Bu yıl, 21. İstanbul Caz Festivali, yalnızca bu yılın değil festival tarihinin en önemli konserlerden biri olan Brooklyn`li besteci ve Big Band şefi Darcy James Argue`nun Secret Society konserine sahne oldu.
Öncelikle, konserin prodüksüyonu hakkında bilgi vermekte fayda var. Darcy James Argue`nun Secret Society`si 19 kişilik bir orkestra ve konser Sabancı Müzesi The Seed salonundaydı. Big Band, nisbeten sınırlı alana sahip sahneye kompakt bir şekilde yerleşmeyi başarmıştı. Salon kalabalık ve iyi bir konser için her şey müsaitti. Konseri, Açık Radyo`da Aşağı Mahalle programını hazırlayıp sunan ve gerçek bir Secret Society uzmanı Ümit Baykara ve eşiyle izliyorduk. Konser notlarını yazının devamına saklayalım ama konser sırası bir ara sevgili Ümit, "bu konseri festivale kim önerdiyse tebriklerimi iletmek istiyorum" diye fısıldadı. Bu notu aklıma yazıp çıkışta rastlamayı umarak ilk fırsatta sevgili Pelin Opçin`e biriken tebrikleri iletmek istiyordum ki çıkışta Opçin`in de bize doğru geldiğini gördüm. Üzerinde hâlâ konserin heyecanı vardı. Hemen tebrikleri ileterek merak ettiğimiz bir başka ayrıntıyı sordum. Secret Society kalabalık bir topluluk, tek bir konser için bunca müzisyeni sponsorla dahi Amerika`dan getirip-konaklatıp-götürmek zor, sevgili Pelin nasıl oldu bu iş? Sorunun cevabı tecrübeli festival yöneticilerinin deneyimleri hakkında bize ipucu vermiş oldu. Bu grubu festival izleyicisi için mutlaka getirmek isteyen yönetim hemen Avrupa`da aynı tarihlerde festivalleri olan yönetimlerle temasa geçip grubun buraya kadar gelmişken birkaç festivalde daha çalmalarını sağlayıp konser giderini erişilebilir boyuta çekmeyi başarmış ve biz de bu önemli konseri bu sayede festivalde izlemiş olduk.
Bizler burada belki pek farkına varmadık ama New York merkezli caz dünyası bir kaç yıldır genç orkestra şefinin yaptıklarıyla çalkalanıyor. Sadece müzik çevresi değil, tüm sanat çevresinin gözlerini bir anda üstüne çeken Darcy James hem grubu hem ilk albümü "Infernal Machines" ile hayli cesur çıkış yapmıştı. Çok değil, bir kaç yıl önce… Açıkçası, tüm o Big Band geleneğini 21. yüzyıl için bir anlamda yeniden inşa eden genç müzisyen geleneğin özelliklerini ve orkestral yapıyı muhafaza ettiği gibi günümüzün enstrümental modernizmini de müziğine katmayı başarmıştı.
İlk albüm sonrası herkeste yeni bir merak başlamıştı, ilk albümün sarsıcı etkisi ikinci albümde nasıl bir müziğe evrilecek? Geçen yıl sorunun cevabı ortaya çıktı. "Brooklyn Babylon" bir çok eleştirmen tarafından başyapıt olarak karşılandı.
Darcy James Argue yeni albümünü bir anlamda soundtrack gibi kaydetmiş. Albümün modernizmi yanında bir de `story teller` yanı var. İşin multimedya kısmında çizgi dünyasının önemli bir ismini, son yılların gözde sanatçılarından Sırp Danijel Zezelj ile işbirliğine giden sanatçı Brooklyn`li bir marangozun o sıralar Brooklyn`e yapılmakta olan ve dünyanın en yüksek kulesi olacak Tower of Brooklyn`in tepesine bir atlıkarınca yapmasının hikayesini anlatıyor. Tabii, bu yapılacak olan sadece bir atlıkarınca değildir, işin içinde insanî hasletlere dair karmaşık mesajlar, komşuluk, mahalle ve çevre ilişkileri ile marangozun işine olan sadakati yanında ilişkilerine olan yaklaşımının da sorgulanıp ön plana çıktığı bir çeşit yolculuk hikâyenin temasıdır. Zezelj`de çizeri. Müziği dinlerken konuyu bilmeyen birinin dahi müziğin sürükleyici seviyesine kapılıp gitmemesi mümkün değil. Darcy James`in bu zamansız başyapıtı farklı bölümlerden oluşan bir beste. Aşağıda Zezelj`in albüm için yaptığı çizgi film bu hikayeyi aslında iyi anlatıyor.
Darcy James, Duke Ellington, Count Basie, Thad Jones`ların Big Band geleneğinden aldığı mirasa eklediği klasik dokulu minimalizm ile yeni ve modern enstrümanların farklı sesleri, kimi zaman gürültüleşebilen soundlar ve güçlü solo dokunuşlar, trompet, trombon, saksofon gibi nefeslilerin yeniden kendini gösterdiği güçlü geri dönüşlere sahip. Darcy ve Zezelj`in bir çeşit metropolis öyküsü anlatan `Future Brooklyn` projesinde insanlığı ait şeylerin yanında bireysel kaoslar ve karmaşa tüm bu eski moda Big Band geleneğine inşa edilen tümüyle yeni seslerin dahliyle şaşırtıcı bir etkiye kavuşmuş. İşte, o yüzden diyoruz ki, İstanbul Caz Festival`leri tarihinin en heyecan verici konserlerinden birini 11 Temmuz gecesi izledik. Umarız siz de oradaydınız.
Cazkolik.com / 30 Temmuz 2014, Çarşamba
10 Temmuz 2014, Perşembe
Konser izlenimlerini eğer hemen ertesi gün yayına girerseniz eğer genellikle sahne-konser-performans ve yakın çevre etkilerinden sözedersiniz ama bu günlükteki gibi konserden günler sonra yazma durumunda kalırsanız, bu kez konserin geniş halkalara ulaşan çevre etkilerini daha iyi gözleme şansına kavuşursunuz. Biz, burada her ikisini de yapmaya çalışacağız. Hem konseri yerinde izleyen arkadaşımız Burak Sülünbaz`ın sıcağı sıcağına tuttuğu notlara değinecek hem de kulağımıza çalınan, gözümüze değen dinleyici notlarına kulak kabartacağız.
Aslına bakılırsa konser ve Katie Melua ile ilgili düşünceler -benzeri pek çok konserde olduğu gibi- sanatçıyı iyi tanıyanlar ile tanımayanlar arasındaki farklardan oluşuyor ve gördüğümüz kadarıyla, evet, Katie Melua`yı tanıyan epey müziksever var ama -mesela geçen yıl Esperanza Spalding konserinde olduğu gibi- ismini & resmini & güzelliğini bilen, kendini bir şekilde ona yakın hisseden ama maalesef aynı oranda müziğine aşina olmamış / olamamış bir dolu müziksever de var.
