Klarnet efsanesi Barbaros Erköse ile İKSV'nin Yaşam Boyu Başarı ödülü sonrası konuştuk

Klarnet efsanesi Barbaros Erköse ile İKSV'nin Yaşam Boyu Başarı ödülü sonrası konuştuk

Her yıl cazseverlerin heyecanla beklediği İstanbul Caz Festivali salgın günlerine denk geldiği için önceki yıllar kadar coşkulu yaşanmadı ancak, bu yıl 27'ncisi şartlar elverdiğince gerek açıkhava gerek online kısıtlı imkanlarla gerçekleşti. Dahası, İKSV’nin geleneksel Yaşam Boyu Başarı ödülleri de sahiplerini buldu. Bu yıl ödülü iki önemli isim kazandı, ilki Atakan Ünüvar, diğeri ise Barbaros Erköse. Atakan Ünüvar ile yaptığımız ilk röportajın ardından şimdi sizi Barbaros Erköse ile yaptığımız söyleşiye davet ediyoruz.

 

Röportaja geçmeden önce kısaca Barbaros Erköse’den bahsetmek isterim. Barbaros Erköse ya da müzik dünyasında marka olan Erköse Kardeşler dönemin baskın gazino kültürü yıllarında sahnelerde sanat müziği ve popüler alaturka müzikler seslendiren, dönemin çok sayıda ünlü starına sahnede eşlik eden bir müzisyen ailenin ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ çalan aktif üyesidir. O yıllar öyle zamanlardı ki, dönemin anlı şanlı assolistlerin hepsi ünlü evet ama Erköse kardeşler de onlar kadar ünlüydü. Zeki Müren, Emel Sayın, Müzeyyen Senar gibi sayısız starla çalışmış Erköse kardeşlerden klarnet virtüözü olan Barbaros Erköse ile geçen yaz İKSV’den aldığı Yaşam Boyu Başarı ödülü sonrası güzel bir sohbet yaptık.

 

Biz, Barbaros Erköse’yi her ne kadar alaturka müziğin önde gelen klarnetçisi olarak tanısak dahi o çoğu ünlüden daha fazla sayıda dünyada konser vermiş, albümlerde yer almış bir dünya sanatçısıdır. Sohbette tüm bu bu ayrıntıları kendisinden öğrenmeye çalıştık.

 

İKSV’nin bu yıl Yaşam Boyu Başarı ödülünden dolayı Barbaros Erköse ustamızı kutlar, sağlıklı, mutlu ve müziğin içinde olduğu bir sene geçirmesini dileriz.

 

Leyla Diana Gücük

 


 

 

Çaldık ve bütün dünyaya açıldık

 

Leyla Diana: Müzisyen bir ailesiniz, mutlaka müzisyen olmanızda anne babanızın etkisi olsa gerek, bize onlardan bahsededer misiniz?

 

Barbaros Erköse: Tabi... Babam Şaban Erköse. Meşhur Hafız Burhan vardır, biz tanımıyoruz tabii ama babamın samimi arkadaşıymış ve babamı çok takdir edermiş. Hafız Burhan babamla 45’lik ve 78’lik plâklar doldurmuş. Babam o zaman ud değil cümbüş çalardı, nota da bilirlerdi. Hafız Burhan babamın bir eserini de okumuş; “Ne güzeldi bakışın“.

 

Neyse...

 

