Cenk Akyol`dan Cazkolik`e özel yeni bir röportaj! MoonJune Records kurucusu Leonardo Pavkoviç ile Cenk Akyol ünlü şirketin progressive rock?tan caza, etniğe hatta deneysel avantgarde müziğe uzanan yelpazesini konuşuyorlar...

Cenk Akyol`dan Cazkolik`e özel yeni bir röportaj! MoonJune Records kurucusu Leonardo Pavkoviç ile Cenk Akyol ünlü şirketin progressive rock?tan caza, etniğe hatta deneysel avantgarde müziğe uzanan yelpazesini konuşuyorlar...

(Bu yazıya ait okunma rakamları 14 Şubat 2011 tarihinden sonrasına aittir.)


Leonardo Pavkoviç: "Dünyayı hem aklımla hem de duygularımla tamamen sınırsız olarak algılamayı seviyorum."

Cenk Akyol: Sevgili Leonardo, Plak şirketin Moonjune’dan yayınladığın albümleri çok beğeniyorum ve radyo programım Terra Incognita ile MoonJune arasında aynı tutkuyu ve isteği görüyorum. Her ikisinin de dünya müzik piyasasında nisbeten az bilinen ülkelerdeki keşfedilmemiş müzikal zenginlikleri yine nisbeten körleşmiş toplumumuza sunmaya çalışması bence çok paralel. Hatta daha da ileri giderek, Moonjune’u “Terra Incognita” olgusu ile tarif etmek isterim;  “Bilinmeyen topraklardaki yetenekli müzisyenlerin,  ticari olmayan müzikler yapan grupların sesi”. Ayrıca senin sitende belirttiğin tarif de oldukça hoş. Progressive rock’tan etnik caz’a, deneysel avant-garde’dan jazz-rock’a ve bunların arasındakileri de içeren bir çok sınıflandırılamayan müziği kucaklayan bir plak şirketi. Lütfen bana müziğe olan hevesini ve böylece Moonjune plakçılığın köklerini anlatabilirmisin? Bu açık uçlu bir soru olacak. Aynı bir doğaçlama gibi...


Leonardo Pavkoviç: İnsanlar çoğunlukla plak şirketlerini belirli iş planları doğrultusunda kurarlar, para kazanmak, sanatçıları desteklemek ve bunun gibi şeyler. Bir plan çerçevesinde şirketleşip, eğlence sektöründe uzmanlaşmış avukatlar kiralayıp ilgilendikleri işleri korumaya çalışırlar, bir dağıtım kanalını kurarlar veya mevcut olan birine dahil olurlar ve yayınlanacak albümleri, ürünlerin iş takvimini çıkarırlar. Ben hiç böyle biri değilim. Ben neredeyse kazara 2001’de plak şirketi kurdum, Üzerinden sekiz buçuk sene geçtikten sonra “Moonjune Records” denen bu alışılmadık plak firmasının oluşumunda üç etkenin farkına varabiliyorum.

Birincisi,  2000 başlarında eski arkadaşım, İngiliz cazının efsanelerinden saksofoncu Elton Dean ile yeniden buluşmuştum, O sıralarda internetten Software isminde bir grup keşfetmiştim. Grup, Keith Tippet (Julie Driscoll’un eşi, Centipede gibi tuhaf orkestranın kurucusu, bir de King Crimson ile olan çalışmalarını hatırlayabilirsiniz) ve eski Soft Machine üyeleri Elton Dean, Hugh Hopper ve John Marshall’dan mürekkepti. 1999 sonbaharında Almanya’da bir caz festivalinde çalmışlardı ve ben de o sıralarda her zaman favori gruplarımdan biri olan Soft Machine’in müziğini tekrar keşfediyordum. Onların müziğine adanmış bir web sitesi hazırlamak istemiştim. Siteye isim düşündüğümde, hemen her dilde güzel tınlayabilmesi, kolay telaffuz edilebilmesi, çoğunlukla problem çıkarabilen r, l, t ve d harflerini içermemesi ve akılda kalıcılığı ile hemen Moonjune ismini seçiverdim. Fakat web sitesi hiçbir zaman Soft Machine’e saygı sitesi haline gelmedi. Elton Dean, SoftWare’in tanıtımına yardım edip edemeyeceğimi sorduğunda bende hali hazırda New York’taki caz plak firması Jazz Magnet ile beraber çalışıyordum zaten. Firmanın sponsor tedariki ve yatırım desteği yapabilecek yatırımcıları bulacaktık fakat sadece bir yıl sonra sponsorlar aniden fişi çektiler ve çok ümit vadeden ve çok istekli bir plak firması kapanmak durumunda kaldı.