Konserden bir gün önce bir müzik markette düzenlenen imza törenine katılan Katie Melua en sıcak fotoğrafları burada verdi. Gençliği, güzelliği, zerafeti ve sakinliği dikkat çekiciydi. Konserde sahneden kurmadığı ilişkiyi imza gününde kurmaktan çekinmemişti. Hatta, 8 yaşındaki küçük hayranın isteğini kırmayarak üçüncü albümünden uzun süredir seslendirmediği bir şarkıyı seslendirmesini imza günü izleyicisi çok cana yakın buldu.
Konserde ise Gürcü kızı Ketevan`ın şarkılarını yakından takip edip her şarkıda sözlere eşlik edenlerle içinde bulunduğu konsere yabancılaşanlar hemen ayıredilebiliyordu. Bir kere kız çok sakin, sahnesi şov sahnesi değil ama nerdeyse her parçada farklı bir sound yaratabilen, nerdeyse her şarkıda değiştirdiği gitarlarıyla dikkat çekerken durduğu yerde, fazla hareket etmeden söylediği şarkılarla nasıl böyle güzel bir etki yaratabildiğini düşündüren biriydi. Bir yanıyla da hani evinizde, çevrenizde sesi güzel çocuklar vardır ve her fırsatta ona şarkı söyletirsiniz, öyle de bir hali vardı genç Ketevan`ın.
Yaklaşık bir buçuk saat süren konserde sekiz farklı gitar kullanan Melua konser bitimi bir kez bis yaptı ama üç şarkı söyledi. Gerçi hemen konser bitimi bir grup izleyici Açıkhava`yı terketmeye başlamıştı, kalanlarsa her şarkıda eşlik edenlerdi. Konserde "Spider`s Web", "Dedicated to the One I Love", "A Moment of Madness", "Spooky", "Chase Me", "Spellbound" gibi parçalarını seslendiren Melua biste "Nine Million Bicycles", "I Cried for You" ve Janis Joplin"den "Kozmic Blues"u seslendirdi. Bir hayranının söylediğine göre kahverengi güzel gözlü kız en azından onu sevenleri yeniden hayran bıraktırarak gitti. Ama son not olsun, şunu da söylemeden geçmeyelim, sevenlerinin dahi ortak olduğu fikir ise sahne kıyafetlerinin beğenilmemesiydi. Bunların yanında bizim Cazkolik olarak fikrimiz ise Gürcü`lerin ünlü, naif bir ressamı vardır, bilen bilir Pirosmani`nin resimlerindeki çekicilik ne ise Gürcü kızı Ketevan`daki cazibe de o idi.
Fotoğraflar: Emre Mollaoğlu
Cazkolik.com / 18 Temmuz, 2014 Cuma
21. İstanbul Caz Festivali`nin en çok merak edilen konseri hangisi diye sorsanız bir çok kişi size mutlaka Hugh Laurie ismini söyleyecektir. Bunda şaşılacak bir şey yok, adamın caz ve blues`un çok ötesinde bir ünü var. Elbette ününün büyük bölümü oynadığı TV dizisindeki rolden geliyor ama bizde belki daha az bilinse de o bundan önce de tanınan bir oyuncu, aktör, şovmen ve komedyen ve daha bir çok şeydi. Dr. House sadece onu dünyanın en ücra köşesinde bile ünlü biri yaptı.
Cazkolik yazarı Cenk Akyol sanatçıyla ilgili yazısında (ki hala yayında, okumak için tıklayın) ünlü sanatçıyı "Yetenekli Bay Lauire" diye anlattı ve eski dostu Stephen Fry`ın tabiriyle "üzerine ne fırlatsan onu hemen alıp çalabilecek kadar yetenekli" olarak tanımladı. Konseri izleyen arkadaşımız ve yazarımız Sami Kısaoğlu ise "adam zaten büyük bir şovmen... Tango yaptı, gitar çaldı, şarkı söyledi, esprilerini ardı ardına patlattı, orkestrası ayrı bir harikaydı, gitaristi eline telle ne geçerse çalabiliyordu, aynı şekilde nefesli çalan da öyle... Ya sahne dekoru? Masa lambaları, halılar, köşe lambaları, sahnenin ortasına inen koca bir avize... Hepsi çok hoştu..." diyerek gördüklerini coşkuyla anlatıyordu. Sevgili Burak Sülünbaz ise konserin gördüğü mükemmel ilgiden etkilenmiş, Açıkhava`yı en son Tarkan konserinde bu kadar dolu görmüştüm diye not göndermiş ve eklemiş; "festivalin ana amaçlarından biri caz ve blues`u çok daha geniş dinleyici kitleleriyle buluşturmak olduğuna göre bu kadar popüler bir ismin büyük ilgi gören konseri tam bir nokta atış olmuş."
Madem günlüğün bu kısmını yayına girmekte geciktik o halde konser sonrası izlenimlerden dikkatimizi çeken yorumlara da göz atalım, daha doğrusu sadece birine. Sabah yazarı Emre Aköz (ki iyi bir caz dinleyicisidir) işe başka açıdan bakmayı tercih etmiş ve konser sonrası yazısında ünlü ve başarılı sanatçıları yakından tanımayı ister misiniz diye bir soru ortaya atmış. Aslında bu soru bir çoğumuzun aklına gelmiştir. Aköz ben istemem diyor, sebebini de tahmin edeceğimiz bir gerekçeyle izah ediyor, o kadar beğendiğim birini kişisel olarak tanıdıktan sonra acaba aynı insan olarak sevebilecek miyim? Binbir türlü tuhaf halleri, onaylamayacağım bir dolu huyu, tavrı olabilir. Yaratıcı insanların yanyana olduğunuzda muhayyilenizdeki insan olması mümkün mü? Bu yorum da konser sonrası notları arasında ilgi çekeni oldu.
Hugh Laurie gecesine ilişkin son not ise sanatçının çok övündüğü -ve haklı olduğu- orkestrasıyla ilgili olsun. Cenk grubun isminin "sağlam ayakbabı" anlamına geldiğini yazısında yazmıştı, grubun tamamı enstrümanlarında oldukça profesyonel isimler. Zaten Laurie`de bunu konserde "merak etmeyin, dünyanın en iyi orkestrası Copper Band`ın emin ellerindesiniz" diye izah etmişti. Laurie alamet-i farikası sayılabilecek sahneden izleyicilerle diyalog hatta karşılıklı takılma, laf atma konusunda da rahat ve hazır cevap, hatta teşvik eden biri. Yoğun ve dinmek bilmeyen alkışlar arasında bis için sahneye geldiğinde dünya kupası yarı final maçlarına gönderme yaparak "sizi daha göndermeyeceğim" diye takılması gülüşmelere yol açtı.
