Nick Cave`in müziğindeki gibi içten kopan, içgüdüsel ulumalar hakikidir

Nick Cave`in müziğindeki gibi içten kopan, içgüdüsel ulumalar hakikidir

11 Temmuz 2018, Çarşamba

 

Yıllardır beklediğimiz isimler kontenjanından Fred Hersch ile bu yaz nihayet buluştuk. Açıkçası, bu kadar güzel bir buluşma olacağını tahmin etmemiştim. Evet, eminim konseri severim ama pek de iz bırakmayabilir diye düşünüyordum, nasıl da yanılmışım. Caz müziği bakımından son yıllarda izlediğim özgül ağırlığı en yüksek konser oldu. Birbirini mükemmel tamamlayan bir trionun elinden her notası 24 karat altın değerinde, caz cennetine bir buçuk saatlik seyahat. Rafine cümleler sağanağında billurlaşan virtüözitenin tek bir notayı dahi israf etmeden, tek bir nota olsun gösterişe kaçmadan saflık derecesi yüksek, açık ve berrak konser izledik. Cazda kaliteli cümle, icra ve uyumun önemini öylesine bariz hissettiğimiz konserlerden biriydi ki, konser sonrası Türk caz dinleyicisi olarak Fred Hersch ile niye bu kadar geç kavuştuğumuza, yıllarca ve defalarca niye bu harikulade insanı dinlemekten mahrum kaldığımıza bin kez hayıflandık.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 25 Temmuz 2018, Çarşamba

 

 

Fotoğraf: İbrahim Göksungur

 

 

Anlaşmak için bağırıp çağırmaya gerek yoktur. Kurduğunuz cümleler tane tane, anlatımınız ahenkli, ses tonu ve vurgularınız kâh baskın, kâh kırılgan, hikayeler cazip olmalıdır. Jason Moran’ın Fred Hersch için “caz dünyasının Lebron James’ı” dediğini okumuştum, böyle bir benzetmeye gerek duymuyorum. Konser öncesi yazımda Hersch’ün neden eşsiz bir müzisyen olduğundan bahsetmiştim. İlk defa canlı dinledikten sonra sözlerimin bir kere daha arkasındayım. Cümlelerini aktarırken fısıldar gibi sakin ve akıcı icrasıyla ahengi sağlamıştı. Vurguları doğru ve akılda kalıcıydı. Repertuvarına seçtiği parçalar Monk’tan Sonny Rollins’ten Jimmy Rowles hatta Billy Joel’dan izler taşıyordu, öyleyse, hikayeleri de ilgi çekiciydi. Denge ve orantı hissi, klasik piyanistleri andırırken, tuşesi ve çalışmı Fransız izlenimcilerini çağrıştırıyordu. Uzun süre aklımdan çıkmayacak enfes bir deneyimi oldu. Fred Hersch cazın bugününde ve geleceğinde gerçekten değerli bir sanatçı.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 25 Temmuz 2018, Çarşamba

 

 

Fotoğraf: Yusuf Biton

 

 

Fotoğraf: Leyla Diana

 


 

Cazda şampanya sarhoşluğu

 

Caz gitarın ismi büyük harflerle, yanıp sönen kırmızı neonlarla yazılası sanatçısı Julian Lage genç yaşında gitar otoyolunda retro hisli rafine cümlelerle kendi sapağını bulmuş bir müzisyen. Swingli cazın Amerikan taşrası tınlayan, rock`n roll`lu, `modern irfan`lara garkolası melez soundu festivalin en şahane konserlerinden biriydi. Aslında, gece komple güzeldi. Lage`nin trio müziğini hazmetmeye fırsat bulamadan festivalin en ama ennnn güzel konseri, bir başka trio, Fred Hersch ve arkadaşları sahnedeydi. Ne geceydi ama. Şampanya sarhoşluğu vardır hani, tam öyle bir caz sarhoşluğu.

 

 

Fotoğraf: Yusuf Biton

 

Üçlüyü, bir de orijinal albüm kadrosu, yani, basçı Scott Colley ve davulcu Kenny Wollesen ile birlikte sahnede izleseydik nasıl olurdu kimbilir ama Jorge Roeder ve Eric Doob`dan da gayet memnunduk. Caz yazarı Gareth Thompson`ın deyimiyle `caz tarihinin tozlarını havalandırıp onları yeniden eleyen`, melodisi damıtılmış, notaları pürüzsüz ev yapımı tatlı kıvamında müzikleriyle Lage uzun yıllar cazda hayranlıkla takip edeceğimiz bir sanatçı.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 17 Temmuz 2018, Çarşamba

 

Fotoğraf: İbrahim Göksungur

 

 


 

10 Temmuz 2018, Salı

 

Bize, tanrılarımızın bizi kurtaracağı söylendi / Bize, hayallerimizin gerçekleşeceği söylendi / Ama yalan söylediler.

 

Ellili yaşlarda olan ben ve benden önceki kuşağın idolü tartışmasız Leonard Cohen idi. Onu sahnede canlı görmek için 40 yıl beklememiz gerekti. Benimle aynı ve bir alt nesil için ise Cohen ne ise bir anlamda onun yerini tutan isim oldu Nick Cave (tabii Tom Waits`i ikisinin haricinde tutarak). Leonard Cohen`in her zaman ölümle meselesi oldu (son albümü uzun kariyerinin baş yapıtlarından biridir), Nick Cave`in de. Bu çapta şair/şarkıcıların kaçınılmaz olarak bir numaralı konusu oluyor ölüm. Cave`in şarkılarında insanlar doğal aftlerle ölür, idamla ölür, salonda, meydanda, statta kitlesel olarak ölür. Ölüm fikri Cave için dramatik ve retorik bir ifadedir ve aynı zamanda, içinde adaleti barındırır. Zaten kendisi bir beyanatında "bir ahlak hikayesi, hepsi ahlak hikayeleri, gerçekten, benim yaptığım şey bu" demişti.

 

 

Fotoğraf: Sedat Antay

 

İki yıl önce yayınlanan "Skeleton Tree" albümü yazılmaya başlandığında 15 yaşındaki oğlu Arthur`un temmuz 2015`de bir uçurumdan düşerek ölümü henüz gerçekleşmemişti. Bu olaydan sonra basına nadir röportaj veren Cave The Guardian`a söz yazma ve dünyayla yeniden bağ kurma mücadelesini anlatmıştı. Bir yıl sonra, 2016`da yayınlanan "Skeleton Tree" sonunda tamamlandı ve oğlunun ölümünün gerçekliği albümü siyah bir sis gibi sarmaladı. Albümdeki şarkılar açıkça oğlu Arthur ile ilgili olmasa da hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olmayacağını anlatır. Tıpkı bir albüm yazısında "Cave, ailesinin yasını bildiği tek şekilde ele almaya çalıştı, böylece, "Skeleton Tree" acısı düşünülemeyecek dehşete karşı müzikal bir cevaptır" dediği gibi.

 

Böylesi sanatçıların sözlerinde metafor kullanımı, örtülü anlamlarla türlü göndermeler yapmaları, resmettikleri girdaplar, dehlizler, kişisel dağılmalar, kafa karışıklıkları, duygusal çarpıklıklar için cazip ve ucu açık ifadelerdir ama yine 25. İstanbul Caz Festivali`nde izlediğimiz Benjamin Clementine da mesela metaforlarla konuşan biri olmasına rağmen sözleri Cave ile kıyaslanamayacak kadar derinlikten yoksundur, yani, her metafor değil, "Skeleton Tree" gibi içten kopan, içgüdüsel ulumalar hakikidir.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 15 Temmuz 2018, Pazar

 

 

Fotoğraf: Leyla Diana

 

 

Müzik tarihinin yaşayan en etkili figürlerinden Nick Cave’in 17 yıl sonra yeniden İstanbul Caz Festivali`ne geleceği duyulduğunda adeta yer yerinden oynamıştı. Herkes bilet peşine düştü, alanlar aldı, alamayan umudunu bir başka bahara bıraktı.

 

Konser günü gelip çattığında açık söyleyeyim “en sevmediğim konser mekanı” Küçükçiftlik Park tam bir kâbeye dönmüştü. Mahşerî kalabalık, kapıda saatlerce beklenen kuyruk, itiş-kakış, sahne önü bileti olanların yerine varma mücadelesi, ayılanlar bayılanlar, bir sürü gerekli-gereksiz telaş Nick Cave’in sahneye çıkmasıyla yerini müziğe, heyecana bıraktı. Her mesafeden telefonlar sahneye çevrildi ve tetiğe basar gibi “canlı yayın” tuşlarına basıldı. Kucakta bebeklerden, yaşını başını almış müzik tutkunlarına, her yaştan tanıdığım/tanımadığım herkes konser alanındaydı.

 

Severek okuduğum Kanat Atkaya konser öncesi “İstanbul Küçükçiftlik Park’ta, 10 Temmuz Salı akşamı toplanacak şanslı kalabalık, Nick Cave And The Bad Seeds’in bir canlı müzik performansından çok ‘duygusal/ruhani/cinai/şehevi’ ayini çağrıştıran gösterisine tanıklık edecek” demişti. Tespitinde ıskalamadı, gerçekten müziğin görsel sanatların hemen hepsiyle iç içe geçiştiği bir konserdi.

 

Cave’in daha önce yalnızca videolarından izleyebildiğimiz sahnenin bir ucundan bir ucuna koşması, öndeki seyircilerin hemen hepsinin elini sıkması, insanları sahneye çıkartması ve o anları soğuk kanlılıkla yönetmesi Cave’i hayranlarının gözünde daha da büyüttü. Dostumuz Ahmet Uluğ sosyal medya hesabından “Eğer bir müzisyen, bir sanatçı, bir şair, bir insan olmak istiyorsan Nick Cave gibi ol, sen gerçek bir adamsın, İstanbul seni seviyor, teşekkürler IKSV” yazmış. Konseri izlemiş bir müziksever olarak bir “like”da benden.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 15 Temmuz 2018, Pazar

 

 

Fotoğraf: Yusuf Biton

 


 

09 Temmuz 2018, Pazartesi

 

Dünyanın en güzel manzarasına karşı caz

 

Biz Türkiye`de Omar Sosa`yı çok seviyoruz, adamın hastasıyız ama onun müzikte neler yaptığından yeterince haberdar mıyız, ne kadar çalışkan ve yaratıcı olduğunun farkında mıyız? Son dört yılda benim bildiğim en az dört albüm ve hepsi stüdyo albümü ve hepsi farklı sanatçılarla. Bu nasıl bir üretkenlik, organizasyon, hız, performans? Bu yıl çıkan albümü, çok yeni çalışması "Es:sensual" NDR Big Band ile yaptığı, şimdi, bu satırları yazarken dinlediğim son kaydı. Muhteşem bir cha cha ile başlıyor. NDR Big Band zaten yıllardır hayranlıkla takip ettiğim bir orkestra, büyük sanatçıları nasıl arkalayan büyük bir Avrupa orkestrası. Eminim Amerikalılar da merakla takip ediyorlardır bu orkestrayı. Yine gelelim Sosa`ya. Geçen seneki albümü Seckou Keita ile "Transparent Water"dı (ikiliyi burada izledik mi?), daha önceki Paolo Fresu ile "Eros" (ikisini CRR`de izledik, ne güzel bir konser olduğu hatırımızda/arşivimizde), ondan önceki Joo Kraus ve Gustavo Govalles ile "Jog". Biz daha birini dinlemeden o yenisini çıkarıyor. Sonra ver elini festivaller, turneler, konserler. Böyle bir sanatçıyı insan hayranlıkla takip etmesin de ne yapsın. Ve hele konserlerinde yarattığı o coşku, heyecan, ve tutku.

