Levent Öget ve Engin Özşahin ile “Kaos”a dair

Levent Öget ve Engin Özşahin ile “Kaos”a dair

Engin Özşahin: Piyanist / Besteci, Levent Öget: Fotoğraf Sanatçısı / Yapımcı

 

Besteci ve piyanist değerli müzisyen Engin Özşahin ile bir röportajda cazseverler için sorularımızı kendisine yönelteceğimiz ve son iki albüm çalışmasından yorumlarını alacağımız bir sohbet için bir aradayız.

 

Levent Öget

 


 

Levent Öget: Yeniden merhaba sevgili Özşahin; Yeniden diyorum çünkü çok da eski olmayan görüşmelerimizden birini bir süre önce seninle yapmıştık. Ancak açıkçası düşündüren, sorular sorduran ve derinliği olan müziğini biraz da seninle yüz yüze konuşarak caz dinleyicilerine daha fazla bilgiyi birinci elden iletebilmek için bu görüşmeyi ben teklif ettim. Öncelikle teşekkür ediyorum kabul edip geldiğin için.

 

Engin Özşahin: Merhaba. Ben de teşekkür ederim şimdiden sorularınız için.

 

Levent Öget: Sevgili Engin, takip edebildiğim kadarıyla son salgın dönemi de içinde olmak üzere beş ya da altı yıl öncesine kadar giden bir sürede iki albüm kaydı ile ve pek çok konserle buradaki dinleyiciyle buluşmuş oldun. Üstelik sonuncusu Türkçe adıyla “Kaos İçinde Konuşmalar” “Conversations in Chaos” yakında, yani daha yeni yayınlanmış olacak. Ondan bir önceki de yeni sayılır 2020’de yayınlanan yine Türkçe adıyla “Duyguların Sekansı” “Sequence Of Emotions” senin dışında tümü yabancı 5 müzisyenle oluşan topluluğun eşliğinde yayınlanmıştı. Önce bize biraz bu albümden söz edebilir misin? Ayrıca dokuz parça var albümde ve son derece içeriye bakan bir ilk albüm çalışması diyebilir miyiz? Niye böyle diyorum; Çünkü senin deyişinle belirgin bir dönemin sende iz bırakan baskın duygu ve düşüncelerinden beslenen bir üretimin karşılığı olduğundan söz ediyorsun.

 

Engin Özşahin: “Sequence Of Emotions” New England Konservatuvarından mezun olurken yayınladığım bir albüm oldu. Piyanoya üç, beş yaşında başlasam da konservatuvara girip eğitim almam ve profesyonel hayata başlamam çok daha ileri yaşlarda yirmi yedi, yirmi sekiz yaşımda oldu. Ve bu geçişin olması için de bayağı bir emek verdim. Kişisel farkındalığım, ailem ile ilişkilerim dışında ayrıca profesyonel iş hayatımdan müzik hayatıma geçtiğim bir senelik bir dönemim oldu. Bu dönem içerisinde gittim ve geldim diyebilirim iki farklı hayatımın geleceğine, ne olurdu, nasıl olabilirdi diye... “Sequence Of Emotions” da bu bir senelik dönemin bir kesiti. Bu bir senelik dönem içerisinde, içinde yaşadığım duygu ve düşünce hallerimin bir fotoğrafını çekip onları anlatabilecek besteler yazdım.

 

Levent Öget: Senin de özellikle belirttiğin gibi kişisel gelişime vurgu yapan kavramların etkisinde besteler olduğunu söylüyorsun. Bunu biraz daha açarak konuyu değerlendirebilir miyiz? Nasıl yansıdı parçalara bunlar.

 

Engin Özşahin: Yani anlardan bahsedebilirim. İlk başta kendimi kaybettiğim bir dönem vardı. Bu dönemi de şöyle tanımlayabilirim; işte çalışırken dört haftalığına New York’ta bir jazz workshop’una gitmiştim. İlk defa caz müzisyenleriyle tanıştığım bir ortamdan İstanbul’a geri döndüğümde “hayatta ne yapmak istediğimi” sorguladığım bir dönemim oldu. Biraz da kendimi kayıp gibi hissettiğim bir dönemdeydim.