Ben Bursa’da doğmuşum. Adımı amcamın büyük oğlu Mehmet Çimen koymuş. Paris konservatuvarından mezun olmuş ünlü bir piyanist. Soyadı o zaman yoktu, sonradan aldı soyadını. Ben Bursa’da yeni doğmuşum, Mehmet abimiz anneme ‘çocuğu bir göreyim‘ demiş, bakmış, ‘adı Barbaros olsun‘ demiş. O koymuş yani. Neyse, büyüdüm Ankara‘ya geldim. Ankara’da 17 yaşında radyo imtihanlarına girdim. O zaman çok ünlü ve profesyonel sanatçılar vardı ve radyoya girmek epey mesele, herkesi almıyorlardı. Ne biçim bir heyet (esaslı yani) vardı! Ben tabi çekinerek gittim, bana ‘bir şey çal’ dediler, ben de ‘ne çalayım?’ dedim, Nihavent Taksim istediler. Pes seslerden bir Nihavent Taksim geçtim, çaldığımı da beğendim [gülerek] zaten kendin beğenirsen ilerleme kaydedersin, heyetin hepsi şaşırarak kafalarını sallayıp ‘ya, klarnetten böyle ses mi çıkıyor?‘ diye çok şaşırdılar. Beğendiklerini anlamıştım, kazanıp kazanmadığımı sordum, ‘Salı günü bakarsın, tahtada ismin varsa kazanmışsındır‘ dediler, o gün gelip bakınca kazananlar arasında olduğumu gördüm. Sıdıka Çandarlı kadınlar topluluğu vardı, 1960 senesine kadar onlarla çaldım. Aynı sene İstanbul Radyosu’nda bir imtihan açıldı. Kendi isteğimle istanbul’a geldim. Önce Abim Ali ve Selahattin Erköse, sonra ben İstanbul Radyosu‘nda çalmaya başladık.

 

Leyla Diana: Peki ama buraya gelinceye kadar, sizin klarnet çalma, klarneti seçme durumları nasıl oldu?

 

Barbaros Erköse: Daha radyoya girmeden evvel babam bana ‘oğlum bir şey çalmak istiyor musun?‘ dedi, ben de ‘klarnet çalarım‘ dedim, ‘ama zordur‘ dedi, ‘olsun, ben başarırım‘ dedim.

 

Leyla Diana: Zor mudur klarnet?

 

Barbaros Erköse: Zor tabii. Neyse... Daha önceleri Samsun’a Park Gazinosu’na gitmiştik babamla. Orda klarnet çalan bir ayakkabı tamircisi vardı, doğru dürüst ne nota biliyor ne bir şey. Çocuktum daha o zaman, ondan ders aldım.

 

Bana Re diyor, Do’yu Re gösteriyor çal diyor, sonra klarnetin içine su atıyor sallıyor bu iyi ses verir diyor, sonra Re’yi gösteriyor Fa diyor. 

 

Ben sonra kendi kendimi yetiştirdim ve radyo imtihanına girdim, 1960 senesine burda başladım. Kazablanka Gazinosu vardı, Maksim Gazinosu’nda sonra Küçükçiftlik Gazinosu vardı, orada Zeki Müren’le üç ay çaldık. Zeki Müren tabi meşhur, fakat Erköse’ler ondan daha meşhur. Zeki Müren ona eşlik edelim diye peşimizden çok koştu. İzmir Fuarı’na gittim bir ay Zeki Müren’le çaldım. Bizim yevmiyemiz herkes 20-30 TL alırken biz 300 TL alıyorduk, düşün. Otel 20 TL. Her gün 300 TL alıyorduk. Zeki Müren’in bütün plâklarında biz çaldık. Çok güzel günlerimiz oldu.

 

 

Zeki Müren'in bütün plâklarında biz çaldık

 

Leyla Diana: 1960’lı yıllarda gazino kültürü vardı değil mi?

 

Barbaros Erköse: Evet. Sene 1962 falan. Sonra Lunapark Gazinosu vardı, orada Ankara Radyosu’ndan gelen Muazzez Abacı ile çaldık. En başta tanınmıyordu. Ona çalalım diye yanımıza gelmeye çekiniyordu. O yıllar İstanbul’da neredeyse yirmi gazino var, herkes birinde çalışıyordu.

 

Leyla Diana: Yurtdışı konserleriniz nasıldı?

 

Barbaros Erköse: Vardı tabi. İsrail konserleri, Almanya ve Amerika konserleri. Amerika’da 8 ay kaldım. Gazinolar vardı, orda da çalıştık. Bütün Amerikan şehirlerinde konserler verdik. New York’ta Carnegie Hall’de verdik, o salonda herhangi bir müzisyenin konser vermesine pek ihtimal yok, biz orda da konser verdik. Paris‘te de aynı şekilde, Opera binasında konser verdik. Büyükelçi ailesiyle gelip bizi izledi. Konserden sonra geldi bize sarılarak ağladı, Amerika‘dan Almanya‘dan, İsveç‘ten gruplar geldi. Biz 13'üncü sırada çıktık, 20 dakika süre vardı. Perde kapanır çıkılmazdı bir daha ama bizi tam üç defa perde kapanıp alkışlardan sonra sahneye aldılar. Çaldık ve bütün dünyaya açıldık.