9 Temmuz Çarşamba gününün bir diğer konseri; Timuçin Şahin Quartet feat. Escreet, Rainey, Brewer aynı anda Açıkhava`daki Hugh Laurie konserinin popülaritesi İstanbul`u aşıp Türkiye`yi sarmışken kendine hakettiği yeri aramakla meşguldü. European Jazz Club bu sene de birbirinden etkileyici isimlerin konserlerine sahne oldu. Avrupa`da geçirdiği yılların ardından son dönem yerleştiği New York`ta modern caz sahnesinin kalbinde kendine ait kısmı hemen sahiplenen caz gitaristi Timuçin Şahin özellikle doğaçlama caz alanında birlikte çalıştığı isimlerle kaydettiği son albümü Inherence ile övgü dolu yorumlar aldığı gibi festivallerin de aranan isimlerinden oluyor.
Salon`da sahneyi birlikte paylaştıkları John Escreet genç bir caz müzisyeni, 32 yaşındaki piyanist ve besteci ilk albümünü yayınladığı 2008 yılından beri Amerikan caz basınının gözdelerinden olmayı başardı. Geçen Mayıs yayınladığı ve tümüyle doğaçlama caza yer verdiği yeni albümüde oluşturduğu ekip (John Hebert, Tyshawn Sorey ve Evan Parker) sahnede `open-ended` (sınırlanmamış, ucu açık) tarz çalıyor.
European Jazz Club konserleri cazın bugününü ve geleceğini şekillendiren etkileyici isimlere yer verdiği için her sene bu konserlerin artan önemini vurgulamayı görev kabul ediyoruz. 9 Temmuz Çarşamba Salon konserinden elimizde mevcut video kaydı yok ama aynı isimlerin 6 Mart`ta kaydettikleri videoyu aşağıda izleyebilirsiniz.
08 Temmuz 2014, Salı
Peki, ya Mehliana projesini izledikten sonra bir çift kelam etmeyecek miyiz?
Çift konserli bir festival gününde daha önce en son Bahçeşehir Kültür Sanat Merkezi`nde ebedi arkadaşları Larry Grenadier ve Jeff Ballard`la izlediğimiz Brad Mehldau`yu bu kez Mark Giuliana`lı "Mehliana"da dinledik. "Taming the Dragon" projesi ikilinin co-wrote dengesi çok iyi kurulmuş bir karışım. Mehldau`nun melanj keyboard soundları, ritmik dokular, eklektik müzikal tarzlar, elektronik ve sonik soundlar melodilerin kendisi ve doğaçlama pasajların kaçınılmazlığı kadar önemli ve milimetrik dokulara kadar inen bir çalışma. Özellikle Mehldau`nun fender rhodes`ları fütüristik caz & funk tadlar üretiyor. İstanbul`dan sonra bu yaz sahne alacakları North Sea Jazz Fest. öncesi bizl cazseverler için zihin bulanıklığını gideren çok iyi bir müzikal tecrübe oldu. İkilinin çetrefilli bir lirizme uzandıkları yolculukta bizzat Mehldau`nun kendisinin de çok sevdiği, mükemmel bir armoni ustası olarak gördüğü Coltrane`den "My Favorite Things"e konserin bir bölümünde yer verdiğinde seyircinin tepkisi görülmeye değerdi. Bana göre, daha önce birlikte çalıştıkları Pat Metheny gibi Mehldau`da müzik evrenindeki gelişmeleri kendi paletinden okuyan, çağdaş cazın sözlük tanımının daha doğru yapılmasında kilit öneme sahip bir isim. Sahnede ona eşlik eden Guiliana`nın hem ritm hem de elektronik katkısı hiç kuşkusuz festivalin en kıymetli konser anlarından birine tanıklık etmemizi sağlıyordu. (Mehliana konser izlenimleri Burak Sülünbaz`dan.)
Festivalin ilk günlerinde günlüğü ertesi sabaha yetiştirebiliyorduk, konserlerin hızı ve yoğunluğu arttıkça son iki gündür ancak ertesi güne yetiştirir olduk… Heyecanı kaçmadan, etkisi kaybolmadan sıcağı sıcağına konser izlenimleri yayına devam.
Haliç`te caz konserleri fikri ilk konserden bu yana hep sıcak gelmişti, hala da öyle… Sanki birbirini çok iyi tamamlayan ikili… İleriki yıllarda Haliç çevresindeki mekanların daha fazla kullanımı umarız artar, daha doğrusu mekan sayısı artar… Koç Müzesi, Haliç Kongre Merkezi, Santralİstanbul, Tersane ve belki açıkhavada uygun olacak başka yerler adeta doğal doku uzantısı.
8 Temmuz akşamı çift konserli gecelerin bir diğerini daha izledik. Gecenin ilk konseri Brad Mehldau & Mark Giuliana ikilisinin projesi "Mehliana" ile ilgili izlenimleri bu yazının devamında arkadaşımız Burak Sülünbaz`ın kaleminden okuyabilirsiniz.
Chick Corea ve Stanley Clarke`ın Return to Forever`ı geçmişi kırk yıla uzanan bir grup. Yetmişlerde bir caz grubundan öte adeta bir pop, rock grubu kadar popüler olmuştu, albüm satışları günümüzle mukayese dahi edilemeyecek kadar çoktu. Aslına bakılırsa kırk yıllık bir geçmişten sözediyoruz ama grubun aktif olduğu yıl sayısı beş ya da altı yıldır, yetmişlerin başı ve ortası diyelim… Miles Davis`in "Bitches Brew" gibi albümlerinin başı çektiği yeni müzikal ortam sonrası Chick Corea`nın Circle ismiyle kurduğu Dave Holland, Anthony Braxton`lı orkestranın devamı gibi düşünebileceğimiz Return to Forever ilk albüm konsepti itibariyle daha latin müzik kökenli, Flora Purim`li, Airto Moreira`lı ve çok genç bir çocuk durumunda olan Stanley Clarke`lı albümü "Return to Forever"ı yayınladı. Zaten, geçen gece konserde çaldıkları ilk müzikler ve gecenin devamı da bir çeşit tarihsel izleği takip etti. Fark, artık elektrikli caz rock band yerine piyano & bastan oluşan akustik ikili olmasıydı. Konserin line-up`ı önceden tespit edilmiş olmalı ki parçaları ikili için yeniden düzenlemişler, piyano ve bas için.
Özellikle Stanley Clarke`ın basıyla yaptıkları konserin de ötesine geçti diyebiliriz. 2008`de grup yeniden biraraya gelip bir dünya turnesine çıktıklarında herkes neler olacağını merak ediyordu, 2008 sonrası dönemden bir de Romantic Warrior isimli bir albüm çıktı, o albümden de bir parçayı konserde dinledik. Avrupa ve Amerikan caz basınının bir kısmı projeyi ticari bularak eleştirmiş olsa da -ki aynı eleştiriler yeni akustik proje turnesi için de geçerli olabilir- dünya çapında hayranları tarafından ilgiyle karşılandı ve özellikle kendi kuşağı bağrına bastı.
