Seyyar satıcılarla aynı sahnede
Cazkolik: Sumru Ağıryürüyen Radyo Cazkolik’teki son programda Tunçer Gürsoy’un konuğu oldu, dinleme fırsatınız oldu mu?
Ayşe Tütüncü: Sizin radyoda mı, henüz dinleyemedim.
Cazkolik: Böyle pat diye lafa girdim ama bunu şundan dolayı sordum, şimdi bu konuşmamıza vesile olan ISCMS 2010 projesini ben kişisel olarak çok önemsiyorum. "Müziğin başka türlüsü" sloganıyla tanımlanan, içinde avangart eğilimlerin yer aldığı, yurtdışından gelen ve içlerinde John Zorn, Oliver Lake gibi farklı ve önemli isimlerin olduğu, cazın sınırları konusunda yeni sözler söyleme ihtimali yüksek bir proje... İlk yapıldığı yıl da vardınız?
Ayşe Tütüncü: İlk olarak 2006’da başladı. Hatırladığım kadarıyla o yıl Marilyn Crispel de yer almıştı.
Cazkolik: Düzenli yapılmadı ama.
Ayşe Tütüncü: Bu yıl ikincisi yapılıyor. Bütçe sorunu vardı, bu nedenle 2006’da başlamasına rağmen sonraki yıllarda düzenlenemedi.
Cazkolik: Bu yılın bütçesini kim temin ediyor?
Ayşe Tütüncü: Bu seneki bütçeyi İstanbul 2010 karşıladı ama seneye ne olacağını bilmiyoruz.
Cazkolik: Peki, Ayşe Tütüncü olarak sizin bu projede yer almanız nasıl gelişti?
Ayşe Tütüncü: İSCMS 2010 projesi için yurtiçinde çeşitli müzisyenlere teklif götürüyorlardı zaten bunlardan biri de bana teklif edildi. Konuşmalarımızda festivalin birkaç bölümü olduğunu söylediler. Bazı ana başlıklar vardı.
Cazkolik: Kim söyledi, Dost Kip ve Sumru Ağıryürüyen mi?
Ayşe Tütüncü: Evet, bu festivalin sloganı "Müziğin Başka Türlüsü" olduğu için benim açımdan çok kabaca özetlemek gerekirse aslında müziğin müzikten de öte bir şey olduğu, müzik olmayan şeylerin de işin içine girebildiği, iki kavramın sorgulanması gibi bir şey.
Cazkolik: İsmet Sıral’ın da müzikal mirası da böyle sayılabilir mi bir anlamda?
Ayşe Tütüncü: Evet, kesinlikle öyle. Hani o hep duyduğumuz meşhur örnek var ya., dere kenarında kurbağa ötmeye başlamış, İsmet Sıral da saksofonunu çıkarıp onunla söyleşmeye başlamış.
Cazkolik: Müziğin doğanın dili olarak algılanması.
Ayşe Tütüncü: Evet, tam da o mantıkla aslında. Mesela bu projede trafik konserleri var. Eminönü’ndeki üst geçitte müzisyenler bir araya gelecek, şehrin sesleri, trafiğin sesleri bir yandan. Orada bir performans gerçekleştirecekler. Hayatın içinden gelen sesler bunlar. Mesela yaşadığım bir örneği hatırlıyorum. Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde çok hoş bir Nisan akşamıydı. Gün batıyor, kuşlar bir yanda ötüşüyor. Konser esnasında tam biz bir parçaya girecekken o sırada yukardan bir martı olanca çığlığıyla geçti. Tam o anda parçaya girmeye hazırlanan Yahya Dai de saksafonuyla martı sesini aynen taklit etti. Onu da müziğin içine katıp çok hoş bir an yaşamış olduk. İşte bu sesler trafik sesleri olabildiği gibi mesela festivalin başlıklarından biri de seyyar satıcılar, o sesler de olabiliyor. Yönetimdeki arkadaşlarım bana sen hangisine katılmak istersin diye sordular, hiç düşünmeden seyyar satıcıları seçtim.
