Merhaba değerli müzikseverler,
Bugün yine efsane olmuş bir gitar virtüözünün, Gary Moore’un hayatını anlatacağız. Peter Green ve Eric Clapton'dan etkilenen Moore kariyerine 1960'ların sonlarında Skid Row'a katılarak başladı. Daha sonra birlikte çalıştığı Phil Lynott'un da yer aldığı Thin Lizzy grubuna katıldı. 1970'lerde solo çalışmalara başladı. Moore, 1979 tarihli "Parisienne Walkways" albümüyle büyük başarı yakaladı. 1990'da ise kariyerinin en başarılı albümü kabul edilen “Still Got the Blues” ile köklerine geri döndü. Efsane ama bir o kadar da huysuz sanatçının hayatını ve kariyerini merak ediyorsanız haydi başlayalım.
Robert William Gary Moore, 4 Nisan 1952'de Belfast'ta doğdu. Ev hanımı Winnie ve Belfast Lough'da Queen's Hall balo salonunu işleten bir organizatör olan Robert Moore'un oğluydu. Robert, dört kardeşiyle birlikte Ballymiscaw yakınlarında büyüdü. Robert’in müziğe ilgisini ve zaman zaman şarkılar mırıldandığını bilen babası bir gün onu organize ettiği bir etkinlikte yer alan gösteri grubuyla şarkı söylemesi için sahneye çıkarttı. Robert sahnede hiç yabancılık çekmedi ve gayet uyumlu bir şekilde “Sugartime" şarkısını söyledi. Babası gözlerine inanamamıştı. Bu yaşta bu kadar rahat ve sahne hakimiyeti yüksek bir oğlu olduğunu bilmiyordu. Bu deneyim küçük Robert için dönüm noktası oldu ve müziğe ilgisi ilk olarak bu sahne deneyimi ve bu şarkıyla başlamış oldu. Oğlunun yeteneğinin farkına varan babası, 10 yaşındayken oğluna ilk gitarı olan ikinci el bir Framus akustik gitar aldı ve oğlunu hep destekledi. Robert Moore, sahnede kendini gösterme fırsatı vererek müziğe başlamasını sağlayan ve kendisini destekleyen babasına hayatı boyunca minnettar kaldı.
Robert solaktı, sol elini kullanmasına rağmen zaman içinde gitarı sağ elle çalmayı öğrendi. Gitara oldukça hakimdi, kendi kendine geliştirdiği tekniklerle dinleyenleri büyülüyordu. Bu yetenekle müzik yapmaya başlaması uzun sürmedi ve çoğunlukla Beatles şarkıları çalan ilk grubu The Beat Boys'u kurdu. The Beat Boys amatör bir gruptu ve kısa süre sonra dağıldı. Bunun üzerine Moore, önce Platform Three ve daha sonra da The Method isimli gruplara katıldı. Bu sıralarda, kendisiyle aynı mekanlarda sık sık sahne alan gitarist Rory Gallagher ile yakın arkadaş olmuştu. Birlikte epey sahneye çıktılar fakat Belfast artık Moore’a yetmiyordu. Hayalleri büyüktü, farklı şeyler yapmak istiyordu. Diğer yandan, aile içinde yaşanan huzursuzluk da canını sıkıyordu. Moore, ani bir kararla 1968'de Belfast'tan ayrılarak Dublin'e taşındı. Bir yıl geçmeden, tahmin ettiği üzere anne ve babası ayrıldı.
Kariyerinde ilk adım: Skid Row
Gary Moore Dublin'e taşındıktan kısa süre sonra, İrlandalı Blues Rock grubu Skid Row'a katıldı. O zamanlar grubun solisti Phil Lynott'tu. İkisi kısa sürede arkadaş oldu ve Dublin'in güneyindeki bir mahallede aynı odayı paylaştılar. Phil bir süre sonra sağlık sorunları sebebiyle vokalistliği ve grup liderliğini basçı Brush Shiels’e devretti. Moore’dan pek hoşlanmayan Shiels, Moore’un gruptan ayrılmasını istedi ancak bu hemen gerçekleşmedi çünkü grup 1970'te CBS Records ile kayıt sözleşmesi imzalamıştı ve sözleşme gereği aynı kadro ile albüm çalışmalarına başlanmıştı. Böylece ilk albümleri Skid yayınlandı. Albüm eleştirmenler ve grubun hayranları tarafından beğenildi, İngiltere Albüm Listesi'nde 30 numaraya kadar yükseldi ve Gary Moore’a profesyonel kariyerinin kapısını araladı. Moore artık adı duyulan, tekniği konuşulan bir gitarist idi.
