Rock müzik tabi ki cayır cayır gitarların, gümbür gümbür davulların, kükreyen klavyelerin ihtişamıdır. Hayali gitarlarla, tencere, tavalar ile sololar, ayna karşısında vokal yapanlar yanında hayali bas ile groove yapanlar pek bir azdır zannımca. Açıkçası ben de onlardan değildim. Favorim davuldu. Neil Peart, Keith Moon, Roger Taylor ile özdeşleşip kudururdum teybin karşısında. Sonraları işi büyütüp, multi enstrümantalist oldum. Aynı şarkıdaki davulu, gitarı, bası, klavyeyi en havalı partisyonları geldiğinde çalgıdan çalgıya atlayarak çalıp, vokal de yapıyordum aynı zamanda. Hem de; hem vokal hem harmoni vokal. Elimden her iş geliyordu. İlk yıllarda çoğunlukla İngiliz rock gruplarının dublajını yaptığımdan (Nazareth, Uriah Heep, Status Quo, Queen, Who, Deep Purple, Led Zeppelin) çoğunlukla hava kadar hafif gitarlarla haşır neşirdim. Santana ile başlayan fusion, caz-rock grupları ile 4 telli de radarıma girdi. Santana`daki harika basçılar (David Brown, David Margen, Doug Rauch) Parliament Funk, Tower Of Power gibi funk grupları ile bu dans kıvılcımı enstrümana daha çok kulak kabartmaya başladım. John Entwistle ve John Deacon gibi mülayim adamlar yanlarındaki delilerden daha fazla ilgimi çekmeye başladı konser videolarında.
Eskiden beri dinlemekten bıkmadığım bas gitar performanlarından bir seçki yapmak, onları sizlerle paylaşmanın iyi bir fikir olacağını düşündüm. Maksat en iyi bas gitaristler seçkisi değil, bas gitar aracılığı ile anıları, eski hisleri kayda geçirmek. Bas gitardan sonra gitar, davul, klavye için de hatıralar geçidi yazsam iyi olur.
Santana`nın 1969`da Woodstock`ta peygamberliğini ilan ettiği zamanlardaki efsane kadrosunun Beckenbauer`uydu David Brown. Geriden oyun kuran, soloculara pas dağıtan, takımın omurgası olan bas rifleri, mütevaziliğinin aksine Rolie`nin Hammond`u, Carlos`un Gibson`ından, Michael Shrieve`nin Ludwig`inden sıyrılıp gelebiliyordu. Chepito ve Carabello`nun latin vurmalılarını yukarıdakilerin rock tavrına monte eden de oydu. Onun İlk albümün ilk parçası Waiting`in sıradan eşlik tutan bas performansı bile Santana`yı Santana yapan ana elementlerden biriydi. Savor, Batuka, You just dont care, Let me ... hepsi David Brown`ın kulaklarımızdaki sihri. Mother`s Daughter air gitar ayini yapmamı engelleyen nadir şarkılardan biri.
En akılda kalıcı, en yapışkan bas rifi. Kimileri Another One Bites The Dust, Under Pressure, vs diyebilir. Bu hepsinin atası bence. Hem de hiç kimsenin tanımadığı bir ustanın elinden çıkmış, şarkıyı yükseltebileceği yere kadar yükseltmiş. Şarkı bu büyülü bas rifinin üzerinde yükseliyor. Şarkıyı ilk defa Joe Cocker`dan dinlemiştim itikatımdan dolayı. Yoksa Marvin Gaye, Stevie Wonder, Otis Redding filan bunları bilmezdim. Şarkıyı dinlerken bastan başka bir şey duyamıyorum. Bob Babbtitt hepinizin ıskaladığı bas kompetanı. Evet hepinizin.
