22 Ekim 2016, Cumartesi
Hayat yaşananları hızla unutturuyor. Her an yeni bir şey oluyor, zaten kaotik bir dünyada yaşıyoruz, sabah yeni bir gündeme uyanıyoruz. Bu yüzden, istiyoruz ki, binbir emek ve zahmetle hazırlanan bu festivaller bir çırpıda yitip gitmesin, havada asılı kalan notalar tınlamaya devam etsin, günlükleri bu nedenle tutuyoruz, anıları sabitliyor, izlenimleri kayda geçiyoruz ki yıllar sonra bile bu notlar hafızamız, hatırâmız olsun.
Bu hatırâlar arasına festivalin son konserlerinden Tuluğ Tırpan, Juan Garcia Herreros, Okay Temiz konseri de katıldı. 22 Ekim Cumartesi gecesi Bağdat Caddesindeki CKM salonunda henüz konser başlamadan fuayede bir dolu cazsever dostla karşılaştık, başta kültür merkezinin daha girişinde piposuyla Okay (Temiz) ağabeyle karşılaştık, sabah erken saatlerde gelmiş salona, yorulduğundan ama her şeyin yetiştiğinden memnundu, kastettiğini sahneyi görünce anladım, Okay ağabeyin davul perküsyon seti inanılır gibi değil, bir vurmalı evreni, her konser enstrüman çeşitliliği artıyor. Daha önce görmediğim vurmalılar vardı, özellikle piramit olanı, ona ayrı geleyim.
(Fotoğraf: Tunçel Gülsoy)
Tırpan-Herreros-Temiz üçlüsü harika bir trio ama içlerinde saklı ayrıca bir Tırpan-Herreros duosu var, müthiş uyumlu bir ikili, ayrı bir müzik damarı onlar. Yıllardır birlikte çalmanın getirdiği uyum ve duygu frekansı var. Her cümlede, her parçada açık seçik belli oluyor, sahneden yayılan his binanın dışına taşıyor. Herreros`un bas gitar, double bas ve elektrikli bas karışımı özel yapım 6 telli enstrümanı benzersiz bir sound üretiyor, kimi zaman sintizayzır kimi zaman elektrikli gitar, kimi zaman sert bas rifleri hepsi müthiş bir ustanın marifeti. Tuluğ Tırpan piyanosunun virtüöz lezzeti keşke daha uzun sololar olsa dedirtiyor ve tabii Tırpan`ın parçalar arasına sakladığı muzip sohbeti onun alamet-i farikası. "Şavşat", "Kabak", "Little Pain", "Malcolm X" gibi besteler su gibi akıp gitti ik bölümde, yakınlarda ölen Belçikalı armonikacı Toots Thielemans ölüm yıldönümü anısına seslendirdikleri "Always and Forever" hem çok güzel bir parçaydı hem duygulu bir icra oldu.
Üçlünün hem birlikte, hem Tırpan-Herreros ayrı, Okay Temiz ayrı performansları oldu sahnede. Okay ağabeyin meşhur yaylı Afrika çalgısıyla yaptığı müziğin ardından ışıklı metal piramidinden bilgisayar marifetli seslerle örülü performansı şimdiye kadar görmediğim zenginlikte perküsif yaratıcılıklar barındırıyordu.
Kolektif müziğin, bireysel yaratıcılıkların, armonik çeşitliliğin, virtüöz performansların güçlü bestelerle buluştuğu ve salonu dolduran dinleyicilerin bir dakikasını bile kaçırmadan izledikleri bir konser oldu. Nihayetinde, konserin sonundaki bis parçası hem konser hem festival için adı konulmamış mükemmel bir final oldu adeta.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 27 Ekim 2016, Perşembe
(Fotoğraf: Tunçel Gülsoy)
(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
Sürekli ortalıkta izlediğimiz müzisyenler var. Yıllardır her projeye girer çıkar, farklı projelere hep aynı şekil eşlik ederler. Yıllardır aynı müzikal kısır döngü, ille bu işten anlamaya gerek yok, kulağı olan herkesin anlayabileceği bir yetersizlik, abartılı hareketlerle icra edilen müzikteki tekdüzelik. Bulgur pilavının her yemeğin yanına konulduğu ama kendi başına birşey ifade etmemesi gibi. Aynı onun gibi kişiliksiz müzikleri her akşam temcit pilavı gibi pişirip ortaya koyuyorlar. Timuçin Şahin öyle bir müzisyen değil işte. Şapkanın içinden hep çıkan bir tavşan değil o yüzden her müzikseverin sevemeyeceği türden bir müzik yapıyor belki. Hazırcı, hap gibi yutulacak bir müzik değil. Müziğini anlamak-hissetmek-düşünmek gerek. Bastığı her notanın bir hazım süreci var. Gitarıyla ortalığı yıkıp geçmiyor, abartılı sololara abanmıyor. Yapılması gerekeni yapıyor. On sene sonra konuk olduğu Akbank Sanat`ta salonu tıklım tıklım doldurmayan izleyici güzel bir konser kaçırdı. Kazananlar dozunda özgür caz, biraz fusion, bol güzel doğaçlamalar üstünde de tatlı olarak seçmece standartlarla oluşturulmuş bir caz konseriyle menüyü tamamladılar. İcra edilen parçalar sanki benim için seçilmişti. Sam Rivers`dan Beatrice, Joe Henderson`dan "Inner Urge", Wayne Shorter Footprints derken Coltrane Giant Steps ve son olarak yine Trane`den 26-2 ile konseri noktaladılar. Timuçin Şahin` in kendi sözleriyle "Standartları palet olarak kullandılar". Bu durumda o palette kendi notalarını karıştırarak eserlerini meydana getirdiler. Parçaları baştan sona nota nota çalmadılar. Sadece ana ritimlerde parçaların referanslarına başvurdular. Belki de doğru olan buydu. Zira eğer parçanın orjinalini dinlemek istesek plaktan dinleyebiliriz. Düşünmeye, hayal kurmaya fırsat bulduk. Timuçin Şahin ülkemizin çok ihtiyacı olan adamlardan. Zaman zaman geliyor buraya hatta yeni albüm kayıtları sonrası belki de yeni müzikleriyle gelir ve keyifle dinleriz... Böylelikle keyifli koşuşturmacalarla geçen 26. Akbank Caz Festivali` ni tamamladık. Meydana gelmesinde emeği olan, destek olan, doğru veya yanlış yorumlarımızda bize sabır gösteren tüm dostlara kendi adıma teşekkürlerimi iletirim. Kasım ayında güzel konserler var. Takipte olacağız, siz de bizi takipte olun.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 27 Ekim 2016, Perşembe
(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
20 Ekim 2016, Perşembe
(Fotoğraf: Sedat Antay)
Yoğun geçen 19 Ekim Çarşamba gecesini atlatan cazseverler 20 Ekim Perşembe yine ayanı yoğunlukta bir konser trafiğine hazırlamıştı kendini. Zorlu Center`da 26. Akbank Caz Festivalin heyecanla beklenen ismi, çok sayıda cazsever için sanki eski bir dost gibi olan Ron Carter konseri varken Bomonti de Türkiye`ye ilk kez gelen Marsalis klanından küçük kardeş Jason Marsalis vardı. Kariyerine davulcu olarak başlayıp yola vibrafonla devam eden Marsalis`le henüz yayına girmemiş bir röportajımız var, eli kulağında, bir-iki güne yayınlanır. O söyleşide dikkatimizi çeken bir sözü vardı sanatçının, "cazın geçmişindeki elementleri geleceği için kullanmayı severim" diyordu, daha başka birçok açıklamasının yanında bu dikkat çeken bir ayrıntıydı. Bu satırların yazarı olarak şahsen Ron Carter Trio konserini heyecanla beklediğim için Marsalis`e gitmeyi düşünmedim ama merak etmiyor da değildim. İnsan gitmediği konseri başkalarından duyunca ikna edici bir fikre sahip olamıyor, ilginçtir, konser hakkında en az on kişiden fikir aldımsa yarısı memnun diğer yarısı değildi, bu durumda her iki tarafında görüşüne saygı göstermek gerek.