 

 

Dünyanın en güzel manzarasına karşı caz. Haberin ana sayfadaki fotoğrafında Yusuf Biton ve bu çalışmada Sedat Antay inanılmaz manzarayı hatıralardan kolay çıkmayacak şekilde kameraya kaydetmiş.

 

Cazseverler olarak on yıldır büyülenmiş gibi Esperanza Spalding`e bakarken aynı yaşlarda Yilian Canizares`i çok daha geç keşfettik. Özellikle festivaldeki bu konserinden sonra. Kemancı ve şarkıcı Canizares Küba`nın dünyaya armağanlarından biri daha. Gerçi dört yıldır yeni bir albüm çıkarmadı ama son çalışması "Invocación"a mutlaka kulak vermenizi öneririm.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 14 Temmuz 2018, Cumartesi

 

 

Yilian Canizares (Fotoğraf: Yusuf Biton)

 

 

Yilian Canizares (solda), Gustavo Ovalles (ortada), Omar Sosa (sağda) (Fotoğraflar: Sedat Antay)

 

 

İsrailli klarnetçi Anat Cohen ve Brezilyalı gitar ustası Marcello Gonçalves’in ‘Outra Coisa’ albümünü daha iyi anlayabilmek için Brezilyalı besteci Moacir Santos’un besteleri arasında biraz gezinmek lazım. Bu keyifli yolculuk kalabalık icra edilen müziğin nasıl oluyor da bir duo grup tarafından bu kadar güzel icra edildiği sorusunu akla getiriyor. Bu noktada, iki müzisyenin virtüözitesi ve uyumu devreye giriyor. Gonçalves, Santos’un bestelerinin üzerine aranjmanlar yapmış ve Anat Cohen’in Brezilya ziyareti sırasında kendisine göstermiş. Klarnetin Moacir Santos’un ilk çaldığı enstrüman olması Gonçalves’in aklına bir soru getirmiş. “Eğer bu müzik gitarda bu kadar iyi ses veriyorsa Anat Cohen’in klarnetinden nasıl verir?” Birbirlerini uzun süredir tanıyan müzisyenler stüdyoda buluşmuşlar ve sonuçta bu albüm kaydedilmiş. Anat, stüdyoda geçirdikleri iki günün ardından “Daha önce hiç bu kadar mutlu olmamıştım” demiş. Albüm Marcello Gonçalves’e 2017 yılında "Best Latin Jazz Album" dalında Grammy adaylığı getirir. İkilinin 25. İstanbul Caz Festivali kapsamında verdikleri konserde bana göre en etkileyici parça Anat Cohen’in trompetçi kardeşi Avishai Cohen`in kızı Amalia’nın doğumu sırasında yaşadığı heyecanı ifade ettiği “Waiting for Amalia” idi. Konseri, Ankara’dan festivalin iki konserini izlemek için gelen cazsever dostum Sait Aydın’la beraber izledim. Sıkı caz takipçileri kendisini sinir sistemi hastalığının bir sonucu olarak fiziksel rahatsızlığına rağmen üşenmeden yollar aşarak keyifle, zevkle konserlere gelişinden tanırlar. Günün çoğunu cazla geçiren bir insan olduğundan konserle ilgili yorumunu rica ettim. Konseri çok beğendiğini fakat Anat Cohen’e Gonzalo Rubalcaba gibi bir piyanist eşlik etse nasıl ses vereceğini merak ettiğini söyledi. Enstrümantal Brezilya popüler müziği “Choro müzik” projesi kendi içinde güzeldi, belki ilerleyen günlerde Cohen’i böyle bir piyano-klarnet duo projesinde de dinleme şansımız olur. Kim bilir?

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 14 Temmuz 2018, Cumartesi

 

 

Fotoğraf: İbrahim Göksungur

 

 

Anlık enerjisiyle festivalin en güzel portrelerinden biri olmaya aday bu çalışma Leyla Diana`nın objektifinden çıkma.

 


 

07-08 Temmuz 2018, Cumartesi-Pazar

 

Yaz, özgürlük, rahatlık, caz ve festival

 

Bir gün önce, yani, 6 temmuz cuma gecesi Kurt Elling ve Robert Glasper konserlerinden çıkan cazseverler için 7 temmuz cumartesi akşamı Küçükçiftlik Park bahçesi çimende piknik, eğlence, arkadaşlarla takılmaca akşamı oldu ama kendimizi caza, müziğe kaptırdığımız bir gece pek olmadı. Özellikle Zara McFarlane konseri tam böyle piknik havasında geçti. İşin doğrusu, sahnedeki sanatçılar da bunun farkında olacak, fazla çaba göstermediler. Onlar da şarkılarını söyleyip gitti, oysa, geçen sene buna benzer bir gece olarak 12 temmuz 2017 akşamı Uniq Hall`de izlediğimiz Daymé Arocena isimli, ufak tefek, küçücük, olağanüstü sevimli Kübalı kız da aynen benzeri bir gecenin sonunda izleyiciyi ayağa fırlatmayı nasıl da başarmış, canhıraş alkışları kapmıştı. Benzeri çabanın çok azını dahi Zara McFarlane`den maalesef göremedik. Konserden aklımda kalan tek kişi fotoğraftaki tenor saksofoncu çocuk. Baya sağlam üflüyordu. İzleyici olarak bizim de kabahatimiz oldu tabii, artık cep telefonlarından kafamızı kaldıramadığımız için sahnedeki müzisyenlere arzu ettikleri geri dönüşü vermiyoruz.

 

 

Zara McFarlane konserinde sahne böyle iken, küçük fotoğraflarda görüldüğü üzere izleyiciler de böyleydi. (Fotoğraf: Yusuf Biton)

 

Gecenen son konseri Badbadnotgood elbette daha beklenen ve merak edilen bir topluluk olduğu için hava kararıp, sahne aydınlanınca kalabalığın merakı ve heyecanı iyice artı, sahne önü kalabalığı epey çoğaldı. Kendi adıma, önceki gece Robert Glasper ve arkadaşlarının olağanüstü konserinden sonra fikren ve zihnen Badbadnotgood adapte olduğum bir konser olmadı maalesef. Belki başka bir konserde bu açığı telafi ederiz, kimbilir...

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 13 Temmuz 2018, Cuma

 

 

Üstteki fotoda Zara McFarlane konserindeki rahat dinleyici Badbadnotgood konserinde ayakta, meraklı, daha ilgiliydi ama konserin en güzel anları fotoğrafın sağ altındaki çift gibi konser ve aşkı birarada yaşayanlardı. Aslında böylesi daha güzel değil mi. (Fotoğraflar: Ilgın Erarslan Yanmaz)

 


 

Parklarda caz gençlerle caz

 

25. İstanbul Caz Festivali`nde yalnızca geceleri değil gündüzleri gerçekleşen hafta sonu etkinliklerinde her yaştan insan çoluğu cocuğu. sevdiğiyle güzel vakit geçirilen anlara tanık olundu. Bunların arasında 7 temmuz cumartesi gündüz saatlerinde Sakıp sabancı Müzesi`nde "Çocukça Bir Gün" etkinliğini başta saymak gerek. Aynı gün akşamüstü ise festivali bu yıl 14. kez gerçekleştirdiği "Genç Caz" yarışmasında festivalde konser vermek üzere seçilen grupları önce Beylikdüzü Yaşam Vadisi`nde, ertesi gün "Parklarda Caz" kapsamında Fenerbahçe Parkı`nda izledik. Fenerbahçe Parkı`nda Portrait in a Dream, JmH, The Kites, Koffie gibi genç toplulukları dinlerken aynı günün gecesi parkın yanındaki Khalkedon da ise Nar, Pelin Güneş Quartet ve Art Blakey Trbute Band konserlerinin yanısıra "La La Land" film gösterimiyle hafta sonunu tamamladık.

 

 

Tamamı genç müzisyenlerden oluşan genç gruplar Fenerbahçe Parkı`nı cazla doldurdu (Fotoğraf: Zeynep Doğan)

 

 

Aynı günün gecesi Khalkedon sahnesinde ise sırayı diğer topluluklar aldı. (Fotoğraf: Fatih Küçük)

 


 

06 Temmuz 2018, Cuma

 

Festivalin en `yeni` müzikleri hepsi işini iyi bilen bu çocukların elinden çıktı

 

Robert Glasper ile Christian McBride arasında bazı benzerlikler buluyorum. McBride 15 yıl önce bugün Glasper`ın yaptıklarına pek benzemeyen ama yeni olana dair arayışta işler yapmıştı, mesela "Live at Tonic", "Vertical Vision" böyle albümlerdi, sonra, bu dönemi hızla atlatıp klasik tonlu post bop bir müziği tercih etti. Glasper ise tersine bir çizgi izleyerek mesela 10 yıl önce "Double Booked" gibi o zamanın post bop tınlayan müziklerinden bugün yepyeni soundlara yöneldi. Glasper`ı bir müzik dahisi olarak hayranlıkla takip ediyorum. Onun müziğinde Afro Amerikan müziğin yüz yıllık çizgisini görmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Her nasıl yapıyorsa bunu gerçekten başarıyor. Aynı parçada bebop ve sonrasını da, altmışların soul müziklerini de, seksenlerin funk fusion dönemini de ve en önemlisi seksen sonrası rap, hip hop, elektronik soundlarını da bariz hissetmek mümkün.