 

 

Anouar Brahem ile tanışma sonrası

 

Leyla Diana: Anouar Brahem ile çalışmanızı anlatır mısınız?

 

Barbaros Erköse: Anouar Brahem İstanbul Radyosu’na geldi. Bir klarnet ve keman ile kanun lazımmış ona. Tunus’ta 9 konser var, resmi bir konser. Dediler ki, Tunus’taki konser üst düzey olacak ve çalacak iyi müzisyenler gerek.

 

Ben de Paris’teyim, Kutsi Ergüner’den telefon geldi. ‘Yahu neredesin, hiç yerinde oturmuyorsun‘ dedi, ‘çalışıyorum‘ dedim, sordum ona, ‘bu işin mahiyeti nedir?‘ diye, kanun, keman klarnet lazımmış. Nuri Gün vardı, Allah rahmet eylesin klarnete onu koymuşlar, Ahmet Cennetoğlu kanun, kemana da Kemal Demir’i koymuşlar. Yirmi gündür Anouar Brahem Taksim’de kalıyor, radyoya geliyor, provalar yapılıyor ama tık yok. Bir satır çalıyorlar ikincide takılıyorlar. Olmuyor, olmuyor... Daha sonra beni arayıp sen gel dedi, ne lazım dedim, kanunla keman lazım dedi. Yeğenim Serdar var onu alırım dedim, beşte dedi radyoda olsunlar. Anouar Brahem’le tanıştık, notaları çıkarttı, hepsi yeniden yazılmış. Başladık çalmaya, geldik geldik geldik… bir yerde takıldık. Takıldığımız yere 7 tane bemol geliyor, sonra işi anladık ve orasını da çaldık, tamam, ben bu grubu istiyorum dedi. Bin dolar avans verdi. Yarın uçuyoruz, biletler hazır dedi.

 

 

Leyla Diana: Almış yani biletleri, hazır!

 

Barbaros Erköse: Evet hazır, Tunus’a gittik. Orada da prova yaptık. Sololar yaptık, her enstrüman yaptı, çok güzel konser oldu, bizi uçağa kadar geçirdi ve Tunus’tan çok güzel bir tepsi hediye etti. Aradan bir hafta geçti, bana telefon açtı İngilizce konuşuyor, ben de çat pat konuşuyorum. Dedi ki, arkadaşım var Nasa, bütün dünyada konser veriyoruz gelir misin? Ben içimdem dedim -eğer eserleri böyle ise, konserlerde en azından 10 parça çalacağız- nasıl çalacağım dedim. Bir tereddüt doğdu, bir de rezil olmak var. Ben dedim seni biraz sonra ararım. Bir yandan da düşünüyorum ben ne biçim müzisyenim diye içimden geçirdim, kolay olan bir şeyi çalıcan da zor olan mı çalamıyacaksın öyle mi? Hemen telefonu açtım OK geliyorum dedim. Dünya turuna çıktık. Amerika’da bir ay, İsveç’te bir ay, Fransa’da bir ay, Arap ülkeleri Tunus, Fas, Kazablanka, Dubai her yerde konserler verdik. Gitmediğimiz yerler kalmadı, dünyayı gezdik. 

 

Leyla Diana: Kaç yıllarında oluyor bu turne?

 

 

"Cazname" albümü nasıl çıktı?

 

Barbaros Erköse: 1986 yılında

 

Leyla Diana: Ondan sonra cazla bağlar gelişti herhalde. Sizin Cazname’niz var, o nasıl oldu?

 

Barbaros Erköse: O da şöyle oldu. Kalan Plâk, onlar herkese plâk yapmıyor. Ben ABD’de idim, büyük bir kış oldu, kar falan, bir hafta kimse işyerlerine gidemedi, orda bir gazinoda çalışıyorum, bir arkadaşımız bizi Atlantik Plâk’a, o karlı havada evine getirdi. Ne yapalım dedik, ben bir taksim atayım dedim Atlantik Taksimi diye bir isim verdim, uzun bir taksim çaldım.