 

 

 

"Beste yapma sürecim iki türlü işliyor"

 

 

Levent Öget: Piyanonun özgür ve muazzam kapasitesini düşünürsek çok da kategorize etmeden günümüz müzik dünyasındaki yeri epey önemli bir yerde duruyor. Müzisyenlerin herhangi bir oluşumdaki sayısı arttıkça müzik de başka bir renge bürünüyor ve özgür yapı gidilecek yönün de sonsuzluğunda birleşince müzik üretenleri bir yerde boşluğa düşürebiliyor. Senin için seçimlerin belirgin olsa da kolektif yapıda bu kısımda sorunlar olabiliyor mu? Nasıl bir besteleme yolu izliyorsun?

 

Engin Özşahin: Albüm hazırlarken ben genellikle bir çatı konsept üzerinden başlıyorum. Ve o çatı konsept bağlamında da parçalar oluşuyor. “Sequence Of Emotions” da da böyle bir çatı konsept vardı. Parçaların yaratılması ve besteler ise genellikle iki türlü oluyor. Bazen tamamen doğaçlama yapıyorum piyano üzerinde ve doğaçlamadan geriye giderek, elde kalem kâğıt kompozisyonu başka bir hale getirmeye çalışıyorum. Tabii enstrümantasyonu ve orkestra yönünü düşünüyorum. Ya da sıfır kâğıtta kompozisyonlar için, renkleri, akorları sıfırdan seçerek, sıfırdan başladığım bir durum var. Diğerine ise duvara boya atarak resim yapan (*) Pollock gibi bir durumda hazırlanmak diyebilirim. Çalışma tarzlarım böyle. İlk parçamda duyguya odaklanmak için daha iyi ifade edebilmek için şimdi hatırlıyorum doğaçlamayla başladım. Daha sonra da daha formal bir kompozisyon çalışması içine dönüyorum.

 

Levent Öget: Piyanoyla beş, altı yaşından bu yana bir arada olmanı düşünürsek kendi kendine ilerlediğin ve daha sonraki New York Üniversitesi ve New England dönemi eğitimlerinin öncesindeki bu süreç oldukça uzun bir süre ve bunun şimdiki dışa vurumlarında özel bir yeri var mı? Bunun şunun için soruyorum. Elbette bestecilik yönün müzisyenliğinin en itici yönünü oluşturuyordur. Bunun ilk yıllardaki etkisini halen belirgin olduğunu düşünüyor musun?

 

Engin Özşahin: Hocalarımdan aldığım bilgilerin eminim bir şekilde yansıması olmuştur. O dönemin öncesinde önce (**) Baki Duyarlar ile daha sonra (***) Güç Başar Gülle ile çalıştım. Amerika’ya gitmeden önce İstanbul’da çeşitli gruplarda sideman olarak (bir grup veya orkestranın üyesi; akompanist, bir solo gösteriyi desteklemek için müzik çalan müzisyen) çaldım. Eminim insanlarla görüştüğüm, edindiğim pek çok nüans olmuştur. Onları şu anda tam bir şekilde, noktasal olarak anlatamasam da katkısı olduğuna eminim.

 

 

"Konser sırası dinleyici ile bağ kurmaya çalışıyorum"

 

 

Levent Öget: Duygularını ve düşüncelerini yoğunluklu bir dille müziğine aktarma çabana karşın ürettiğin çalışmaları bir “ses ortamı” olarak nitelemeni çok manidar buluyorum. Bu hem yalın bir cesareti ve aynı zamanda da meraklı, iştahlı dinleyiciyi bekleyen, duymak isteyen bir müzisyen profilini yaratıyor zihnimde. Açıkçası tecrübeli bir dinleyici olmama karşın ben de senin bu yoğunlaşan birikimindeki besteciliğine yeni yeni ulaşmaya çalışıyorum. Yalnızca keyifle dinlenilen bir akış yerine kendimce temas noktaları bularak yapılanı hissetmeye çalışıyorum. İster konserler olsun ister albümlerinle dinleyiciye, buradaki gerçek caz dinleyicilerine ulaşabildiğini düşünüyor musun?