 

 

Nina Simone`un tişörtüyle Robert Glasper bize ne söylemeye çalışıyor? (Foto: Yusuf Biton)

 

6 temmuz akşamı Uniq Hall bahçesinde gerçekten işini bilen bir müzisyen topluluğu vardı. Ürettikleri müziğin yere basan ayağı son derece sağlam, güçlü, kendinden emin, gerektikçe virtüöz, tutkulu ve yeni bir müzik. O yüzden, gece konser esnasında kendimi tutamayıp "Eğer Miles hayatta olsadı o da bu sahnede olmayı isterdi" diye twit attım. Buna inanıyorum. Glasper`ın 2012 "Black Radio" ile başlayan dönemi 2010 sonrasının en yaratıcı işleri arasında. İki yıl sonra kimi caz standartlarına yaptığı `cover`lar ne yaptığını bilen ve inanan birinin müziğiydi ama daha büyük imzayı iki yıl önce bizzat Miles`ın sesinden "Talking Shit"le açılan "Everything`s Beautiful" albümüyle atmıştı. Aynı albümde Stevie Wonder, John Scofield, Erykah Badu, bilal gibi starlarla yaptığı işler de vizyonunu apaçık gösteren müziklerdi, daha iyisini ise festival akşamında gördük, duyduk. Festivalde dinlediğimiz en yeni müzik sahnedeki çocukların elinde şekilleniyordu. Christian Scott`ın kimi zaman dehşete düşüren sesi, Terrace Martin`in zeki, yaratıcı ve hınzır enerjisi, Derek Hodge`un gizemeli bası, Justin Tyson`ın davulu, Taylor McFerrin turntable ve elektronikleri şaşırtıcı ve ilham vericiydi. Robert Glasper`ı heyecanla takip etmeye devam ediyorum. Hayatta olsaydı Miles`ın da o sahnede olmayı isteyeceğinde ise ısrarlıyım.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 12 Temmuz 2018, Perşembe

 

 

Bu konser fikrimi tamamen değiştirtti

 

R+R=Now’ın “Collagically Speaking” albümünü dijital platformlarda dinlediğimde hiç sevmemiştim. Jazzy Hip-hop ve çağdaş caz kategorisinde sunulan albüm son derece bayat vacoderler, cıvık synthlerle bezenmiş pembo çiklet balonu kıvamında bir albüm gibi gelmişti bana. Kadrodaki isimler arada cazı popüler müziğe kurban eden, caza kötülük yapan müzisyenler olarak niteler “dünyayı kurtarır gibi cazın geleceğini tartıştığımız, uçup kaçtığımız muhabbetlerde” kıyasıya eleştirirdim. Aslında hem Glasper, hem Christian Scott, hem de kadrodaki diğer isimler damarlarını kesseniz “caz” akan adamlar. Pek bir beklentim olmadan geldiğim konserin ilk dakikasından itibaren tüm düşüncem değişti. Konser öncesi suçlamalarım bir anda temelsiz kalmıştı. Kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir caz fusion konseri başlamıştı. Derick Hodge’ın davulcu Justin Tyson’la ikilileri, Robert Glasper’ın enfes sololarına Christian Scott’ın futuristik dokunuşları eklendi. Müzik o kadar iyiydi ki bir doz daha alsam uçup gidebilirdim. Tam o sırada saksafoncu Terrace Martin altın vuruşu yaptı ve aklım, benliğim bir daha toparlanmamak üzere savruldu gitti. Cazın, doğaçlamanın kaybolup gittiğini düşünmeye başladığımız bu “ucuz müzikler” devrinde hoppala paşam malkara keşan dedirtecek müziklerde nereden çıktı şimdi. Çok keyifli takıldınız, dinlediğimiz 10 numara beş yıldız müzikler cebimize kâr kaldı. Bravo beyler!

Burak Sülünbaz

Cazkolik.com / 12 Temmuz 2018, Perşembe

 

 

Fotoğraf: İbrahim Göksungur

 

 

Fotoğraf: Leyla Diana

 


 

Kurt Elling kariyerinin zirvesinde

 

Cazın geleneksel vokal ve progressive black music diyebileceğim iki tarzında bu yaz festivalin en doyurucu gecelerinden biri yaşadık 6 temmuz cuma akşamı Uniq Hall`de. Aynı gece iki konser vardı. İlki, daha erken başlayan Kurt Elling konseriydi ki bir kısım cazseverin en merak ettiği isimlerden biri olduğu kesin Elling`in. Festival programına bakınca klasik erkek vokalde ondan başka biri olmadığını görüyoruz, bu durum aslında caz dünyasının geneli için de söylenebilir, yani, Gregory Porter`ı ve eski nesilden bazı ustaları ayrı tutarsak şu anda en önde gelen isim Kurt Elling. Zaman içinde kimi genç sesler belirip kayboldu ama Elling`in çizgisi hep yukarı yükseldi. Sahnede gördük ki müthiş profesyonel. Kesinlikle kariyerinin zirvesinde. Son yıllarda yaptığı işlerin çoğu ödüllendirildi. Birlikte çalıştığı insanları gözlediğim kadarıyla hep doğru seçti. Son örnek Branford Marsalis. Bir önceki "Upward Spiral" ile ödül almışlardı. Kesinlikle o yılın en iyi albümlerinden biriydi ve Marsalis harika bir kadro kurmuştu. "Questions" isimli son albümünün de prodüktörlüğünü Marsalis yapmıştı. Sevgili arkadaşımız Nazlı Toprak`ın Elling ile konserinden önce yaptığı söyleşiyi okumanızı hararetle öneririm, buraya yazacağımdan çok daha fazla bilgiye oradan ulaşabilirsiniz (tıklayın).

 

 

Sevgili Sevin Okyay ablamız dahil Cazkolik ekibi kurt Elling`le birlikte. Soldan sağa; Nazlı Toprak, Sevin Okyay, Burak Sülünbaz ve Leyla Diana (Fotoğraf: Leyla Diana)

 

Konser, son albümden Bob Dylan klasiği "A Hard Rain`s A Gonna Fall" ile başladı. Sahnede, Marqus Hill hariç ismen az bilinen ama müthiş müzisyenlerden oluşan bir kadro vardı. ben özellikle gitarda John MCLean`e bayıldım. Eve döner dönmez bu ustanın albümlerine dadandım, hâlâ dinlemedeyim. Size de öneririm. Marquis Hill`in `yumuşak içimli çalımı`yla şarkılara kattığı lezzetten ayrıca söz edilmeli. Elling`in Frank Sinatra ile çon ünlü olmuş "Lonely Town" yorumu da Sinatra`ya ayıp olmazsa eğer onunki kadar iyiydi diyeceğim. Elling`in her sanatçıya ayırdığı solo alanlarıyla, ses perdeleri arasında fren-gaz mükemmel kontrollü gezintisiyle salonda olan herkesi bir kez daha hayran bıraktı. Birkaç yıl önce İş Sanat`taki konserine geç girdiğim için konsere bir türlü adapte olamamıştım, intikamımı festival konserinde aldım, şimdi mutluyum.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 11 Temmuz 2018, Çarşamba

 

 

Trompetçi Marquis Hill ile (Fotoğraf: Yusuf Biton)

 

 

Kuşağının caz vokalini tarif eden adam; Kurt Elling

 

“Çocukluğunu cebine koy ve hemen kaç, çünkü, sahip olduğun tek şey budur” diyor ünlü şair Rilke. Çocuklukta neyin sahibiysen bugün karşımızdaki seni tam da o yaratıyor. 25. Istanbul Caz Festivali’nin konuğu Kurt Elling baba mirası müziği çocukluğunun temeline koymuş, müzikle mutlu olmanın ne demek olduğunu öğrendiğindeyse müzikle beraber koşmaya başlamış.

 

 

Fotoğraf: İbrahim Göksungur

 

6 temmuz akşamı Uniq Sahnesinde izlediğimiz Elling, yaşayan en değerli seslerden, klas bir ‘entertainer`. Entelektüel alt yapısı şarkı sözlerinde yüzeye çıkıyor, orkestrasıyla mesafeli oluşu, grup liderliğini tam disiplinle gerçekleştirmesi şaşırtıcı kimyasını tanımlamamı zorlaştırıyor. Karşımızdaki adam bir Amerikan Başkanı (Trump’ı saymazsak) kadar etkileyici bir posture ve hitabet gücüne sahip ama bir yandan da çok eğlenceli. Cinsiyetçi bir yorum olarak kabul etmezseniz "Adam gibi” hatta daha doğru bir üslupla ifade etmeyi denersem “Beyefendi gibi müzik” yapıyorlardı. Anlaşılabilir oluşu, swingi ve parça seçimleriyle parçasında dilegetirdiği gibi kalplerimizi kanatlarında uçurdu. Yüzeyin ne kadar derine gittiğini bilmeksizin kıyıdan açıldık. Davulcu Adonis Rose’u daha önce Nick Payton’la izlemiş çok etkilenmiştim. Avrupa turnesinde Elling’e eşlik ettiğini öğrendiğimde çok mutlu olmuştum. Konseri izleyebilenlerin Rose’un Elling’le düellosunu hatırlayacaklardır. Hatırlayamayanlar ise Elling’in sosyal medya hesabından paylaştığı konser videosunu izleyebilir. Ayrıca, Stuart Mindeman, John McLean ve Clark Sommers’dan oluşan ekibe özel konuk Marquis Hill eklendiğinde bir vokal caz orkestrasının voltranı oluşturacak halini aldılar. Trompetçi Hill’in süt kadar temiz icrası tarifsizdi. Bir solukta akıp biten performansın ardından “Sanatçı konserden sonra CD’lerini imzalayacaktır” anonsuyla fuayede aldık soluğu. Uzun kuyruğun sonunda Elling’e ulaşanlar tebriklerini iletirken sempatisi, seviyeli yakınlığı takdirlere mazhar olmuştu. İmza sırası bana geldiğinde birkaç sene önce şu an hatırlamak bile istemeyeceğimiz günlerde konserinin iptalinden ve sosyal medya üzerinden konuşmamızdan bahsettim. O dönem güvenliğimiz ve mutluluğumuz için bize güzel dileklerini iletmiş ben de yazımda güzel dileklerinden bahsetmiştim. Okurlardan aldığımız moral mesajlarını ben de kendisine ilettim. Çok mutlu olmuştu. Çok güzel bir konserdi. Gerçekten güzeldi. Yaşadığımız her güzel anının kıymetini bilelim, geleceğe umutla bakalım. Çünkü: “... yaşanmışlığın değeri küçümsenmemeli zira en küçük hadise bile doğru gözlerde kaderin bir işaretini taşır üzerinde”.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 10 Temmuz 2018, Çarşamba

 

 

Fotoğraf: Leyla Diana

 


 

05 Temmuz 2018, Perşembe

 

Benjamin Clementine`ı İstanbul`da ilk kez izledik, aura`lı rüzgarıyla önden algı sersemine dönüştüğümüzden alkışlamaya, peşinen beğenmeye meğilli ama anlamaya da ihtiyacımız vardı. Daha önce dinlediğim şarkılarındaki metaforlar bir dahiyi mi işaret ediyordu yoksa anlaşılamama gizemine sığınan bir yetersizi mi?