Bu başarının ardından 1971 yılında ikinci albüm 34 Hours kaydedildi. Grup dönemin önde gelen grubu The Allman Brothers Band ile turneye çıktı. Moore turne dönüşünde grupla yaşanan sıkıntılar sebebiyle gruptan ayrılmaya karar verdi. Shields’in ve diğer elemanların kendini sınırlamalarından sıkılmış, hayal kırıklığına uğramıştı. Düşündüğü kariyer bu değildi. Geriye dönüp baktığında, "Skid Row eğlenceliydi ama bununla ilgili pek de güzel anılarım yok çünkü o zamanlar ne yaptığım konusunda kafam karışıktı. Aslında ne yapmam gerektiğini biliyordum fakat ne yaptığım konusu beni rahatsız ediyordu. Zaten istenmiyordum. Daha fazla durmamın anlamı yoktu. Kapana kısılmış gibiydim" yorumunu yaptı. Bu arada ilginç bir de olay yaşandı. Aynı isimli Amerikalı Heavy Metal grubu Skid Row’un eski solisti Sebastian Bach, Moore'un 1987'de ismin haklarını kendilerine 35 bin dolara sattığını iddia etti. Shiels bu olaya itiraz ederek hakların kendisine ait olduğunu söyledi. Grup üyesi Rachel Bolan da 2019'da hikâyeyi yalanladı ve "Hiçbir zaman para alışverişi olmadı. Snake ve ben gidip ismin ticari markasını aldık, hiçbir sorun olmadı" diyerek konuyu kapattı.
Kariyerde ikinci adım: Thin Lizzy
Phil Lynott, Skid Row'dan ayrıldıktan sonra Thin Lizzy grubunu kurdu. Grubun gitaristi Eric Bell kısa süre sonra gruptan ayrıldı. Moore, 1974 başlarında grubun devam eden turnesini tamamlamasına yardımcı olmak üzere gruba alındı. Moore bu süre zarfında grupla birlikte üç şarkı kaydetti, bunların arasında sözlerini ortaklaşa yazdığı "Still in Love with You" da vardı. Şarkı daha sonra Thin Lizzy'nin dördüncü albümü “Nightlif” de yer aldı. Nisan 1974’te turne sona erdi ve Moore, Thin Lizzy ile yollarını ayırdı. Ayrılmayı kendi istemişti ancak bir süre sonra bu kararın kendisi için yanlış olduğunu fark etti. Grup aslında iyi gidiyordu, keyfi yerindeydi. Şimdi ise iyi hissetmiyordu. Bu olay onun alkole düşkünlüğünü artırmakla kalmadı, nerdeyse günün her saati alkollü olmasına sebep oldu.
Moore 1970'lerin ortasında talihsiz bir olay yaşadı. Yüzünde yaralar bırakan bir bar kavgasına karışmıştı. Sanatçı, Camden’daki bir barda kız arkadaşıyla birlikte iken bir şeyler içerken, iki adam, kız arkadaşı hakkında ileri geri konuşmaya başlayınca alkolün de etkisiyle Moore da onlarla sert şekilde tartışırken, adamlardan biri bardaki bir şişeyi kırarak Moore'un yüzünü kesti. Bu olay, Moore’un üzerinde derin bir etki bıraktı. Bu onu gerçekten değiştirdi ve duyduğu öfke çalma tarzına da yansıdı. 1980'lerde çoğunlukla ya farklı açılardan ya da uzaktan fotoğraf vererek yüzündeki izleri gizlemeye çalıştı.