 

Engin Özşahin: Ulaşmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Bir konser için müziği hazırlarken belki bir altmış dakikalık sürede kendimi dinleyici koltuğunda düşünerek müziğin nasıl olacağını parçaların sırasına kadar tasarlamaya çalışıyorum. Belki bunlar herkesin yapmaya çalıştığı şeyler olsa da ben de yapmaya çalışıyorum ve dinleyiciye ulaşmaya çalışıyorum. Konser sırasında dinleyici ile bağlantı kurmaya çalışıyorum ve müzisyen yalnızca çalar, dinleyici yalnızca dinler gibi alışılanın dışına çıkmayı deneyerek orada ne var diyerek merak ediyorum açıkçası.

 

Levent Öget: “Ulaşma” ile ilgili soruma ek olarak biraz da senin düşüncelerine ulaşmaya çalıştıklarını düşünüyor musun tarafını da sormak isterim.

 

Engin Özşahin: Bununla ilgili daha çok geri dönüşe, daha çok dinleyiciyle görüşmeye ihtiyacım var. Benim babam da bir dinleyici ama mesela yazdığım müzik ona uzak gelebiliyor.

 

 

"Klasik eğitim almama rağmen, piyanonun bütün özelliklerini cazla tanışmamdan sonra edindiğimi söyleyebilirim"

 

 

Levent Öget: Piyanonun caz tarihinin de başlangıcını etkileyen bir konumda olduğunu söylemek belki fazla iddialı olur ancak oldukça önemli bir caz enstrümanı olduğunu da kabul etmemiz lâzım. Üstelik solo olarak kullanıldığında da duyguları en üst düzeyde ifade edebilmek ayrıcalığına sahip bir özelliği bu sayede kullanabiliyor olman, klasik müzikle büyümüş olduğunu da düşündüğümüzde bu senin için bir avantaj yaratıyor mu? Tabii bağlantılı olarak şunu da sormalıyım. Her piyanist mutlaka bir solo piyano albümü yapmak ister mi diye de düşünüyorum ve eğer öyleyse bu senin için ne zaman olabilir?

 

Engin Özşahin: Klasik piyano eğitimi aldığım dönemde piyanoyu gerçekten tanıdığıma emin değilim. Eserler ile tanıştıysam da böyle bir ezber eğitim süreci içinden, sorgulamadan geçtim. Piyanonun bahsedilen bütün bu özelliklerini caz ile tanışmamdan sonra daha çok almış olduğumu söyleyebilirim. Solo piyano albümü içinse şimdilik kendimi tutuyorum. Bir sürü fikrim var. Çok kaba bir şekilde yaptığım pek çok kayıtlarım var. Ama şu anda çalıştığım altılı gruba (seri şekilde çalışmayı sevdiğim için) bir süre daha müzik yazmayı istiyorum. Solo albüme bir iki sene daha var.

 

 

"Doğaçlama yaparken vücudum ile ilişkimi düşünüyorum"

 

 

Levent Öget: Bestecilik yönün oldukça ilgi çekiyor. En azından benim gibi caz dinleyicileri için. Bir yandan caza tam bir tanım yapmaya karşı çıkanlar, bir yandan kategorik düşünmeden yapamayanlar olsa da caz da ki en önemli unsurlardan biri olan anlık bestecilik de diyebileceğimiz “doğaçlama” senin için ne ifade ediyor? Bunu senin kelimelerinle duymak istersek ne söyleyebilirsin?

 