(Fotoğraf: Sedat Antay)
(Fotoğraf: Tunçel Gülsoy)
İlginçtir, Marsalis konserinde cazseverler nasıl sanki "beğendim beğenmedim" diyenler olarak ikiye ayrılmışsa açık söyliyeyim Ron Carter konseri de öyleydi. Bakmayın, cazseverlerin çoğu Carter`a sevgisinden kıyamadı ama eminim hayal ettikleri müzik bu değildi ki bunun sebebinin piyanist Donald Vega olduğunun altını kalınca çiziyorum. Gitarist Russell Malone değil, Donald Vega, çünkü, bence, gerçekten iyi bir piyanist olmakla birlikte tekniği ve tarzı nedeniyle o gece hayli düşük tonlu çaldı, tempoyu hiç yükseltmedi, swingli hardbop dinlemek için toplanmış bir salon dolusu cazseveri mesela 2008 tarihli "Tomorrows" albümündeki tempoya bile yükseltmedi, sadece Russell Malone`nun solistliği aldığı anlarda müzik biraz kıpırdadı sonra yine aynı tempoya döndü ve bu da çoğumuzu açıkçası şaşırtı, hep bir umut bekletti, acaba yanılıyor muyum diyerek eve dönünce Vega`nın bulabildiğim müziklerini dinlemeye başladım, yok, hep böyle, adam bu! Sonra biraz daha araştırınca önemli olabilecek bir bilgiye ulaştım, Nikaragualı piyanist Vega Amerika`ya 15 yaşında gelmiş ve geldiğinde konuşma - işitme sorunları yaşayan bir çocukmuş, hâlâ bu sorunları var mı bilmiyorum ama bu bilgiyi çok önemsedim. Carter o gece bu üçlüyle on konserlik turnenin sonuna geldiklerini söylemişti, diğer konserlerin kayıtlarını alıp dinlesek bizim konserle aynı çıkacağını sanıyorum. Her ne kadar Vega derinlikli, pastoral, şiirsel, lirik bir piyano tarzına sahip olsa da o gece birçok cazsever için beklediği gibi geçmemişti.
Ama, trionun çok sevimli bir başka yanı herkesin dikkatini çekti, aralarındaki şakalaşmalar sempatikti. Seksen yaşındaki Carter`ın çocuksu yanı doğrusu gülümsetti.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 25 Ekim 2016, Salı
(Fotoğraf: Tunçel Gülsoy)
Bir festival hatırası... Cazkolik festival ekibi sevgili dostlarıyla birarada... Soldan sağa: Sedal Antay, Feridun Ertaşkan, Murat Beşer, Levent Öget ve Sedat Antay, fotoğrafı çeken Tunçel Gülsoy
19 Ekim 2016, Çarşamba
Festivalin en yoğun günlerinden biriydi 19 Ekim Çarşamba gecesi. Kadıköy Moda Sahnesi`nde albümü çıktığı günden beri çok sayıda konserle gündemin ilk sıralarında adından sıkça sözettiren davulcu Ediz Hafızoğlu`nun "Nazdrave" albüm konseri sahnede oldukça güçlü ve kalabalık kadrosuyla dikkat çekiyordu. Jülide Özçelik, Elif Çağlar ve Ülkü Aybala Sunat`ın vokallerde olduğu gecede Engin Recepoğulları saksofonda, Barış Doğukan Yazıcı trompette, Bulut Gülen trombonda, Ercüment Orkut tuşlu çalgılarda, Cem Tuncer gitarda ve Orhan Deniz bas gitarda yer alıyordu. Tarz olarak cazdan etnik tınılara geniş yelpazede bir müziğe sahip olan "Nazdrave" bu yıl 26. Akbank Caz Festivalinde güçlü projelerle sahne alan yerli müzisyenlerin öne çıkan isimlerini buluşturmayı başarmıştı.
Tenor saksofoncu Ray Blue iki gece üstüste Nardis sahnesindeydi
Şehrin Kadıköy yakasında bunlar olurken tam karşı tarafta, Nardis caz klübünde tenor saksofonuyla New York`lu saksofon ustası Ray Blue güçlü tenor sounduyla Nardis`in duvarlarını titretmeye başlamıştı. Büyük ustaların kadrolarında yıllarca tenor saksofon çalan Blue pürüzsüz ve akıcı stiliyle etkili caz dergilerinden de övgüler almayı başarmıştı. Ray Blue`nun Nardis performansları iki geceye yayıldı. Bir festival konserinden ziyade iki günlük bir caz klübü tarzında geçen iki gecede başarılı sanatçıya sahnede piyanoda Kaan Bıyıkoğlu, basta Matt Hall ve davulda Ferit Odman eşlik etmişti.
(Fotoğraf: Sedat Antay)
Yine aynı saatlerde şehrin bu kez Şişli`nin arkalarında Bomonti`nin canlı ve heyecan veren yeni mekanında festivalin merakla beklenen konserlerinden Tony Allen "Tribute to Art Blakey" sahne almaya başlamıştı. Bu konseri cazseverler açıkçası merakla bekliyordu. Sebebi şu; Tony Allen Afro Beat Afro Funk müziğin Fela Kuti ile kurucu babalarından ve Allen birçok meslestaşı tarafından dünyanın en iyi davulcularından kabul ediliyor. Cazın farklı yüzlerinde müzik yapan insanlar olsa da Art Blakey ve Allen iki ayrı neslin öncü isimleri. Allen`ın kendinden önceki neslin büyük ustasını anması hem hoş hem saygın bir düşünce ama Afro Funk`ın ustası hardbop efsanesini nasıl anacaktı bu elbette keyifli bir merak konusuydu. Gerçi konser not aldığımız bu merak yanıyla değil müzisyenlerin kişisel beceleriyle öne çıktı denebilir. Özellikle piyanist ve davulcu caz kulislerinde hala çok konuşulan isimler. Ayrıca, saksofoncunun süper şov performansı ayrıca dikkati çekti. Bizim caz fotoğrafçısı dostlarımıza bakarsanız konserin bir güzel yanı da süper karelerin çekilmesi. Hem Babylon Bomonti`nin havalı ve efektif ışık sistemi, hem geniş ve rahat sahne düzeni kalabalık ve hareketli konser sahnelerinde ortaya birbirinden güzel anların çıkmasını sağlıyordu ki bu anlamda izleyicinin mutlu olduğu konserlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Konserle ilgili aşağıda arkadaşımız Burak Sülünbaz`ın konserle ilgili notlarını içeren "Backstage Jazz" köşesini okumayı unutmayın.