Moore zamanla kendini toparladı ve 1977 yılında gitarist Brian Robertson'ın yine bir bar kavgasında elini yaralamasının ardından Amerika turnesi için bir süreliğine Robertson’ın yerine geçerek yeniden Thin Lizzy'ye katıldı. Lynott, turne sonrası Moore'dan gruba bu kez kalıcı olarak katılmasını istedi ancak Moore bu teklifi de kabul etmedi. Yine de Moore, Robertson dönene kadar grupta kaldı ve üzerinde çalıştıkları “Black Rose: A Rock Legend” albümünün tamamlanması için uzun bir süre daha grupta çaldı. Albüm 1979 yılında yayınlandı. Gerçekten iyi bir albümdü ve çok da başarılı oldu. İngiltere'de altın plak ödülü aldı. Grup albümün turnesine başladı ancak Moore turnenin ortasında aniden Thin Lizzy'den ayrıldı. Grubun artan uyuşturucu kullanımından ve bu durumun performansları üzerindeki etkilerinden sıkılmıştı. Bu kez doğru karar verdiğini düşünüyordu, nitekim daha sonra gruptan ayrıldığı için pişman olmadığını söyledi, Thin Lizzy 1983 yılında dağıldı ve Moore da grubun veda turnesinde konuk olarak yer aldı. Performansların bazıları canlı kayıt albüm Life'ta yayınlandı.
Lynott'un Ocak 1986 yılındaki ölümünden sonra Moore o yılın Mayıs ayındaki Self Aid konserinde Thin Lizzy üyeleriyle birlikte sahne aldı. Ağustos 2005'te, Dublin'de, Lynott'un heykelinin açılış etkinliğinde Thin Lizzy üyeleriyle birlikte sahneye tekrar çıktı. Konserin kaydı “One Night in Dublin: A Tribute to Phil Lynott” adıyla albüm olarak yayınlandı.
Solo çalışmaları
Gary Moore bir yandan gruplarla çalarken diğer yandan solo çalışmalarına devam ediyordu. Bu amatör çalışmaları içeren bir albümü 1973 yılında “Grinding Stone” adıyla yayınladı. Blues, rock ve cazın eklektik karışımı olan albüm, Moore'un müzikal yönüne karar verememesi nedeniyle tam bir fiyasko oldu. Thin Lizzy’de çalarken, 1978'de, ilk profesyonel solo albümü “Back on the Streets”i çıkardı. Bu albümden, Phil Lynott'un vokal ve bas gitarda yer aldığı "Parisienne Walkways" isimli parçası hit oldu. Şarkı, İngiltere single listesinde sekiz numaraya yükseldi ve Moore'un imza şarkısı oldu.
Moore, 1979'da Thin Lizzy'den ayrıldıktan sonra Los Angeles'a taşındı. Bu süre zarfında Jet Records ile kayıt sözleşmesi imzalayarak “Dirty Fingers” albümünü kaydetti. Amerika’ya ancak üç sene tahammül ederek 1982 yılında yeniden Londra'ya yerleşti. Virgin ile yeni kayıt sözleşmesi imzalayarak ikinci solo albümü “Corridors of Power”ı Virgin etiketiyle çıkardı. Albüm pek başarılı olmasa da vokalde yer aldığı ilk albüm olmuştu ve ilk kez Billboard listesine girmişti. Müzikal olarak, Journey gibi grupların etkisiyle albümde rock ögeleri daha fazla yer alıyordu. Albümde, Deep Purple’dan davulcu Ian Paice ve Whitesnake’den basçı Neil Murray de yer aldı.
Moore 1984 yılında bu defa hard rock müziğe yönelen başka bir müzikal değişimi simgeleyen “Victims of the Future” isimli albümünü çıkardı. Albüme Neil Carter eklenmişti ve Moore'u yeni müzikal bir yöne doğru itmeye devam etti. Albümün turnesinde kadro oldukça kalabalıktı. Önce eski Rainbow basçısı Craig Gruber ve davulcu Bobby Chouinard ekibe katıldı, ilerleyen zamanlarda ise sırasıyla Ozzy Osbourne'un basçısı Bob Daisley ve eski Roxy Music davulcusu Paul Thompson da sahnede yerini almıştı.
