Festivaller yalnızca sıralı konserler dizisi değildir, müzik hakkında bilgi paylaşımlarının yapıldığı türlü etkinliklere de ev sahipliği yapar. Deneyimli caz yazarı ve eğitimci Francesco Martinelli’nin yoğun emek ürünü ve ülkeler bazında pekçok yazarla işbirliği yaparak hazırladığı “European Jazz” kitabı festival kapsamında Swissotel’de gerçekleşen bir tanıtımda okurla buluştu. Kitap, otuzu aşkın Avrupa ülkesinin caz geçmişlerinin titizlikle incelendiği akademik bir çalışma. 750 sayfa içinde 250 imajdan oluşan sayfalarda Türkiye caz tarihini, duayen caz tarihçisi, yazar ve radyo programcısı Hülya Tunçağ’ın 10 yıllık çalışmasının eseri olan cümlelerden okuyoruz. Detaylı indeksleme ve sadece müzikal kalite kriterleri değil, aynı zamanda, toplumun sosyo-kültürel hayatına dokunan müzikler seçilmiş, bunun yanında, bilinirliği yüksek, köşebaşı pekçok isim ve albümde kitapta yer alıyor.
Avrupa’nın caz geçmişine meraklı olanlar ve müzik tarihçilerinin ilgisini çekecek kapsamlı bir çalışma meydana gemiş. Ülke bazında caz tarihi çalışmalarının ardından altı konu başlığı üzerinde ülkeler üstü hazırlanan ayrı bir bölümde yer alıyor kitapta. Bu kapsamlı eser, European Jazz Network tarafından destekleniyor ve bu topluluğun üyesi olarak Akbank Caz Festivali de çalışmayı festival kapsamında destekliyor.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 01 Kasım 2018, Perşembe
Ingmar Bergman, Tarkovsky için “Eğer bir film döküman değilse o zaman bir rüyadır. İşte, bu yüzden Tarkovsky onların en iyisidir, hayaller odasında çok doğal hareket eder” diyor. Yönetmen Tarkovsky de sanatı insanın ruhani gelişim sürecinin yardımcı aracı olarak tanımlıyor. 28. Akbank Caz Festivali’nin çağdaş müzik dünyasından konuğu Tarkovsky Quartet müziğiyle insanın ruhsal yeteneklerini geliştirmeyi amaçlarken öte yandan Tarkovsky görselliğinin sesle dışavurumunu yakalamaya çalışıyor. Festivalin izleyici kitlesi ve atmosfer olarak Çağdaş Müzik Festivali hissi veren performanslarında François Couturier, Anja Lechner, Jean-Marc Larch? ve Jean-Louis Matinier ECM’den yayınlanan “Nuit Blanche” albüm repertuvarıylala dinleyici karşısındaydı. Tarkovsky görselliğinin akıcı ifadesi olan son albüm çağdaş müzikseverlerin ilgisini çekecek türden. Özellikle çelloda Türkiye’den İzzet Kızıl’la ortak projelerinden tanıdığım Anja Lechner oldukça etkileyiciydi. Tarkovsky Quartet ile bir “beyaz gece”ye tanıklık ettik.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 27 Ekim 2018, Cumartesi
(Fotoğraf: Sedal Antay)
Dün akşam, Akbank Caz Festivali’nde peşisıra iki konser izledik. “Edutainment” içi dolu bir kelime. `Öğrenme` ve `eğlence` kelimelerinin bileşiminden meydana gelen kelimenin canlı halini CRR sahnesinde izledik. Nasıl mı? Birbirinden farklı iki konseri birbiri ardına izlerken hayat dersleri gibi Avishai Cohen Quartet ile eğlendiren The Bad Plus konseri birbirini tamamlayan iki parçayı beynimizde buluşturdu. Hayata dair düşündürücü sorular sorarak öğrenme imkanı bulurken, devamında kavraması, sevmesi kolay, etkileyici bir müzikle eğlendik. Hangi parçanın daha büyük olduğu dinleyenlerin takdirine kaldı.
