Bu sene 29. Akbank Caz Festivali dünyaca ünlü ECM firmasının kuruluşunun 50. yılı nedeniyle bazı özel konserlere yer vererek festival kapsamında firmanın geçmişini ve bugününü kutluyor. Bu konserlerden biri 19 Ekim akşamı Akbank Sanat sahnesinde izleyeceğimiz Matt Eilertsen konseri olacak. Sevgili Nazlı Toprak konser öncesi Eilertsen ile sanatçının bütün yönlerini ortaya çıkaran renkli bir söyleşi gerçekleştirdi.
Cazkolik.com
Nazlı Toprak: Müzikal yolculuğunuz nasıl başladı? Müziğin hayatın olacağını farketmen önemli bir an mıydı?
Matt Eilertsen: Geriye bakınca müzikal gelişimimin inandığımdan daha fazla tesadüf içerdiğini düşünüyorum. Elbette, bir enstrümanda ustalaştım, tekrar ve tekrar müzik dinledim, diğer müzisyenlerle çaldım, provalar için çok uzun zaman ve çaba harcadım ve nihayetinde yıllar böyle geçtiği için müzisyen oldum. Gerçekten sevdim, bunu söylemeliyim, ama ‘bir müzisyen olmak istiyorum’ diye bir hayalim yoktu. Aslında, çocukken futbolcu olmak istedim ve her zaman futbol oynadım. Bazı arkadaşlarım bandoya katıldı, ben de onlarla beraber olmak için bandoya katıldım ama öncesi ve sonrasında top oynamayı hep başardım, molalardaysa tuba çaldım. O zamanlar sosyal bir aktivite olarak hoşuma gidiyordu, hiç pratik yapmadım, aslında, bana tuba dersleri verdiler, o vakit öğretmenim Øystein Baadsvik’in dünyanın en iyi tubistlerinden biri olduğunu öğrendim. Lisede öğrencilerin sahne alabildiği, dans edebildiği akşamlar düzenleyen harika öğretmenlerimiz vardı. Ben bas gitarı seçtim ve bir rock grubunda çalmaya başladım, yanısıra, bandonun “Final Countdown”, “Billie Jean” gibi popüler şarkıları çalmak için bir elektrik basçıya ihtiyaçları vardı. Böylece, Bruce Springsteen ve kademeli olarak Rush benim dinlediğim ilk gruplar oldu. Daha sonra, beni Weather Report ve Jaco Pastorius ile tanıştıran yeni bir öğretmenim oldu. Böylece, ben de o vakit elimden geldiğince çok albüm edinmeye çalıştım ama bu zaman aldı çünkü plak alabilmek için haftalıklarımı biriktirmek zorundaydım. Birikince gidip dikkatlice bir LP seçerek tekrar tekrar dinlerdim. Bu durum, şimdiki gençler için saçma gelebilir ama dürüst olmak gerekirse bu tarz dinlemenin ayrıntıların derinlemesine keşfedilmesi ve bir albüme aşık olunması bakımından iyi olduğunu düşünüyorum. Şimdi her şeye hemen erişibiliyoruz ve bu inanılmaz bir şey ama aynı zamanda yüzeysel bir şey yaratıyor sanırım.
Nazlı Toprak: Peki, niye bası seçtiniz?
Matt Eilertsen: Hayatım boyunca diğer insanlar tarafından kandırıldım ya da ikna oldum diyeyim! Bariton saksofon çalmaya başladım, sonra, bandoya tubacı lazım oldu ve herkes benim için hayır o olmaz demişti, ağızlığa ulaşmak için sandalyeye iki yastık üstüste koymak zorunda kaldım. Daha sonra, bir elektrik basçıya ihtiyaçları oldu ben yine evet dedim. Sonra biri ‘caz, kontrbasta daha iyi ses veriyor mutlaka denemelisin’ dedi, ona da tamam dedim. Belki ben telkine fazla açığım ya da ikna edilmem veya kandırılmam oldukça kolay, hangisi bilmiyorum.
Nazlı Toprak: Dinlediğini hatırladığın ilk müzisyenler kimlerdi ve müzikal etkilenimlerin kimler oldu?
Matt Eilertsen: ‘İlk’ albümlerim Bruce Springsteen “Born in the USA”, Europe “Final Countdown”, Tears for Fears ve Modern Talk idi. Daha sonra heavy metal geldi, sonra, hızlıca bebop ile caz füzyona geçtim. Bastaki ilk müzikal etkilenimlerim Charlie Mingus, Ray Brown, Jaco Pastorius ve Geddy Lee oldu.
Nazlı Toprak: Müzik harici ilgi alanların neler?