Genel kanının aksine Free Paul Rodgers`ın çiftliği değildi. Andy Fraser en az Paul Rodgers kadar söz sahibiydi bu nispeten ıskalanmış İngiliz blues rock grubunda. Şarkıların büyük çoğunluğu Fraser Rodgers ortak bestesiydi. Davul, gitar, bas üçlüsünde bas gitarın ağırlığını dönemin çoğu grubunda bu kadar hissedemezsiniz. Her grupta Jack Bruce, Andy Fraser yok tabi ki. All Right Now`daki Paul Kossoff mu? Songs Of Yesterday`deki Fraser mı? Benim cevabım belli. Sizin ki?
Farkındayım, Uriah Heep`ten parça seçip de favori bas gitar performansını Gary Thain`e değil de Mark Clarke`a vermek ne kadar garipse Mark Clarke`ı Colosseum, Tempest gibi isim yaptığı grupların dışındaki bir işiyle anmak da o kadar garip. Asıl albümde bulunmayan, The Wizard 45`liğinin arkasında (ki o da Hensley Clarke ortak bestesi) kuşa çevrilmiş olarak yayınlanan jam session seneler sonra Landsdowne Tapes adı ile yayınlanmıştı. Basın tonu biraz daha rafine/tok olsaydı daha iyiydi ama bu haliyle de eşsiz.
Norman Whitfield bu parçasından çok ekmek yedi. Bir çok şarkıcı ve gruba söyletti, telif hakkını sattı. Temptations, Rare Earth, Rod Stewart bunlardan en ünlüleri. Diğer hiç bir yorumun bas rifi Rare Earth`ün konser kaydındaki kadar ön planda değil. 9 notalık bas rifi, ride zillerin sürüklediği aksak davul ritmi ile benim için meditatif bir ayin. 14 dakikalık bu töreni wah wah gitarlar, saksofon ve org soloları da süslüyor ama parçanın ikinci yarısında daha hesaplı, daha kısa bir forma giren bas cümleleri yine çok etkili ve parçanın kimliğini belirlemede tüm solo enstrümanlardan daha etkili.
İlk dinlediğim zamanı çok iyi hatırlıyorum. Stüdyo FM`i kaydettiğim zamanlar, Yıl 1983, Rolling Stones`un Undercover Of The Night parçasına bayılıyorum. Ekolu elektronik davullar ve Bill Wyman`ın bas gitarı. Sanırım ertesi sene Stüdyo FM rock tarihindeki önemli gruplar için özel programlar yapmaya başladığında Rolling Stones`un programında dinlemiştim Jumpin` Jack Flash`ı. Parçanın etkileyici bas rifini dinlediğimde hemen çarpılmıştım. İşin ilginç yanı bu parçada bas gitarı Keith Richards`ın çaldığını bir kaç sene önce öğrendim. Bill Wyman ise Hammond çalıyormuş bu parçada ki varlığı pek belli olmuyor.
Benim de, bir çok kişinin de ıssız ada albümü. Frank Bornemann dışındaki tüm müzisyenler çalgılarında çok yetkin. Bornemann kötü çalgıcı demiyorum tabi ki ama onu diğer üçünün seviyesine çıkarmak da haksızlık olur. Lakin onun da koyu Alman aksanlı İngilizce vokalini Freddie Mercury`e dahi değişmem. Muhteşem albümü bir de ben anlatacak değilim. Basçı Klaus-Peter Matziol parçanın ortasında albümün özünü hap yapıp, kulaklarımızın içine atıyor zaten. O ve klavyeci Devlev Schmidtchen, Jurgen Rosenthall`in tarihe geçmiş davul performansının (ki tematik albümün mimarı Rosenthall. fikir ve tüm sözler ona ait) altında kalmayacak şekilde eşlik ediyorlar.
Hiç sevmediğim adamın tek sevdiğim şarkısı. Mike Inez tarafından yazılan ama sonrasında kanlı bıçaklı olduğu Bob Daisley tarafından çalınan harika rife haksızlık edemem, her ne kadar Ozzy Osbourne parçası olsa da.