 

Konser başlayınca Türkiye`de fazla tanık olmadığımız bir sanatçı tipiyle karşı karşıya olduğumuz aşikârdı. Sahnenin bir yanında cansız mankenlerden oluşan siyah fonlu bir dekor, piyano, davul, gitardan oluşan azaltılmış üç enstrüman başında stilize edilmiş işçi tulumlu üç müzisyen ve gerekince sahneye gelecek bir yaylı grubu. Yani, karşımızda Brechtyen bir sahne vardı.

 

 

Fotoğraf: Leyla Diana

 

Konser "Halep`in Hayaleti"yle başladı. "Oh, leave me, leave me" diye bağıran genç adam metaforları üstümüze yğdırmaya başlamıştı. Satır araları uçucu mürekkeple yazılmış alt metinlerle doluydu. Çift anlamlı cümleler. Mülteci kamplarındaki çocuklara üzüldüğünü düşündürtürken, öte yandan, kampları aşıp İngiltere`ye sığınmayı başaran çocuklara `ormana hoşgeldiniz` demeler, daha büyük dertlere göndermeler, insani ilişkilere ve sisteme yönelik şikâyetler, memnuniyetsizlikler, Luka incilinde kesik başları toplayan Zacchaeus`u çınar ağacından aşağı çağırmalar, `silahlar şarkı söylerken güllerin dans etmeleri` minvalinde benzetmeler. Dine ve insanlığa ait güncel sorunlar, giderek dayanıksızlaşan nesillerin artan bencilliği, sistemik şikâyetler, aşk ve cinselliğe dair kitapta yazılı olmayanlar, insanî yakınmalara yönelik içlerinden dilediğinizi seçebileceğiniz metaforlar.

 

 

Fotoğraf: İbrahim Göksungur

 

Şahsen, konser boyunca karşımda bir dahi olduğuna da inanmadım, bir yetersiz olduğuna da ama bardağın boş yarısı giderek rahatsız etmeye başladı. Metafor tiyatrosu bir müddet sonra orijinalliğini kaybetti. Theatral art pop cümleler hakiki kaygılardan ziyade karanlığın çekiciliğinin galip geldiği, hayalet mankenlerin ifadesiz salındığı avantgart bir Londra moda gösterisine dönüştü. Müzikler de gösterinin sıradışı olmasının en ikna edici unsuru gibiydi. Hatta, öyle ki, "Jupiter" şarkısından apartma ekstra yetenekli uzaylı Ben`in "wishing Americana a happy, wishing Americana free" sözlerinde Americana`yı çıkarıp yerine Turkey koyması konserde çok yüksek alkış alarak slogana dönüşse de iyi niyetin aslen şov malzemesine dönüşmesini engellemedi.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 08 Temmuz 2018, Pazar

 

 

Fotoğraf: Sedat Antay

 

 

Fotoğraf: Yusuf Biton

 


 

04 Temmuz 2018, Çarşamba

 

Cazseverler bir festivalden ne bekler? Cazın güncel renklerini görmek, yeni işler duymak, virtüözleri izlemek, unutulmaz konserlere tanık olmak, coşmak, ayağa fırlamak, alkıştan ellerini paralamak değil mi? 25. İstanbul Caz Festivali bu yaz, cazın bütün renk yelpazesine tanık olmamızı sağlıyor. Sadece günlüğe yazdıklarımız değil, mesela henüz günlüğe girmemiş ama dün akşam izlediğimiz Kurt Elling, Robert Glasper konserleri de öyle, bu sayede günlük de izlenimleri, notları ve fotoğraflarıyla oldukça heyecanlı ve coşkulu geçiyor. Emeği geçen bütün arkadaşlarımızın eline sağlık.

 

Cazkolik.com

 


 

 

Norveç caz milli takımı Polonya`dan santfor transfer etmiş

 

25. İstanbul Caz Festivali kapsamında 4 temmuz çarşamba akşamı Swissotel SultanPark’da dinlediğimiz Adam Baldych, Helge Lien, Tore Brunborg, Mats Eilertsen ve Per Oddvar Johansen baştan beri müziklerini severek dinlediğim bir topluluk. Bütün sanatçılar ayrı ayrı ve birlikte birçok defa ülkemizde konserler verdi ama ilk defa festival kapsamında geniş bir cazsever kitlesine çalma şansı buldular.

 

 

Helge Lien (Fotoğraf: Leyla Diana)

 

Müziklerindeki samimiyet aynısıyla kişiliklerinde de olan isimler. Avrupa’nın pek çok festivalinde çalıyor, ödüller alıyor olmaları egosantrik kişiliklere dönüşmelerine neden olmuyor. Kendilerini müziklerinde ve yaşamlarında fazla sınırlamıyor, alçak gönüllülükleriyle daha da seviliyorlar. Biz de onları seviyoruz. Çağdaş müzik, senfonik rock, Avrupa cazı gibi pekçok türe girip çıkan albatros kuşu gibiler. Bazen süzülüyor, bazen sert yükseliyorlar.  Bir önceki gece Avishai Cohen’i ağırlayan bahçe bu kez keman virtüözü Adam Baldych’i ve arkadaşlarını ağırladı. Kolektif icra serin İstanbul akşamı bahçeyi dolduranlara iyi geldi. Cazseverlerin yanısıra konserin spronsoru firmanın davetlileri ve televizyon dünyasının ünlü isimleri de ilgi göstermişti. Konser, Baldych’in Helge Lien Trio’yla kaydettiği ACT Music etiketiyle yayınlanan son iki albümleri Bridges ve Brothers üzerine odaklamıştı. Yaz aylarının yeri doldurulamaz keyfi açık hava konserlerinden biri olarak festival akşamında yerini alıyordu.

 

 

Fotoğraf: Leyla Diana

 

Konser biter bitmez sahneden inen Mats Eilertsen, festival takipçilerinin aşinâ olduğu emektar CD satıcısı Mehmet Abi’nin yanına uğrayarak satın aldığı dört plakla koleksiyonunu genişletiyordu. Eilertsen’in seçtiği plaklar birinci sınıf kayıtlardı. Bilmek isteyenler söylediğim not alsınlar lütfen; Brad Mehldau Trio`dan "Blues and Ballads", Pharoah Sanders`dan "Karma", Herbie Hancock`tan "The Prisoner" ve Bill Evans Trio`dan "64".

 

Eilertsen, İstanbul’un tarihi semti Sultanahmet`e gittiklerini söyledi. Avucumuzun için gibi bilmekle övünürüz oraları ama hiç uğramaz, hayatı erteleriz. Eilertsen’in bu konuya dair ilginç bir anısı var. Çocukluğunun geçtiği Trondheim’da Avrupa’nın en eski katedrallerinden Nidarosdomen varmış ama nasılsa bir gün gezerim diye 17 yaşına kadar hiç içine girmemiş. Katedrali ilk ziyaretinde ise dünyanın öbür ucundan gelen insanların gördüğü mabedi burnunun dibinde olduğu halde görmediği için kendini garipsemiş.

 

 

Konsantrasyon önemli... Basçı Mats Eilertsen`in kemancı Adam Baldych`e bakışı festivalin çarpıcı fotoğraflarından birinin ortaya çıkmasına neden oluyor (Fotoğraf: Yusuf Biton)

 

Sohbetimiz sırasında güçlü bas tonundan ve hep yanında taşıdığı kontrbasından bahsederken yeni şeyler öğreniyorum. Eilertsen’in o akşam çaldığı bas 84 yaşındaki efsanevi basçı Barre Phillips’e aitmiş. Phillips bası 92 yılında kendisi için yapmış ve üç sene öncesine kadar kendi çalmış. Eilertsen 25 senedir çaldığı eski basının ardından üç senedir gövdesinde Phillips’in imzası olan bası çalıyormuş. Kontrbasçılar bilir, enstrüman çaldıkça sahibine alışır, yalnız bırakıldıkça insan gibi küser. “Başta enstrümanıma fiziksel olarak uyum sağlamak için çok mücadele ettim ama şu an birlikte iyi işler çıkarıyoruz” diyor. Turnelerde taşıması en zor enstrümanlardan kontrbasın parçalara ayrılıp monte edilebilmesi yaşamına kolaylık getirmiş. Görmek isteyene hayatın içinde ne güzel detaylar var.

 

 

Fotoğraftaki `ufak` fark...

 

Konser sonrası ACT Music kataloğunun en sevdiğim albümlerinden Adam Baldych ve Helge Lien Trio’nun ‘Bridges’ albümüyle fotoğraf çektirmek istiyoruz. Aramızdaki `ufak` boy farkı için Baldych hınzır bir öneride bulunuyor ve fotoğraftaki görüntü ortaya çıkıyor :) Avrupalı müzisyenlerde yıllardır gözlediğim, gittikçe daha da sevdiğim şey buğday başağı gibi olgunlaştıkça başları daha da öne eğiliyor, büyüklük duygusundan uzaklaşarak, eğlenceli, ulaşılabilir, kalender insanlara dönüşüyor olmaları. Konseri kaçıranlar için Helge Lien Trio yakın dönemde önce Oslo`da bir festivale konuk olacak, ardından Yunanistan`a geliyorlar ve sonra Adam Baldych`le Grana Jazz Festival`ine gidiyorlar.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 07 Temmuz 2018, Cumartesi

 

Fotoğraf: İbrahim Göksungur

 

 


 

03 Temmuz 2018, Salı

 

Avishai Cohen konserinin anatomisi

 

Avishai Cohen`in en konuşulan konserlerden biri olacağını biliyordum. Şundan dolayı; Türkiye`de seveni çok. Her konseri doluyor, pop starı gibi ilgi görüyor ama bir de bu konsere özel durum vardı. "1970" adını verdiği yeni çalışması önceki albümlere göre farklı. Bunu, yaptığı röportjlarda söylüyor zaten. Çocukluğunun, yetmişli yılların soul-funk dünyasına, Stevie Wonder`lara, Jacksons 5`lara, black soul funk müziklere hatta pop müziğe hayran büyümüş, caz, işin sonradan gelen kısmı, bu sebeple, bu albümde, kendine başka bir alan yaratıp bir nevi pop albümü ama benim Israeli Funk dediğim bir albüm yapmayı tercih etmiş.