Moore, 1985'te beşinci solo albümü “Run for Cover”ı çıkardı, bu albümde Phil Lynott ve Glenn Hughes konuk vokalist idi. Albüm çok beğenildi ve iyi bir satış grafiği yakaladı. Moore ve Lynott, hem İrlanda hem de İngiltere’de ilk beşe giren hit single "Out in the Fields"ı seslendiriyordu. Başarının ardından “Run for Cover”, İsveç'te Altın Plâk, Birleşik Krallık'ta Gümüş Plâk aldı. Albümün turnesi yine göz alıcıydı.
1987 yılında kadim dostu Lynott vefat etti. Lynott'un ölümü Moore için sarsıcıydı. Altıncı solo albümü “Wild Frontier”ı Lynott'a adadı. Kelt halk müziği, blues ve rock'ın nefis bir karışımı olan albüm İsveç'te Plâtin Plâk, Finlandiya ve Norveç'te Altın Plâk ve İngiltere'de Gümüş Plâk ödülü alarak bir başka büyük başarıya daha imza attı. Böylece, en iyi arkadaşına olan manevi borcunu ona yakışır şekilde ödedi.
Bir sonraki albüm 1989'daki “After the War“ oldu. Albüm turnesinde eski Black Sabbath davulcusu Eric Singer yer aldı. Albüm, Almanya ve İsveç'te Altın Plâk statüsüne ulaşırken, İngiltere'de Gümüş Plâk aldı.
Bu dönem albümler ard arda gelmiş, başarı Altın ve Gümüş Plâk ödülleriyle tescillenmişti ama gerçekte Gary Moore yaptığı müzikten sıkılmaya başlamıştı. Hatta bir keresinde, eski Thin Lizzy gitaristi Eric Bell'e, kendi albümlerinden bazılarını dinledikten sonra bunların şimdiye kadar duyduğu "en büyük çöp yığını" olduğunu düşündüğünü söyledi. Bu eleştiri acımasızcaydı ve kendi ifadesiyle Moore, "müzikal öz saygısını" kaybetmişti.
Still Got the Blues
Moore, 1990 yılında Blues kökenlerine dönüş ve Albert King, Albert Collins ve George Harrison ile işbirliği yaptığı “Still Got the Blues” albümünü çıkardı. Albüm fikri After the War'ın turnesi sırasında ortaya çıkmıştı; Moore genellikle kuliste tek başına kaldığında hep yaptığı gibi Blues çalıyordu, bir gece Bob Daisley şaka yollu bütün bir Blues albümü yapmasının zamanı geldiğini söyledi. Bunu kendisi de uzun zamandır düşünüyordu. Blues onun müziğe başlamasının sebebiydi ve artık bunu daha fazla erteleyemezdi. O an kararını verdi. Müzik tarzındaki bu dönüşüm giyimine de yansıdı. Performanslar için şık mavi bir takım elbise giydi. Moore'un yenilenmek ve yeni dinleyiciler çekmek için verdiği bu karar eski hayranlarını şaşırtsa da "bunun kendisi ve müziği için gerekli" olduğunu söylemesi hayranları tarafından olumlu karşılandı. Sonunda “Still Got the Blues” dünya çapında üç milyondan fazla satarak Moore'un kariyerinin en başarılı albümü oldu. Albümün isim şarkısı Billboard Hot 100'de üst sıralarda yer aldı. Albümün tanıtım turnesi için The Midnight Blues Band adlı yeni bir destek grubu kurdu; Andy Pyle, Graham Walker ve Don Airey'nin yanı sıra bir üflemeli çalgılar bölümü de yer aldı. “Still Got the Blues” albümünü 1992'de “After Hours” izledi ve albüm İsveç'te Platin, İngiltere'de Altın Plak aldı. Albüm ayrıca Moore'un İngiltere'deki en yüksek listeye giren albümü oldu ve dördüncü sıraya ulaştı.