 

Kalan Plâk’a gittim, tanışmıyorum ama, Hasan Saltuk var. Şunu dinler misin dedim? Dinledi Hasan ve ‘Barbaros Bey derhal, stüdyo emrinde’ dedi. Ne kadar istiyorsan ve ne çalıyorsan çal dedi. Sabah dedim on gibi girer üç-dört gibi bitiririm dedim. Bu güldü nasıl olur dedi. Hakikaten de on buçukta girdik iki buçukta bitti. Hasan nasıl olur dedi. Profesyonel çalışıyoruz Hasan dedim. Şimdiki plâklara bakın üç ayda zor bitiyor, nasıl oluyor ben şaşırıyorum. Benim albümlerim böyle iki satte, üç saatte bitiyor.

 

 

Leyla Diana: Demek ki siz tamamiyle hazırsınız ve o an çaldığınızla istediğiniz müziği kesinlikle elde edebiliyorsunuz.

 

Barbaros Erköse: Tabi, tabi yani uğraşmıyorum aman orası olmadı burasını çalamadı olmuyor. Taksimler olsun çıkıyor, sonra, Oslo’ya gittik. Oslo’da "Astarakan Café" albümünün fevkalade güzel satışları oldu.

 

Leyla Diana: Parçaları dinledim, çok güzel. Başka yabancı sanatçılarla da çalışmalarınız oldu.

 

Barbaros Erköse: Teşekkür ederim. Evet, Almanya’da Peter Panke. Onun bütün konserlerine gittim.

 

Leyla Diana: Peki bağlantılar nasıl oldu?

 

Barbaros Erköse: Oslo’da bir yerde çalıyordum. Parçanın adını "Brossi" koymuştum. Taksim gibi bir şey, bu parçayı Peter Panke dinledi, aman dedi ne biçim parça böyle! Sonra bana teklif geldi. Böyle oldu bağlantı. Müzik tanıştırdı bizi ☺

 

 

Barbaros Erköse'nin hayatı üzerinden Türk müziğinin eklektik yapısını anlatan belgesel "Sensiz Yaşanmaz" tanıtım filmi Blu TV'de yayınlanmaktadır

 

Erköse kardeşler olarak çok meşhurduk

 

Leyla Diana: Ününüz tabi dünyaya yayılmış, yerli yabancı sizi dinleyince çalma fırsatı da doğmuş herhalde?

 

Barbaros Erköse: Tabi tabi. Türkiye’de Erköse kardeşler olarak çok meşhurduk. Ankara, İstanbul, İzmir. Türkiye’nin her tarafında tanınıyorduk. Henüz meşhur olmamış olan bir çok sanatçıya o zamanlar eşlik etmiş, çalmıştık. Emel Sayın mesela. Bu sanatçılar reklamlarının yapılması için para veriyorladı. Ayhan Işık’a Selahattin abim ders vermiştir mesela.

 

Ayhan Işık, Belgin Doruk, Fatma Girik'e dersler verdik

 

Leyla Diana: Ayhan Işık?

 

Barbaros Erköse: Evet Ayhan Işık. Daha bir sürü artist var öyle. Tabi, mesela Selahattin Abim Belgin Doruk’a da ders vermiştir. Fatma Girik de aynı şekilde, yani çok sanatçı yetiştirdik.

 

Leyla Diana: Herhalde filmdeki bazı sahnelerde müziğe hakimiyet  gerekiyordu, o yüzden mi?

 

Barbaros Erköse: Hem öyle hem de bizden istifade ediyorlardı. Ünlüydük çünkü.

 

Leyla Diana: Filmlerde rol aldınız mı, ya da çaldınız mı?

 

Hangi Yeşilçam filminde yer aldı?

 

Barbaros Erköse: Türk filmlerinde çaldığımız çok oldu. "Kırmızı Karanfiller“ diye bir film vardı Mediha Demirkıran. Ona filmde bir yerde çalıyoruz.

 

Leyla Diana: Biraz da anılara geçelim. Eminim bir çok sanatçıyla anınız var. Paylaşmak istediğiniz var mı öyle bir kaç tane? Mesela Zeki Müren ile çok çalıştınız. Nasıl biriydi?