Avishai Cohen’in müziği etkileyiciydi. Ziv Ravitz’in takdir edilesi davulculuğu, Yonathan Avishai’ın soğukkanlı zarif tuşesi, Barak Mori’nin düzgün eşliğiyle doğru parçalar yerli yerine oturdu. Cohen’in önceki projesi Triveni’den çaldığı konserdeki durağanlık için benzetme yaparsam Avrupa ile Amerikan sinemasının farkını düşünün. Kapsamı daraltarak festival ve Holywood filmleri diyelim. Bir festival filminde hayatı izlersiniz, sahici, katışıksız ve düşüncelidir, sonuca varmanızı gerektiren sorular sorar. Cohen’in müziği de böyle. Çok gerçek, ne kimi Avrupa projeleri gibi iliklere kadar duygusallık işliyor ne de bazı ‘şov bizinıs’ Amerikan toplulukları gibi “asansör müziği”. Dinleyiciyi boğan dolu dizgin soloları arka arkaya da sıralamazken baskıcı yönetimlere siyasi mesajlar da içeriyor ama belli bir politik fikrin bayraktarı değil. Konsepti var. “Ölüm” temasını sık işliyor. Bunu en güzel başardığı parçaysa “Theme for Jimmy Greene”. Bu parça saksafoncu Jimmy Greene’in Connecticut’s Sandy Hook Elementary School baskınında öldürülen 6 yaşındaki kızına ithafen yazılmış.
(Fotoğraf: Seda Özgüven)
Avishai Cohen usta bir müzisyen mi, tasarlanmış şov figürü mü? Bu soru takıldı aklıma. Tam o an Ara Güler’in sözleri zihnimde çınladı. “Usta diye birşey yok, ustalığı anlayan adamlar vardır. Ustalığı anlamak için kültür gerekir. O kültürün sahibiysen zaten anlıyorsun işi. Her şey kültüre dayanıyor. Belirli bir dünya görüşün varsa bu sana seçme hakkı verir“. Sanat faaliyetine düşünmeyi ilgi çekici şekilde yerleştirmek etkileyici. Ne dersiniz?
Gecenin ikinci konseriyse fanatik hayranları olan The Bad Plus’dı. Herkesin gözü ekibe yeni katılan Orrin Evans’daydı. Olağan şüpheliyi “Blues for Memo” gecesi David Murray’le izlemiştik. Şahsi görüşüm, Ethan Iverson’ın aksine Orrin Evans’ın abartarak söyleyim McCoy Tynervari icrayla piyanosuna güm güm patlatması, sessizleştiği anlardaysa bıçak gibi keskin icraları güzeldi ve grubun performansını üste taşıyordu. Davulcu Dave King gördüğüm en şiddetli davulculardan. Basçı Reid Anderson’la beraber dikkatleri çekip, müziği yönlendiriyor. Grubun üç üyesi de farklı dillerde akıcı konuşmayı tek bir müziğe dönüştürüyorlar. Böylesi sahnede ana dilini konuşur. Korkusuz ve tavizsizlerdir. Cesaretleri farklı müzik sevenlerinde ilgisini çekiyor. Biz de müzikseverler olarak bize verilen yüksek enerji mesajını hızla aldık, absorbe ettik ve çok keyif aldık. Caz grupları içinde funk veya hip hop müziğine doğru kayanlar değil rock köklerinden gelip caz diliyle rock konuşan gruplarını daha fazla seviyorum. The Bad Plus’da bu gruplar arasında en gösterişli ve uyumlu olanı. Never Stop II canlı kaydedilmesini dilediğim albümler kütüphanemde yerini aldı.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 22 Ekim 2018, Salı
(Fotoğraf: Tuncel Gülsoy)
28. Akbank Caz Festivali’nin bu sene "Fransız Rüzgarı” ismini verdiği bölümde yer alan Rémi Panossion Trio Akbank Sanat’ta sahne aldı. Panossian, söylediğine göre yalnızca bir saat önce gelmesine rağmen tabir yerindeyse sahnede soluklandı. Konserin uzun bir bölümüne basçı Maxime Delporte’ın basında ve ses sistemindeki teknik sorunlar damga vurdu. Kâh monitöründen az ses geldi kâh parazit yaptı kâh cızırtı geldi. Neyseki ekip 10. yıllarını kutladıkları için espiriler, seyirciye takılmalar, hatta mini bir “moon walk” gösterisiyle dahi dikkati uyanık tutmanın yolunu bulacak profesyonellikteydiler.