 

Israeli Funk

Fakat, albümü yapmak başka, sonrası başka süreç. Albüm çıktığı günden itibaren dinleyicileri arasında beğenenler ve beğenmeyenler ayrımı oluşmuş. Röportajlarında bunu da söylüyor. Bildik çizgisi devamında yeni müzikler bekleyenler niye diye sormuş, Cohen de o dönemin soul-funk müzikleriyle gönül bağını farklı bir perspektife değerlendirmeyi tercih ettiğini söylemiş. Evet, bence Avishai Cohen çok sevdiğini söylediği İstanbul`a -ki bu düşüncesinde samimi olduğunu, sadece iyi bir konser destinasyonu olduğu için değil her fırsatta ailesinin bir bölümünün İzmir kökenli olduğunu vurgulayarak gönül bağını samimiyetle vurgulaması önemli- kafasında bu fikirlerle geldi, yani, İstanbullu dinleyicim yeni müziklerimi acaba sevecek mi?

 

 

Fotoğraf: Ilgın Eraraslan Yanmaz

 

Evet, doğrusu bunu ben de merak ediyordum. Nihayet konser başladı. Sahneye yakın oturmanın avantajıyla Cohen`in vücut dilini gözleyebiliyordum. İlk bir-iki şarkı açıkçası karşılıklı yoklamalarla geçti. Parça bitimlerinde gözlerini bahçede dolaştırdığını görüyordum, belli ki benim gibi o da tepkileri anlamaya çalışıyordu ama işin doğrusu, o ana kadar işlerin yolunda gittiğini söylemek zordu. Ne izleyici bir fikre sahip olmuştu ne kendisi memnundu. Bir de, parça sonları oluşan kısa sessizlikte bahçenin arka tarafından gelen müzik sesi konsantrasyonu bozuyordu, ancak sahnede müzik yükselince duyamadığınız bir müzik. Eğer işler bu şekilde gitseydi ne olurdu, izleyici ne düşünürdü tahmin etmesi zor ama karşılıklı tatminsizlik olacağı âşikârdı. Derken, Cohen`in akıllıca hamlesi geldi.

 

Konserin kaderinin değiştiği an

 

Çok açık söylemek gerekirse, sahneden dinlediğimiz müziğin amaçlanan Israeli Funk`tan bir nevi sünnet düğünü müziğine dönüşmesi işten bile değilken Avishai Cohen`in dinleyiciyi sahnenin önüne davet etmesiyle konserin gidişatı bir anda değişti. Cohen gibi tecrübeli bir sanatçı açısından akıllıca hamleydi. Önce birkaç kişi, sonra tıklım tıklım sahne önü, danslar, ritmler, tempolar, eşlikler, bağırış, çığırış... Dinlenen müzikten içinde eğlenilen, yaşanılan müziğe hızla geçiş. Konserin sonunda Cohen dahil herkes mutluydu. Cohen bu arada yeni albüme dair yeni gözlemler yapmıştır eminim.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 06 Temmuz 2018, Cuma

 

Fotoğraf: Yusuf Biton

 

 


 

02 Temmuz 2018, Pazartesi

 

İtalyan caz müziğine dair belli isimler üzerinden net fikirlerimiz var ama hoş sürprizler olmuyor değil. Fabrizio Bosso dörtlüsüyle festivalde bu hoş sürprizi yapan isimlerden. Sahneye adım attıkları andan itibaren alev alev bir hardbop sağanağına uğradık. Sahnede adeta bir New York caz çetesi vardı. Tempolu, swingli hardbop bahçeyi inanılmaz yükseltti. Tam bir tatlı-sert caz rüzgarı estirdiler. Başladıkları gibi de bitirdiler. Ne bize yetti ne onlar çalmaya doydu. Bilhassa, Fabrizio Bosso`nun trompet tekniği hem üst düzey trompet varyetelerine olan yatkınlığı ama hem cümle ve üfleme kalitesindeki tartışmasız virtüözite sahnedeki caz seviyesi hakkında dört dörtlük `like`ları herkesin üstüne bolca yağdırdı.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 05 Temmuz 2018, Perşembe

 

Fabrizio Bosso ile güzel bir söyleşi yapan arkadaşımız Nazlı Toprak konser sonu Fabrizio Bosso ile biraraya geldi. (Fotoğraf: Leyla Diana)

 

 

 

Elif Çağlar`ın zerafetle araladığı kapıdan içeri caz canavarları girdi

 

Festivaller hayatımdaki ilginç deneyimler. Sadece, daha önce hiç görme fırsatım olmamış mekânlarla değil yeni müziklerle de tanışıyorum. Bazen, iyi tanıdığım müzisyenleri farklı projelerle yeniden dinlerken bazen de “bu adam nasıl dikkatimden kaçmış?” dediğim isimlerle sahnede karşılaşıyorum. 25. İstanbul Caz Festivali’nin geçtiğimiz akşam Venedik Sarayı Bahçesi’nde dinlediğimiz Fabrizio Bosso Quartet konseri aynen böyle bir gece oldu benim için. İtalyan trompetçiyi albümlerinde dinlerseniz Chet Baker’ı çağrıştırıyor dersiniz ama konser öncesi arkadaşımız Nazlı Toprak`a verdiği röportajda dediği gibi daha ziyade Clifford Brown’dan etkilenmiş. “Brownie”nin izinde zehir gibi bir trompetçi olduğunu ise ancak sahnede dinlerken görebiliyorsunuz.

 

 

Fotoğraf: Leyla Diana

 

İtalyan müzisyenler, daha doğrusu Avrupalı müzisyenler caz bakımından Amerikalılar kadar şanslı değil. Amerikalılar cazın içine doğdukları için nefes almak kadar doğal bir müzik bu. Avrupa coğrafyasında biraz daha kurallı bir müzikle yetişiyorlar. Zamanla farklılaşanlar oluyor. Bosso’nun şansı müzisyen bir aileden gelmesinde olmalı. İki sene önce İtalyan Kültür Merkezi’nde dinlediğim Max Ionata konserinden sonra en etkilendiğim İtalyan grubu olduğunu kesinlikle söylemeliyim. Piyanoda Julian Oliver Mazzariello, kontrbasta Jacopo Ferrazza ve davulda Nicola Angelucci trompetçi Fabrizio Bosso’ya eşlik etti. Her bir müzisyen “Ninja yıldızı” gibi aynı biçimde ve eşit derecede keskindi. Doğaçlamalardaki cüretkarlığın dozu arttıkça Venedik Sarayı Bahçesi`nde caz sefasının keyif de aynı oranda arttı. Türler arası geçişler güzeldii. Bosso’nun müziğiyle ilişkisi röportajında söylediği gibi aşk-nefret ilişkisi sınırlarında. Bana göre o sınırlarda gezmek hayatı doyasıya yaşayabilmek anlamına geldiği için konserden çok keyif aldım. Bazı standartlarda trompetiyle nefes nefese dolu dizgin bir aşk yaşarken bazen tansiyonu yükseltmek için kontrollü öfke yaratarak “Caravan” parçasında olduğu gibi canhıraş bir kavgaya tutuşuyor. Öfkesinin dozu arttıkça trompetinin sınırlarını zorluyor. Sakinleştiğinde ise dinginliğinin keyfini çıkartmakla kalmıyor, kudretli üflemenin verdiği zevki özlüyorsunuz. Ezcümle; Fabrizio Bosso  Quartet bu sene festivalin ortalarına doğru yaklaşırken gecenin ilk konserinde Massimo Manzi Trio ve sevgili Elif Çağlar’ın güzel müzikleriyle zerafetle araladığı kapıyı ardına kadar açarak gecemize misafir oldu ve müthiş bir geceye imza attılar.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 05 Temmuz 2018, Perşembe

 

 

Fotoğraf: İbrahim Göksungur

 


 

Kazanova`nın kaldığı sarayda Elif Çağlar`ın sesinden kalbi kırık bir blues yükseldi

 

Geçen sene Elif Çağlar`ın İtalya`da İtalyan müzisyenlerle mini turne yaptığını duyduğumda, acaba demiştim içimden, bu turnenin benzerini burada da yaparlar mı? Turne değil ama konserini 25. İstanbul Caz Festivali`nde yaptılar. Festival kapsamında Venedik elçilerinin konutu olarak kullanılmak üzere 1872 yılında inşa edilen Venedik Sarayı bu yaz festivalin en merak edilen mekânı idi. Hatta, bir zamanlar sarayda Kazanova`nın kaldığı dahi söylenir. Kazanova`yı bilmem ama Venedik Sarayı Beyoğlu`nda güzel, gizli bir bahçe gibi. Festival sayesinde doğup büyüdüğümüz şehirde başka türlü görme imkanımızın olmadığı elçilik saraylarını görüyoruz, hatta caz konserleri izliyoruz.

 

 

Venedik Sarayı bahçesi son sandalyesine kadar doluydu. (Fotoğraf: Ilgın Erarslan Yılmaz)

 

Limonata kıvamında bir yaz akşamı. Havanın kızıla döndüğü saatlerde davulda Massimo Manzi, gitarda Domingo Muzietti, basta Massio Giovanni`nin olduğu üçlü ilerleyen dakikalar için fırçaların deride gezindiği ritmleri bahçeye yaymıştı ki Massimo Manzi Elif Çağlar`ı anons etti. Çağlar ve İtalyan üçlü herkesin sevdiği standartlardan oluşan güzel bir repertuvar hazırlamış festival için. Konser mekânını da düşünürsek isabetli seçimler olduğu kesin. "Love me or Leave Me" ve "Hit the Road Jack" potporisiyle başlayan konser gitarda Domingo Muzietti`nin hararetli ritmiyle dinleyicide karşılığını bulmaya başladı. Elif Çağlar`ın renkli ve dinamik sesiyle gitarın uyumu dinlemeye değerdi. Ardından bir "Old Devil Moon" yorumu geldi, üstüne Çağlar`ın kendi albümü Misfit`ten "Grown Up" ve bütün bahçeyi kendine hayran bırakan Buddy Johnson blues`u "Since I Fell for You" iki bakımdan etkileyiciydi. Elif Çağlar`ın harikulade blues söylemesi ki ben şahsen ondan ilk kez blues dinledim, hatta, konser sonrası çok insan bunu sorup konuşuyordu, diğeriyse parçanın kendisi. "Sen benim aşkımı aldın ve şimdi sen gittin/ Sana aşık olduğumdan beri / Aşk sefalet ve acı getirdi / Sanırım asla aynı olmayacağım" gibi cümlelerle dolu blues icrasının umarım kaydı yapılmıştır, belki uygun olur mu bilmem ama bir albüme bile girebilir. Niye olmasın, o akşam benimle hem fikir çok insan vardı.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 05 Temmuz 2018, Perşembe