 

Zeki Müren cimriydi

 

Barbaros Erköse: Zeki Müren’le tabi var olmaz mı? O zaman gazinolar on ikiye kadardı. On ikide bitiyordu ondan sonra pavyonlara gidiliyordu vakit geçiriyorduk. Birşeyler içip muhabbet ediyorduk. Sanatçılar gelirdi. Suat Sayın vardı, Şekip Ayhan Özışık gibi böyle arkadaşlar gelirdi. Ufak masalar öyle oturulurdu, ben de onların birinde oturuyordum. Zeki Müren çok cimriydi (karşılıklı epey gülüştük), bir akşam, Zeki Müren masalardan birinde oturuyor, oradan bağırdı ‘Barbaros bize viski ısmarlamıyor musun!’. Hemen garsonu çağırdım, ‘Zeki beye bir şişe viski’. Bir viski 20 TL. benim cebimde var 300 TL. (yine gülüşmeler) ısmarlardım böyle.

 

Leyla Diana: Anladım, o değil siz ona ısmarlıyordunuz (yine gülüyoruz) sonra dostluğunuz ilerledi herhalde.

 

Barbaros Erköse: Tabii, ama çok beyefendi, çok kibar bir insandı.

 

Leyla Diana: En çok çaldığınız sanatçılar kimler, ya da en çok çalmayı sevdiğiniz?

 

Neden pek kimseyi beğenmiyor?

 

Barbaros Erköse: Valla ben pek kimseyi beğenmiyorum. Çoğu düzgün okuyamıyor. Yine en zevkle çaldığım Zeki Müren’di diyebilirim. Daha bir çok sanatçıyla çaldık tabii ama en severek çaldığım Zeki Müren’di. O özeldi. Diğerlerini beğenmiyordum, hâlâ da beğenmiyorum. Emel Sayın, Müzeyen Senar onları da beğenmiyordum, Müzeyyen Senar’la da çalıştık.

 

 

Çoğu sanatçı eserleri berbat ediyor

 

Leyla Diana: Hiç mi beğendiğiniz yok ☺

 

Barbaros Erköse: Valla yok, ben biraz zor beğenirim (gülüşmeler) neden biliyor musun? şöyle anlatayım. Arap aleminin Ümmü Gülsüm’ü vardı. Şimdi Arap bestekar bestelemiş... Bütün o nağmeler inişli çıkışlı, nağmelerin hepsi notada yazılı. Her şeyi ile, usulü ile yerli yerinde okurdu. Sanıyor ki o Ümmü Gülsüm kendi kafasından yorumlar yapıyor. Türkiye’de birçok eserleri çoğu sanatçı berbat ediyor, onun için hepsini sevemiyorum.

 

Leyla Diana: Evet, özellikle son dönem şarkıları deforme eden sanatçılar var.

 

Barbaros Erköse: Evet, uydurmasyon nağmeler katıyorlar, yersiz yersiz nağmeler koyuyorlar eserleri berbad ediyorlar. Kimi takdir edeyim şimdi söyle bana?

 

Leyla Diana: Bülent Ersoy önceden güzel bir sese sahipti mesela bana göre.

 

Barbaros Erköse: O iyi idi, evet, o iyi idi, sonra ama bozuldu. (Muazzez Abacıyı sorduğumda da ‘yok canım o da bağırıyor’ diyor)

 

Beğendiğim kim mi?

 

Leyla Diana: Türk Sanat Müziğini klasik manada icra edenler ve okuyanlar ile daha sonra icra edenler çok farklılaştı.

 

Barbaros Erköse: Evet. Bakın ben meşhur olmayanlardan Elif Güreşçi vardır, çok beğenirim. Dinlerim ve takdir ederim. Tertemiz, yerli yerinde okuyor. Yersiz nağmeler yok. Buna benzer. Amatör ruhunda olan kişileri beğeniyorum. Öyle profesyonel olmuş kendi kafasına göre okuyor, ben onu dinlemem ki! Bu dediğim enstrüman çalanlar için de aynı. Adam keman çalıyor, kendi kafasına göre başka başka çalıyor. Uydurmasyon nağmeler eseri bozuyor. Ben sinirleniyorum, sinirlerimi bozuyor.

 

Leyla Diana: Bugünün dinleyicileri ile sizin çaldığınız zamanın dinleyicileri de farklı tabi neler söylemek istersiniz?