Engin Özşahin: Açıkçası bu soruyu duyduğumda ilk olarak aklıma şu geliyor. Doğaçlama yaparken vücudum ile olan ilişkimi düşünüyorum. Son birkaç yılda piyano ile olan ilişkimde tıpkı bir koşucunun koşarken yalnızca ayaklarıyla koşmadığı tüm vücudunu kullanması gibi bir durum olduğunu düşünüyorum. Piyanist için de aynı durum söz konusu, yani çalarken yalnızca parmaklarımı kullandığım fikrinden biraz uzaklaştım. Tabii ki parmaklarımı kullanıyorum. Doğaçlarken de vücuduma da aynı şekilde bakıp, hani hareket rahat bir şekilde çıkıyor mu diye merak ediyorum. Doğaçlama ile ilgili olarak birinci yaklaşımım bu. İkincisi de doğaçlama yaparken kendimi kısıtlamaya çalışıyorum. Melodileri üretirken bir gün sadece sağ elimi bir diğer gün sadece sol elimi kullanarak bu kısıtlamayı yapmaya çalışıyorum. Bazen de yalnızca ritim için ya da bunu yapmayacağım şekilde olduğu gibi. Bunu yaparsam nasıl olur gibi yaklaşımlarla oturduğum minik kompozisyon seansları gibi oluyor da diyebiliriz. Yani tam doğaçlama spektrumun bir tarafıysa ben onun aralarında takılıyorum. Spektrumun diğer tarafı bir yazılı eser ise kendime limitler koyarak o anlık besteler oluşturmaya çalışıyorum. Bazen bir doku buluyorum ve mesela sadece bu dokuyu kullanarak bir şey üretmeye çalışacağım diyorum. Sağ elime ya da sol elime alıp almamayı ya da ne şekilde kullanabilirim gibi şeyler düşünüyorum. Düşüncelerim bu şekilde ve bazen de form ile oynuyorum. Ya da örneğin bir dakikalık minik hareketlerden oluşan mesela altı hareketten oluşan minik bestecikler doğaçlamaya çalışıyorum ve bu da giderek bir oyuna dönüşüyor. Mesela her harekette farklı bir doku ve daha önce yapmadığım bir şeyi yapmaya çalışıyorum.

 

Levent Öget: 2020 yılında hazırladığın Squence Of Emotions albümünde piyanodaki performanslarına trompette Bobby Lane, alto saksafonda Aaron Dutton, tenor saksafonda Jacob Schulman, kontrbasta Seajun Kwon ve davullarda Charlie Weller eşlik ediyorlar. Aklıma takılan bir şeyler var, eğitim döneminde okulda tanıdığın arkadaşların ile onların da seninle eğitim alan diğer öğrenciler olarak mı bilmeliyiz. Yoksa sen bu çalışmalar için mi seçtin bu grup üyelerini?

 

Engin Özşahin: Dönem arkadaşlarım hepsi ve birlikte çalabilir miyiz dediğim insanlardı. Basçı arkadaşım Güney Koreli Seajun Kwon ile ise daha özel bir ilişkim var. O da makine mühendisliği okumuş ve o da ailesine Amerika’ya müzik okumaya gidiyorum diyen biri ve onunla böyle birazcık benzer bir geçmişimiz var.

 

 

 

"Müzisyenler, kompozisyonlar bir kişiye ait olsa da kendi ifadelerini ortaya koymaktan çekinmeyen insanlardır"

 

 

Levent Öget: Aslında hem eğitim dönemini birlikte aldığınız ve hem de birbirinizi tanıyan bir pozisyonda olduğunuz için bunun müziğinize yansımasına etkisi olduğunu düşünüyorum. Müzisyenler sonuçta kolektif bir iş yapıyorlar. Ortaya bir proje çıkarırken ya da fark etmez bestesi başka birine ait bir parçaya çalışırken de bir kimyaya ihtiyaç duyarlar. Bu da çalışmalarına ve müziğin de müzikalitesine mutlaka yansır. Bu konuda neler söyleyebilirsin?

 

Engin Özşahin: Soru aklıma şunu getiriyor. Müzisyen arkadaşlarım ile prova alırken ki çalışma hallerimizi düşünüyorum. Provada müziği ilk verdiğimde kompozisyonlar bana bile ait olsa müzisyenler düşündüklerini söylemekten çekinmiyordu. Üretim halini hatırlıyorum da herkes nasıl yapsak daha iyi olur diye düşünüyordu ve bu inisiyatifi almaktan da hiçbir şekilde kaçınmıyorlardı. Kompozisyonlar bir kişiye ait olsa da kendi ifadelerini ortaya koymaktan çekinmeyen insanlardı. Yani evet benim müziğimi çalıyorlardı ancak kendi sesleri de kesinlikle müziğin içindeydi.

 

Levent Öget: Peki, yeni çıkmakta olan albüm ile de ilgili konuşalım; Bu defa salgın dönemine denk gelen ve az önceki bestecilik ve doğaçlama konularına yeni bir katkıyla bu süreçte üretilen ve küresel sorunları işaret eden bir konsepti olan Türkçe karşılığı ile “Kaos içinde Konuşmalar” “Conversations in Chaos” diyeceğimiz bir albümü yayınlamak üzeresin. (…) “müzisyenlerin -özellikle doğaçlama yapanların- üretim süreçlerinde var olan birbirilerini dinleme kabiliyetlerinin büyük resim içerisinde insanlara yol gösterebilecek bir önemi olduğuna inanıyorum” dediğine göre toplumların, bireylerin size daha fazla kulak vermesi gerektiğini düşünüyorsun. Böyle düşünmenin politik, sosyolojik ve tarihsel pek çok sonuçları olduğunu bilmemize rağmen içinde bulunduğumuz toplumda bir yankı bulabileceğine inanıyor musun?