Listenin 1 numarası! En sevdiğim davul bas uyumu. Saygun Arpalı ve Metin Özülkü haza Sly Robbie bu parçada. Edip Akbayram`ı Açık Radyo`daki programıma (Terra Incognita) davet ettiğimde ve sonrasında bol bol sohbet etme imkanı bulmuştum. Adnan Ergil ve Metin Özülkü`yü Fenerbahçe Lisesi orkestrası üyesi olarak katıldıkları Milliyet Liselerarası Müzik yarışmasında keşfettiğini, jüri üyesi olarak seyrettiği müzisyenlerin performanslarına bayıldığını söylemişti. Yarışma biter bitmez yeni oluşturacağı Dostlar`a gelir misiniz diye düşünmeden teklif ettiğini onlarında doğal olarak tereddütsüz kabul ettiklerini gözlerinin içi gülerek anlatmıştı. Aynı şekilde bodrum katı bir daire kiralayıp, 2 ay prova yaptıklarını, albümdeki grup hissiyatını da öyle oluşturduklarını heyecanla anlatıyordu. Bir değil iki müthiş genç diyordu sanki dün gibi hatırlayarak. Sonrasında Saygun Arpalı`yla da Edip Akbayram`ın bence en önemli albümü olan Nice Yıllara Gülüm`ü yâdetmiştik ilk solo albümünü çıkardığı sırada. Bu albümün kasedini çıktığı yıl Erdek`ten almıştık. Arabada Çanakkale yolu boyunca defalarca önlü arkalı dinleyip, annemi çıldırttığımızı hiç unutmuyorum.
Listenin Ahmet Güvenç`siz olmayacağı aşikar. Ama hangi parça ona hala emin değilim. Bal Sultan`ın da içinde bulunduğu bir liste vermek daha doğru belki de. Çünkü 1976`dan 1985`e kadar çaldığı tüm albümlerde Bal Sultan kadar bir çok iyi işi var. Eğri Eğri, Doğru Doğru, Dönence, Alla Beni Pulla beni, Adem Oğlu Kızgın Fırın Havva Kızı Mercimek liste sürüp gider.
Bu arada başka bir favorim olan 1976`da çıkan Lonely Man`de kim çalıyor diye düşündüğümde Türk Rock müziği uzmanı, klavye sihirbazı Barış Göker`e danışarak aydınlandım. Hollanda`da yayınlanan Nick The Chopper`dan alınan parça da büyük ihtimalle Ahmet Güvenç tarafından icra edilmiş diye düşündük ikimiz de. Zira bas cümleleri yine onun stilinde.
Kaynanalar ile müsemma Moğollar alametifarikası. Çocukluğumda bayılarak seyrettiğim dizinin jeneriğini oluştururdu. O zamanlar telif hakkı olan bir ürünü gasp etmek daha kolaydı tabi. 1971`de çıkan ödüllü albümün yarısı çoğunluğu Murat Ses tarafında düzenlenen anonim eserlerden, türkülerden B yüzü de yine çoğunluğu Murat Ses tarafından yazılan bestelerden oluşuyordu. Iklığ grubun ortak bestesi. Parçaya adını veren Iklığ kabak kemanenin atası sayılan bir çalgı. Albümün Türk baskısı kopyası (Anadolu Pop adı ile yayınlanmış) Tarık`larda vardı. Arka kapakta her parçayı çok güzel ifade eden yorumları okuduğumda çok etkilenmiştim. Albümü, içindeki parçalar hakkında kısa notlar paylaşmak 70`lerin özelikle ilk yarısında bu güzel bir gelenekmiş. Aynı şekilde aynı arkadaştaki Iron Butterfly`ın Metamorphosis albümünün yerli baskısında da her parçanın açıklamaları vardı. Iklığ`ın açıklamasındaki “Taner Öngür`ün Anadolu usulü bas gitarı” gibi çok güzel ifade hala zihnimde.
Özel televizyonların birbiri ardına peydah olduğu seneler. Klibini yakalamış öyle haberdar olmuştum. Prinus Geddy Lee yerine Frank Zappa`nın bas çalıp söylediği, punk tavırlı, dejenere bir Rush. Size yakın olmayan tarzlara yakınlaşmak için böyle büyük gruplara ihtiyaç duyarsınız. Primus tam da böyle grup benim için. Les Claypool`un vokali karaoke yapmaya uygun değil ama gençleri bas gitar çalmaya özendirecek kadar kaşındırıcı, kudurtucu enstrumanında.