2008 projesinin daha ufaltılmış ve ikili akustik hale gelmiş konserini hepimiz hayranlıkla izledik. Ustaların sofrasında şeflerin elinden çıkmış lezzetleri tattık ve iki büyük caz müzisyenini İstanbul`dan Avrupa yollarına uğurladık, yaz boyu festival festival şehir şehir dolaşacaklar ve bizden aldıkları ilk izlenimlere, ilk deneyime yenilerini ekleyerek yola devam edecekler.
Fotoğraflar: Fatih Küçük
Festival Günlüğü / 07 Temmuz 2014, Pazartesi
Pazartesi gecesinin ikinci konseri bu yıl cazseverlerin merakla beklediği dört önemli ismin projesiydi. Müzik yazarı Zekeriya Şen`in dörtlü için kaleme aldığı ve şu an Cazkolik`te yayındaki yazısında ünlü Avrupa festivali Jazz in Marciac`da aynı sahneyi ilk kez paylaşan dörtlü birlikte çalmayı sevince bu çalışmayı bir turneye çevirmeye karar verdiler diye dörtlünün proje arkasındaki süreci açıklıyordu (Yazının tamamını okumak için tıklayın). Konserlerinin her anında müzikleriyle dinleyiciye ulaşmayı başaran topluluğun dün geceki konser izlenimlerine gelin birlikte gözatalım.
Sahnede yetenekleriyle gözalıcı, sahne arkasında mütevazı
Gecenin heyecanla beklenen ikinci konserinde Manu Katché, Richard Bona, Stefano Di Battista ve Eric Legnini Santralistanbul sahnesinde oldukça kalabalık dinleyici kitlesiyle buluştu. Caz dünyasının hepsi tanınmış başarılı müzisyenleri birbirleriyle eğlenerek icra ettikleri müzik sadece dinlemekten değil sahne şovu isteyenleri de sevindirecek bir konserdi. Manu Katché`nin Stefano Di Battista ile işbirliği yaparak Richard Bona`ya müzikal çengeller ve bunu performansın akışı içinde ince ince yinelemeleri, Richard Bona ve Stefano Di Battista‘nın sempati toplamaları konserin hep hatırlanacak anlarını oluşturdu. Konser sonrası sahne gerisinde kısa bir süre sohbet etme şansı bulduğum Richard Bona 1-2 yıl önce bir mekan açılışı için Türkiye’ye geldiğini o performanstan sonra küçük bir mekanda oturup müzikseverlerle sohbet ederken çok keyif aldığını söylerken, Manu Katché ise `müzikseverlerle duygular paylaşmak, onların gözündeki enerjiyi görebilmek sahnede olmaktan sonra en keyifli şey` diyordu. Sahnedeki gözalıcı yetenekleri yanında sahne dışında da aynı oranda da mütevazı insanlar olan müzisyenler paylaşmaktan mutlu olan insanlar. Richard Bona`nın sesine sinmiş olan Afrika, Manu Katchê ve Eric Legnini`nin Avrupa tarz icraları ve son olarak Di Battista`nın Akdeniz sıcaklığıyla oluşan karışımı her grup üyesinin bestesinde doğasına uygun şekilde ses veriyordu. (Konser izlenimleri Burak Sülünbaz`dan)
Foto: Selçuk Polat
Festivalde bu sene `aynı gece-çift konserler` öne çıkıyor. Festivalin hemen ikinci gününden itibaren çift konserli geceler cazseverlere arka arkaya ve üç saati aşan müzikler dinleme imkanı buluyor ki bu bizim gibi cazkolikler için yoğunlaştırılmış dozda caz tedavisi anlamına geliyor. Dün gece yine benzer bir akşam yaşandı, bu gece de öyle olacak... Dün akşamın ilk sahnesi Giovanni Mirabassi Trio`ya aitti. Son bir buçuk ay içinde ikinci kez İstanbul`a yolu düşen İtalyan piyanistin post-bop piyanosu kulaklara zerafet ve ziyafet.
21. İstanbul Caz Festivali heyecanla beklenen akşamlarından biri dün gece Haliç kıyısı Santralistanbul`da önce italyanların son yirmi yıldır büyük beğeni toplayan isimlerinden Giovanni Mirabassi daha sonra çağdaş caz kulvarının beğendiğim dört müzisyeni Manu Katché, Richard Bona, Stefano Di Battista ve Eric Legnini konserleriyle vites düşürmeden devam etti.
Bu yıl festival beni olduğu gibi eminim hepimizi mutlu etmeye devam ediyor. Gecenin ilk konserinde Giovanni Mirabassi daha yaklaşık bir ay önce Akbank Sanat`ta Melanie Dahan ile izleyip piyanosu ve sempatisiyle ilgimizi çekmişti. Aradan fazla zaman geçmedi, dün gece bu kez kendi triosu ile sahnedeydi. İitiraf etmek gerekirse Haliç kıyısındaki Mirabassi konseri sırası ruhumu huzurla havalanarak adeta Kuzey İtalya`da, göl kenarında, sakin bir kasabada bir akşam üstüne doğru uçtu. Sanatçıya ilişkin hali hazırda “Yeni Bill Evans” ünvanı üzerine yakıştırılmışken, sahne dili ve icra tekniği ile festival sonrası iyi ki izlemişiz diyeceğimiz konserlerdendi. Hafif serin bir akşamüstü gün batarken cazseverler bir sonraki konsere de ruhen kendini hazırlarken Mirabassi doğaçlamaları, ince sızı gibi işlenmiş melodileriyle izleyicinin hayranlığını kazanmayı sürdürüyordu. Bu yıl sonu yayınlamayı planladığı albümün ardından bir de solo kayıt gerçekleştirme düşüncesi olduğu sahne arkası notlarımız arasına ekleyelim. (Konser notları Burak Sülünbaz`dan.)
Resimaltı: Günbatımı Haliç manzarasında Gionvanni Mirabassi Trio arkadaşımız Burak Sülünbaz ile
Dün gece, Children of Light turnesi Avrupa ayağının ilk konserinde 21. İstanbul Caz Festivali`ne konuk olan John Patitucci, Brian Blade ve Danilo Perez sanki virtüözler işte böyle müzik yapar dercesine sahnede boy gösterdiler. Danilo Perez damarlarında akan latin kanı yaptığı işten aldığı keyifle birleştirdi. Sık sık içten patlamalı kahkahalar, mırıldanmalar, sürekli hareket halindeki vücut dili izleyiciyi her an kendine çekiyordu. Patitucci ve Blade ise neredeyse dakika başı girdikleri irili-ufaklı doğaçlama pasajlarıyla sürekli kendilerini daha motive edici müziklerin peşinde koşan insanlar.
Bir çok cazsever eminiz Shorter`sız üçlünün müziğini konsere gelmeden önce merak ediyordu. Yok, sanatçıların tek tek albümlerini söylemiyoruz, onlar farklı bağlamda müzikler. Shorter`lı konserler Shorter`ın besteleri çevresinde dönüyor. Üçlünün kendi ritmi ise ebeveynleri olmayınca evde kafalarına göre takılan çocuklar gibi olmuş sanki. Serinden öte giderek soğuyan bir Temmuz İstanbul akşamında onları izleme şansı yakalayabilmiş cazseverler yalnızca Danilo Perez`in değil Patitucci ve Blade`in enfes müzisyenliklerinin keyfini çıkarttı. Karşılıklı `virtüözce şakalaşmalarını` zevkle izledi. Tempoyu nasıl artırdıklarını, konser boyunca en az iki kez kreşendo zirvesine nasıl çıktıklarını hayranlıkla takip etti.