Blues for Greeny
Moore'u en çok etkileyen gitarist Peter Green idi. Moore, Green'i ilk kez John Mayall and the Bluesbreakers ile bir performans sırasında dinlemişti. Moore, gösteriyi şöyle tarif etti: "Bir gitaristin sahneye çıkıp sadece basit bir amplifikatör ile bu inanılmaz sesi elde etmesi kesinlikle harikaydı, onunla ilgili her şey çok inanılmaz ve zarifti". Moore, Ocak 1970'te Skid Row'un Green'in grubu Fleetwood Mac ile turneye çıkması sayesinde Green ile tanıştı. İkisi yakın arkadaş oldu ve Green daha sonra 1959 Gibson Les Paul'unu Moore'a sattı. 1995'te Moore, arkadaşı ve akıl hocası Peter Green'e ithaf ettiği “Blues for Greeny”yi yayınladı. Moore ondan çok şey öğrenmişti. Yıllarca onun gitarını kullanmıştı. Ona olan manevi borcunu bu albümle ödedi.
1997’de “Dark Days in Paradise” ve 1999’da “A Different Beat” albümlerinde elektronik müzikle deneyler yaptıktan sonra sanatçı 2001'deki “Back to the Blues” ile bir kez daha blues kökenlerine döndü. 2004 yılında “Power of the Blues” albümünü, 2006 yılında “Old New Ballads Blues”, 2007 yılında “Close as You Get” ve son olarak 2008 yılında da “Bad for You Baby” albümlerini yayınladı. Ölümünden önce, tamamlanmamış yeni bir Kelt rock albümü üzerinde çalışıyordu. Şarkıların bazıları daha sonra “Live at Montreux 2010” adlı konser albümünde yer aldı.
Ölümü
1970'lerin ortasında Moore, yüzünde yaralar bırakan bir bar kavgasına karışmıştı. Moore, Camden’da bir barda kız arkadaşıyla birlikteyken iki adam kız arkadaşı hakkında konuşmaya başladı. Moore onlarla tartışırken, adamlardan biri bardaki bir şişeyi kırarak Moore'un yüzünü kesti. Bu olay Moore’un üzerinde derin bir etki bıraktı. Bu onu gerçekten değiştirdi ve duyduğu öfke çalma tarzına yansıdı. 1980'lerde çoğunlukla ya farklı açılardan ya da uzaktan fotoğraf vererek yüzündeki izleri gizlemeye çalıştı.
Moore, 1985'ten 1993'e kadar ilk eşi Kerry ile evliydi. Jack ve Gus adında iki oğulları oldu. Evlilik uzun sürmedi, daha sonra, Jo Rendle ile yaşarken Lily adında bir kızı oldu. Jack ve Lily babaları gibi müzisyen oldular. Moore'un ayrıca başka bir ilişkisinden Saoirse adında bir kızı vardır.
Gary Moore, kız arkadaşıyla İspanya'nın Endülüs bölgesindeki Estepona kasabasında bulunan Kempinski Otel'de tatildeyken, 6 Şubat 2011'in erken saatlerinde, 58 yaşında uykusunda geçirdiği kalp krizinden öldü. Ölümü, Thin Lizzy'nin menajeri Adam Parsons tarafından duyuruldu. The Daily Telegraph, Moore’un son yıllarında ciddi bir alkol bağımlısı olduğunu iddia ederek kalp krizinin aşırı alkolden kaynaklandığını yazdı.
Moore, İngiltere'nin güney kıyısındaki Brighton'da bulunan Rottingdean'daki St. Margaret's Churchyard'da özel bir törenle gömüldü. Törene sadece ailesi ve yakın arkadaşları katıldı. En büyük oğlu Jack ve amcası Cliff, cenazesinde bir İrlanda baladı olan “Danny Boy”u seslendirdiler.
Müzik tarzı
Moore, Blues, Rock ve cazı başarılı şekilde harmanladığı tarzıyla kariyerinde sağlam adımlarla yükseldi. Zaman zaman reddettiği trendleri de takip ediyordu ve bunu o zamanlar sadece sevdiği şeyi yaptığını söyleyerek açıklıyordu. “Still Got the Blues”dan sonra 1980'lerdeki Hard Rock imajından uzaklaştı. Genel olarak hala rock müziğinden zevk alsa da artık kendini bir rock gitaristi olarak tanımlamıyor ve şöyle diyordu: "Dürüst olmak gerekirse artık o adam değilim. Geriye dönüp o şarkılardan bazılarını dinlersem, 'Bunu gerçekten çaldım mı?' diyorum. Bazı açılardan bana oldukça yabancı geliyor".