Parçayı rock dünyasının ilk bas gitar kahramanlarından, Öküz ve Şimşekparmak namlı John Entwistle`ın çaldığı orijinalinden değil de W.A.S.P. yorumundan dinleyip haberdar olmuştum. Dinler dinlemez Bakırköy`de Nezih Onur`un tezgahtar olarak çalıştığı kasetçiden W.A.S.P.`in Headless Cross`unu, bir kaç hafta sonra da karşıya geçip Kadıköy`den Quadrophenia`nın korsan kasedini almıştım. O sene televizyonda Who`nun Phil Collins, Billy Idol, Elton John`un konuk olduğu bir konserleri yayınlanmıştı. Patti LaBelle`in muhteşem Acid Queen yorumu ve tüm zamanların en iyi parçalarından Love Reign O`er Me ile iflah olmaz bir Who hayranı olup çıkmıştım. Adı bende saklı bir arkadaşım da senelerce Ahmet Güvenç`ten ders alacak kadar bas gitar sevdasına tutulmuştu.
Bunlar benim köyden değil ama bu parçalarını çok severim. Bas rifi ile klavye akorlarının uyumu şahane. Şarkının o ipeksi melankolisini buradaki uyumda saklı. Kıvılcım`da dinlemiştim bunu çıktığı sene plaktan. Aynı sene çıkmış Santana Hooker harikası The Healer ile ardarda çalmıştı. İkisine de bayılmıştım. Gitar ha keza çok güzel. Ama davulun tonu ve hissettirdiği her şey berbat. O dönemin sequencerdan daha fazlasını vaat etmeyen, yetenekli davulcuların maharetine durarsız, hiç bir nuansa yer vermeyen, risksiz ve bu sebeple yavan elektronik davulu işte. Grubun hayranları arasında en iyi albümü diyenler çoğunlukta. Pictures Of You ile beraber beni de yakalamıştı Robert Smith. Bas ile ilgili yazıda davul hakkında bi torba laf etmek de güzel oldu. “Love to hate” motivasyonu nasıl da ele geçirdi beni.
Yıldız Teknik Üniversitesinin bahçelerinde, koridorlarında givirivey givırıvey givirivey nav, Bab Marliii diye kudurduğumuz güzel yıllar. Saçlar kıvır kıvır, Harun Kolçak halt etmiş. Harika şarkı, harika vokal, harika bas. Zıplamadan dinlenmez bu meret. Rap vokali Cartel`den önce sevdirdi bu kuduz Kaliforniya`lılar bana.
Onu sevimsiz Phil Collins`in grubundan tanırdım. ZZ Top usulü sakalları, ( Gandalf da iyi ifade eder onu tanımlamak için ) 80`lerin ruhunu yansıtan, akord kafası olmayan Steinberger gitarı ile akılda kalıcıydı. Leland Amerikan batı yakasının folk rock tayfası ile işe başlamış. Fusion, caz-rock ile çok anılan biri değil. Ama her türlü müzik tarzına kendi tavrını ekleyebilecek çok yetenekli bir çalgıcı, müzisyen. Phil Collins`e de bu katkıyı yaptı. Billy Cobham`a da. Massive Attack ile düşüp kalkmış neslim de bilir bu rifi (Safe From Harm). Portfolyosuna bakınca bu kadar geniş birini bulmak gerçekten zor. tarihi bir kayıt, eşsiz rif, ölümsüz bir ilham.