 

Fotoğraf: İbrahim Göksungur

 

 

 

Fotoğraf: Sedat Antay

 


 

30 Haziran 2018, Cumartesi

 

Erkan Oğur gibi ustaların benzemeye, benzetilmeye hiç ihtiyaçları yok ama meramı anlamak bakımından bir örnek vermek isiyorum, o da Amerikan caz sahnesinde Bill Frisell caz da ne ise Erkan Oğur da biraz öyle. Öncelikle her ikisi de son derece kişisel bir sese sahip, ayrıca, her ikisi de birbirinden farklı görünen projeleri aynı anda yürütebiliyor ama en dipte hareket eden temel katman kendi sesleri. Oğur da öyle. İsmail Demircioğlu ile yaptığı konserler, albümleri başka bir tarza işaret ederken geçen ay Zorlu`da, bu ay İstanbul Caz Festivali`nde caz merkezine yakın performansları daha farklı bir sayfada duruyor ama dediğim gibi üzerinde durduğu temel katman hep o kendi sesi, kendi müziği.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 03 Temmuz 2018, Salı

 

 

Fotoğraf: Leyla Diana

 

 

Cumartesi akşamı İstanbul hareketliydi. Cazseverler için etkinlikler arasında en dikkat çeken Erkan Oğur konseriydi. Festival programında cumartesi gecesini herkes tarafından sevilen bir müzisyenle değerlendirmek doğrusu iyi bir hamleydi. Erkan Oğur için ekşisözlük “sadece Erkan Oğur severlerden oluşan bir dünya olsa o dünyada kötülük olmazdı” yazmış. Haklı bence. Onu dinlerken yaşadığımız dünyaya ait değilmiş gibi hissediyorsunuz. Ruhumuza çalıyor ama sanki biz onun dünyasında değil gibiyiz. Müziğin ruhani lideri perdesiz gitarıyla yarattığı evrende yol arkadaşları Can Çankaya, Matt Hall ve Turgut Alp Bekoğlu’yla kendi müziğini icra etti, aldı bizi hayli uzaklara götürdü. Konser öncesi Shahin Novrasli’nin ısıttığı sahneyi dinginliğin, huşûnun ve içsel yolculuğun hüküm sürdüğü Anadolu kokusu sardı. Erkan Oğur’un çok ateşli bir takipçi kitlesi var, üzerine festival müdavimleri de eklenince Sakıp Sabancı Müzesi Fıstıklı Teras tıklım tıklım doluydu. Dinleyicinin bir kısmı birinci saatin sonunda dökülmeye başlaması konseri ilgiyle takip eden sözde değil özde müzikseverlerin keyiflerini kaçırmadı, tersine, konserin güzelliği daha arttı. Erkan Oğur için ne yorum yapılabilir? Bu kadar yetkin bir ustayı eleştirmek için bir müzik yazarının ya hadsiz, ya cahil olması gerek. Yol arkadaşı müzisyenleri de hatırlayalım. Can Çankaya’nın icrası her dinlediğimde daha keyif veriyor. Beyefendi kimliğinden taviz vermeden elinden gelenin en iyisini yapan mutemed bir müzisyen Matt Hall ise ülkemizde yaşayan en iyi sanatçılardan. Sanırım Ekan Oğur’un sadece bir iki adım gerisinde parıldayan bir yıldız var ki o da davulcu Turgut Alp Bekoğlu. Alkışa oynamayan ender davulculardan. Bagetle, elleriyle, kasnağa vurarak, tempoyu düşürüp yükselten, coşkuysa coşku, takipçilikse takipçilik kulağa hoş ve doğru gelen sesi çıkartan bir adam. Gençle de çalan, ustayla da çalan adam. Yazıyoruz, yazıyoruz hep mi güzel şeyler oluyor? Hiç mi olumsuzluk yok? Var elbette. Ama bir gözümüzü kapatıyoruz, biz müzikseverler olarak sadece güzel müziğe odaklanıp, ışığımıza doğru yürümeyi seviyoruz.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 03 Temmuz 2018, Salı

 

Fotoğraflar: Leyla Diana / Kolaj: Cazkolik

 

 

Azeri caz sanatçılarını keşfetmeyi sürdürüyoruz

 

İstanbul Caz Festivali`nin iki, üç senedir Azeri enerji devi Socar şirketiyle yaptığı sponsorluk nedeniyle festivalin "Güncel Müzik Buluşması" konserlerine destek olmasının yanısıra ayrıca Azeri caz müzisyenlerini izleme imkanı buluyoruz. Cumartesi akşamı Sabancı Müzesi`nin İstanbul boğazına hakim terasında izlediğimiz ilk konser caz piyanisti Şahin Novraslı Trio idi. Bu az tanıdığımız sanatçı herkesi hayran bırakan harika bir performansa imza attı. Klasik piyano eğitimi alan Novraslı, klasik müzikte aldığı teknik disiplini caz müziğinin özgür ve yaratıcı yanıyla izleyiciyi de heyecanının, coşkusunun, enerjisinin içine çeken bir performans izletti. Piyanosuyla bütünleşmesi, kâh ayakta, kâh sandalyesinde kıvrılarak, kâh mırıldanarak Michel Petrucciani`den Keith Jarrett`a birçok sanatçıyı hatırlatan fotoğraflar vererek dinamik müziğini gözaçıp kapayıncaya kadar bitirdi. Doyamadık desek yeridir. Kardeş milletimiz diyoruz ama bu sanatçıları yılda bir festival olmasa izleyemiyoruz, daha sık gelmeli, daha sık izlemeliyiz. Sadece o akşam orada olanlar değil çok daha geniş kalabalıklara çalmalı, enerjisini aktarmalı diyorum.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 03 Temmuz 2018, Salı

 

Fotoğraf: Fatih Küçük

 

 

Caz gitaristi Ercüment Gül "Olmayan Filmin Müzikleri"yle  festivaldeydi

 

Caz gitarın sevdiğimiz ismi Ercüment Gül yayınladığı iki albümle dikkat çekmişti. 2013`de "Aniden" albümüyle, üç yıl sonra ise hayalindeki bir film için yaptığı müziklerden oluşan özgün fikri "Olmayan Filmin Müzikleri"yle kendine ait bir kulvarı yavaş yavaş, sadaketle ve güvenle oluşturduğunun işaretlerini vermişti. Bu önemli sanatçımızı Erkan Oğur`lu gecenin finalinde Salon İKSV`de izledik. Oğur konserinden çıkıp gelen davulcu Turgut Alp Bekoğlu ara vermeden performansını kaldığı yerden sürdürdü. Almışlı yıllarda caz davulcuları için gecede üç farklı klüpte çaldıkları olurdu gibi yoğunluklar olurdu, Bekoğlu için de böyle bir gece oldu.

 

Fotoğraf: Emre Durmuş

 

 

Bağlama üstadı Coşkun Karademir farklı bir projeyle sahnedeydi

 

Bağlama üstadı Coşkun Karademir`i en son 30 Nisan Dünya Caz Günü akşamı Cemal Reşit Rey`de ölümsüz sesli kadın Mahsa Vahdat konserinde izlemiştik. Ne konserdi ama. Karademir tanburi Özer Özel ve arkadaşlarıyla bize nefis bir ara konser izletmişti o akşam. Konsere dair izlenimlerimiz epey okunmuştu, hâlâ daha okunmaya devam ediyor (tıklayın). Karademir ve Mahsa Vahdat`ın müzikal işbirlikleri bu yıl başı yayınladıkları "Endless Path" ile daha derin bir kulvara evrildi. The Secret Ensemble olarak yaptığı çalışmanın ardından Vahdat`la olan bu albümü pekçok müziksever tarafından yılın albümlerinden biri olarak tanımlanıyor. Birbiri ardına yaratıcı projelerle karyımıza çıkan bu Anadolu irfanının müziğe dökülmüş hali olan başarılı sanatçı bu kez festivalde farklı bir projeyle yer aldı. Çello ve kaval/duduk vardı sahnede. Festivalin Vitrin Matine konserleri fevkalede güzel müziklere sahne oluyor. Coşkun Karademir ve arkadaşları da dopdolu salona güzel müzikler armağan ettiler.

 

Fotoğraf: Emre Durmuş

 

Cazkolik.com / 04 Temmuz 2018, Çarşamba

 

 


 

29 Haziran 2018, Cuma

 

Sağanak yağmurda her damlanın sesini duyar gibi

 

25. İstanbul Caz Festivali`nin her konseri güzel ama şüphesiz Dave Holland, Zakir Hussain, Chris Potter`dan oluşan "Crosscurrents Trio"nun Zorlu PSM Ana Tiyatro salonundaki konserin ayrı önemi vardı. Caz dünyasını takip edenler projenin istim üstünde yeni bir proje olduğunu, şu an Avrupa turnesinde olan sanatçıların lansman konserini geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiğini ve basında çok sayıda haber olduğunu bilir. Yeni proje, taptaze müzikler. Bu konserin festivalde yeralmasını önemli buluyorum. Bu beklentilerle gittiğimiz konser beklediğimizden de tatmin ediciydi. SF Jazz Center`daki lansman konserine ilişkin Amerikan basınında çıkan kapsamlı bir yazıda yazar -ki o konser daha Hint müziği odaklı, vokalli, piyanolu altı kişilik bir konserdi- bir ara konserin ortasında bir yerde üçlünün daha caz merkezli bir müzik yaptığını yazmıştı, İstanbul konserinin o müziklerden oluşacağını tahmin etmek zor değildi, nitekim öyle oldu. Ustalıkların zirvesinde üç virtüöz, gerek doğaçlamalarda gerek sololarda, gerek karşılıklı etkileşimli çalımda bizlere tıpkı başlıktaki gibi sağanak yağmurda her damlanın sesini duyar gibi inanılmaz bir konser tecrübesi yaşattılar.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 01 Temmuz 2018, Pazar

 

(Fotoğraf: Yusuf Biton)

 

 

 

Crosscurrents Trio`nun performansı festival konserlerini kaçıranlara ders niteliğindeydi

 

Tabla üstadı Zakir Hussain: “Caz, dünyaya Amerika’nın armağanıdır” der. “Caz, insanların müziğe bakış açılarını tüm dünyada değiştirdi” diye ekler. İki buçuk yıl önce Crosscurrents projesinde virtüöz tablacı Zakir Hussain ve İngiliz basçı Dave Holland, Hint klasik müziğiyle batıda icra edilen tarzda cazın müzikal bağlantılarını ayrımsayabilmek için bir yolculuğa çıkarlar. Dünya müzikleri arasında doğaçlamanın en keyif verici olduğu müzikal geleneklerden ikisi caz ve hint klasik müzik pek çok ortak noktaya sahiptir. Bu iki müzikal gelenek kısa bir sürede oluşmamıştır. Crosscurrents, yüzyıllardan beri tüm insanların özünde bir oluşuna odaklanan ve ortak zekaya ulaşabilmelerini hint ve caz müziği ekseninde irdeleyen bir fikir projesi olarak dinleyicinin beğenisine sunuldu. Hint müziği ve cazın içiçe geçiştiği bu tip çapraz kültür alışverişi çalışmalarının bildiğim kadarıyla ilk albümü Ravi Shankar’ın 1961’de kaydettiği “Improvisations” albümüdür. O tarihten bu zamana hint müziği ve cazın dirsek temasına geçtiği en güzel müziklerden biri olarak hatıra defterime geçti.