İzlenimlerin bu noktasında dilerseniz gelin konserde olanları izleyenler için konserden sonra neler konuşulduğundan bahsedeyim size biraz. Daha önce tanışma şansı yakaladığım Perez ününü çok iyi taşıyan, son derece sıcakkanlı, profesyonelliğin üst seviyesine ulaşmışken ama amatör ruhunu asla yitirmemiş biri. Sahneden iner inmez "Ne geceydi" diye gülümsüyordu. Seyircinin enerjisi onları gerçekten etkilemiş. Onlara göre seyirciyi konsere katmaya çabalamaya gerek yok, zaten kendiliğinden oluveriyor. Kendi tabiriyle akıp gidiyorlar. Kendi aralarındaki sohbetlerde pasaj pasaj girdikleri güzel soloları hatırlatarak birbirlerine takılıyorlar. Yaşanan teknik sorundan hayıflanmadan sorunun kaynağının ne olduğunu tespit edip en iyi yaptıkları işe yani müziklerine odaklanıyorlar. Sonunda vardıkları sonuç ise zaman darlığından dolayı soundcheck yapamadan sahneye çıkmış olmaları ama sahnede sizde farketmişsinizdir bir anda sorunların müziğin kesilmesine izin vermiyorlar. Bu hiç kolay bir beceri değil. Profesyonellik bu noktalarda da öne çıkan bir tecrübe demektir. Benden sizlere iletmemi istedikleri bir teşekkür var ve bu konuda çok samimiler, Avrupa turneleri öncesi bu önemli isimlerin İstanbul`da önemli bir tecrübe kazanıp, iyi ile kötü müziği çok iyi ayırdedebilen Türk dinleyicisi karşısında kendilerini test etme imkanı bulduklarını ve bize her kültürden melodiler sunmaya çalıştıklarını söylüyorlar, hatta bir ara hafif bir Ortadoğu esintisi bile hissettiğimi söylediğimde Patitucci kökenlerinde Arap etkisinin yoğunlukla hissedildiğini ve onu bu akşam kendi müzikleriyle harmanlamak istediklerinin altını çizdi.
İstanbul seyircisi bize büyük moral ve enerji depoladı diyen Children of Light Trio üyelerini umarım birlikte ve farklı projeleriyle birkere daha dinleme şansı bulabiliriz. (Konser notları Burak Sülünbaz`dan)
Fotoğraflar: Kübra Karaçizmeli
Dün gece sahnedeki müziği dinleyip bir yandan tam Derrick Hodge ile Terence Blanchard arasında nasıl bir bağ var acaba diye düşünürken imdadımıza caz yazarı Thom Jurek yetişti ve noktayı koydu. İşin şakası bir yana biz bu bağı zaten 2011 yılında arkadaşımız Cenk Akyol`un yazısında kurmuşuz. Blanchard`ın gözde basçısı Derrick Hodge`ın "Nu" cazcı açmazından söz etmiş Cenk hatta. (Yazıyı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz)
35 yaşındaki basçı bir çok eleştirmene göre esasen besteci yanı daha güçlü. El`an öyle! Sevgili dostumuz Murat Beşer ise 21. İstanbul Caz Festival dergisinde Hodge için kaleme aldığı yazıda daha etkileyici bir tespitte bulunarak `büyüleyici Karayip zouk ritmiyle, helezonik illüzyonlarıyla sizi hemencecik içine çekiyor` diyor ki bu tarifin sonucu ortaya çıkan hüzün ve duygusal derinlik sahnenin hemen arkasında yükselen tam 130 yıllık eski Duyun-u Umumiye binasının taş duvarlarından bize yansıyordu.
Murat Beşer`in Karayip zouk ritmleri hatırlatması başarılı basçı Hodge`un müziğiyle ilgili bir anda bize anne baba tarafından Haiti ve Porto Riko asıllı graffiti sanatçısı Jean Michel Basquiat`nın trajik hayat hikayesi ve duvar resimlerini hatırlattı. Film müzikleri de bestelediğini bildiğimiz Derrick Hodge`un müziğinin ana teması sahip olduğu yoğun duygusallık, müziğinde kullandığı tekniği orijinalliği. Ondaki o yoğun duygusal potansiyel mutlaka böyle bir film müziğinde yerini harika bulur. Bizimki oturduğumuz yerden ürettiğimiz bir fantazi belki ama birbirlerinin karşılığını iyi bulacaklarına inanıyoruz.
Photo: Selçuk Polat
Dün gece "Caz için Tuhaf bir Yer"de sırasıyla Derrick Hodge ve Danilo Perez, John Pattitucci ve Brian Blade konserini izlediğimiz İstanbul Erkek Lisesi bahçesiyle ilgili özel bir kaç cümle sarfetmeden olmaz. Yukardaki fotoğrafta gördüğünüz manzara aslında her şeyi anlatıyor. 130 yıllık bu harika bina önce Duyun-u Umumiye idi galiba otuzlarda İstanbul Lisesi ya da bilinen adıyla İstanbul Erkek Lisesi, Alman Lisesi oldu. Festival yetkilisi dostlardan bildiğimiz kadarıyla dün gece hayran kalarak izlediğimiz konserlere ev sahipliği yapan bu harika mekan hiç de kolay temin edilmemiş. Milli Eğitim Bakanlığı uzun süre burayı konser için tahsis etmek istememiş ama ısrarlar ve ikna çabaları sonucu dün geceyi yaşayabildik. Her sene "Caz İçin Tuhaf Bir Yer" konseptine uygun bir yer bulmak hiç kolay iş değil ama bu konuda iyi bir araştırma oluyor ve caza uygun yeni mekanlarla tanışıyoruz. Acaba bundan sonra bu harika bahçede yeni konserler izler miyiz diye insan merak ediyor (bildiğimiz kadarıyla bu bahçede daha önce klasik müzik konseri oldu, zaten okul olduğu için okulun etkinlikleri oluyordur ama caz konseri olmamıştı) ama süreci bilince de herhalde kolay olmayacak diye not düşmek gerekiyor. Arkeoloji Müzesi bahçesinin tadilatta olması nedeniyle o bölgede caz konseri izleme ihtiyacını gerçekten mükemmel karşıladığını söylemek mümkün.
Cazkolik.com / 05 Temmuz 2014, Cumartesi
Sokakları iftar sessizliğine bürünmüş bir Ramazan gecesinde konsere yetişmek için acele etseniz de telaş etmiyorsunuz. Sokaklara öyle bir sükûnet gelmiş ama işte keşke İstanbul hep böyle olsa deyip de mutlu olmaya hazırlandığınız an aslında metro dahil tüm taşıma araçlarının da iftar sessizliğine büründüğünü farkedene kadar konserin ilk parçasını kaçırmış oluyorsunuz.