Cazkolik: Neden?
Ayşe Tütüncü: Çünkü seyyar satıcılarda insanın geçmişine, çocukluğuna, anılarına götüren çok güçlü bir yan var.
Cazkolik: Naif bir yan.
Ayşe Tütüncü: Geçmişte kalmış, bugün artık tekrar edilemeyen bir yan. Satıcıların bir kısmı artık yok. Sucular yok, yoğurtçular yok, ya da tek tük varlar. Sütçüler de kalmadı. Geçmişte kalmış, kayıp cennetlerimiz vardır ya, onun sesle ifadesi gibi geldi bana.
Cazkolik: Bu tarif ettiğiniz müzikal bir durum aslında. Peki arada şunu sorayım, satıcılar nasıl bulundu, yani bulmak belki zor değil de nasıl dahil edildiler projeye?
Ayşe Tütüncü: Müzik öğrencilerinden, kayıt öğrencilerinden çeşitli ekipler kuruldu. Onlar düzenli olarak İstanbul’un sokaklarında taramalar yaptılar.
Cazkolik: Satıcıların böyle bir şeyden haberleri yok elbette, izah edince nasıl karşılamışlar?
Ayşe Tütüncü: Valla, ‘Çok karışmayayım, işim var’ diyen olduğu gibi, ‘aaa çok güzel neden olmasın’ diyen de olmuş. Ya da ürkekçe ‘güzel ama neye yarayacak’ diyen de... Zaten bize de yüzlerce seyyar satıcı lazım değildi. İçlerinden yirmi kişi kadar yetiyordu. Dolayısıyla öğrencilerin yaptığı kayıtları bu işle görevli arkadışımız flütçü Sıla Gerbağ dinledi. Sayılarını altmışa kadar düşürdü ve ön eleme için müzisyenlere çağrıda bulundu. Bizim ekipten ben ve Timuçin (Gürer) gittik.
Cazkolik: Sokakta bağırırken seslerini mi kaydetmişler?
Ayşe Tütüncü: Evet, aynen öyle, sokakta kaydolmuş o sesler. Bize kayıtları dinlettiler. Müzisyen gözüyle bu seslerle sahnede ne yaparız diye bakarak toplam sayıyı yirmiye kadar düşürdük. Bu yirmi kişi de bütün müzisyenlere sunuldu. Dört ekip var. Üçü sahnede doğaçlama yapacak. Biri de bu seslerle elektronik müzik yapacak. Dolayısıyla biz bu yirmi sesi seçerek, işlerimizin içine katacağız. Ben de özel olarak bu kişilerle tanışmak istedim. Mesela yarın gidip bazılarıyla tanışacağım. Belki prova yapıyor olmayacağız ama zaten önemli olan doğaçlama yaparken karşılıklı güven ilişkisi kurmak. Peki burada doğaçlamayı nasıl çalışabiliriz? Birbirimizin huyunu, hissettiklerini karşılıklı olarak devralmayı başarmamız lazım.
Cazkolik: Burada aslında yönlendirmeyi siz yapmak durumundasınız çünkü satıcıların yapabileceği şeyler belli.
Ayşe Tütüncü: Eee tabii. Kayıtlarda duyuluyor zaten. Onlar ‘ne yapayım şimdi’ diye soruyor. Her seferinde de şu cevap veriliyor. ‘Abiciğim, amcacığım sen her zaman nasıl yürüyorsan, bağırıyorsan aynısını yap. Biz aynen kaydediyoruz.’ Kimisi çok sık sık bağırıyor. Kayıt boşa gitmesin diye hissediyor herhalde. Kimisi tam aynısını yapıyor. Üst üste beş kere tekrar etse aynı sesi çıkarabiliyor. Kompoze edilmiş bir bağırış gibi. Sonuçta seyyar satıcılar zaten benim hayatımda var olan, çocukluğumdan beri yaşamımda yer eden birileri olduğu için severek ve düşünmeden, kolaylıkla seçtiğim bir konu oldu. Zaten böyle seslere kulağım açıktır. Bu projeye girdiğimden beri daha da dikkat eder oldum.