Rush`ı ilk kez Fehmi`den duydum. 2112 albümünü 90lık bir kasete çekmişti. Diğer tarafta yine 1976`dan A Day At The Races vardı. 2 albüm de hala sevdiğim albümlerden. Rush dinleyende paralize etki bırakan virtüyozite içerir. Dream Theatre`ın atası sanki. Senkoplar, ritm değişimleri, vs ...enstrümancıları delirtici numaraları olduğu kadar çok da etkileyici hikayeleri vardır. Davulcu`nun sözleri, basçının vokal, bas ve klavyeyi aynı anda kotarması, Peart`ün jonglörlükleri ... Seveni kadar sevmeyeni de var benim gördüğüm.... Üstad`ı tahrik ederek noktayı koyayım; Kiss sevenler sevmesin zaten Rush`ı Modern saga ... uzay destanı ...
Joe Perry ile Steven Tyler her zaman Jagger Richards etkisi yaratmıştır. Güçlü vokali olan kocaman bir ağız, keskin, herkesi yakalayan cümleleri olan kara kuru bir gitarist. 80`lerin ortasında Run DMC Walk This Way bunları diriltti de bizim nesile tanıttı. Sonrasındaki Permanent Vacation ve özellikle Pump eski albümlerinden de güçlü albümlerdi bence. Steven Perry`nin kızı, video klipleri, film müzikleri ünlerini doruğa çıkarttı. Come Together yorumları vs ile daha çok bilinirler ama bu parça ilk enerjilerinin ispatı. Her daim zig zag çizen grubun ileri ivme gösteren hareketlerinden. Bas, davul, talk box gitar ... formül de şahane icra da ...
Fender Rhodes, davul ve basın eşsiz bileşimi ... yeterli değil mi? Bir de James Senese`nin saksofon ve vokali olsa? Internet saysinde ne kadar iyi gruplardan haberdar olduk son 20, 25 sene içerisinde. Uluslararası popüler müzik pazarının neredeyse tamamının çöp olduğunu bir kenara bıraksak bile pazar hala Anglo-Amerikan yapımcıların ve onların yerel uzantılarının egemenliğinde. Eskiden de böyleydi ama internet öncesi devirde yırtınsak da başka bir şeye ulaşamıyorduk. Artık bu engeller kalktı ve bu sayede bir çok duyulmamış ama harika müzisyene ulaşabiliyoruz. Adı üstünde İtalyan Napoli Centrale siyahi İtalyan müzisyen James Senese`nin caz-rock grubu. Grup 70`lerin ortasında birleşmiş milletler gibi kadrosuyla ( bu yazıya ilham veren bas gitarı çalan Kelvin Bullen Trinidad-Tobago`lu bir İngiltere vatandaşı) hem kendi sahnelerinde hem de bir çok solo müzisyenin (örneğin Pino Daniele) arkasında yer almış usta müzisyenler. Napoli Centrale gitar takıntısı olmayan, açık fikirli rockçılar, bluescular için harika bir keşif olacaktır.
Beşiktaş`taki kasetçilerden Kent Plak`ın berbat kasetlerine abone olduğumuz zamanlar. İlk dinlediğimde bu ne biçim bas gitar icrası böyle diye anlayamamıştım. Tarık tek bir bas ama yankılanma numarası ile bu etkileyici hale geldiği konusunda yeni yetme bendenizi uyarmıştı. Onun sayesine bir çok grubu vidyo kasetlerden izlemiştim. Pompei konseri de bunlardan biriydi. Oradaki One Of These Days yorumunda ise Nick Mason`un davulu bas gitarın önüne geçmişti. Kelebek motifli t-shirtü, kafasında bandı, yarı kapalı gözler, 2 kick davul, arkada gong ... İnisiye töreni gibi bir şey ... Yıllar önce Kilkis`te bu vidyonun üzerimizdeki etkisini konuştuğumuz Yunan bir arkadaş ile Nick Mason`un Kelebekli tshirtünden bahsetmiştik aynı anda, aynı mimiklerle, sözleşmiş gibi. Körpe zihinleri nasıl da tüm dünyada zehirlemişler ;)
Bu arada wikipedia`da parçada hem Roger Waters hem de David Gilmour`un bas gitarı varmış. Wikipedia yararlı değil mi? Acaba tam da o yüzden mi yasaklı ülkede?
Cenk Akyol
Cazkolik.com / 16 Şubat 2019, Cumartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.