Rémi Panossian Trio’nun müziği İstanbul’lu dinleyicinin seveceği bir müzik. Akbank Sanat’ın kompakt salon kimyasına iyi uyan formlardan biri piyano trio formu. İlk başta, bu salonda sezon boyunca sıklıkla izlediğimiz Avrupa müziği ekiplerinden bazılarına benziyor olduklarını düşündüm. Biraz daha düşününce, sadece Kuzey Avrupalı gruplardan sesler değil müziğin kimyasına benzerlik gösteren pek çok gruptan da sesler geldi. Benim radarıma Colin Vallon Trio, Phronesis, The Bad Plus, Trio Elf ve Gogo Penguin’den izler takıldı. Mütemadi tekrarlar, davul kasnağınıyla zillerde dolaşan bagetlerin yarattığı groove ve melodik piyanonun tuşesi Avrupa müziğinin sıklıkla başvurduğu ses kütüphanesinden kullanılan sesler olduğu için benzerlik hissediyordum ama grubun özgün sesi ve dinamiği olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Albüm kayıtlarında akan pürüzsüz sesler canlı performansta tüm çıplaklığıyla yeri geldiğinde hatalarıyla karşımıza döküldüğünde bana daha da keyif verdi. Özellikle davulcu Fred Petitprez’in vücut perküsyonundan ve fırça kullanışından çok etkilendim. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse Akbank Sanat’ta iki akşam önce izlediğimiz Shinya Fukumori konserinde melodinin zaman zaman ağırlaşan hissi bu sefer ‘siyah giyen güler yüzlü adamların’ sahneyi gayet güzel doldurduğunu ve dinleyicilerde konser sonrası albüm imzalatma şevki yaratacak tatmini yaşattıkları övgüsünü paylaşabiliriz. Rémi Panossian’ın konserde söylediğine bakılırsa büyükannesi Türkiye’de doğmasına rağmen kendisi ve arkadaşlarının buraya ilk ziyareti olmuş ve bana sorarsanız son ziyaret de olmamalı.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 21 Ekim 2018, Pazar
Remi Panossian Trio (Fotoğraf: Sedal Antay)
Till Brönner’in turnesinin adı “The Good Life”. İki yıl önce çıkardığı albümün adı. Hâlâ bu isimle turnede ama bu sene yeni bir albüm daha yayınladı; “Nightfall”. Bu son albüm sadece trompet-kontrbas ikilisinden ibaret. Brönner, konsere yeni albümden başladı ama ilk parçanın ardından “The Good Life” ile devam etti. Bas ve flugelhorn. Etkili ikili. Romantik. Duo albüm kaydında basta Dieter Ilg vardı ama konserde bir başka isim Christian von Kaphengst sahnedeydi. “The Good Life” kadrosu tümüyle Amerikalı ve ünlü isimlerle kaydedilmiş. Gitarda Anthony Wilson, piyanoda Hammond organisti Larry Goldings, bas-davul ikilisinde Amerikan caz sahnesinin iki büyük rhythm-section’cısı John Clayton ve Jeff Hamilton vardı. Bu kadro aynı zamanda Diana Krall’ın kadrosu ki Brönner ile Krall’un müzikleri arasındaki benzerliğe bakarsak gayet anlaşılabilir bir durum. Kuşkusuz 28. Akbank Caz Festivalinde albümde yeralan kadroyla sahnede olsaydı büyük olay olurdu ama Avrupa turne kadrosu da oldukça tecrübeli, kaliteli bir ekip. Bilhassa gitarist Torsten Goods`u beğendim. Tenor saksofondaki Mark Wyand da öyle. Bu ikili kendi albümlerinde neler çalıyorl diye merak ettim Brönner’in müziğinden pek farkı yok.
Till Brönner (Fotoğraf: Leyla-Diana)
Daha önce dinlerken albümün adı dikkatimi çekmemişti ama bilet dahil her yerde yazınca “The Good Life”tan kastı ne acaba diye merak ettim? Müzik olarak bana lüks tüketim reklam cingıllarını hatırlatırken bir yandan kabarcıklı elektronik seslerin eşlik ettiği ortam ambiyansının Manhattan nightlife görüntülerini andırması gibi bir tarif size de fikir verir sanıyorum. Ama bu kadar değil, haksızlık etmiyim. “The Good Life”tan kastı daha geleneksel bir tavra yönelik. Atmışların Copacabana plajlarından, Catherine Deneuve’lü Cherbourg Şemsiyeleri (Les Parapluies De Cherbourg), Audrey Hepburn’lü (Breakfast at Tiffany) romantizmine, o dönem şampanya köpüğü filmlerin Henry Mancini, Michel Legrand’lı bestelerin dönemine, altmışlar, yetmişler pop caz soundu ve bu döneme bir de Paul Newman’lı (Paris Blues) filmini ekliyim (Louis Armstrong’un orkestrasıyla Paris’te Newman’ın çaldığı caz klübünü bastığı neşeli sahneyi izlemeyi unutmayın).