Cazkolik: Bu aslında bizim şehir kültürümüzde olan bir gelenek. Bu geleneğin de bir müzikal disiplin içine doğaçlama olarak katılması çok ilginç bir tecrübe olacak eminim.
Ayşe Tütüncü: Evet, katılıyorum. Tam olarak nasıl bir şey olacağını şu anda söyleyemiyorum ama maalesef.
Cazkolik: Baştan öngörmesi pek kolay değil. Doğaçlamanın tabiatı bu zaten.
Ayşe Tütüncü: Çünkü fikirler değişiyor, gelişiyor, bir kısmı gereksizleşebiliyor zaman içinde. Ama neticede bir şekilde geçmişte kalmış bu seslere geri dönüp, onlarla bütünleşmenin yolunu bulmaya çalışıyoruz. Bir çeşit ses arkeolojisi yapmak gibi bir şey.
Cazkolik: Peki bu deneyime bir isim koydunuz mu?
Ayşe Tütüncü: ‘Seyyar satıcılarla sahnede’ gibi bir fikir vardı ama tam belli değil herhalde.
Cazkolik: Ne zaman gerçekleşecek bu deneyim?
Ayşe Tütüncü: Bütün bu dört ekibin yer alacağı baştaki konser 6 Ağustos akşamı Sepetçiler Kasrı’nda gerçekleşecek. Açılış Erdem Helvacıoğlu’nun olacak. ‘Sahnede bir şey yok ama her yerde ses var’. Öyle bir şey yapacak o. Sonra benim ekibim çıkacak. Benim ardımdan da iki ekip daha çıkacak. Her ekipte yabancı müzisyen konuklar da olacak. Bu da işin bir yanı. Mesela ben yirmibeş otuz yıldır Timuçin’le çalışıyorum ama bir yanda bize daha hiç tanımadığım John Lindberg katılacak. Ya da hep izlediğimiz Trilok Gurtu katılacak. Çalışını bildiğimiz bilmediğimiz, tarzını tanıyıp tanımadığımız kişilerle değişik bir bileşim olacak.
Cazkolik: Bunun bir kaydını yapacak mısınız?
Ayşe Tütüncü: Şüphesiz olacak. Ben kendi kaydımı kendim yapacağım zaten ama festival bünyesinde de şüphesiz yapılacaktır. Ayrıca bütün bu hazırlıklar bir belgesel olarak da çekiliyor. Bizim o altmış sesi dinlediğimiz bütün bir gün ayrıca videoda kayıtlı.
Cazkolik: Peki bu İSCMS 2010 projesi kapsamında kendi adınıza yapacağınız konserden başka dikkatinizi çeken projeler neler?
Ayşe Tütüncü: Çok çeşitli workshoplar olacak. Ben kendimi festivalin bünyesinden biri olarak kabul ettiğim için vaktim yettiğince bütün konserlere katılmaya çalışacağım.