1980'lerin gitar parçalama hareketinin üzerinde büyük bir etkisi olduğu belirtilirken, Moore'un kendisi de bu hareketin birçok savunucusunu sert bir şekilde eleştirmiş, Guitar Institute of Technology ve Shrapnel Records ile ilişkili sanatçıların çoğunu "kendileri için söyleyecek çok şeyi olmayan gitaristlerin üretim hattı" olarak tanımlamıştı.
Moore'u etkileyen sanatçılardan birisi de Eric Clapton’dı. Clapton’ı John Mayall and the Bluesbreakers albümü Blues Breakers'da dinlemişti. Moore için bu hayat değiştiren bir deneyimdi, "Açılış parçasının iki saniyesi içinde büyülendim. Gitar sesi çok farklıydı, içindeki Blues duyabiliyordunuz, ancak ondan önce rock, yani pop müzikte duyduğunuz tüm gitar çok ağırbaşlı, çok nazikti. Ne demek istediğimi anlamak için sadece erken dönem Beatles ve The Shadows'u dinleyin. Harikalardı, ancak Eric Clapton bunları tamamen aştı".
Moore'un diğer erken dönem etkilerinden bazıları Jeff Beck, George Harrison, Jimi Hendrix, John Mayall ve Mick Taylor'dı. Ayrıca Muddy Waters, Albert King ve B.B. King'in kendi Blues alt yapısındaki etkisi de büyüktü.
Moore, çok sayıda yayında virtüöz olarak tanımlandı. Melodik duyarlılığının yanı sıra agresif vibratosuyla da tanınıyordu. 1980'lerde sıklıkla majör veya doğal minör gamları kullandı ve kariyerinin ikinci yarısında blues gamlarını kullanmasıyla karakterize edildi. Daha melodik lead'ler için genellikle gitarın sap manyetiğini kullanırken, daha agresif ses elde etmek için köprü manyetiğini kullandı. Çalma tarzıyla ilgili olarak Moore, aldığı en iyi tavsiyenin kendisine boşluk bırakmanın değerini öğreten Albert King'den geldiğini söyledi. Moore, "Bir alan bırakma alışkanlığı edindiğinizde, o alan için çok daha iyi bir müzisyen olursunuz. Eğer ifade edici bir tarzınız varsa ve gitarınız aracılığıyla duygularınızı ifade edebiliyor ve harika bir tonunuz varsa, blues'a karşı bir hissiniz varsa, bu büyük bir kısımdır. Ama o alanı bırakmalısınız."
Moore huysuz bir kişiliğe sahipti. Bu özelliğinden dolayı kendisiyle çalışılması zor biri olarak tanınıyordu. Eric Bell Dublin'deki bir konser sonrasında yaşadığı özel bir olayı şöyle hatırlıyor: "Konser sonrasında onu soyunma odasında görmeye gittim. Yanına oturdum ve 'Harika bir konserdi, Gary.' dedim. Bana baktı. 'Ne? Bir sürü saçmalık! Hayatımda hiç bu kadar kötü çalmamıştım!' dedi. Onun bu yanını çok sık gördüm." Moore, zaman zaman kendisiyle çalışılması zor biri olarak tanındığını kabul ederken, bunu kendi mükemmeliyetçiliğine, başkalarını da kendisi için koyduğu standartlara uymaya zorlamasına bağladı. Don Airey daha sonra Moore'un mükemmeliyetçiliğinin genellikle kendi zararına olduğunu söyledi.
Ölümünden sonra Moore'un birçok müzisyen arkadaşı ona saygılarını sundu. Bunların arasında eski Thin Lizzy grup arkadaşları Brian Downey ve Scott Gorham ile Bryan Adams, Bob Geldof, Kirk Hammett, Tony Iommi, Brian May, Ozzy Osbourne, Roger Taylor gibi sanatçılar vardı. Thin Lizzy devam eden turlarının geri kalanını Moore'a adadı. Eric Clapton, Moore'a bir saygı duruşu olarak konserde "Still Got the Blues"u seslendirdi ve şarkı daha sonra Clapton'ın 2013 albümü Old Sock'ta yer aldı. 12 Mart 2011'de, New York City'deki Duff's Brooklyn'de Moore için bir saygı duruşu gecesi düzenlendi.
