Ben ona Morgan diyordum

Ben ona Morgan diyordum

Ben ona Morgan diyordum


Hayatta dibe vurduğunuz zamanlar olur. Yaratıcılığınızı kaybettiğiniz, sorunlar yaşadığınız dönemler. Alkol, uyuşturucu gibi bağımlılıklar bünyeyi fazla yorar ve zorlar. İnsanız sonuçta, hata yaparız. Kendinize olan güveninizi kaybedersiniz. Sonra bir yerlerde bir yıldız belirir. Daha doğrusu bir gökkuşağı. Siz ise bir güneş. O da sizin ışığınızla beliren gökkuşağı. Özeldir... Değerlidir. Birdenbire çıkagelir ve kaybettiğinizi düşündüğünüz özgüveni yerine getirir. Dosttur, yol göstericidir, en yakınınız oluverir. Sevgi ve güven verir. Sorunlarla nasıl başa çıkacağını bilir, sessiz bir gücü vardır. Bir şekilde hayatınızı avuçlarına terk edersiniz. Hayat sizi o güzel kişiyle aynı yolda yürümeye yönlendirir. Bu yolculuğa bile isteye çıkarsınız. Yeteneklidir, iletişim becerileri kuvvetli, fiziksel olarak çekici. Sizin için yapabileceği her şeyi yapar. Yaşadıklarınız bir rüya gibiyken bu maceranın nasıl bir sonlanacağını bilemezsiniz.



Lee Morgan


Caz dünyasının önemli hazinesi Lee Morgan birçok müzisyenin hayatı boyunca ulaşamayacağı, nesiller boyu hatırlanacak müzikal bir ton ve üslup yakaladı. Genç yaşında Dizzy Gillespie ile beraber aynı sahnede çalarken müzikal olarak boy ölçüşen, geri adım atmak bilmez kararlılığıyla daha otuzlarına bile ulaşmadan adından çok söz ettiren caz trompetçisi Morgan bu büyük yükselişin faturasını keskin bir düşüşle ödemişti. Tam bir dibe vuruş. Uyuşturucuyla tanıştığı sıkıntılı dönemde etkileyici bir kadınla tanışmıştı. Kapısı arkadaşlarına açık, dışa dönük, müşfik bir kadın. İyi anlaştılar. İsmi Helen idi. Lee Morgan’ı adeta yeniden toparlamıştı.


Müzisyenlerin hayatının konu edildiği belgeselleri sever misiniz?


Bir müzisyenin hayatı ilgi çekici olabilir mi? Trajik hikayeler abartılı duygusallıktan uzak aktarılırsa mümkün. İsveç’li yönetmen Kasper Collin, genç yaşta karısı tarafından vurularak öldürülen trompetçi Lee Morgan’ın eşi Helen Morgan’la tanışmadan önceki günleri ve birlikte geçirdikleri zamanı konu alan bir belgesel çekmişti geçen sene. Morgan’ın müzisyen dostlarının onun hakkında bahsettikleri ve Helen Morgan’ın ölümünden çok kısa süre önce tesadüfen yaptığı bir röportaj kaydından yola çıkarak kurgulanan belgeselde kendinizi konunun içinde hissedeceğiniz bir atmosfer yaratılmış.



Wayne Shorter ile


Yönetmen Collin, cazseverler tarafından 2005 yapımı “My Name Is Albert Ayler” belgeseliyle tanınmıştı. Son çalışması “I Called Him Mogan” Venice Film Festival, Telluride Film Festival, Toronto International Film Festival, New York Film Festival ve BFI London Film Festival olmak üzere bir çok önemli festivalden davet aldı.


Dostları Lee Morgan`ı anlatıyor


Lee Morgan’ı dönemin öncü müzisyenlerinden biri yapan özellikleri arasında kendine güveni, şık icra ve tarz sahibi olmaya gösterdiği özendi. Gömlek, kravat, deri ceket, ayakkabı cilası. Tarzı olan bir adamın kendine özen göstermesi gerektiğini iyi bilirdi. Belgeselde Morgan’ın ardından giyim kuşamından, hayatla kurduğu ilişkiye dair pek çok anekdot, nefis ve veciz esprilerle sahne yoldaşları ve sırdaşları Wayne Shorter, Jymie Merritt, Bennie Maupin, Paul West, Billy Harper, Al Harrison tarafından anlatılıyor.



Morgan’ın 33 yaşında hayatını kaybettiği son gün New York’da yoğun kar yağışı varmış. Belgeselde New York’un üzerine yağan kar görselleri ölümün soğukluğuyla izleyiciyi yüz yüze getiriyor, soğuk akşamı iliklerinize kadar hissetmenizi sağlıyor. Zaman zaman kendinize “yan yana uyuduğunuz insanı kaybeder ya da kaybına bizzat siz sebep olursanız ne hissederdiniz?” ya da “En yakın dostunuzun öldüğü mahalleye bir daha gidebilir miydiniz?” sorularını sorduruyor. Vicdan muhasebesine sevk ediyor. Dostlarının ağzından konunun bilinmeyen noktalarını dinledikçe öylece oturup ekrana bakakaldığınız anlarda yakalıyorsunuz kendinizi. Ben, bir seferden daha fazla izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, dikkatinizden kaçan bir bölüm bir sonraki izleyişinizde konunun değerli bir parçası olarak karşınıza çıkabiliyor.


Kaybedişin arkasındaki hikaye


Bu kaybedişin “yokoluşun” ardında iki hikaye vardı. Gidenle kalan arasındaki ilişki, pişmanlık, mental arınma ve mutsuzluk sonrası kabulleniş dengeli bir anlatıyla kaleme alınmıştı. Helen Morgan’ın belki de müzik tarihini değiştiren olaylardan biri olan bu cinayetin ardından itirafları, yaşamla başa çıkışındaki metânet ve yüzleşme fikirleri, müzisyen, yönetmen, oyuncu olsun ya da performans sanatçısı olsun farklı disiplinlerde fikir insanlarının yaratıcılık krizi anlarında sığınak olarak saklanabilecekleri türdendi.


Blue Note firmasının ihtişamlı dönemlerinde caz imparatorluğunun öncü müzisyenleri Art Blakey, Bobby Timmons, Wayne Shorter, Larry Ridley, Hank Mobley gibi Blue Note caz kültürü efsanelerinin o günlerde kayıt stüdyolarında ve kulüplerde çalarken yaşadıkları hızlı hayatın eşsiz fotoğrafları da belgeselin çekici yönlerinden biriydi. Tabii ki dönemin en muhteşem müziklerinin fotoğraflara içiçe geçişmesi ve bazı fotoğrafların çekildiği anda yaşanan hikayeleri cazseverleri keyiflendirecek türden.


Neye inanıp, neye inanmayacağınızı bilemediğiniz, şeytanların melek kılığında yaşamdan dakikalarınızı çalarak kendini farklı tanıttığı bir dönemde gerçek bir hayat hikayesinin etkileyici ve inandırıcı anlatımı için "I Called Him Morgan" belgeselini izlemenizi tavsiye ederim.


Burak Sülünbaz


Cazkolik.com / 16 Kasım 2017, Perşembe


BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Burak Sülünbaz

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.