 

 

(Fotoğraflar: Leyla Diana)

 

Bu sene festivallerin merakla beklenen konserlerinden biri İstanbul Caz Festivali`nde izleyici karşısına çıktı. İcracılığın ve konseptin el verdiği sınırlar içinde yaratıcılığın doruklarda gezdiği akşamlardandı. Basçı Dave Holland, klasik dönemden gelme bir adam olduğu halde modern müzikte de oldukça söz sahibi. Hem iyi bir solocu hem de swingi çok iyi tutturan bir tecrübe âbidesi. Chris Potter`ı her izlediğimde sanki yapabileceklerinin sınırı olmadığını hissediyorum. Zakir Hussain`se takdime gerek olmayan virtüözlerden. Hâl böyle olunca izlediğimiz üçlü cazın doğaçlamadaki yaratıcılık ve icra yönünden tutarlı olunduğunda nerelere gidebileceğinin kanıtıydı.

 

 

(Fotoğraflar: Sedat Antay)

 

Konsere gelemeyenlere neler kaçırdıklarını anlatabilmek, gelenlerin hafızalarını tazelemek adına parçalardan bahsetmek gerekirse: Dave Holland’ın Critical Mass albümünden “Lucky Seven” parçasıyla başladık. Ardından Chris Potter’dan “Island Feeling” parçasıyla devam edildi. Zakir Hussain’in John McLauglin’e ithafen yazdığı “JBHAI” Dave Holland’ın takdim konuşmasının hemen sonrasında geldi. Konser boyunca sadece bir parçanın ismi takdim edilmedi: ki bu parça benim en sevdiğim parçalardan biridir. Anouar Brahem’in John Surman ve Dave Holland’la beraber kaydettikleri “Thimar” albümünden “Mazad”. Parçanın ardından Zakir Hussain sıradaki eseri öğretmenlere ithaf ettiği bir minnet sonucu olarak bestelediğinden bahsetti. İsmi “Suvarna” idi. Suvarna, 2000 yıllık Hint Klasik geleneği olan Trupat’tan temel alan bir parçaydı. Grubun lideri olarak Zakir Hussain’in ismi geçiyor olsa bile demokratik bir ekip olarak her müzisyen konserin ayrı bölümlerinde parça takdimini yapmıştı. Sırada Potter bestesi “Good Hope” vardı. Bis parçasını “Bedowin Trail” olarak kararlaştırmışlardı.

 

Bir kulis notu;

 

Bu noktada ufak bir kulis notu aktarmak isterim. Sanatçıların önlerindeki parça listelerinin birbirleriyle sıralama ve içerik olarak farklılık gösterdiğini fark ettim. Tahmin ediyorum salondan aldıkları enerjiye göre anlık kararla çalacakları parçaları belirlediler. Ne düşündüler bilemiyorum. Potter`ın büyük hacimli, farklı çizgilerde gezen fakat asla düdük sesi çıkartmak gibi keyifsiz gösteriş oyunlarına kaçmayan icrası, Zakir Hussain`in kıymetli parmaklarından çıkan harikalar ve Holland`ın kontrbasını gitar akıcılığında kullanışı konserden çıktığımda aklımda kalanlardı.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 01 Temmuz 2018, Pazar

 

(Fotoğraf: Tunçel Gülsoy)

 

 


 

"Nazdrave"yle son döneme damga vuran Ediz Hafızoğlu festivaldeydi

 

Son iki, üç yılın en konuşulan projeleri arasında yeralıyordu Hafızoğlu`nun "Nazdrave"si. Bu dönemin sonuna festival konseriyle damgasını vurdu denebilir. Zorlu PSM Studio`nun yolunu tutan müzikseverler Hafızoğlu`nun müziğiyle festival gecesini sonlandırdı.

 

Fotoğraf: Fatih Küçük

 

 


 

Ağaçkakan festivalde günün kapanışını yaptı

 

Fotoğraf: Zeynep Doğan

 

 


 

Harika Kadınlar Matinesi

 

25. İstanbul Caz Festivali`nde bu yaz, festivalin yerli projeler kısmında iki özel çalışma bir adım öne çıkıyordu. İlki zaten açılış gecesiydi ve Türkiye caz tarihinin yüz yılına yönelik büyük bir kutlama yapıldı. O geceyi yazdım ama dün akşam bir konser daha vardı. Albüm olarak yayınlandığı günden itibaren çok beğendiğim bir çalışma; "Kadınlar Matinesi". Gerçi, bin türlü sebeple hakkında yazmak bir türlü kısmet olmamıştı, dün akşam konsere kadar.

 

Projenin sahibi Selen Gülün "Kadınlar Matinesi" fikrini özetlerken 2011`e kadar geri gitti. Kadın bestecilerin eserlerini albümde buluşturma fikri o yıla uzanıyor. O günlerde 7 besteci ile yola çıktığını, şimdi olsa çok daha fazla sayıya ulaşabileceğinin altını çizdi. Dün akşam izlediğimiz konser bunu teyid ediyor zaten.

 

 

Selen Gülün (Fotoğraf: Leyla Diana)

 

Albümü ilk dinlediğimde konseptin müzik/beste/söz/ses bütünlüğünü çok sevmiştim. Gülün, konserde bestelerin isimlerine bakınca fazla soru soran, hatta karamsar dahi bulunabileceğini söylüyordu, bence, öyle olsa dahi müziklerin dönemlerinin sosyo-psikolojik aynası olduğu gerçeği daha önemli. Bu şarkıların yazıldığı 2010 sonrasını hızla gözden geçirince sebeplerini rahatlıkla anlayabiliriz, cümleler hayatımızın bu döneminin özeti, zaten, bence albümün esas kıymetli kısmı bu.

 

Konser albüm bütünlüğünde başladı ve bitti. Albümde yeralan isimlerin hepsi sahnedeydi. "Düşündükçe" ile başladı. Herbir sanatçıya piyanoda selen Gülün, alto ve soprano saksofonda Serhan Erkol, tenor saksofonda Siney Yılmaz, basta Ceyda Köybaşıoğlu ve davulda Monika Bulanda`nın olduğu bir house band eşlik ediyordu.

 

 

Ece Göksu (solda), Ülkü Aybala Sinat (ortada), Başak Yavuz (sağda) (Fotoğraflar: Leyla Diana)

 

Ece Göksu "Neden" ile, Ülkü Aybala Sunat "Bekle" ile, Başak Yavuz parmak piyanosuyla herkesi mest ettiği anlarda "Sen ve Ben" ile, Selen Gülün Jehan Barbur bestesi "Düzelebilirdim" ile, Elif Çağlar-Muslu "Sen Ne Sanmıştın" ile, Çağıl Kaya sıradışı güzellikte teatral ses performans introlu "Günler" şarkısıyla, Şirin Soysal "Siyah Zürafa" ile, Ayşe Tütüncü bestesi "Neredesin?"de acapella introsuyla Ece Göksu, Elif Çağlar ve Selen Gülün`ün performansıyla, Çağıl Kaya, Başak Yavuz ve Ülkü Aybala Sunat`ın birlikte seslendirdiği "Her Yerdesin" ile bir albüm konserinden ziyade Türkiye caz mozaiğini oluşturan seçkin kadın sanatçıların sık rastlanmayacak etkileyicilikte sahne fotoğrafıydı ve böyle fotoğraflar az olduğu için son derece değerliydi.

 

 

Elif Çağlar-Muslu (solda), Çağıl Kaya (ortada), Şirin Soysal (sağda) (Fotoğraflar: Leyla Diana)

 

"Kadınlar Matinesi" bir kuşağın yansıması

 

Selen Gülün proje sürecindeki iki önemli kadını andı konserde ve albümün onlara ithaf edildiğini belirtti. İlki, evinde öldürülen Değer Deniz ve geçen hafta aniden hayatını kaybeden, projenin fikren ilham kaynağı İtalyan arkadaşı Patricia Adkins Chiti idi.

 

(Olmaz ama) bir dilek!

 

Dün akşam konseri izlerken böyle majör projeleri daha iyi değerlendirmemiz gerektiğini düşündüm ve kendime; bu proje özel bir gece olarak planlansa, albümdeki parçalar big band için düzenlense, orkestra çalarken anlatımlı takdim olsa, barkovizyonda albümün ithaf edildiği Değer Deniz anılsa. Tüm o harika kadınlar tek tek sahneye davet edilse, şarkılarını söylese, salon dopdolu olsa, alkıştan ortalık yıkılsa... Ne güzel olurdu değil mi dedim. Diyebilirsiniz ki, buna kim itiraz eder ama önerdiğim büyük ve pahalı bir prodüksüyon. Doğru. Ama "Kadınlar Matinesi" gibi iyi fikirleri çok daha iyi değerlendirmek gerektiği de ortada. Müziği, sahne sektörünü, caz dünyamızı ancak böyle prodüksüyonlarla büyütür, kalitesini artrırız.

 

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 30 Haziran 2018, Cumartesi

 

(Fotoğraf: Leyla Diana)

 


 

28 Haziran 2018 Perşembe

 

Gerçekleşmeye başladığı ilk yıldan itibaren `festival içinde festival` olan Gece Gezmesi bu sene de hayli güzel konserlere, güzel anlara sahne oldu ve arkadaşımız Leyla Diana gece boyunca konserden konsere, mekândan mekâna yetişmeye çalışarak çektiği fotoğraflarla bu güzel Moda gecesini `Festival Günlüğü`nde unutulmaz hale getirdi.