 

Önemli olan kalite

 

Barbaros Erköse: Bugün, çok az bir azınlık var onlar kaliteyi anlıyor. Hiç kimse kimin ne yaptığını bilmiyor. Assolistler de dahil. Önemli olan kaliteli olabilmek.

 

Müziğin tarifi, çok güzel konuşan bir insan gibi. Spiker mesela, taksim solo. Bunun özelliği burda. Güzel müzik yaptığı gibi, güzel de konuşacak. Geyik geyik konuşuyor ve öyle de nağmeler, kimsenin de bunları anladığı yok. Benim mecburen bu doğruları konuşmam gerek. Halk bilsin yani.

 

Leyla Diana: Evet anlıyorum, dolayısıyla da, çalarken karşılıklı olarak birbirinizi anlamadığınızda sıkıntılar oluyordur. Seviye farkları.

 

Barbaros Erköse: Tabii var.

 

 

Türk müziğine yolculuk

 

Leyla Diana: Peki... Sizin besteleriniz var değil mi? Onların toplandığı albümler var mı?

 

Barbaros Erköse: Tabii var, size verdiğim albümdeki bestelerin çoğu bana ait (Barbaros Erköse Ensemble - Türk Müzigine Yolculuk  2). Enstrümantal eserler. Benim yeğenim var, Selahattin abimin kızı Serpil Erköse (o da vefat etti), o bir şarkımı okumuştu. Nesrin Sipahi başka bir şarkımı okumuştu. Behiye Aksoy da uşşak makamındaki bir eserimi okumuştu "Sızlayan Bir Yerim Var Derinde" (1960‘lar).

 

Leyla Diana: Besteleme süreciniz nasıl gelişiyor?

 

Barbaros Erköse: Aklıma bir ses geliyor, onu toparlıyorsun, yürüyor yani.

 

Leyla Diana: Başlangıç için bir kıvılcım çakıyor yani...

 

Barbaros Erköse: Hah bravo. O sonra seni sürüklüyor. Ben genelde enstrümantal yapıyorum. Çünkü Avrupa’da ses, şarkı dinlemiyorlar. Enstrümantal dinleniyor ve tercih edildiği için öyle yapıyorum.

 

Leyla Diana: Tabi enstrümanınız da Avrupa için dikkat çekici. Kendine has bir tonu var. Her ne kadar klasik müzik eserlerinde çalınsa da, tarzınız da dikkat çekiyor. Sizin çalış tarzınız ile ilgili bir yerde okumuştum ve çalma stilinizin batıya çok yatkın olduğunu ifade ediyorlardı. Bu konuyla ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Müzik nedir?

 

Barbaros Erköse: Şimdi bakın, çok güzel bir yere temas ettin. Bunları işte halka anlatmak lazım. Bakın, demin de söyledim ya müzik nedir? Güzel konuşmak gibi, birbiriyle anlamlı cümleler kurmak. Müziğin alaturkası batısı yok. Bir eser, Türkiye’de yaşıyorsun tamam ama o Batı bu Türk müziği diye bir şey yok aslında.

 

Leyla Diana: Müzik evrenseldir diyorsunuz yani...

 

Barbaros Erköse: Evet. Batı nağmeleri koyarsın, İspanyol nağmeleri koyarsın, akıcı şekilde beste yapabilirsin.

 

Leyla Diana: Zannedersem sizi daha özgün bulmuşlar. Yani, sadece alaturka değil, Batı ezgilerini de hissederek çaldığınız için daha evrensel bir yerde bulunuyorsunuz.

 

Barbaros Erköse: Şimdi bakın, işte burası çok önemli. Alaturka çaldığın zaman, illaki yayvan yayvan mı çalman lazım ? Ama ne yapıyorlar, gereksiz yaymalarla çalıyorlar.

 

Leyla Diana: Alaturkanın makamsal avantajı olduğu için sesleri daha zengin batıya göre.

 

Barbaros Erköse: Makamlar var evet, çok zengin makam var.

 

Leyla Diana: Onlar da (Batı) bize özeniyor.

 

Barbaros Erköse: Doğudur (gülüşmeler)

 

Leyla Diana: Bir müzik aleti çaldığınızda onunla herhalde hergün vakit geçirmek gerek. Günlük hayatınızda her gün çalışıyor musunuz, enstrümanınızla aranızdaki bağ nasıl?