2012'de Moore'un hayatını ve çalışmalarını kutlayan bir sergi Belfast'taki Oh Yeah Müzik Merkezi'nde düzenlendi. Babasının 65. doğum gününü anmak için Jack Moore, gitarist Danny Young ile 2017'de "Phoenix" adlı saygı şarkısını yayınladı.
2018'de Bob Daisley, Glenn Hughes, Steve Morse, Joe Lynn Turner ve Ricky Warwick gibi isimlerin yer aldığı “Moore Blues for Gary – A Tribute to Gary Moore” albümünü yayınladı.2018'de Moore, Louder'ın "Tüm Zamanların En İyi 50 Gitaristi" listesinde 15. sırada yer aldı 2020’de Total Guitar tarafından "Tüm Zamanların En İyi 100 Gitaristi" listesinde yer aldı. Classic Rock dergisi onu 2021'deki "En Etkili 100 Gitar Kahramanı" listesine dahil etti.
Harry Shapiro tarafından yazılan ve Moore'un mirası tarafından yetkilendirilen Gary Moore'un resmi biyografisi 27 Eylül 2022'de yayınlandı.
Gitarları
Moore’un en sevdiği gitar, Peter Green tarafından yaklaşık 100 pound karşılığında kendisine satılan 1959 “Greeny” isimli Gibson Les Paul idi. Gitar, ters çevrilmiş bir sap manyetiği sayesinde alışılmadık bir tona sahipti. İmza şarkısı "Parisienne Walkways"de duyduğumuz gitar tonu budur. Bu gitar 2006 yılında 1,2 milyon dolara satıldı. 2007'de Vintage Guitar dergisine verdiği bir röportajda gitarı satmak zorunda kalmaktan bahsetti: "Satmak istemedim ama çeşitli sebeplerden dolayı satmak zorunda kaldım ama esas olarak birkaç yıl önce elimi yaraladım ve sigorta ödemedi. Gösterileri iptal ettim, tur masraflarını kendi paramla karşılamak zorunda kaldım ve hiçbir gösteri için ödeme alamadım, bu yüzden borçlandım. Yani, bu finansal bir karardı ve bu konuda bir şeyler yapmanın en hızlı yolu buydu. Yoksa neden satmak isteyeyim ki? O gitarı Jimi Hendrix ve Jeff Beck çaldı. Rory Gallagher çaldı, ben çaldım... Çok özel bir enstrümandı".
Moore, “Still Got the Blues”da 1989'da, satın aldığı "Stripe" lakaplı bir başka 1959 Gibson Les Paul Standard kullanmıştı. Daha büyük perde telleri ve Grover akort vidaları takmanın dışında gitar orijinal manyetikler ve elektronik aksamlarla tamamen standarttı. Moore, kariyerinin geri kalanında bu gitarı kullandı ve 2000'lerde artık onun ana gitarı olmuştu.
2001 yılında Gibson, solgun lemonburst bitişli ve ters sap manyetiğine sahip bir Gary Moore Signature Les Paul Standard çıkardı. Firma daha sonra bu gitarı geliştirerek sap pozisyonuna bir P-90 manyetiği eklenmiş Gary Moore Signature BFG Les Paul modelini üretti. Son olarak 2013'te Gibson firması "Greeny" den esinlenerek yeni bir Gary Moore Signature Les Paul üretimini duyurdu.
Moore “Corridors of Power” ve “Victims of the Future”da daha önce Tommy Steele'e ait olan 1961 Fiesta Red Fender Stratocaster kullandı. 2017'de Fender Custom Shop, gitarın sınırlı sayıda üretilen bir kopyasını çıkardı.
Bu yazının da sonuna geldik, sayısız altın, gümüş ve platin plak ile ödüllendirilmiş bir kariyer ve gitara adanmış bir ömür... Yazıyı her zaman söylediğimiz bir söz ile bitirelim: Gary Moore gibi sanatçılar blues için birer hediyedir.
Müzikle kalın.
Tamer Tekelioğlu
Cazkolik.com / 23 Mart 2025, Pazar
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.