İlk parçanın bitip, alkışların başlayıp, içeri süzülüp bulduğumuz boş bir koltuğa kıvrılmayı beklerken kapının önünde o da geç kalmış Açık Radyo`dan bir programcı arkadaşla yıllar sonra karşılaşmanın şaşkınlığını yaşıyorsunuz. İşte o sırada içerden Zohar Fresco`nun sesi geliyor. Hiç tanımasanız dahi onun bir Musevi sesi olduğunu anlıyorsunuz. Sanki İbranice mırıldanır gibi.
Aslına bakarsanız, ara başlıktaki yargıyı anlamak için bir sonraki Tomasz Stanko konserini beklemek gerekmiş, zira Leszek Mozdzer konserini izlerken siz sahnede üç sihirbazı izliyorsunuz. Üç büyük virtüözü.
Leszek Mozdzer ve Tomasz Stanko arka arkaya… İki ayrı nesil, iki ayrı müzik… Ama ikisi de Polonyalı ve ayrı tarzların isimleri… Konserde bir ara aklıma geldi, Polonya cazı Avrupanın en köklü geleneklerinden birine sahip. Söyler misiniz, başka hangi ülkenin 60 yılın ötesine uzanan ve hala yayınlanan Jazz Forum gibi bir caz dergisi var. Türkiye Polanya ilişkilerinin bu yıl 600. yılı ve bu özel yıl biz cazseverlere dün geceki gibi harika konserler olarak geri dönüyor. Bir kere bunu bir not etmek lazım.
Ara başlıktaki espriyi konseri izleyen cazseverler hatırlamıştır. Leszek Mozdzer kendiyle barışık ve esprili bir virtüöz. Polonya isimlerinin telaffuzu tüm dünya dilleri için hayli çetrefildir, Mozdzer`in bu espriyi kendi ismi için yapması hoştu. Fransızlar, geleneksel olarak herkese olduğu gibi Polonyalılara karşı da hep ötekileştiricidir (tipik Fransız snobizmi), Polonya isimleri içinse `ağızda çakıl taşı varken konuşulan dil` derler ama müzikleri sarih, lirik, virtüöz ve ihtiraslı.
Zohar Fresco`nun kelimenin tam anlamıyla bizden biri olması, Mozdzer`in onun evinde olduğunu belirtmesi, tek bir defle neler yapılabileceğinin şaşırtıcılığı, davul ve perküsyon tanımının bu üst düzey yeteneklerle nasıl bir şekil alabildiğini ilk olarak Marilyn Mazur`u izlerken farketmiştik. Hatta o, Fresco gibi de değildi. Ne parmakları, ne elleri… Dün gece karşımızda Hintili tabla üstadlarına tabla dersi verecek inanılmaz biri vardı. Alkışlar ve tezahüratlar bu duyguyu fazlasıyla onaylıyordu.
Bu sabah Zohar Fresco ile arkadaşımız Burak Sülünbaz`ın konser öncesi yaptığı söyleşiyi mutlaka okumanızı tavsiye ederiz. Bizlere verdiği bir çok ipucu daha var o söyleşide.
Mozdzer Trio konseri nasıl farklı bir konser ise Tomasz Stanko konseri ise çok daha içine kapalı, quartet yalnızlığında bir müzikti. Stanko olunca böyle olması kaçınılmaz. Adamın müziği öyle zaten... Old School bir tarz, evet, bir dörtlü sanatı ama cazın ana damarına ait ne varsa üzerine bir de Avrupa duyarlılığı ekleyin kaçınılmaz şok sizi çarpacaktır. Bunu hissetmek için ise yapmanız gereken tek şey bir kaç parça `benim size sunacağım farklı bir dünya var` diyen sahnedeki adama konsantre olmak. O kadar! Ama maalesef olmadı. Her parça bitiminde öbek öbek ayrılan dinleyiciler bir süre sonra bulaşıcı hale geldi. Bu açıdan üzücüydü. Her fırsatta övdüğümüz İstanbullu caz dinleyicisine yakışmadı.
Hayatımın filmi çekilse ve fonda ne çalsın diye sorsalar hiç düşünmeden Mozdzer-Fresco-Danielsson derdim. Geçen akşam sahnede üç farklı müzisyenin yek vücut müziği vardı. Hiç kuşkusuz geçen akşamın en çok dikkat çeken, izleyiciyi en çok hareketlendiren isim salona yaydığı pozitif duygu dalgalarıyla perküsyonist Zohar Fresco oldu. Perküsyon setinin her milimetresinden farklı sesler çıkarabilen bu büyücü salondan yoğun alkış aldı. Danielsson her zaman sakin biriydi ama doğasındaki bilgelik gözlükleriyle üstüne daha da sinmişti. Hiç bitmesin istediğiniz konserlerdendi. Hafızamıza öylece kazındı.
Gecenin ikinci bölümünde sahneyi alan isim ise Avrupa ve dünya cazının efsanelerinden Tomasz Stanko`ydu. Üstâda sahnede Türkiye`de etkili bir hayran kitlesine sahip vatandaşları Marcin Wasilewski Trio eşlik ediyordu. Trio formatının bu özel üçlüsünün Tomasz Stanko`ya saygısını hissetmemek mümkün değildi, zaten Stanko`da trompetinden ayırdığı dakikalarla Marcin ve arkadaşlarının daha fazla çalması için gruba bol bol açık çek verdi. Konser sonrası kuliste kısa süre sohbet etme şansı bulduğum Stanko, Türkiye`de çok yoğun bir konser programı olduğunu bildiğini ve `bu ülkenin Ahmet Ertegün gibi bir mirasa sahip olup caza duyulan sevgi beni şaşırtmadı` dedi. Marcin Wasilewski ise ECM etiketiyle Ekim ayında süper bir albümün müjdesini vererek adeta beni bekleyin mesajı gönderdi. (Bu bölümün konser notları Burak Sülünbaz`dan)
(Photo Credits: Selçuk Polat)
Cazkolik.com / 04 Temmuz 2014, Cuma
Önceki gece açılış töreni ve konseriyle hızlı başlayan festivalin esas konserlerine dün gece kavuştuk. Programda cazseverleri iki farklı konser bekliyordu. Bize göre festivalin caz müziği bakımından bir çeşit labaratuvar işlevi de gören European Jazz Club konserleri kesinlikle ayrıca takip edilmeli. Cazkolik haberlerini takip eden cazseverler hatırlayacaktır, European Club konserleri bu sene hafif bir format değişimine uğradı. Bu seneye kadar yerli trio ya da quartet gruplarına yabancı bir solist eşlik ederdi, bu sene yurtdışından gelen trio ya da quartet gruplara bu kez bizden bir solist müzisyen eşlik edecek. Tıpkı dün gece açılışı yapan sevgili Cenk Erdoğan gibi.