(Fotoğraf: Sedal Antay)
Evet, sıra geldi ona! New York`la Bağdat arasında bir modal caz hattı oluşturulsa ortaya çıkacak müzik 19 Ekim akşamı dinlediğimiz müzik olurdu. Arkadaşımız Turgay Yalçın Amir ElSaffar ile özel bir söyleşi gerçekleştirdi. Şu an yayında olan bu önemli söyleşiyi mutlaka okumanızı öneririz. İlginç olan Saffar, baba topraklarının müziğiyle sonradan tanışmış ya da bir anlamda keşfetmiş diyelim. Bu ilginç ve bana birini hatırlattı, yine Amerika`da yaşayan ve geçtiğimiz ay yeni albümü "Resolution"ı yayınlayan Mehte Ali Sanlıkol`u ki o da klasik Türk müziği formlarıyla burada yaşarken değil Amerika`da ilgilenmeye başladığını söylemişti ve yeni albümünde bu konuda yapılmış çarpıcı müzikler var. Diyeceğim o ki Amir ElSaffar modal cazı makam müziğiyle buluşturmaya çalışarak cesur ve dikkat çekici bir iş yapıyor. Sınırları belirsizleştiriyor, iki dünyanın müziğini ortada bir yerde değil kendi topraklarında birleştiriyor. Bundan iki sene önce İstanbul Caz Festivali kapsamında izlediğimiz sanatçının müziğinin tadı damağımızda kalmıştı, bu kez yarım kalan tadı tamamladık.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 23 Ekim 2016, Pazar
(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
Festival eğlenceli konserlere ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Tony Allen bu konserlerden birinde daha öncede bahsettiğimiz gibi eğlence dozu yüksek konserlerin mekanı Babylon Bomonti sahnesindeydi. Afrobeat müziği severler Allen’ın keyifli davul partisyonlarının tadını çıkarmak için mekanın yolunu tutmuşlardı. Oldukça kalabalık salona ulaştığımda Tony Allen’ı görebilecek bir yere geçmem dakikalarımı aldı.
(Fotoğraf: Sedal Antay)
Tony Allen konseri cazın yeri doldurulmaz mesaj ileticilerinden Art Blakey’e adamıştı. Tabii ki çalma listesinde Art Blakey’den de müzikler vardı. Allen kostüm olarak Art Blakey’in 80’lerde kullandığı türden şapka ve parlak bir takım elbiseyle sahnedeydi. Kendisine eşlik eden Montrealli saksafoncu Jowee Omicil müziğe Afro-Haitian perspektif getirmeye çalışırken fotoğrafçı dostlara muhteşem pozlar verdi. Sahne duruşu olarak Eric Dolphy’i andırsa da bana sorarsanız konseri beraber izlediğimiz bir müzik yazarı arkadaşımın yorumuyla Art Blakey tribute konserinde David Sunbornvari çalarak konsepte pek de oturmamıştı. Çevremdeki bir iki müziksever saksafondaki yırtıcılığın yeni palazlanan bir saksafoncunun çığlıkları gibi geldiğini konuşuyorlardı. Tabii bunlar kişisel yorumlar ve dinleyenlerin konserden tarifsiz keyif aldığı ve bol bol dans edildiği gerçeğini değiştirmiyor. Yoğun alkış ve tezahüratlar uzunca süre devam etti. Allen ön sıralardaki müzikseverlerin elini sahneden tek tek sıkarak sıcak davrandı. Salondan ayrılırken çok mutlu olan da vardı vasat bir caz konseri diyen de. Yorum farklılığının güzelliği burada, kimine göre kötü taklit aslını özletirken kimine göre keyif veren icra dinleyiciye övgü konserin sahibinin albümlerine bir göz atmak için fikir veriyor. Bu noktada Tony Allen konserde neler çalmıştı diye soran dostlarımıza müesesemizin ikramı gecenin set listi aşağıda eklenmiştir. Bir sonraki Tony Allen konserinde Afro-beat sever dostlara keyifli konserler dilerim.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 23 Ekim 2016, Pazar
18 Ekim 2016, Salı
26. Akbank Caz Festivalinde 18 Ekim akşamı özel bir gece yaşandı. İki yıl önce aramızdan ayrılan, kardeşi Ahmet Uluğ ve Cem Yegül ile Pozitif`in kurucularından Mehmet Uluğ sanırım bundan öyle her yıl festivalde özel bir geceyle anılacak. Geçen sene David Murray`in "Blues for Memo" özel süit bestesiyle düzenlenen gece ve müziklerin sonradan özel albümü yayınlanmıştı, oldukça özen gösterilmiş arşvlik bir kayıt hazırlanmıştı. Bu yıl da Türkiye`nin önde gelen caz piyanisti Ali Perret`nin başını çektiği bir grup müzisyen ki içlerinde duduk usası Suren Asaduryan -aynı zamanda Perret ile projenin ortak fikir babası-, kontrbasçı Apostolos Sideris, Aziza Mustafa Zadeh`le çalışmalarından tanıdığımız perküsyonist Berkant Çakıcı, çalışmalarını Hollanda`da sürdüren bas klarnetçi Oğuz büyükberber ve kemancı Giannis Poulos`un olduğu hepsi bu toprakların insanı sanatçılardan oluşan Perret`nin Du.Du projesi Mehmet Uluğ için özel bir geceye imza attı.
(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
Anadolunun hüzünlü ezgilerinin çok kültürlü kaotik seslerin kaynaşmasının müzikal br anlatımı olan projeyi Suren Asaduryan ve Perret beraber hayata geçirmişti. Gecenin ve müziklerin en önemli yanı doğaçlamaların sahnedeki müziklerin ana repertuvarı olmasıydı. Bu açıdan gece boyunca sanatçıların performanslarına tanık olmak hem sanatçılar hem biz dinleyiciler açısından özel bir tecrübe sağladı diyebiliriz.
(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
Cazkolik ekibinden sevgili Leyla-Diana konserden birkaç gün sonra Timuçin Şahin konserinde rastladığı Ali Perret`yle hem özel bir radyo programı sözü aldı -ki bu ayaküstü sohbette Perret bundan sonra yeni grubuyla konserlerini sürdürecekmiş, bu da caz dünysı için önemli bir bilgi-, gecede doğaçlama performansları yanında Perret`nin de kimi besteleri seslendirildi. Sevgili Leyla-Diana bir başka radyo programı sözünüyse az gitaristi Timuçin Şahin`den aldı. Şahin New York`da yaşadığı için onu düzenli takip etme imkanımız olmuyor ama en azından Leyla-Diana`nın programında sanatçının son dönem işlerini ve yakın gelecek planlarını da öğrenmiş olacağız.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 23 Ekim 2016, Pazar
(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
17 Ekim 2016, Pazartesi
26. Akbank Caz Festivali Akbank Sanat ahnesinde 17 Ekim akşamı festivalin ilginç konserlerinden biri gerçekleşti. Bu yıl festival vibrafonda sessiz sedasız üç ismi ağırladı, bu isimlerin biriydi Japon sanatçı Masayoshi Fujita. Genç bir sanatçıydı, Japonlara özgü sakinliği, işine olan merakı, ilginç sesleri arama çabasıyla festivalin özgün konserlerinden birine imza attı. Sahneye tek bir enstrümanla çıkan bir müzisyenin yaşayacağı zorlukları, izleyicinin konser süresince ilgisini ayakta tutma sürecini enstrümanının olanaklarına ilginç ve yaratıcı çözümler üreterek destekledi. Vibrafon zaten bizde sanatçısı az ve o oranda az tanınan bir enstrüman, bir de üstüne Fujita`nın vibrafonu klasik kullanımı dışına çıkarması, enstrümanın üzerine farklı maddeler koyarak sesleri değiştirmesi, panellerin üzerine alüminyum folyo koyarak, iki tarafına ip gererek ya da bez sererek, kimi zaman arşeyle, kimi zaman tokmakla diğer malzemeleri aynı anda kullanarak ürettiği sesler ve şarkıların kendi içlerindeki masalsı izahlar hem sanatçıyı hem konseri başlı başına ilginç hale getiriyordu.