 

Barbaros Erköse: Valla çalıyorum tabii. İki tane yeni enstümantal nota yazdım. Piyasa biraz durgun tabii ama alıyorum, evde klarneti çalıyorum, meşgul oluyorum. Zaten kendini müziğe kaptırdığın zaman, illaki bir şeyler yazmaya da gayret ediyorsun. Şimdi bu pandemiden dolayı akademi de kapalı. Yoksa Çarşamba günleri gidiyordum orda, çalışıyorduk.

 

 

Torunu ile

 

Leyla Diana: Size de iyi oluyordur, çünkü bir müzisyenin çalma ihtiyacı var. Mesleğiniz olduğu için, yemek içmek gibi bir ihtiyaçtır.

 

Barbaros Erköse: Tabi, çok doğru dediniz. Onsuz olmuyor.

 

Çalışamıyoruz

 

Leyla Diana: Popülerliğiniz bir dönem çok yükseğe çıktıktan sonra, bugün hâlâ ünlüsünüz ama, o günlerden sonra gerek şartlar, gerek değişen dünya itibariyle durumu nasıl değerlendirirsiniz? Sizi arıyorlar mı?

 

Barbaros Erköse: Arıyorlar evet. Amerika’dan İlhan Erşahin, Anuar Brahem arıyor. Burda durum nasılsa orada da aynı. İngiltere, Fransa... Türkiye nasılsa oraları da aynı. Hiç çalışamıyoruz, bir şey yapamıyoruz diyorlar. Piyasa açık değil, kapalı. Piyasa açılsa ararlar, çalışırız. Ben Amerika’ya giderim, konserler veririz arkadaşlarla.

 

Leyla Diana: Biraz da caz hakkında konuşalım. Nasıl buluyorsunuz caz müziğini?

 

Solonun insanları bir yere götürmesi lazım

 

Barbaros Erköse: Çok güzel. Çok severim. Ben şöyle düşünüyorum, öyle bir bestekar çıkar ki, apayrı melodilerle gider albüm yapar ne kadar güzel yapmış dersiniz. Değişik şeyler yapılması lazım. Hep yani hep aynı sesler, yok olmaz. Benim bir arkadaşım var, John Surman bas klarnet çalıyor, şimdi bu solo yapıyor, sesler uyumsuz illa solo yapmak için teknik mi yapmak lazım. İşte onu bilmiyorlar. O solo, insanları bir yere götürmesi lazım. Teknik beni bir yere götüremez ki. En meşhur kişide bile o yok. Koşturur gibi, nereye?

 

Bizim burda kıymetimiz yok, Avrupa’da el üstünde tutuyorlar. Türkiye’de maalesef şarkıcıya önem veriyorlar. Kendi kafasından uydurmasyon sesler söylüyorlar ona kıymet veriyorlar bize vermiyorlar.

 

Geçenlerde bir şey oldu, sen Bülent Ersoy’dan meşhur musun dedi meşhurum dedim. Nerelerde konser vermiş dedim? Bir Dubai’de konser vermiş mi, Abu Dabi’de verdi mi? Amerika’da verdi mi? Ben dünyayı gezdim konser verdim, hangimiz kıymetli?

 

Müzeyyen Senar, New York’ta Brooklyn Center var, köprünün orda, Tatarlar bir araya gelmiş düğün salonu gibi bir şey tutmuşlar orda okumuş. Kaldığı odayı gösterdiler. Otelde de kalmamış Tatarların kaldığı lojman var, orda kalmış. Sonra dönüyorlar hava atıyorlar. Ajda Pekkan, Fransa’da Olimpia Tiyatrosu var, çok eski bir tiyatro. Ajda gidiyor orda Olimpia’yı tutuyorlar o da okuyor. Orayı doldurması mümkün mü? On masada bir kaç kişi, onları çekiyorlar. Sonra, Ajda Olimpia’da konser verdi oldu. Bilmezler ki nasıl bir yer. Türkler arasında oluyor. Buraya gelince basın Ajda’dan bahsediyor. Bizi niye yazmıyorlar? Bizler dünyanın her yerinde konserler verdik.