Matt Eilertsen: Okumaya düşkünüm. Bir romanın içine çekilmek harika bir duygu. Çoğunlukla seyahat ederken okuyorum, ayrıca, son yıllarda fotoğrafçılığı seviyorum.
Günümüzde müzik
Nazlı Toprak: “İskandinav cazın özelliklerini” nasıl tanımlarsın? Bu soruyu Lars Danielsson’a sordum ve “İskandinavya dışında bunun ne olduğunu bilen çok daha fazla insan olduğunu düşünüyorum. Biz buradayız, sadece müzik yapıyoruz ve tabirler hakkında düşünmüyoruz” demişti.
Matt Eilertsen: Lars ile aynı fikirdeyim. Biz, özgür cazdan doğaçlama müziğe, deathjazz’dan progresif caza her tür müziğe sahibiz aslında, fakat, belki de sessizliği ve mekan duygusunu daha fazla kullanıyoruzdur. Sanırım insanların ‘Nordic’ diye tanımladıkları şey bu! Ayrıca, İskandinavya’da mountjazz kavramı hakkında da şaka yaptık ve buna gülüyoruz (siz Türkler ülke olarak aslında bizden çok daha yüksek dağlara sahipsiniz!) Bu yüzden, belirli bir türe göre pek doğru olmasa da, müzik yaratmaya yönelik bir tutum olduğunu düşünüyorum üstelik bu yaklaşım dünyada kendine çok fazla yer buluyor diye düşünüyorum. Bunların hepsi aslında müzisyene bağlı, birbirlerine ulaşmak ve her yerden müzik dinlemek kolay olduğu için sınırlar artık yıkılıyor. Yani, Nordic ya da Alman ya da Amerikalı, bunların aslında hepsi farklı müzisyenler, farklı sanatçılar ve farklı albümler.
Nazlı Toprak: Müziğin internete yönelmesiyle ilgili genel olarak ne düşünüyorsun?
Matt Eilertsen: İnternet hakkındaki paradoks pratik olarak hepimiz için erişilebilir olması, ancak, yine de bilgiyi bulmak giderek zorlaşıyor. Bilgi miktarı çok büyük, bu yüzden, ne arayacağımızla ilgili ipuçları için hâlâ küratörlere, rehberlere ve arkadaşlara ihtiyacımız var. Kendimizi topraklamak, yavaşlamak ve kişiden kişiye gerçek temas kurmaya ihtiyacımız olduğuna gerçekten inanıyorum. Dikkatimizi çeken çok şey var, hali hazırda bir arkadaşla, bir kitapla, bir konserde birlikte olmak hayati ve önemli. Sanırım, ana akım pop endüstrisinin dışındaki müzisyenler olarak görevimiz ve misyonumuz burada yatıyor.
Nazlı Toprak: Piyanoda Harmen Fraanje ve davulda Thomas Strønen ile üçlünüz onuncu yılında ve Hubro firmasından çıkan önceki iki albümden sonra " And Then Comes The Night" trionun ECM için yaptığı ilk kayıt oldu. ECM ile çalışmak nasıl bir duygu?
Matt Eilertsen: ECM harika bir firma ve aynı vizyona sahip harika bir ekibi var. Firmanın 50 yıllık tarihini kapsayan pek çok fantastik sanatçısı var ve onların parçası olmak bir onur. Müzik yapmaya başladığımdan beri dinleyip sevdiğim albümlerin çoğu ECM kataloğundan çıktı.
Nazlı Toprak: Trio olarak birlikte çalmayı seviyor musunuz? Sizce bunun sağlam temeli nedir?
Matt Eilertsen: Üçümüz arasında karşılıklı anlayış ve derin güven duygusu var. Ne istersen yapabilir ve karşılığında destekleneceğini ve müzikal olarak sarmalanacağını bilirsin. Bu derin güvene sahip olmak benim için gerçekten önemli ve her şeyin ötesinde. Birçok harika müzisyen var ancak bu nitelikleri paylaşacağın çok fazla müzisyen yok ve elbette Herman ve Thoms’un müzikal düşüncelerini enstrümanları üzerinde gerçekleştirmelerini seviyorum.
Nazlı Toprak: Doğaçlama yapmayı seviyor ve diğer müzisyenlerin doğaçlama yapmasına müsaade ediyor musunuz?
Matt Eilertsen: Basçı olarak enstrümanımda yorum yapma ve bazı kararları verme özgürlüğüne izin verilmesi önemli. Bir parçayı veya cümleyi yeniden düzenlemek veya değiştirmek ya da seçmek derin bir özgürlüktür. Tamamen özgür doğaçlama olması gerekmiyor, elbette yazılı müzik çalıyor ve bestecilerin yapmamı istediklerini yapmayı deniyorum. Bu tür bir özgürlüğü grup arkadaşlarıma ve meslektaşlarıma sağlamak önemli. Örneğin Harmen’e ne kadar ya da nasıl çalacağını anlatmak istemiyorum çünkü o çok iyi icracı ve iyi bir müzisyen, bu yüzden, derin arzum, hem besteci hem doğaçlamacı bir müzisyen olarak müzik yapabilmek, bir kıvılcım yaratmak, yaratıcı olmak. Bunlar bana ilham veriyor.