Armağanların ilki elbette konseri... Uzun zamandır heyecanla bu konsere hazırlandığını biliyoruz. Konserden kısa bir süre önce telefonla konuştuğumuz başarılı gitaristin Thomas Encho ile buluşması ise oldukça ilginç gelişmiş, festival yetkilileri `Türkiye`den kiminle çalmak istersin` diye Thomas Encho`ya sorduklarında hiç düşünmeden müziklerini internet üzerinden ve YouTube`dan takip ettiği Cenk Erdoğan`ı seçmesi ilginç ve önemli bir not.
Fransız caz müziğinin ünlü kemancısı Didier Lockwood`un 26 yaşındaki oğlu Encho Thomas trio formatlı müziği ve son albümü "Fireflies" ile son yıllarda önemli çıkış yakaladı, caz ile karışık `chamber music` duygusuna sahip genç sanatçının Cenk`in ustalıklı perdesiz gitar ya da benzeri soundlarla trio`ya eşlik etmesiyle ortaya çıkan Doğu & Batı sentezi genç Fransız müzisyen için hayli heyecan verici bir deneyim oldu. Dün gece konser sonrası mesajlarla da olsa sevgili Cenk`le haberleşme fırsatımız oldu, nasıl geçti diye sorduğumuzda aldığımız cevap kısa, yorgun ama mutluydu; "Her şey çok güzeldi..."
Dün gece iki armağan birden aldı dedik, peki ikincisi ne? Sanatçının dün eline ulaşan yeni albümü "Kara Kutu". Bu albüm için de çok heyecan verici bir süreç yaşadığını yakından biliyoruz. Önce digital formatta yayınlanan albüm şimdi normal baskı ile yayınlandı. Oldukça şık bir tasarıma sahip albümün ismi Kara Kutu ama kendisi sade ve bembeyaz bir tasarıma sahip. Solo bir kayıt olan albüm hakkında yakınlarda daha geniş bilgilere yine bu sayfalardan erişebilirsiniz.
Ülkemizin yetiştirdiği en saygın müzik insanlarından Zülfü Livaneli bu yıl festivalin merakla beklenen konserine sahne oldu. Mevlana`nın şiirlerini ingilizce kaleme alıp bestelediği "Rumî Suite" Zülfü Bey`in yapmayı çok sevdiği ve gerçekten çok iyi yaptığına inandığınım büyük boyutlu çalışmalarından biri. Kendisiyle bir dönem birlikte çalışmış bu satırların yazarı bir kişi olarak Zülfü Bey`in caz müziğine olan sevgisinin tanığıyız ama kendi müziklerinde kullandığı bir form değildi. Şimdiye kadar... Tabii bu durumda Henning Schmidt Ensemble`ın, neyzen Burcu Karadağ ve vokalist Romy Camerun`un büyük etkisini belirtmeden geçmek olmaz, çünkü sahnede olanlar Zülfü Bey değil, bu müzisyenlerdi, Zülfü Bey sadece bestecisi... Geleneksel Türk müziği formlarıyla caz formlarının içiçe geçtiği "Rumî Suite" içeriğindeki felsefe, müziğindeki fusion ile hayli ilginç bir müzikal tecrübe oldu. Aşağıda arkadaşımız Burak sülünbaz`ın konser izlenimlerini okumanızı tavsiye ederiz.
Dün gece, Sepetçiler Kasrı`nın bahçesi, boğazın nefes kesen güzelliği ve Galata Kulesi ülkemizin yetiştirdiği en önemli müzik insanlarından, besteci ve yazar Zülfü Livaneli`nin Mevlânâ Celâleddin-i Rumî`nin nesilden nesile aktarılarak bize ulaşan selamını caz fusion stilinde yeniden şekillendirdiği ve 21 yıl önce Sivas`ta katliama uğrayan Madımak kurbanlarına adadığı müziklerine eşlik etti. Rumi Suite projesi yüzü caza dönük müthiş bir çalışmaydı. Konser esnasında sahne fonuna yansıtılan Ebrû görselleri ve neyzen Burcu Karadağ`ın nefesi bize adeta Mevlana`nın nefesini üfledi. Yeri gelmişken, kadın neyzen olur mu sorusunun tam karşılığı; evet, hem de nasıl olur. Karadağ`ın neyinin öyle bir derinliği var ki mekanın büyüleyiciliğinden midir bilinmez insanı müthiş içine çekiyor. Flugelhorn ile Ney`in bu kadar etkili bir uyuma sahne olabileceğine insan tanık olmadıkça inanmaz. Bu iki ayrı dünyanın enstrümanının bu kadar güzel sololar icra etttiğine şahit olmak başlı başına mutluluk. Mevlana`nın şiirlerinin Zülfü Livaneli yorumuyla günümüze yansıması olan eser iki coğrafyanın, iki kültürün kendi sesleriyle Mevlana`nın nefesinde buluştuğu bir karmaya dönüşmüş. Söz seslerden açılmışken, konserin kalbinde yeralan Romy Camerun`un ana sıcaklığında vokaline dikkat çekmemek mümkün değil. Vokal hakimiyeti, zaman zaman şarkıların şiire dönüşmesi, nakaratların akılda kalıcı tekrarları büyüleyiciydi. Bestelerinde her zaman dramatik melodi gücü çok yüksek olan Zülfü Livaneli`nin büyük eser formunda besteleri hep etkileyici olmuştur. Rumî Suite`te öyleydi… Konserin sahne yönetimi piyanist Henning Schmiedt`e emanet edilmişti. Konserin en çarpıcı anları ise birer sus tapınağı olan Çetin Tekindor ve Genco Erkal`ın parça başlarında okudukları şiirlerdi. Usta sanatçılar her dinlediğimizde bize daha da yakın gelen, harika vurgu ve tonlamalarla yine tüylerimizi diken diken etmeyi başardı.
Konserle ilgili bahsetmeden geçemeyeceğim bir detay Temmuz ayı olmasına karşın boğaza tam cepheli Sepetçiler Kasrı`nın serinliğini hesaba katmayan müzikseverlerin konserin finaline kalamamaları oldu. Hatta, Çetin Tekindor`un eser aralarında seslendirdiği bir şiirinde, cümle içinde geçen "soğuktan kaçalım" gibi bir söz söylemesi dinleyiciler arasında gülüşmelere yol açtı.