 

Bülent Ersoy'dan meşhurum

 

Leyla Diana: Peki bunun sebebi ne sizce?

 

Barbaros Erköse: Anladıkları yok ki! İllaki şarkı okuyacaksın, biraz güzel olacaksın.

 

Leyla Diana: Bu yıl İKSV size yaşam boyu başarı ödülü verdi. Tekrar tebrik ederiz.

 

Yurtdışında yaptıklarımız Türkiye'de haber olmuyor

 

Barbaros Erköse: Teşekkür ederim. Unesco bize çerçeveli diploma verdi. Ali, Selahattin ve Barbaros Erköse. Hangi sanatçıya verildi bu? Ama bahsedilmedi işte.

 

Leyla Diana: Basında yer verilmedi mi?

 

Barbaros Erköse: Yok canım, hiç!

 

Leyla Diana: Kac albümünüz var?

 

Barbaros Erköse: 15 20 albüm vardır. Bir de müzisyenlere eşlik edilenler var çok sayıda.

 

Leyla Diana: 60’ların payvon ve gazino kültüründen de bahseder misiniz?

 

O halk yok artık

 

Barbaros Erköse: Mediha Demirkıran ile biz Cumartesi günleri 10 konser veriyorduk. 15 dakika orada, 20 dakika orada falan, en son Paşabahçe’de artık halk saat 8 olmuş kimse kalkmıyor. Gitmiyorlar. Halkın güzelliğine bak. O halk yok artık. Şimdi kimsenin müzik dinlediği yok.

 

Leyla Diana: Neler dinliyorsunuz?

 

Barbaros Erköse: Caz, eskiden yapılmış besteler var, Klasik Türk musikisi.

 

Leyla Diana: Eski müzisyenlerle görüşüyor musunuz?

 

Artık herkes birbirinden koptu

 

Barbaros Erköse: Görüşmüyoruz. Herkes birbirinden koptu. O güzellik kalmadı ki.

 

Leyla Diana: Peki, yeni çalışmalar var mı projeler ya da?

 

Barbaros Erköse: Çalışmalarım var ve neredeyse 4-5 tane olacak şekilde hazır ama piyasa kötü biliyorsun. Eserler hazır ama bekliyoruz, bakalım.

 

Leyla Diana: Çok çok teşekkür ediyorum bu güzel sohbet için.

 

Barbaros Erköse: Ben de teşekkür ederim. Herhalde her şeyi anlattım ☺

 

Leyla Diana: Daha vardır konuşacaklarımız var ama onu da radyo programımıza saklayalım.

 

Leyla Diana

 

Cazkolik.com / 02 Ocak 2021, Cumartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Leyla Diana Gücük

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

  • MehmetAli Erdin
    06 Haziran 2021 Pazar 06:29

    İş Bankası Kültür Yayınları, Kültür ve Sanat Müşavirliği yayın kurullarında çalışırken çok ünlü kişilerle (şairler- yazarlar, müzisyenlerle) röportajlar yaptım... Röportajı akıcı kılan sorulan soruların açtığı yoldur. Bu yolda yürüyen tökezlese, ayağı aksasa bile toparlar düzgün yürüdüğüne kanıt editöryenlik tarafınızı ortaya koyarak albenili hale getirebilirsiniz. Öyle, sorgu hakimi gibi, soru-cevap, sözü yarıda kesmek, ilgisiz ara sorularla laf çoğaltmakla röportaj olmuyor. Ayrıntı açıklamayı sağlayacak birkaç soruyu sorar, dinlemeye geçersiniz, konuşana müdahale etmezsiniz, diğer soruları sorar, anlatıları birleştirir karşı taraf makale yazmış gibi toparlar, sebep-sonuç ilişkisine bağıntı olabilecek bir paragrafla bitirirsiniz, olur size modern röportaj !... -Mehmet Ali Erdin- Ankara, 6.6.2021 Pazar- erdinmehmetali@gmail.com Yani, konuşandan önce konuşturmayı bilmenin önemi röportajın özünde saklı kalır. Leyla Diana Gücük'de bu başarıyı estetik yükü ile gördüm, kutluyorum, sevgi ve saygıyla selamlıyorum. -Mehmet Ali Erdin- Ankara, 6.6.2021 Pazar- erdinmehmetali@gmail.com

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.