıcı bir saflık ve yetersizlik teşhiri içinde şöyle yazdı: “Kendisi Yahudi olsa da, onun Yahudi-karşıtı olduğuna dair kaçınılmaz suçlamalar da dahil olmak üzere Bay Atzmon’u susturmaya yönelik sayısız girişim olmuştur.”
Atzmon’un tarzı, ustaca olsa da, eşsiz değildir. Onu ayrıksı kılan onun politik gündemiydi.
Giderek ana akım haline gelen keskin Siyonist-karşıtlığından yararlanan Atzmon sayıları çoğalan müzik gazetecileriyle ve de editörlerle ilişkide bulunmayı yararlı görmüştür. Ancak onun müziği nedir – gürültüyü, çeşitli sazları ve perküsyonu, Orta Doğu vokallerini ve geleneksel caz enstrümanlarını içeren karmaşık bir karışım mı? Herkesin kabul ettiği gibi bu dinlemeye değer bir müziktir. Bu da cazın eskiden beri varolan ve dünyanın her yerinden etkileri özümseme yeteneğini gösterir – yetenekli icracılar olarak birçok ünlünün Batı Afrika, Güney ve Orta Amerika, Doğu Asya ve evet İsrail’den (Anat Cohen, Omer Avital, Reut Regev, Gilad Hekselman ve daha bir çoğu) ortaya çıkması. Iraklı (Amir ElSaffar), İranlı (Hafez Modirzadeh), Hindistanlı (Vijay Iyer), Pakistanlı (Rez Abbasi) ve başka yerden göçmenlerin çocukları da cazın dilini etkileyen diaspora unsurlarıdır. Bu nedenle Atzmon’un tarzının ustaca olsa da eşsiz olmadığının görüyoruz. Onu ayrıksı kılan onun politik gündemidir. Bazıları bunu zehirli olarak kabul eder; diğerleri ise şüphe ettiği halde kanıt yetersizliğinden İsrail’in suçsuz olduğunu düşünür.
“Yararlı olmanın” kabusu
Bir gitarist, editör ve eylemci olarak geçirdiğim yılların ardından 1999’da caz üzerine yazmaya başladım. O zamandan bu yana müzik zevkim giderek daha radikal yönde, politik görüşlerim ise ters yönde gelişti. Bunun büyük ölçüde rastlantı olduğuna inanıyorum, her ne kadar hâlâ bunun ardında bir şeylerin olduğunu düşünüyorsam da. 1990’lı yılların ortalarında Başkanlık için Nader’in gönüllüsü olarak öncelikle yaygın olarak “anaakım caz” başlığı altında gruplanan bebop ve post-bop ile ilgilendim. Her ne kadar uzak ara aşırı olan ve hatta bazı caz müzisyenlerinin müzik olarak görmedikleri soundları anlasam ve sevsem de, bugün bu hâlâ benim ilgi alanım. Kısmen bu müziği her taraftaki hiper-kapitalist ve tüketimci dünyadan yenileyici bir şekilde ayrı olarak dinliyorum. Ancak sağlam bir liberal ve sosyal demokrat olarak dahi, politik zeminde serüvenci, deneysel müzisyenlerin ve taraftarlarının buluşma eğiliminde oldukları yer olan ve Ian McEwan’ın günümüzün savaş-karşıtı sokak protestocu solun “iç bayıltıcı öz-saygı” dediği müzikle giderek daha az ilgileniyorum.
Sanatın “yararlı” olmasını isteyen toplumsal sistemler kesinlikle kabuslara yol açan sistemlerdir
Guelph Üniversitesi’nden Daniel Fischlin bu soundun muhalif pratik, yorum ve eleştiri olduğunu yazdı. Onun meslektaşı olan Ajay Heble avangard cazı destekleyen yazısında “diyatonik müziğin (yani anaakım caz) tonik yapısına geri dönmenin ideolojik bir anlaşma, statükoyu güçlendirmenin bir yolu” olduğunu öne sürdü. Ancak Heble’nin sımsıkı paradigması karşısında sanatçıların niyetleri çok farklıdır, dinleme deneyimi fazlasıyla özneldir. Ve modern cazın büyük bölümü uyum ile uyumsuzluk “içerde” ile “dışarda” arasında bölünür. Heble’nin de kabul ettiği gibi, “uyumsuz müzikler ile muhalif politikalar arasındaki bağlantılar her zaman kolayca savunulabilir değildir.”