Nazlı Toprak: Yeni bir albüme başlarken odak noktan nedir? Zaman içinde konserlerde gelişen bir melodi koleksiyonuyla mı işe başlıyorsunuz?
Matt Eilertsen: Zamana ve projeye göre değişir. Bazen ne yaptığını belgelemek için stüdyoya girersin. Müziği belirli bir süre içinde veya oturum boyunca ya da doğaçlama bir ruh hali içinde yapmışsındır. Biz bu özel kayıtta stüdyoya açık bir zihinle gittik. İçinde çalışmayı sevdiğimiz unsurları, renkleri, ruh hallerini ve özellikleri biliyoruz. Yanımızda eskizler ve küçük kompozisyonlar getirdik ancak bunları aynısını tıpatıp yapmaya gerek kalmadı. Manfred Eicher’in prodüksüyon kabiliyetini hepimiz kabul ediyoruz ama bu kez stüdyoya girmeden önce ne elde edeceğimizi bilmeden taştan bir şey oymaya çalışmak istedik. Bu büyük bir zorluk ve aynı zamanda kontrolü kaybetmek korkutucudur ama Harmen ve Thomas’a güvenmiştim, bir şey bulacağımızı, altın yaratabileceğimizi biliyordum.
Bu kayıt biraz bastırılmış, biraz sınırlandırılmış, dışa dönük enerjisi olmayan konsantre bir enerji var ve bunu sevdim, ayrıca, bir albümün her zaman paletin tüm ruh hallerini içeremeyeceğini farkettim, böylece, bir canlı performans trionun diğer yönlerini ve renklerini pekala temsil edebilir. Bir albüm bir düşüş, bir özüne erişme, bir natürmort veya bir ruh halidir. Konserde kendimize farklı yollar ve sapaklar yapma izni verebiliriz. Canlı performansların hazzı ve ayrıcalığı budur.
Nazlı Toprak: “And Then Comes The Night” albümü hakkında “konsantre dinlenmeyi hakeden bir albüm” diye yazıldığını okumuştum ve sen de “bu albümde solo tema nerdeyse hiç çalmıyoruz, daha çok bir nehir ya da heyecanlandıran bir ruh hali gibi” yorumunu yaptın. Bu albümü bize hangi kelimelerle anlatabilirsin?
Matt Eilertsen: Bence başlık gerçekten açıklıyor. Bu bir ruh hali. Sinematik bağlam gibi bir zihin durumu, hiçbir şey anlaşılmasın diye değil, gerçekten, sadece içinde olmak, kendini unutmak, havasına girmek için konsantre olmayı gerektiriyor diyebilirim. Bu niteliklerin günümüzde dikkatin hızla değişmesi, ‘like’lar, çok şeyle aynı anda uğraşma gibi şeyler yüzünden konsantrasyonun dağıldığını düşünüyorum. Bence daha yavaş adımlarla ve aklın dikkatini çekerek konsantre olmaya değer. Evet, görünüşte zor gelebilir ama bir konser dediğin sonuçta günün sadece 60 ya da 90 dakikası, öyleyse, o dakikaları başka bir şeyle meşgul olmadan sadece müziğe odaklanmaya ne dersin?
İstanbul konserine dair
Nazlı Toprak: Türk dinleyicisiyle ilk defa mı buluşacaksın?
Matt Eilertsen: Hayır, bu belki türkiye’deki 8 ya da 9uncu buluşma olacak. Esas olarak İstanbul’da bulundum. İstanbul’u seviyorum. Ne şehir ama... İki kez de Ankara’ya gittim, başka bir yere gitmedim. Bu harika ülkeyi gezmek çok isterim.
Nazlı Toprak: İstanbul konserinde ağırlıklı olarak “And Then The Comes The Night” albümünden mi çalacaksınız?
Matt Eilertsen: Evet, bu ve önceki albümden bazı parçaları çalacağız hatta henüz kaydetmediğimiz bazı parçaları da çalacağız. Her zaman doğaçlama yapmayı seviyoruz, ne olacağını görmek için açılacağız. Bir sohbet gibi. Bazı konular var ki oradan konuşmaya başlıyorsunuz ama her zaman nereye varacağını bilmiyorsunuz.
Nazlı Toprak
Cazkolik.com / 03 Ekim 2019, Perşembe
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.