 

Gece Gezmesi`nde 10 mekânda yaklaşık 25 müzisyen ve grup yüzlerce müzikseverle buluştu

 

Bu yıl, festivalin 2010 yılından itibaren resmi iletişim sponsoru olan Vodafone Freezone`un destekleriyle gerçekleşen "Gece Gezmesi" çok sayıda müzikseverin katılımıyla Kadıköy Moda`yı festivalin içinde bağımsız mini bir kasabaya çevirdi. Bu yıl "Gece Gezmesi"nde Ahmedowsky Trio, Ahmetjah Meets Ladies On Records, Al`York, Ati ve Aşk Üçgeni, Cevdet Erek, Dolu Kadehi Ters Tut, Dub Again, Focan Bıyıkoğlu Organic Quartet, Islandman, Kalben, Kim Ki O, Klan, Melike Şahin, Nilipek, Ozoyo, Selim Selçuk `Miles Kuçles`, Selin Sümbültepe, Sibel Demir Quintet, So Duo ve Dostlar, Takidum, Taner Öngür 43,75 ve Yüzyüzeyken Konuşuruz gibi bağımsız sahnenin heyecan verici ve alternatif isimleri yer aldı. Festival içinde festival deneyimi yaşatan "Gece Gezmesi" etkinliği, Club Quartier, All Saints Moda Kilisesi, Moda Kayıkhane, Moda Sahnesi, Baba Sahne, Ağaç Ev Kadıköy, KargArt, Bant Mag. Havuz/BİNA gibi Kadıköy`ün sevilen mekânlarına yayıldı.

 

 

İzlenimler ve fotoğraf: Leyla Diana

 

Baba Sahne Gece Gezmesi`nin önemli duraklarından biriydi. Aıldığı günden itibaren başta tiyatro olmak üzere sanatın birçok türünde hizmet veren ve güzel caz konserlerine de sahne olan Baba Sahne`de yeni albümü "Miles Kuçles" ile caz müziğin usta sanatçısı Selim Selçuk ve arkadaşları klavyede Ali Perret, saksofonda Meriç Demirkol ve basta Kağan Yıldız dopdolu salona albümden parçaları seslendirdi.

 


 

"Miles Kuçles" albüm kadrosu arkadaşımız Leyla Diana ile birarada (Fotoğraf: Leyla Diana)

 

 

"Çizgan" adını verdiği albümüyle yılın en konuşulan isimlerinden Selin Sümbültepe Moda Kayıkhane sahnesindeydi. (Fotoğraf: Leyla Diana)

 

 

(Soldan sağa: Önder Focan, Kaan Bıyıkoğlu, Anıl Şallıel, Ekin Cengizkan)

 

 

Gecenin en hareketli mekanlarından Moda Sahnesi ayrıca Önder Focan`ın Kaan Bıyıkoğu ile Organic Quartet müziğinin de sahnesi oldu. Müziğin unutulmaz anları Leyla Diana`nın fotoğraflarına yansıdı. (Fotoğraflar: Leyla Diana)

 

 

 

Anadolu rock müziğin efsane isimleri Club Quartier`de Taner Öngür`ün 43,75 isimli projesinde buluştu.

 


 

27 Haziran 2018, Çarşamba

 

Bu kadında tarifi zor başka bir büyü var. Ne olduğunu bilmesi zor, ya da, aslında bazı fikirlerim var ama izah etmesi kolay değil.

 

Büyüleyici

 

Mesela, bu kelime ona uyuyor. Büyülüyor hakikaten. Aşık olmak işten değil. Hayatını acaba şarkı sözlerindeki gibi mi yaşıyor yoksa onlar profesyonel cümleler mi? Ünlü şarkısı "Rain"de; "Sen ve ben vedalaşmak için beceriksizce bir yol bulduk" diyor ya da "Baby, I`m a Fool" şarkısında; "Çünkü bebeğim, ruhen çökmenin güzel olduğunu düşünen bir aptalım" gibi fevkalade çetrefilli sözler sarfediyor.

 

Melankolik

 

Sırlarından biri bence bu. Sözlerinden süzülen melankoli hissedilmeyecek gibi değil. Dün akşam sahnede Melody`i izlerken bir gözümle de izleyiciyi takip etmeye çalışıyordum ama ikinci şarkısında, doğrusu hangisi olduğunu bilmiyorum ama büyüleyiciydi. Yorum. İcra. Müzik. Bir çift deri eldivenle tokatlar gibiydi hepimizi.

 

Az müzik bol mânâ

 

Bir diğer sırrı da bu. Sizi müziğe boğmuyor. Halbuki oraya müzik dinlemeye gitmediniz mi? Öyle değil işte! Müziği böylesine rafine kullanması çok ama çok akıllıca. Konserin ilk parçası mesela baya `jazzy` introlu bir şarkıydı. Bas, gitar, scat. Müzisyenler enstrümanları dışında sahnede yok gibiler ama iyi profesyoneller. Bu bir ekip işi değil. Bu bir star işi.

 

Gözleri

 

Güneş gözlüğü kaderi. Gözüyle ilgili hikayeler bir diğer sırrı. Gözünün içine bakabilen oldu mu? Geçirdiği kazayla ilgili hikayelerin etkileyici sarmalı konsere gelmeden aylar önce size ulaşıyor. Gizlemesi gereken tek kusuru en güzel yeri olup çıkıyor.

 

Amerikan şansonu

 

Biz ona, o Fransız kadınlarına hasta. Galiba öyle. Fransız olsaymış yeni nesil chanteuse olacağı kesinmiş. Amerikalı olunca kusurlarını törpülemiş. O Fransız kadınlarının etkileyiciliği kesinlikle onda da var. Fazlası var. Kendi `chanson`unu kendi yaratmış.

 

"Ruhum yorgun"

 

İşte, kesif bir `chanson` hali daha. "Who will Comfort Me" şarkısında altını çize çize çize böyle diyor; "Ruhum yorgun". Biz desek herkes yanımızdan kaçar, kimse yüzümüze bakmaz ama Melody Gardot deyince edasına ve işvesine hayran oluyoruz.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 28 Haziran 2018, Perşembe

 

 

Fotoğraf: Yusuf Biton

 


 

 

Melankoli, Cazibe, French Touch, Gezi ve Uber

 

25. İstanbul Caz Festivali’nin ikinci akşamında İstanbullu müzikseverler iki ayrı rotaya ulaşabilmek için yollara düştü. İlki Salon’da Çağrı Sertel ‘İnstant’ projesi, ikincisi UNIQ Açık Havasahnesi’nde gerçekleştirileceği duyurulan ancak hava muhalefeti nedeniyle UNIQ İstanbul’daki Volkswagen Arena’ya alınan Melody Gardot konseriydi.

 

Gardot’yu birkaç sene önce Tarabya Alman Sefareti Bahçesi’nde izlemiştim. Açıkhavada dinlemek çok keyifliydi ama konser hafızamın derinliklerine kadar işlememiş her nasılsa. Yalnızca danslarla süslü keyifli bir gece olduğu aklımda kalmış. Aradan geçen senelerde köprünün altından çok sular geçmiş ve Gardot, sahnedeki cazibesinden, seyirciyle iletişime kadar müzisyenliğini ve tabir yerindeyse starlığını geliştirmiş. Türk dinleyicisi Gardot’nun kendini yormadan söylemesini ve sahnede yarattığı dünyayı seviyor. Melankolisinden, çekiciliğine, parkı teslim etmeyimişize, toplumsal olaylara duyarlılığına ve siyasi söylemlerine kadar icra ettiği müziğini, dahası, “güzel insan” oluşunu zenginleştiren pek çok element var. Paris’te şehrin alışılagelmiş koşuşturmasına eşlik eden bir sokak müzisyeni kadar içten ve müziğine ulaşılabilir bir kadın ama aynı zamanda sahneyi dolduruşuyla da İstanbul Caz Festivali gibi prestijli festivallerde ismini üst sıralara yazdıracak kadar önemli bir isme dönüştü. Konserin bana göre en etkileyici bölümleri The Absence albümünde yeralan “Goodbye” parçasındaki yükselişleri ve My Only And Only Thrill albümünden “If The Stars Were Mine” parçasında berrak sesinin üzerimizde süzülüşüydü.

 

Son albümü, kendi deyişiyle, 63 model bir Corvette’in dikiz aynasından bakmak ya da Avrupa turundan kartpostal göndermek gibi. Tüm benzetmeleri, saptamaları bir kenara bırakırsanız Melody Gardot, içinden geleni yapıyor ve içinden gelen bize de iyi geliyor.

 

Birkaç gündür beklenen dolu yağışı bizi konser çıkışı kapıda karşıladı. Bu yoğun yağışta taksi bulmak mümkün olur muydu? Evimize nasıl mı döndük? Tabii ki “Uber çağırdık”.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 28 Haziran 2018, Perşembe

 

Fotoğraf: Sedal Antay

 

 


 

Çıktığı günden itibaren yerli caz ortamına damga vuran albümlerden "Instant" festival sahnesindeydi

 

25. İstanbul Caz Festivali dün akşam açılış gecesinde yarattığı coşkunun ardından ikinci günü İstanbul`un iki yanına dağılan konserlerle geçirdi. Maslak Uniq Hall`de Türkiye`de oldukça çok sayıda dinleyecisi olan Melody Gardot salonu baştano sona doldururken Şişhane`de iyi müzikseverler gözde mekanı Salon da ise son yılların Türkiye caz ortamına damgasını vuran albümlerden biri olan "Instant"ın sahibi Çağrı Sertel, Sarp Maden, Volkan Hürsever ve Volkan Öktem vardı. Gerçekten sağlam besteler, iyi sololara ve aha da iyi doğaçlamalara sahip albümü dinlemek her zaman büyük bir zevk.

 

Fotoğraf: Fatih Küçük

 

 


 

Festivalin ikinci günü Alike Places konseriyle sona erdi

 

Dilara Sakpınar ve Aras Seyhan projesi "Alike Places" festivalin ikinci gününde Salon`u Çağrı Sertel`in "Instant" projesiyle paylaştı. İkili, 2016 yılında "Wdwk" isimli bir single yayınlamıştı, geçen sene "Room" isimli bir EP çıkartan Sakpınar ve Seyhan aynı isimli çalışma için bir video da çekmişlerdi. Türkiye`nin dünyaca ünlü klasik müzik şefi Ender Sakpınar`ın kızı olan Dilara Sakpınar ve Seyhan dün akşam festival kapsamında son çalışmalarını dinlettiler.

 

Fotoğraf: Fatih Küçük

 

 

Cazkolik.com / 28 Haziran 2018, Perşembe

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.