(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
Çalınan parçaların masalsı izahları demişkin, üzerinde durmakda fayda var. İlk parça mesela "Tek Boynuzlu Atın Gözyaşları" ismini taşıyordu. "Bir zamanlar bir kız ve tek boynuzlu bir at varmış. Kız ve at arkadaş olmuşlar ama başlarına üzücü şeyler gelmiş..." diye kısa kısa açıklamaları olan, mitolojik göndermelerin müzikleştirildiği ve bunları yaparken farklı teknikler kullandığı bir konserdi.
Mesela, bir diğer parçanın ismi "Şövalye ve Gölün Ruhu" idi. Yine aynı şekilde başlayan bir hikaye; "Bir zamanlar bir şövalye ve bir gölün ruhu varmış..." diye giden masalsı anlatımlar. Bu mitolojik izahların, masalsı anlatımların kâh atmosferik, kâh mitolojik seslerle süslenmesi ilginçti. Yine benzer şekilde "Çığ", "Ölülerin ruhları için dua", "Nehir", "Kuğu" isimli parçalar benzeri hikayelerin farklı versiyonları gibiydi.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 21 Ekim 2016, Cuma
16 Ekim 2016, Pazar
Bazı konserleri uzun uzun yazsanız da yazacak şeyler bitmez, yazdıkça yazasınız gelir, bazı konserler de birkaç cümleyle, hatta o kadarına bile gerek kalmadan, fotoğraflara bakarak da anlaşılır. 26. Akbank Caz Festivali`nde izlediğimiz Paolo Fresu Omar Sosa konseri gerçek anlamda böyle bir konserdi. O yüzden, çok değerli fotoğrafçı arkadaşlaımızın mâhâreti bana az laf söyleme fırsatı verdi ama elbette işin sırrı Fresu ve Sosa`da.
(Fotoğraf: Sedat Antay)
İkilinin, mayası sevgi olan müzikleri onları birbirine bağladığı gibi izleyiciyi de sahneye bağlıyor. Her ikisi de sahnede sadece çalmakla kalmayıp yaşayan insanlar. Müziğin harekete ve görselliğe dönüşmüş hali. Görsellik onların kendilerinde gizli. Fresu`nun trompet çalışı teatral ama onun zaten çalışı öyle, fotoğrafları, videoları, konsantrasyonu, her şeyi öyle. Sandalyede oturuşu, müziğiyle kıvranışı. Sosa da klavyelerinden (klavyeleri diyorum çünkü çevresi 3-4 klavyeyle sarılıydı) çıkan müziklerle içiçe geçen, kâh beyaz bir martı gibi süzülen, kâh ayak bileğindeki küçük torbalarla ritmik sesler çıkaran, her an gülen, her an mutlu bir insan. Hani dedik ya, sevgili arkadaşlarımız Sedal ve Sedat Antay ile Leyla-Diana Gücük`ün objektiflerinden size yansıyan duygu neyse o akşam konserde dinlediğimiz müzik de oydu. Bunun ispatı konserin sonunda sanatçıların salonda izleyicilerin arasına karıştıkları anda çekilen fotoğraf. O yüzlere bakın, müzik işte aynen o yüzlerde yansıyan gibiydi.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 20 Ekim 2016, Perşembe
(Fotoğraf: Sedat Antay)
Proje bazlı konserler ayrı ilgimi çekmiştir. İtalyan trompetçi daha önce Mare Nostrum yani "Bizim Deniz" projesiyle konser vermiş ve yoğun ilgi görmüştü. Bu sefer Omar Sosa`yla geldiler İstanbulun sonbahar festivaline. Ana fikri sevgi olan bir konserdi. Giyimlerinden yüzlerindeki gülümsemeye kadar hepsi tertemiz anlara sahip bir konserdi. Kimi dinleyiciler sahnede iki kişiler ama bir quartet kadar sound çıkıyor diyordu. Çünkü, Sosa`nın ayak bileklerine bağladığı perküsyon aletlerinden ayaklarını yere vurarak ritm tutmasından tutun genişlettikleri iki ses arasında dinleyiciye düşünme zamanı tanımalarına kadar yarattıkları kurguyu beğendim. Vermek istedikleri sevgi mesajının salonda kendine yer bulduğunu gözlemdim. Gerisi sadece bizim gibi gününün üçte ikisini müzikle geçiren meraklıların iyinin de iyisini arayan radarlarına takılabilir. En keyif aldığım anlardan biri Massive Attack parçası Teardrop`u yorumladıkları anlardı. Farklı türlerden caza adapte edilen müziklere alışık kulaklarımız bu parçayı da beğeniyle kabul etti. Omar Sosa`nın bir caz büyücüsü gibi Latin ve Arap müziklerini tütsülediği dansı Fresu`nun trompeti dinleyicilerin kalbine kadar uzandı. Konser sonrası imza kuyruğu göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve sahnedeki sempatilerine imza masasının başında da tanıklık ettim. İkilinin birlikte ve ayrı ayrı nice projelerine tanık olmak üzere kısa süre sonra sonra başlayacak ikinci konser, Pharoah Sanders konseri için heyecanlanmaya başlamıştım bile.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 20 Ekim 2016, Perşembe
(Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
İşte yukarda sözünü ettiğimiz izleyici fotoğrafı, bakın yüzlere insanlar dinledikleri müzikle nasıl mutlu... (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
(Fotoğraf: Sedal Antay)
Müzisyenler çoğu zaman sahnede özgür olduklarını iddia eder. "Bestelerimiz özgürlüğü yaşadığımız yerler" derler, aslında onlar da bazı kalıpların, beğenilerin esiridir. Özgür caz müziğin kendini ifade amacına en uygun formu belki de. Müzik adeta duyguların anlık tercümesi gibi. Yaşayan en önemli doğaçlamacılardan Pharoah Sanders altın nefesiyle bize Coltrane`in ruhunu üfledi. Sahnede ayakta duran adam 76 yaşında ama gemisini terketmeyen bir kaptan. Nefesi yettiğince doğaçlamalar yapıyor, kompleks cümlelerin girdabına dalıyor. Şehri son ziyaretinden bu yana sahnesi aynı önceki konseri gibi. Yüzü hep aksi ve huysuz görünse de neşesi yerinde ufak ufak dans ediyor, konserlerinin sonunda adeti olduğu üzre bir şarkı da söylüyor. Yoruldukça sahnenin sağ arkasındaki sandalyede adeta firavun tahtında oturur gibi oturuyor. Sahnedeki müzisyenleri izlerken kutsal sakallarını ovuşturuyor. Sonra sessizce kalkıp yeniden saksafonunu üflemeye başlıyor. Onu dinlerken hali hazırda gönüllü olarak avlanmaya hazır bir müzikseverdim zaten. Giant Steps`e aç bir aslan gibi hırçın girdi. Kaçabilecek yerim yoktu artık. Ardından sahneden biraz geri çekildi ve üç yüksek güçlü aslanın önüne atıyor beni. Onlar beni notalarla hırpalaladıklarında Pharoah sanki bitirme vuruşuyla zaferini kutluyor. Sonlara doğru tahmin ettiğiniz gibi "The Creator has a masterplan" -ki bu parça da bir konser rutini- çalıyor. Birara sahnenin gerisine