 

Engin Özşahin: Bu sorunun geleceğini biliyordum. O kadar çok polarize, kutuplaşmış bir haldeyiz ki yani böyle bir şeyi nasıl yazabilir bir insan, bir arada yaşayabiliriz sorusunun evet olabileceğine inanmak kolay değil. Ama benim bu yönde inancım var ve kendime düşeni yapmak istiyorum. Tek bir insan bile olsa bunu yapan, ben yapacağım. Çünkü burada benim etkilendiğim şey yani gerçekten müzisyenler ile bir arada çalışırken ve prova yaparken bu insanların birbirini dinlemesi açıkçası beni senelerce etkiledi. Müzisyenler ile çalışırken ki bu dinleme halinin prova dışında ya da konser sırasında ki bu halin başka insanlar konuşurken her zaman bulamadığımı fark ettim. Arada bir fark var ve bunun iletişim tarzı farkı olduğunu hissediyorum açıkçası. O fark beni motive ediyor. Onu görmek düşündürüyor. O yüzden bununla ilgili bir şey söylemeden kendimi tutamadım.

 

 

"Kaosun iki anlamı var"

 

 

Levent Öget: Sen burada kavramsal olarak ve bunun çerçevesinde ele alıyorsun ama bir yandan da eklediğin küresel sorunlar da var. Bu küresel sorunlar ele alındığında ortaya çıkan sözünü ettiğin kaosta birbirini dinleme meselesinde tüm toplumun birbirini daha iyi dinlemesini mi söylüyorsun. Burada müzik mi bizi düze çıkaracak?

 

Engin Özşahin: Ben burada soru soran insanım aslında.  Sanatçı olarak cevap verebileceğimi düşünmüyorum. Mesela dinleyici konseri okuyarak geldiğinde ya da konser anında benim açıklamalarımı duyduktan, izledikten sonra konserden soru sorarak ayrılsa benim için bu albüm sonrasında elde edilebilecek en önemli sonuçlardan bir tanesi bu olur. Gelip bir arada dinleyen dinleyici mesela kendi kendine sorular sorsa ve bu yönde farkındalık olsa aslında bu da benim için bireysel bir aksiyondur. Ve bu çok değerli bir şey, bu şekilde soru sormak en basitinde bunu söylemek istiyorum. Ama şunu da eklemek istiyorum: Kaosun iki anlamı var. Gündelik hayatta kaos çok negatif bir anlamda kullanılıyor. Evet, ben bu anlamını kullanıyorum ama kaosun bence ikinci bir anlamı daha var yani daha bilimsel olarak da düşünülebilir. O da söz edilen kaotik sistemlerdir.

 

 

"Altı ay kompozisyon yazdım, bir altı ay da konserlerle birlikte prova süreci oldu"

 

 

Levent Öget: Son olarak, son topluluğundan da biraz konuşalım, her yeni adım yeni oluşumlar için yeni kapıları açıyor. Sen bu yeni oluşum içinde cümlelerini daha iyi paylaştığına inanıyor musun? Özellikle de bestelerin yönünden soruyorum. Albümün ön konserlerinden birini izlemiş biri olarak müziğinin daha da rafine hale geldiğini düşündüm. Bunda bu oluşumun da katkısının büyük olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla oluşumla da sizin bu müzik çerçevesinde ya da yeni projeler doğrultusunda bu grupla yolunuz devam eder mi? Sen nasıl hissediyorsun bu konuda?