Till Brönner ve Mark Wyand (Fotoğraf: Sedal Antay)
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yoğun çağrışımlı bu müziklerin seveni çok. Başta Tilt Brönner tüm ekibin dinleyiciyi ‘ayartan’ artistik icraları sahneyi izleyiciyle heyecanlı bir salona dönüştürmesi kaçınılmaz. 28. Akbank Caz Festivali ikinci gününde kalabalık ve coşkulu bir konsere sahne oldu Brönner ve arkadaşları sayesinde. Tecrübeli sanatçının konser esnasında söylediği gibi kendisini daha sık konsere çağırmamız mümkün olur mu bilmiyorum ama burada bir dinleyicisi olduğu kesin.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 20 Ekim 2018, Cumartesi
Till Brönner ve orkestrası (Fotoğraf: Sedat Antay)
Dün ne güzel bir gündü oysa. Sonbahar. İstanbul. Yağıp yağmamakta kararsız bir yağmur. Şehrin kendine has kaosu [herkes kendince haklı olarak nefret eder ben niyeyse severim bu kaosu]. Şehrin kalbi. Taksim. Yetmişiki milletten insan. Çarpa çarpa yürürken bir kişinin yüzü bile kalmıyor aklımda. Tek bir hedefim var; birazdan başlayacak 28. Akbank Caz Festivali ilk konsere vaktinde ulaşmak. İlk kez dinleyeceğim bir müzisyen. Japon Shinya Fukumori. Henüz genç br müzisyen. Otuz dört yaşında. “For 2 Akis” albümünü bu yıl çıkardı. İnanmayacaksınız ama aylar önce albümün kapak fotoğrafını gördüğümde bana Ara Güler’in İstanbul fotoğraflarını hatırlatmıştı. Gece ölüm haberi gelecek olan Ara Güler’in. Bunca güzel başlayan gece nasıl da iç burkan geceye dönüştü bir anda. Oysa, Matthieu Borde’nin tenorundan yayılan pes tonlar hangi ustaları çağrıştırıyor oyununu oynamıştım konserde. Basçısı olmayan trio cesur bir karar gelmişti bana ama konser başlayınca ilk üç parça bas olmadığını farketmemişim bile. Melodinin kristalize hali dikkati çekiyordu. Caz festivallerinde duymayı istediğimiz sesler bunlar. Fukumori tipik bir davulcu sayılmaz, davulu ‘çalan’ değil fırça-baget tıklayarak dolaşan biri. Melodinin zaman zaman ağırlaşan hissi estetik bayağılık/baygınlık sınırlarına varsa da stilize melodiler şahsiyetli icralarla kendi estetiğini buluyor.
Akbank Sanat’tan çıkarken Beyoğlu’nun az önceki müzikten habersiz kalabalığı karmakarışık akıp duruyor. Sonbaharın sembolü kuzu kestane olmazsa olmaz. İşte, yine Ara Güler anları. Gecenin ışıkları birbirine öyle karışıyor ki. Taksim-Bostancı minibüsü aşina simalarla dolu. Eve geliyorsun ki birbiri ardına acil haberler. Cep telefonları çınlıyor, televizyonlar kırmızı acil bantlarla dolu; Ara Güler ölmüş. İstanbul’un en iyi bluescusu, en usta baladcısı, bu şehrin şiirini deklanşörüyle yazmış adam ölmüş. Ben de kendimce tarihe not düşüyorum. Üzüntüm sanki Ara ustaya değil kendime. Onunla bir parçamın yokoluşuna. Bir çoğu benim da hayatta olduğum yıllarda çekilmiş fotoğrafların solmasına. Hiç değilse buraya not düşmüş olayım. Ara Güler ve Shinya Fukumori’nin müziği dün akşam bir şekilde kesişti. Ben buna tanık oldum. Bu şehir bunu bize verdi. 28. Akbank Caz Festivali başladı.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 18 Ekim 2018, Perşembe
(Fotoğraf: Sedal Antay)
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.