yürüyor, başını kaldırıp Akbank Caz Festivali posterine bakıyor. Kimbilir belki de Coltrane`li Village Vanguard günlerini anımsıyor. Konser bittiğinde tüm salon ayakta alkışlıyor. Tarifsiz bir lütuf göstererek imza vermek için masanın başına geçiyor. Kendisine göre dünkü çocuk sayılan italyan kökenli bir müzisyenin imzaya gelenleri azarladığı, fotoğraf çektirmek isteyenlere "Polis yok mu?" diye çıkıştığı gün geliyor aklıma. İmza sırasında 15-20 genç ya bilet ya da festival konserinin afişini imzalatıyorlar. Çaresiz imzalıyor tabi. Bir ara bir dostumuz biletini imzalatmak uzatıyor. Sanders "Sadece bir gözüm var" diyor. Belli ki tek gözünde dışarıdan fark edilmeyen bir problem var ve göremiyor. Sanders`ın ülkemizi son ziyaretinde dostum Can Tutuğ beni mükemmel bir insanla tanıştırmıştı. İsmi Ardacan Özdemir. Çok sevdiği Sanders`ı dünya gözüyle görebilmenin mutluluğunu yaşamıştı konser sonrası kendisine tebriklerini iletmişti. Kısa bir süre önce Cazkolik`e Sesler ve Şehirler röportajlarıyla konuk olmuştu. Ardacan Sanders`ı bu akşam bizlerle izleyemedi. Ama biz dostları Sanders`ı her dinlediğimizde onu hatırlayacağız. Özlediklerimiz çoğalıyor. Sanders bu akşam önce Mehmet Uluğ sonra da Ardacan`ın ruhları için üflemiş olsun.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 20 Ekim 2016, Perşembe
(Fotoğraf: Sedal Antay)
15 Ekim 2016, Cumartesi
Şahsen yıllardır ısrar ettiğim konulardan biridir festivallerin ana omurgasının `mainstream` denilen ana akım caz konserlerinden oluşması. Cazın her türü en güzel örnekleriyle festivallerde yer almalı, alıyor da, ama tıpkı Ferit Odman`ın 15 Ekim Cumartesi gecesi izlediğimiz "Dameronia with Strings" konseri, bir sonraki gün izlediğimiz Pharoah Sanders, izlememize az kalan Ron Carter gibi konserler ca festivallerin ilk yıllarından bugüne festival ruhunun kor ateşi olmuştur.
Ferit Odman`ın "Dameronia with Strings" albümü çıktığı günden bu yana koyduğu hedeflere bir bir ulaşıyor. Bu hedeflerin çoğunu kuşkusuz Ferit Odman başta kendi koymuştur, kimi hedefler de sonradan eklenmiştir. Albümün yakaladığı haklı başarı, aldığı övgüler zamanla yeni hedeflerin kapısını açmıştır. Bu hedeflerden biri Cumartesi gecesi izlediğimiz konserdi. Elbette konserde albümde yeralan tüm müzisyenlerin olması en iyi seçenekti ama öncelikli isim kuşkusuz Terrell Stafford du ki o da sahnedeydi. Bu noktada Ferit Odman`ın bir müzisyen olmaktan öte hem festival organizasyonu adına hem cazseverler adına çok iyi bir evsahibi olduğunun hakkını baştan teslim etmeli. Konserin her detayıyla titizlikle ilgilenmesi sanatçı adına çarpıcı bir özellik. Albüm konseptini diğer Amerikalı müzisyenler hariç tümüyle sahneye yansıtmayı başarmış, başarmakla kalmamış, albümdeki soundun kopyasını sahneye taşımıştı. Gerek piyanoda Ercüment Orkut ve basta Kağan Yıldız, gerek yaylı grubu bu çapta bir konserden elde edilebilecek en iyi müzik için yerlerini almıştı, Ferit Odman`ın bir caz davulcusu konseri olması adına "Look, Stop and Listen"la salonu ısıtan solo introsuyla başlayan konser iyi bir şefin maharetli ellerinden çıkmış yemek gibi aktı gitti.
Konsere ilişkin mutlaka altı çizilmesi gereken notlarım var
Önceliği Terrell Stafford`a vermeli. Günümüz caz müziğin en iyi trompetçilerinden biri Stafford. Büyük trompet geleneğinin mirasçısı olması yanında her yönüyle dört dörtlük bir icracı. Uzun cümlelerdeki pürüzsüz hakimiyeti çok az müzisyende var. Bırakın bizim buraları, Avrupa çapında benzeri olmayan bir pürist. Müziği okumasıyla bestenin ruhunu aktarması anlık gerçekleşiyor. Çaldığı parçanın "On a Misty Night" gibi balad ya da "The Eternal Triangle" gibi tempolu olması Stafford için farketmiyor. Müzikler elbette zaten bildiği ve çalmayı sevdiği müzikler ama çok az prova ve ilk kez çaldığı müzisyenlerle sahnenin hararetini solist olarak kontrol altına alması altından kolay kalkılacak iş değil.
Bir diğer not yaylı grubu için. Konser esnasında Ferit Odman birkaç kez isim isim sayarak teşekkür etti, hakkı vardı, albümün hayati damarı yaylıların konserde albümdeki çizgiye ulaşması tebriklere layık.
Dinleyicinin konseri sahiplenmesi ayrı bir not olmalı. Sahnedeki müziğe ilgisini bir dakika kaybetmeyen, reaksiyonları doğru ve iyi cazı takdir ettiğini belli eden bir izleyici vardı. Caz dinleyicisinin esas olarak yazının başında değindiğimiz ana damar dinleyicisi olması bir kez daha altı çizilecek önemli ayrıntı.
Son not ise bir Kadıköylü olarak böyle üst düzey bir konserin Bağdat caddesinde olması bir ilk. Festivalin Kadıköy açılımı ilerki senelerde de sürer umuyoruz. Kadıköy, Süreyya opera binası ve CKM haricinde büyük bir salonu daha kaldıracak potansiyele ulaşmış, istanbulun caz dinleyicisinin önemli bölümünün bu bölgeden Avrupa yakasına aktığını düşünürsek metropolün merkez akslarını nasıl çoğaltacağı ve bunun olumlu yanları bu konserle iyice öne çıktı.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 19 Ekim 2016, Çarşamba
Geleceğin müziğinde söz sahibi olacağına kesin gözüyle bakılan isimlerden Theo Crocker. Müziği de kendi gibi nev-i şahsına münhasır. Giysileri, saçı, sahne duruşu güncel tabirle stil ikonu bir figür. Müziğiyse kelimenin tam anlamıyla kasırga. Crocker`ı akompanye eden müzisyenler de onuni kadar genç yetenekler ve gümbür gümbür çalıyorlar. Saat gibi işleyen kontrbasa, makineli tüfek gibi saydıran davullar karşılık verirken, klavyeden gelen barut kokusu sahnenin meydan muharebesine dönmesini sağlıyor. Çok da iyi oluyordu. Adamlar öyle müzik yapıyor ki adeta kendi dillerinde konuşuyorlar. Hayır, yanlış anlaşılmasın kendi aralarında konuştular biz Fransız kaldık demek istemedim, bir bebeğin annesinden dilini öğrenmesi kadar doğal "caz dilini" konuşuyorlar. Yeri geliyor tane tane, yeri geliyor su gibi. Ne doğaçlamalar, ne muhteşem cümleler... adamlar gerçekten çok iyiydi.