 

Engin Özşahin: “Conversations in Chaos”un üretim sürecinde sextet (genellikle müzisyenler olmak üzere birlikte çalışan altı kişilik bir grup) olarak on beş kadar prova alındı. Ben bu kadar fazla provayı almayı özellikle istedim. Çünkü bu sadece benim ürettiğim bir iş değil. Sonuçta bütün bu grupta yer alan müzisyen arkadaşlarımın trompette Barış Doğukan Yazıcı, alto saksafonda Batu Şallıel, tenor saksafonda Tamer Temel, kontrbasta Volkan Topakoğlu ve davullarda ise Mert Can Bilgin’in hepsinin katıksız bir şekilde her provada gelip “abi burası böyle olmalı” dediği bir üretim süreci oldu. Herkes gelişti herkes birbirini daha iyi dinler hale geldi. Dolayısıyla da bu çalışma tarzı bir şekilde devam edecek. Dediğiniz de doğru; bu uzun üretim tarzı sürecinden geçtiğimiz için altı ay kompozisyon yazdım ve bir altı ay da konserler ile birlikte prova süreci oldu. Bu şekilde çalıştığımız için de hep beraber geliştiğimize inanıyorum.

 

Levent Öget: Yani projeyi biraz da yolda iken de geliştirebilirsiniz diye anlıyorum.

 

Engin Özşahin: Evet, aynen öyle.

 

Levent Öget: Eklemek istediğin başka bir şey var mı Engin?

 

Engin Özşahin: “Conversations in Chaos” projesine şunu eklemek isterim. Demin sizin de söylediğiniz gibi caza kavramsal yaklaşıyorum. Ve başta bir çatı konseptiyle başlıyorum. “Conversations in Chaos” için insanların birbirini dinlemelerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Biz ilk defa müzik grubumuzu kurarken ve hatta ilk provaya bile arkadaşlar ile şöyle başladık; “Bakış açılarımız farklı olabilir, ancak birbirimizi daha iyi dinleyebilmeliyiz ve bunları da bir şekilde söyleyeceğiz” diyerek başladık. Dolayısıyla konserlerde insanlara, dinleyiciye bahsettiğim şey de bu oldu. Sadece şundan da bahsetmek istiyorum: “Conversations in Chaos” aslında çok yüzü olan bir kaleydoskop bunun bir kısmını şu anda bir altılı grup ve bir albüm olarak paylaşıyorum. Gelecekte bu çok farklı şekillerde de tekrar karşınıza çıkabilir. Belki bir solo doğaçlama olabilir, belki başka birilerinin doğaçlama olarak bir araya geldiği veya insanların birbirini daha iyi dinleme aktivitelerini yaptığı farklı bir çalışma olarak da çıkabilir. Bu projede beni sorular ile besleyen organizasyonda yardım eden Ege Akdemir’e teşekkür ederim. Size de vakit ayırdığınız için tekrar teşekkür ederim. Bunları da eklemek isterim.

 

Levent Öget: Ben de bir şey eklemek istiyorum; Başka çalışmaların olduğuna da eminim ama yalnızca iki albüm üzerinden, konserler ve iki albümleşmiş çalışma üzerinden konuşmalarımızdan giderek söyleyeceğim şey şu; İlkinde kendi içine bakan ve kişisel gelişimi önemseyen, baskın duyguların ele alındığı bir öz çalışma içinde olduğun bir albüm ve devamında da bu kez dışarıya bakan, küresel teması üzerinden toplumların ya da bireylerin kaos içerisinde olduğuna dair birçok sorular soran bir piyanist görüyorum. İki yönlü bir bütünlükten bahsediyoruz burada; yani içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye geçişleri olan iki proje bu. Ve iki proje de katmanları ve derinliği olan işler ile dolu. Dokuz parça ilk albümde vardı. Yeni albümünde ise yedi parça yer alıyor. Bunca parçayla birlikte çokça da soru var. Her iki çalışmadan da bence caz severlerin dikkatlice dinleyecekleri ve çok fazla kazınım elde edebileceklerini düşünüyorum ve bu iki albümü öneriyorum. Başarılar diliyorum sana, yolun açık olsun. Çok teşekkürler bu röportaj için sevgili Engin Özşahin.

 

(*) Soyut dışavurumcu akımın en önemli temsilcilerinden ressam Jackson Pollock 1912-1956 ABD
(**) Baki Duyarlar: Piyanist, Besteci, Eğitmen
(***) Güç Başar Gülle: Besteci, Enstrümanist, Eğitimci

 

Cazkolik.com / 26 Ağustos 2022, Cuma

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Levent Öget

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.