Cazkolik: Biz de Cazkolik olarak İSCMS 2010 projesini çok önemli gördüğümüz için gerek bu hafta yayında olan Tunçel Gülsoy’un programında gerekse şimdi yaptığımız gibi söyleşilerde sıklıkla müzikseverlere bu konserlere gitmelerini tavsiye ediyoruz, edeceğiz. İstanbul dışında yaşayıp da Cazkolik okuru olan müzikseverlere proje hakkında mümkün olduğu kadar detaylı bilgiler ulaştırmaya çalışıyoruz. Peki son olarak eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Ayşe Tütüncü: Şöyle bir şey geliyor aklıma; Biz ne zaman konserlerde tümüyle serbest bir doğaçlama yapsak ben önceden seyirciye mutlaka ‘şimdi size bir parça çalacağız ama ne çalacağımızı biz de bilmiyoruz’ diyorum. Böyle söyleyince insanlar koltuklarında daha bir dik oturup kulak kabartmaya başlıyorlar. Bakalım ne olacak diye. Çoğunlukla konserlerde bu türden doğaçlama yaptığımız parçalar çok güzel oluyor. Kimisi de çok kötü olabiliyor. Tutmuyor yani bir şekilde, olmuyor. Bir önceki normal doğaçlama olmayan parçayı çok güzel çalmış oluyorsunuz, ruhunuzdaki ateşin enerjisini öyle bir kullanmış oluyorsunuz ki geriye kullanacak malzeme kalmamış gibi oluyor. Bunları ‘müziğin başka türlüsü’ kavramına yaklaşmak için anlatıyorum. Kimi zaman izleyici geliyor. ‘Yaa Ayşe hanım, sizin konserlerinizde çok eğleniyoruz, çok güzel oluyor ama o dediniz ya serbest parça, böyle şeyler çalmasanız keşke...’ diyorlar. Ben de diyorum ki o zaman; ‘tamam, belki bugün güzel olmadı ama bunun heyecanı burada zaten. Dün de bunu Ankara’da çaldık. Mükemmeldi. Dünkü seyirci böyle demiyordur. İyi ki çaldınız diyordur’. Yani sonuç olarak demek istiyorum ki bütün bu konserler dizisinde rastlantısallığın, doğaçlamanın ön plana çıktığı bir konserler dizisi bu.
Cazkolik: Şimdi söyliyeceğimi sadece caz müziği açısından düşünmeyin, şöyle sorayım, Türk müzisyeninin doğaçlamaya olan eğilimi nasıl?
Ayşe Tütüncü: Bence güçlü, geleneğimizde de olan bir şey bu, mesela bizde taksim geçmek gibi bir şey var. Müziğin dışında tuluât geleneği var örneğin. Belki doğaçlamaya yönelik bin bir formumuz yok. Form oluşturma geleneğimiz yok. Doğaçlama o anda aklına ne geliyorsa onu söyleme, onu çalma gibi bir şey değil elbette. Şöyle bir örnek vereyim. Siz ve ben oturuyoruz. Yanımıza beş kişi daha aldık, başladık her kafadan konuşmaya. Bu aslında kakafoni olur. Ama biz yedi kişi düzenli olarak her hafta buluşup konuşmaya başlarsak bayağı hoş sohbetlere tanık oluruz. Belki hızlı biri diğerinin ağzından lafı kaparak konuşur ama herkes birbirini dinlediği için ortaya zevkli bir sohbet çıkar. Gelenek de böyle kuruluyor zaten. Sonuçte doğaçlama hakkında duymadan karar vermemek lazım. Bir diğeri de müzik olmayan şeyler de müziğin içine katılabiliyor kimi zaman.
Cazkolik: Belki çok alıcısı olan bir tarz değil ama herhalde müzisyene mutluluk verici olsa gerek. Sevgili Ayşe Tütüncü, çok güzel bir söyleşi oldu. Hem ISCMS 2010 projesini anlamak ve konuşmak açısından, hem de sizin sahnede yapacaklarınızı şimdiden anlamak açısından... Çok teşekkür ediyoruz. Performans akşamı kesinlikle ordayız.
Cazkolik.com / 29 Temmuz 2010, Perşembe
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.
Sinem Başaran
seyyar saticilarla basligina bakinca insan basta bir sey anlamiyor nreler olduğunu ama söylesi çok akıcı çok güzel olmus istanbulda olsaydım görmek isterdim yinede ilginç bir seye benziyor. sevgiler. sinem.
Bu Yoruma Cevap Yazın »