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük
Crocker, Grammy ödüllü efsanevi trompetçi Doc Cheatham`ın torunu ve bir yandan Grammy`li caz şarkıcısı Dee Dee Bridgewater`la dünyayı turluyor. Haliyle farklı dünya kültürlerinden pekçok şeyi müziğine, yaşamına taşıyor. Konseri izleyenler farketmiştir, Croker sahnede tütsü yakmıştı. Konser öncesi kulis kapısında sanatçıyla ayaküstü konuşurken tütsüyü elinde gördüm. Sordum "Nedir?" diye, güldü, bu tütsülerin kötü ruhları uzaklaştırmak için kendine şans getirdiğine inandığını söyledi. Yıllardır çok kulise girdim, çok müzisyenle tanıştım ve şahit oldum ki herkesin kendine göre bir uğuru var, takdir edersiniz Theo Crocker gibi senelerce Şangay`da yaşamış bir adamında bu türden totemleri olması çok doğal. Cazın geleceği gençlerin emin ellerinde. Repertuvarın büyük kısmı son albümü Escape Velocity`den seçilen parçalardı. Bu albümü henüz dinlemediyseniz çalma listenize ekleminizi öneririm.
Festival günlüğüne keyifle devam ediyoruz...
Theo Crocker konser sırasında sahnede kötü ruhları kovan tütsüyü yakıyor (Fotoğraflar: Leyla-Diana Gücük)
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 16 Ekim 2016, Pazar
Akbank Caz Festivali`nin Cuma akşamı ikinci diğer konseri sık tekrarlara dayalı, kompleks komposizyonların ağırlıkla icra edildiği, solo konserde sahnede İtalyan piyanist Stefano Battaglia vardı. Sanatçıyı trio formatlı projelerden bildiğimiz için performansını önceden kestirmek mümkün değildi. Müziğe önem veren hassas dinleyiciler önceden ufak bir araştırmayla Battaglia`nın solo piyanoda nasıl ses vereceğini az buçuk anlamlandırabilirlerdi. Genelde dinleyici seviyesi ya da anlama, anlamlandırma, saygılı dinleme konusunda yorum yapmaktan kaçınırdım ama ilk defa bu sefer bende kendimi tutamayacağım. Konserden sıkılan, patır kütür salondan çıkan, performansın en etkili yerinde kahvede sandalyeye ters oturan dayı tonunda yorumlar yapan, ön sırada oturan, körüklü otobüs gibi nefes alıp vererek sürekli elindeki torbayı hışırdatan bey amca sahnede Battaglia`nın dahi dikkatini çekti. Haliyle tuşesi sertleşti. Konserden bütünüyle keyif alan dostlarım oldu. Özellikle yıllardır saygıyla dinlediğim caz piyanisti büyüğüm Ayşe Tütüncü`yle konser sonrası ayaküstü laflarken ilk 45 dakikalık kompozisyona bayıldığından, sağ-sol el koordinasyonuna hayran olduğundan bahsetmişti. Kimseyi eleştirmek haddim değil ama dinleyicimizin kendini geliştirmesi, gösterişten öte caza kalpten bağlanması tek temennim. Zira caz doğası gereği diğer türler kadar popüler bir müzik değil, aksine genelde ötekileştirilmiş, üstencilikle suçlanmış bir müziktir ama cazkolik dostlarımız çok iyi bilir ki, caz, insan doğasına en uygun müziktir. Festivaller bizi bu güzel temalara, müziklere yakınlaştırıyor. Ne mutlu bizlere.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 16 Ekim 2016, Pazar
Türkiye`de yayınlanan caz plâklarına genel bakış panelinden izlenimler
Akbank Caz Festivali`nin atölyeler ve söyleşilerinde dünkü konu "Türkiye`deki Caz Plaklarına Genel Bakış"ın konuşmacıları plak koleksiyoneri ve müzik yazarı Murat Meriç ile Kontraplak müzik mağazasının sahibi, hayatı müzik ve plaklar arasında geçmiş Okan Aydın`dı. Taksim bölgesinin en derli toplu müzik dükkanlarından, geniş arşivi içinde kaybolmaktan mutlu olduğum az sayıdaki plakçılardan Kontraplak.
Mağaza dinleyiciyle dolmuş, plaklar kenara çekilmiş. Pikabın başında Murat Meriç hem çalıyor hem anlatıyor. Okan Aydın ona destek oluyor, örnekler veriyor. Dinleyiciler eğlenerek dinliyor. Türkiye caz müzik tarihinde iki plak göze çarpıyor. Birisi "Jazz Semai" öteki "Ruacan". Ama bir şekilde yolu cazdan geçen müzisyenler, notalarında caz kokusu olan albümler ve hatta cazdan saza geçtiğimiz dakikalarda vardı sohbete eşlik eden. Bir ara caz tarihi hakkında kaynaklar dillendirildi. Akbank`ın festivalin 20. yılı için Hülya Tunçağ`ın hazırladığı kitap var, "Levent Öget`le Caz Etraflı Konuşmalar" kitabı ve en yenisi Batu Akyol`un "Caz Çok Zor" kitabı gündeme geldi. Yeri gelmişken, Murat Beşer`in "Yoldan Çıkmış Simalar" hararetle kitabını da öneriyorum.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 16 Ekim 2016, Pazar
Dün akşam festivalin anlamlı gecelerinden birini yaşadık. Türkiye caz tarihinin en etkili isimlerinden Fatih Erkoç bu yıl çıkan ilk solo caz albümü "True Love"ı biletleri günler önce biten konserinde dinletti. Onun kadar tecrübeli birinin ilk solo caz albümünü yeni yayınlamış olması şaşırtıcı ama gerçek. Akşam, konserin sonlarına doğru kendisinin de söylediği gibi yıllarca başta pop sayısız albüm yayınladı ama Erkoç, biz onu uzun yıllar önce tanıdığımızda da caz müzisyeniydi, arada senelerini diğer müziklere verdi ama o bizim için hep caz müzisyeni olarak kaldı. Aslına bakarsanız, erkek sesinde kendinden sonraki kuşaklar arasında hâlâ onun gibi biri gelmedi. Şahsen onun ses renginde, söyleme tarzında, telaffuzunda, vurgularında ve sesinin pes yumuşaklığında hep eski büyük starların havasını buldum. Sahnedeki vücut dili için de benzer şeyleri söyleyebilirim.
Sevgili Erkoç`un bir süredir sağlık sorunları yaşadığını duyuyoruz, hepimizin hayatında olan sorunlar bunlar ama akşam sahnedeki moraline bakınca atlatmış olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çok sevdiği caz şarkılarıyla sahneden dinleyicilerine seslenmesi ona ayrı moral vermiş, gücüne güç katmış olmalı.
Konsere gelirsek...
Albümü çıktığı günden beri kaç kez dinlemişimdir saymadım, o kadar çok. Dün akşam o şarkıları ilk kez canlı dinleme fırsatı buldum. Öncelikle, sık sık sevgili Erkoç`un da söylediği gibi arkadaki trio çok başarılı isimlerden kurulu. Piyanoda Ercüment Orkut, basta Kağan Yıldız ve davulda Ferit Odman. Hem iyi tanıdığımız hem festivalde farklı farklı projelerde izlediğimiz/izleyeceğimiz isimler (bu gece -Cumartesi- aynı salonda Odman`ın kendi konseri olduğunu da unutmayın).