Robin Balliger’in “müzik ve müziğin temsilleri toplumsal ve politik anlamı olan bağlamlı etkinliklerdir” iddiasını ciddiye alırım. Ancak bu kendi içinde bir alanı olan müzik düşüncesine kapıyı kapatmaz. Fischlin “sound’un arı ve esas olduğu, kendi toplumsal ve politik bağlamlarından koptuğu, kendi soyut ve metafizik potansiyeli içinde anlamlı, ancak gündelik yaşamın burada ve şimdiyi söylemek zorunda oluşuyla ilişkisiz olduğu bir kabus dünyasını” istemesine gülmek zorundayım. Yeryüzünde varolan bütün gerçek kabuslar arasında Fischlin’in senaryosu oldukça yumuşak, hatta çekici görünüyor.
Aslında sanatın “yararlı” olmasını isteyen bütün sistemler kesinlikle kabuslara yol açan sistemlerdir. İngiliz klasik besteci Cornelius Cardew (1936-1981) hocalarını suçladı ve yeteneğin Mao Zedung’un ünlü sözünü yaymak yönünde kullandı: “Sanat için sanat, sınıfların üzerinde sanat, politikadan kopuk ya da bağımsız sanat diye bir şey yoktur.” Eğer bu kabul edilirse, bu Mao’nun ve Cardew’in yaptığı gibi öncü partinin bireysel dışavuruma savaş açma hakkı ve görevi olduğunu kabul etme yönünde büyük bir adımdır.
Ne yazık ki radikaller bu konuları ihmal etme eğilimindeler, daha da kötüsü onlar liberallere adalet arayışında yetersiz kaldılar diye şiddetle saldırıyorlar. Baraka 2001’de Jazz Times’a hâlâ her gün Lenin ve Mao’yu okuduğunu söyledi. Onun Facebook fan sayfası onun en önemli esin kaynaklarından biri olarak Küba Devrimi’ni listede gösterir. Önemli olan, şairlerin payını kilit altında tutan bir rejimi destekleyen ünlü bir şair değildir. Günümüzün radikal solunda bu hiç önemli değildir.
Önemli olan, şairlerin payını kilit altında tutan bir rejimi destekleyen ünlü bir şair değildir. Günümüzün radikal solunda bu hiç önemli değildir
Sanatlara dair demokratik bir vizyonun özel ya da geneli fetişleştirmesi gerekmez ve çoğumuz bunu sezgisel olarak biliyoruz. Her halükarda şükürler olsun ki Terence Blanchard ve Donald Harrison gibi New Orleans müzisyenleri (Larry Blumenfeld ve diğer gazeteci meslektaşlarını anmıyorum bile) yeteneklerini Katrina kasırgası felaketini kaydetmek ve canlı ve tarihsel bir toplumu geliştirmek için kullandılar. Darcy James Argue “Habeas Corpus” gibi parçaları bestelemiş ve sahneden işkencenin utancını ve Blackwater’ın (askeri nitelikli Amerikan sivil güvenlik şirketi) icrasını ve istismarını anlattı. Böyle çok sayıda örnek vardır, ancak hiçbiri bütün çizgilerden caz meraklılarının Demokrat aday için ve şimdi de Başkan Barack Obama için desteğin artışında birleştiğinde olduğu gibi heyecanlandırıcı değildir.
Yakın zamanda Meet The Press’de Obama “kültürümüzün çeşitliliğinin” ve “inanılmaz bir goblen olan Amerika”nın parçası olarak caza başvurdu. Seçim sonrasında kendisini bir “köpek” olarak tanımladığı ilk basın toplantısında, müzikten her zaman gelişmiş ve de kültürel ve etnik karışıma dayanmış olan Afrika kökenli bir sanat olarak bahsedebildi. Caz içten gelen bağlantı duygusunu savunur. Bunlar aynı zamanda seçim kampanyası sırasında Obama’nın Sanat Politikası Komitesi’nin yaydıkları düşünceler tarafından desteklenirler: küresel kültürel mübadeleyi artırma, sanatlara daha fazla federal kaynak sağlama, sanat eğitimiyle daha fazla ilgilenme, serbest çalışanlar için daha fazla sağlık hizmeti. Bir taraftar grubu olan Americans for the Arts her türlü ekonomik yenilenmenin anahtarı olarak sanat dallarına daha fazla kaynak bulunması için sıkı lobi yaptılar ve Obama yönetiminin buna tepkisi bu nedenle çok daha cesaretlendirici olmuştur.