Zülfü Livaneli`nin galiba artık Batılıların bizden daha iyi tanıdığını ve anladığını düşünmeye başladığımız Mevlânâ Celâleddin-î Rumî ile ilgili böylesine evrensel bir besteye imza atması bir çoğumuza nihayet yeni bir bakış açısı dedirtmeyi başardı. Programın başında proje takdimi için sahneye çıkan Livaneli, daha sonra bir kez de teşekkür için geldiğinde İKSV`ye, Eczacıbaşı`na, emeği geçen sanatçı dostlarına ve eserlerin Farsça`dan İngilizce`ye çevirilmesinde titiz bir çalışma sergileyen Mohammadamin Seyfi Ala ve kızı Aylin Livaneli`ye teşekkürlerini dile getirdi. O an, ben ise, böyle bir çalışmanın Türkiye prömiyerine katılma şansı yakalamış seçkin bir müziksever topluluğuyla izlemiş olmaktan dolayı kendimi şanslı hissediyordum. (Konser notları Burak Sülünbaz`dan)
Cazkolik.com / 03 Temmuz 2014, Perşembe
Festival başladı, günlük de... Son iki senedir Cazkolik okurlarınca yoğun okunan günlük festivali günü gününe izlemenin, notları, izlenimleri takip etmenin en kolay ve zevkli yolu.
Bu sene de öyle olacak.
Düzenlenen tören aslında bütün bir yıl boyunca yoğun bir uğraş vererek yorulan festival ekibinin hem basınla hem de dostları, müzisyenler, sponsorlar ve her çevreden misafirlerce bir anlamda yorgunluk atma, konserler için moral depolama anlamı taşıyor. Özellikle sponsorlor önemli, hem de çok önemli... Daha güçlü ve etkin festivaller için daha çok sponsor desteği olmalı, Garanti Bankası, Acıbadem, Matraş gibi markalara yenileri eklenmeli, peki oluyor mu? Az! Umarız artar...
Festival bu sene Ramazan ayıyla çakıştı... Geçen sene de öyleydi ama bu sene tam denk geldi... Konser saatleri genellikle iftar sonrasına denk düşürülmüş.
Geçen sene yoğun ilgi gören festival dergisi bu sene de yayınlandı. Üstelik sadece basılı olarak değil mobil ortamdan da edinmek mümkün. Festival bu sene mobil uygulamalarla interaktif alanda daha hareketli. Vodafone Red`in katkıları belli ki ileriki yıllarda daha yoğun içeriklere dönüşecek. AppStore üzerinden mobil uygulamayı telefonunuza indirmekde fayda var. Festival dergisine gözatarken Cazkolik olarak kaleme aldığımız üç festival yazısını ayrı bir gözle okumanızı öneririz :)
Festival açılışları aynı zamanda yıl boyunca bir türlü görüşülemeyen bir dolu dostun da buluşma yeri oluyor. Programlar incelenip, konserler üzerine konuşuluyor. Herkes programını yapmış bile... Bilet sorunu yaşamamak için siz de bir an önce bilet işini ihmal etmeyin.
Bu sene festivalin resmi twitter hesabı Kaan Sezyum`dan sorulacak, resmi Instagram hesabı ise Muhsin Akgün`den. Bu da yeni bir uygulama... Kaan Sezyum`un renkli twitleri, Akgün`ün sahnenin önünden veya arkasından fotoğraflarını ayrı bir gözle takip etmeli. Çok renkli işler çıkacağı kesin.
Yerli caz sahnemizin en renkli gruplarından FourinthePocket konseriyle açılışa apayrı bir renk kattı. Grup olarak değilse de Elif Çağlar Muslu önceki festival açılışlarından birinde Ortaköy Esma Sultan`da hocalarıyla aynı sahneyi paylaşmış, güzel bir festival başlangıcı olmuştu... Anılar birikiyor.
Festival açılış gecesinden sözetmişken Cazkolik olarak yayına girdiğimiz yazı ve röportajları özellikle hatırlatmamız şart! Özellikle röportajları bu sene daha ağırlıklı... Üst üste Avrupa caz dünya cazının önemli isimleriyle yaptığımız söyleşiler cazseverler tarafından gerçekten yoğun ilgi görüyor. Leszek Mozdzer`in ardından Tomasz Stanko röportajı yayına girdi, Zohar Fresco ve Danilo Perez ya bugün ya yarın gireçek... Belki başka sürprizler de olabilir. Cazkolik yazarları sevgili Sevin Okyay `Caz için Tuhaf Bir Yer`i yazarken Zekeriya Şen Manu Katche ve arkadaşlarını kaleme aldı. Cenk Akyol hem Hugh Laurie hem de Angelique Kidjo`yu yazdı... ve daha başkaları da ardı ardına yayına girecek. Tabii bir de konser izlenimleri... Ülkemizde nerdeyse olmayan şeylerden biridir izlenilen bir çoğu harika konserlere dair basında hiç bir iz bulamazsınız, biz hiç değilse internet ortamında `Konserin Ardından` başlığıyla kaleme aldığımız yazılarla bu konserleri sadece ertesi gün için değil, gelecek için de kalıcı hale getiriyoruz. Bundan yıllarca sonra da bu konserler nasıl geçmiş hepsini takip etmek artık mümkün olacak...
Festivalin açılış akşamı FOURinthePOCKET sahnedeydi. Uluslararası bir festivalin açılış konserinde neden onların sahne aldığını merak edenler grubun performanslarıyla yanıtlarını aldılar. İyi bir fikirle merhaba dedik festivale, FOURinthePOCKET geçmişten günümüze 21 senede her sene festivale konuk olmuş önemli isimlerden parçalara yer verilmiş bir seçkiyle karşımızdaydı (ki bu fikirle hazırlanmış bir de radyo programımız var, onu da mutlaka dinlemenizi öneririz tıklayın). George Benson`dan Alicia Keys`e birçok isme ait besteler kısa kısa Elif Çağlar Muslu`nun sesinden bize ulaştı. 2014`e geldiğimizde kendilerine ait bir besteyle seçkilerini tamamladılar. Yaptıkları seçkide benim aklımda en çok kalan Marcus Miller`ın bestesini basçı Alp Ersönmez`in Miller`ın bildiğimiz slap çalış tekniğine çok benzer şekilde çalmasıydı. Açılış gecesine ilgi çok büyüktü. FOURinthePOCKET, Elif Çağlar`ın derinlikli sesine eşlik eden Çağrı Sertel, Toygun Sözen ve Mert Önal`ın virtüöz icralarıyla keyif veren gruplardan biri bana göre, bulduğunuz her fırsatta izlemeyi ihmal etmeyin derim. İKSV`ye bir övgü göndermek gerektiğini düşünüyorum çünkü dinleyiciyi festivale ısındırmasını iyi biliyorlar. Avusturya Kültür ofisi bahçesinde parti havası, içkiler, danslar, arkadaşlarla sohbetler, dinamik bir müzikle yurtdışındaki örneklerini kesinlikle aratmayan, cazın kimi zaman genç nesilce pek de anlaşılmaz bulunan önyargı örtüsünü üzerinden tamamen kaldıran keyif dozu yüksek bir akşam ile 21. İstanbul Caz Festivali start aldı. Festivalde bu sene çok renkli anlar hatıralarımıza işlenecek ve biz de bunları günü gününe kısa notlarla paylaşıyor olacağız. (Konser notları Burak Sülünbaz`dan)
Fotoğrafları için sevgili Leyla Diana`ya çok teşekkürler.
Cazkolik.com / 02 Temmuz 2014, Çarşamba
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.