Benim albümde en sevdiğim şarkı son yıllarda duyduğum en güzel baladlardan "Grateful to You" (Albümünü mutlaka alın tavsiye ederim) ki albüm ağırlıklı bir balat çalışması olmuş. "Naughty Girl"ün Erkoç`un ünlü pop şarkısı "Vefasız" coverı olduğunu bilmiyordum, konserlerde böyle ayrıntıları da öğreniyorsunuz, tabii ingilizce sözler yazılmış. Albümün son parçası "The Singing Hand"de Türkiye caz efsanesi Tuna Ötenel için özel beste olmuş. Zaten parçaya "Tunaaa, Tunaaa" diye adeta ona seslenerek başlıyor.
Dedim ya Fatih Erkoç`un eski gelenekleri, büyük ustaları hatırlatan tarzı ve şarkıları var. Cazın büyük dönemleri, kitleler halinde insanları kendine aşık eden nedenleri içinde barındıran o dönemler. 26. Akbank Caz Festivali`nin özel konserlerinden biriydi, umarım sevgili Erkoç sezon boyu bu konserleri sık sık tekrarlar.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 15 Ekim 2016, Cumartesi
14 Ekim 2016, Cuma
Bir caz festivalinin öncü özelliği cazın yerel ve uluslararası renklerini olabildiğince geniş yelpazade vermesidir. Hele ki bizim gibi ana akım cazın dış çeperinde kalan ülkeler için bu daha da önemli. Dün akşam 26. Akbank Caz Festivali kapsamında gecenin ilk konseri Beyoğlu Akbank Sanat sahnesinde izlediğimiz kemençe ustası Sokratis Sinopoulos konseriydi. Usta sanatçıyı Türk müzikseveri iyi tanıyor, yaklaşık yirmi yıldır İstanbul`a gelip giden, artık Türkçeyi sökmüş, meramını anlatabilen biri. 42 yaşındaki sanatçı eğitimini klasik gitar üzerine aldıktan sonra Bizans dönemi müziğine ilişkin aldığı dersler sonrası bu toprakların emsalsiz duygu ve rengine sahip enstrümanlarından kemençeye merak sarmış. İşin doğrusu, egenin iki yakası; Türkiye`den (başta İhsan Özgen) ve Derya Türkan, Yunanistan`dan Sokratis Sinopoulos ile iki büyük yorumcuya sahip. Ve bu iki isim çok iyi iki dost. Birlikte yaptığı çalışmaları duymuş olmalısınız. Benzeri etkiye sahip çalışmayı Ara Dinkciyan ile yaptığını da biliyoruz. Bunları Youtube`dan mutlaka izleyin.
Konserde dikkatimi çeken ayrıntı kemençeyle basın birarada ses verdiği anlardı, o an istedim ki sevgili Leyla umarım bu iki enstrümanı aynı karede dondurur, fotoğrafın bu yüzden anlamı önemli. (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
Kemençe şüphesiz baskın sese sahip, bu enstrümanı sahnede kullanacaksanız solist rolü vermek zorundasınız, başka türlüsü zor! Saksofoncu Charles Lloyd`un 2010 tarihli "Athens Concert" albümünü biliyor olmalısınız, Sokratis bu etkileyici albümde kemençesiyle en az iki parçada var ve bu albümde yer aldığı bölümlerde kısa olsa da yine solist enstrüman. Yani, diyeceğimiz, salondaki duygusal balansı bir anda alt üst edebilecek karatta bir çalgı. Bir çeşit "duygu kumandası" gibi.
Konserde Sokratis`in son albümü "Eight Winds"i dinledik. Konsere albüm kadrosuyla gelmişti. Kemençede kendisi (ki onlar Lyra diyor), piyanoda Yann Keerim, basta Dimitris Tsekouras ve davulda Dimitris Emmanouil. Albüm performansı bir yana ki her parçası salondan dolu dolu alkış aldı, özellikle Nihavent Saz Semaisi ile gönüllere iki kere fethetti. Konser bittikten sonra Sokratis`in ECM`den çıkan albümünün Türkiye temsilcisi A.K. Müzik`ten eski dostum sevgili Kerim Selçuk`la ayaküstü konseri konuştuk, onun fikri de konserin en az albümü kadar iyi icra edildiği idi. Ben albümü konseri izlemeden birkaç saat önce şöyle bir dinleme imkanı bulduğum için mukayese yapamadım ama Kerim`in tespiti benim için de referanstır. Bu arada, albümün ismi "Eight Winds"in anlamı aşağıda sevgili Burak`ın kaleminden yazıyor, kaçırmayın!
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 14 Ekim 2016, Perşembe
Akbank Caz Festivali "cazın kültürel renklerine sahip çıkma" misyonu gereği çok sesliliğe destekte bulunuyor ve farklı türlere kapılarını açıyor. Dün akşam Akbank Sanat`ta izlediğimiz Yunan misafirlerimiz Sokratis Sinopoulos Quartet geleneksel müziğe yumuşak melodilerle yeniden biçimliyorlar. Güzel Ege hem bizim hem Yunanlar için bir lütuf. Biz bize benzeriz, damak tadımız birdir, müziğin kalbimizde açtığı kapılar da birdir. Müziği algılama biçimimiz, hatta icra ettiğimiz enstrümanlarda bir.
Ara sıra yazılarımda bahsederim. İnandığım bir düşünce var. İyi müzisyen sadece iyi enstrumantalist değildir. Gerçekten iyi müzisyen güzel bir melodiyi sizin cebinize koyar öyle evinize gönderir. Bütün gün o melodiyi mırıldanırsınız. Sinopoulos`un müziği tamda böyle. Müziği takip eden dostlarımız Sinopoulos`u Derya Türkan ve Ara Dinkjan`la çalışmalardan bilecektir. Geleneksel köklerden temel aldıkları müzikal ifadeleri daha evrensel cümlelerle tecrübe kokmaya başladığını farkettik dün akşam. Müziği dinlerken hissedilen bir diğer şey ise dinlediğimiz müziğin halk müziği ezgilerinin usule uygun icra edilmiş yorumu olarak algılanmasından öte bir kültürel miras olarak gelecek nesillere aktarılacak kompozisyonlar olarak değerlendirilmesinin gerekliliğiydi.
Sinopoulos 20 yıldır İstanbul` a gelir gidermiş ve çok iyi Türkçe öğrenmiş. Klasik Osmanlı müziği ve Bizans müziğinede bu denli hakim olduğunda son albümü "Eight Winds" gibi bir albüm meydana çıkmış. Yüz yüze konuşma fırsatı yakalamıştık öncelikle yakın zamanda yapmak söz aldığımız Cazkolik röportajımızın sözünü sizlere müjdeleyeyim ve ardından albümün isminin hikayesini kendi ağzından sizlere aktarayım. "Sekiz Rüzgar" çünkü rüzgar müzikteki çeşitliliği sembolize ediyor. Bir başlıyor ve yayılıyor ses gibi... Sekiz yön var doğu, batı, kuzey, güney, kuzey doğu, güney batı vs. Rüzgar her yöne yayılır müzikte aynı şekilde ve muzikteki çeşitlilik caz müzik, halk klasik müzik vb. Albümün ismi bunları temsil ediyor. Zaten bu kadar derinlere işleyen bir müziğin dar bir teması olamazdı. Klişe olacak ama komşudan size selam getirdim. "Birlikte olamadığımız dostlarımız için yeniden geleceğiz" diyorlar. Özlemle, muhabbetle bekliyoruz.