Obama’nın başkanlığı kesinlikle çeşitli çevrelerden protestolarla karşılaşacaktır. Politikacılar her zaman halka yanıt verebilir olmalıdır ve bu bir istisna değildir. Ancak Bush döneminin açıkça gösterdiği gibi, muhalefet etme hakkını desteklemek, her muhalifi safça alkışlamaktan daha fazlasıdır.
-Bitti-
Gilad Atzmon, “Beyond Comparison,” Al-Jazeerah.info, 12 Ağustos 2006.
Gilad Atzmon, “Saying No to the Hunters of Goliath,” Ağustos 2007. [http://www.gilad.co.uk/html%20files/saying%20NO.htm]
Gilad Atzmon, “Free Jazz,” The Guardian, 15 Kasım 2004. [http://www.guardian.co.uk/music/2004/nov/15/popandrock]
Amiri Baraka, “Somebody Blew Up America, Ekim 2001. [http://www.amiribaraka.com/blew.html]
Cornelius Carnew, Stockhousen Serves Imperialism and other articles (Latimer New Dimension, 1974).
Jem Cohen, director, Instrument: Ten Years with the Band Fugazi (Discord DVD, 1974).
Stanley Crouch, “The End of ‘Bad Boy’ Thinking,” The Daily Beast, 20 Kasım 2008.
Daniel Fischlin & Ajay Heble (der.), Rebel Musics: Human Rights, Resistant Sounds, and the Politics of Music Making (Black Rose, 2003).
John Gennari, Blowin’ Hot and Cool: Jazz and Its Critics (University of Chicago Press, 2006).
Martin Gibson, “No choice but to speak out: Israieli musician a ‘proud self-hating Jew,” Gisborne Herald, 23 Ocak 2009. [http://www.gisborneherald.co.nz/Default.aspx?s=3&s1=2&id=8879]
Ajay Heble, Landing on the Wrong Note: Jazz, Dissonance and Critical Practice (Routledge, 2002).
LeRoi Jones, Blues People: Negro Music in White America (Morrow Quill, 1963.
Dr. Martin Luther King, Jr., “On Importance of Jazz,” Berlin Caz Festivali Açılış Konuşması, 1964. [http://www.hartford-hwp.com/archives/45a/626.html]
Andrew W. Lehren, “Guilty Until Proven Innocent,” JazzTimes, Nisan 2009.
John Lewis, “Manic Beat Preacher,” The Guardian, 6 Mart 2009. [http://www.guardian.co.uk/music/2009/mar/06/gilad-atzmon-israel-jazz-interview]
Peter Margasak, “Malachi Ritscher’s Apparent Suicide,” Post No Bills (Chicago Reader blog), 7 Kasım 2006.
[http://blogs.chicagoreader.com/post-no-bills/2006/11/07/malachi-ritscher-apparent-suicide]
Dan Morgenstern, Living with Jazz: A Reader, der. Sheldon Meyer (Pantheon, 2004).
Robin Pogrebin, “Arts Leaders Urge Role for Culture in Economic Recovery,” The New York Times, 25 Ocak 2009.
Malachi Ritscher, “Mission Statement,” Kasım 2006. [http://www.savagesound.com/gallery99.htm]
Ron Sakolsky & Fred Wei-han Ho (der.), Sounding Off! Music as Suversion/Resistance/Revolution (Autonomedia, 1995).
Scott Saul, Freedom Is, Freedom Ain’t: Jazz and the Making of the Sixies (Harvard University Press, 2003).
Bu makaleyi Türkçeye ve caz dağarcığımıza kazandıran arkadaşımız ve iyi bir caz dinleyicisi olan sevgili Ertan Yılmaz’a Cazkolik.com olarak teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Cazkolik.com
BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN
Saygın Mehmet Çağlar
Ellerinize sağlık çok güzel olmuş.
Bu Yoruma Cevap Yazın »