26. Akbank Caz Festivali`nin ikinci akşamı ajandamda iki farklı müzisyenin iki farklı dilden konserleri vardı. İlkinden bahsettik. İkincisiyse Türkiye`ye defalarca gelen, her seferinde aynı derece keyif veren, özlenen Erik Truffaz Babylon Bomonti sahnesindeydi. Capaddox Festival`de izleme şansı bulanlar hatırlar tadı damağımızda kalan projesiyle bu sefer festivale konuk oldu. Erik Truffaz`yı basta Christophe Chambet sonrası basta Marcello Giuliani, davulda Arthur Hnatek ve klavyede uzun süredir yol arkadaşı olan Benoit Corboz`la izledik. Miles`ın 70` ler sonrası kimi kesimlerce eleştirilen caz soundu içine eklemlendirdiği elektronik öğeleri geniş kesimlerce çığır açan bir fikir olarak değerlendirilmişti. Truffaz ilk tanınmaya başladığı dönemlerden beri Miles`ın ayak izlerinin üzerine basarak yürüyor. Biraz abartılı bir saptama olabilir ama sahne duruşundan nefes nefes yarattığı seslere kadar Miles`ın ulaşılmaz figüründen yansımalar yaratıyor.
Babylon Bomonti konser mekanı çevredeki yeme-içme alanlarıyla gençler için bir yeni eğlence mabedi olarak konsere gelenlerin etkisiyle daha da kalabalıktı. Cazkolik ekibi ayaküstü bişeyler içerek, karşılaştığımız dostlarla selamlaşarak konser alanına geçtik. Gençler zaten mekanı çoktan sahiplenmiş hatta Truffaz`nın orta yaş üstü takipçileri belkide ilk defa tanıştıkları Babylon Bomonti`ye hayranlıklarını birbirlerine aktarmaktaydı. Yaşayan bir kültür-sanat ve eğlence mekanı olarak keyif aldığımız bir atmosfer yaratılmıştı. Truffaz elektro seslerden kurguladığı projeleriyle kaliteli müzikseverleri yine müzikal transa sevk etmişti. İtiraf etmeliyim ki mekanın ustaca kurculanmış ışık senaryosu güzel müziğin bir adım ötesinde ilgimi çekmişti. Türlerin sınırlarını aşan müzikler daha geniş kitlelerde kendine karşılık buluyor. Yeni dünya düzenini farkeden müzisyenler melodilerini bu yolla farklı ülkelere taşıyabiliyorlar. Dünyanın müziğine yolculuğumuzun bu geceki durağı Erik Truffaz festivalin diğer güzel konserlerine ısınmamızı sağladı. Festival Gündemini güncellenmeye devam edecek. Yarın yeni konserlerde görüşmek üzere.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 14 Ekim 2016, Cuma
13 Ekim 2016, Perşembe
26. Akbank Caz Festivali dün akşam Charanee Wade "Offering: The Music of Gil Scott-Heron and Brian Jackson" konseriyle başladı. Festivaller genellikle büyük ustalara odaklanır, cazseverlerin ilgisi bu isimlere yönelir, bu nedenle, festivalin ilk konserinin gözden ırak kalma riski var diye hayıflanıyordum, öyle olmadı, Sabancı Müzesi içinde yeralan The Seed iştahlı ve meraklı cazseverlerce dolmuştu. Meraklıydık çünkü çoğumuz Charanee Wade`i yeni duyuyorduk, genç bir sanatçı ama Afro-Amerikan kadın şarkıcıların vücut dilinden, seslerine, sahne iletişiminden, izleyici temasına dominant özellikleri malum. Bir de bu özelliklere güçlü özgüveni ve 2010 yılında saygın Thelonious Monk vokal ödülü ile başka seçkin başarıları da ekleyince sahneye genç bir divanın çıktığından fazla tanımasanız da ilk anda emin oluyorsunuz.
Kendi adıma Wade`i merak etmenin yanısıra projenin Gil-Scott Heron`a adanmış olması ayrıca önemliydi. Ne yalan, Wade`in şarkıcılığı yanında besteci ve aranjör kimliğini hesaba katarak projeyi Wade`in bizzat geliştirdiğini düşünmüştüm, işin aslı öyle değilmiş, sahnede anlattı zaten, müzikolog, radyo programcısı ve caz yazarı Mark Ruffin -ki bir dolu önemli caz projesini üreten ödüllü biridir- projeyi genç sanatçıya teklif etmiş. "Offering" hayli iddialı bir proje albüm olarak yayınlandı. Projeye damgasını vuran Wade kadar Heron tabii. Gil-Scott Heron ve müzikal ortağı, piyanist Brian Jackson yetmişli yıllardan beri cazın modern, kentli devrimcisi ve yenilikçi olarak kabul edilir.
Wade de şarkıcı, besteci, aranjör ve eğitimci olarak çokyönlü kişiliğiyle 2011 yılında yayınlanan ilk albümü "Love Walked" ile yakaladığı çıkışı son albümü "The Offering" ile Heron-Jackson ikilisini onurlandırarak bir anlamda misyonunu tanımlıyor. Wade, projesini gerçekleştirirken besteci ve aranjör olması avantajlarını kullanarak hem önemli caz müzisyenlerini albümünde ağırlıyor hem müziklerinde yenilikçi düzenlemelere kapı açıyor. Bugün Amerika, önceki yıllardan fazla siyahların üzerine polis şiddetiyle yılda yüzlerce insanın ölümüyle sarsılırken altmışlar, ardından yetmişlerde zirveye çıkan `black poet`lerin politik/kültürel devrimcilikleri ve mirasları yeniden hatırlanıyor, Charanee Wade gibi genç kuşaklar tarafından yeniden keşfediliyor.
Konserde albümün tamamını dinledik. "We have something to offer you" sözleriyle başlayan albüm konserin sonunda tamamlanmıştı. Tabii albümde çok parlak bir müzisyen kadrosu vardı, merak ettiğimiz konserde nasıl bir kadro izleyecektik? Amerikalı kontrbasçı Paul Beaudry ve davulcu Darrell Green`e piyanoda Fransız Laurent Coq eşlik etmişti. Fransız piyanisti ilk kez duymama rağmen beğendiğimi hemen belirteyim, klavyesi Avrupai, özellikle tempolu bölümlerde tempoyu artırmayı seven ve basla davulu da peşine takan biri, bu anlara Wade`in sözsüz vokali de eklenince konser boyunca birkaç böyle heyecan verici anlar yaşadık.
26. Akbank Caz Festivali `black-poet` tarzında dün akşam Gil-Scott Heron`ı anmış oldu ama festivalde böyle bir isim daha var; Saul Williams. Kelimeleri sivri uçlu, eleştiri yüklü, Heron`ın bıraktığı yerden sokakta yaşanan çelişkileri dürtmeye, gerekirse rahatsız etmeye devam edecek belli ki Williams gibiler. Onu da kaçırmayın.
Böylelikle ilk günlük yayına girdi, yeni festival hayırlı olsun. Allah vere de memleket olarak bir sorun yaşamadan huzur içinde konserlerin tadını çıkaralım.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 13 Ekim 2016, Perşembe
(Fotoğraflar: Leyla-Diana Gücük)
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.
Levent Öget
Ellerinize sağlık arkadaşlar... Fotoğraflarınızla harika yorumlarınızla keyfimize keyif katıyorsunuz... Levent Öget
Bu Yoruma Cevap Yazın »