Yine bu sırada dört SoftWare müzisyenine de bu projeye devam etmek isteyip istemediklerini sormuştum. Keith Tippett o sıralarda bir çok başka projeye dahil olduğundan pek ilgilenmedi. Ama üç eski Soft Machine elemanı (ki grubun faklı dönemlerinde çalmışlardı) Elton Dean, Hugh Hopper ve John Marshall böyle bir şey için uygunlardı. Böylece grubun bir çeşit tekrar birleşme projesinin hayalini kurmaya başladım. Tek ihtiyacım gruba dördüncüyü bulmaktı. 

Kuşkusuz Kevin Ayers, Robert Wyatt, Mike Ratledge ve Karl Jenkins gibi isimler tamamen bu proje ile uyumsuz eski Soft Machine fügürleriydi o zamanlar. Kevin bir caz müzisyeni değildir, ayrıca Elton Dean, Hugh Hopper ve John Marshall ile her hangi bir caz geçmişi de yoktu zaten. Mike Ratledge 1976’dan beri konserlere çıkmayan, çok nadiren bir şeyler yapan “emekli” bir müzisyendi. Her ne kadar Karl Jenkins ile beraber kapsamlı bir stüdyo projesi olan “Adiemus”ta yeralsa da ne stüdyo ne de sahne performansı olarak bir şeyler yapma sevdasında değildi. Karl Jenkins ise Soft Machine’in dağıldığı 1979’dan beri çok farklı müzikleri ile ilgilenmişti. Elton’la benim klavyeci kadrosu için bazı fikirlerimiz vardı. Benim yine Soft Machine gibi Canterburry tayfasından olan, daha önce Egg, Khan, Hatfield & The North ve National Health’te çalan hatta bununla beraber Hopper ve Dean ile beraber ortak işleri bulunan Dave Stewart önerim vardı.  Fakat Dave Stewart her nedense hem Hopper hem de Dean tarafından “persona non grata” kabul ediliyordu. Elton Dean, Alex Maguire’ı önerirken, Hugh Hopper buna karşılık Fransız Emmanuel Bex’i sundu. Bir süre hiçbir gelişme olmadı. Bu konuya daha sonra tekrar döneceğim.

Moonjune’un kurulmasında önemli bir rol oynayan ikinci etken ise yine bir rastlantı sonucu ABD’deki progressive rock festivallerini keşfetmem oldu. Her zaman progressive rock müziğin büyük bir hayranı olmuşumdur, fakat o zamanlarda bu festivallerden haberim yoktu. İtalya’dan bir arkadaşım New York’un iki saat batısındaki NEARfest’ten (North East Art Rock Festival) bahsetmişti,  gitmek istedim ama bütün biletler satılmıştı. Ardından festivalin bir ay öncesinde aynı arkadaşım festivale gelemeyeceğini, kendi biletlerini benim kullanabileceğimi bildirdi.  Böylece Temmuz 2000’deki festivale izleyici olarak katılabildim. Festivalde aklımı başımdan alan performasları ile bir grubu keşfettim. Grup Verona İtalya’dan D.F.A idi. Performanslarının ardından grup ile tanışma fırsatını buldum. İtalyanca konuştuk ve hemen arkadaş oluverdik.  Biletlerini bana veren İtalyan arkadaşım o sıralarda yine bir İtalyan grup olan Finisterre’nin menajerliğini ve kendi plak şirketinden çıkacak olan, albümleri “In limine”nin yapımcılığını üstlenmişti. Bana onlarla beraber nasıl çalışabileceğimi sordu. O zamana kadar bir grubun nasıl destekleneceğini, ajans hizmeti verileceğini bilmiyordum ama Meksika’daki bazı ilişkilerim sayesinde gruba 2001 yılında Meksika’da 7 konser verme imkanı sağladım. Çok güzel bir turne oldu ve böylece bu tür işlere bulaşmış oldum.

Yine aynı zamanlarda Moonjune için bir üçüncü sebep de hasıl oldu. Yine başka bir İtalyan arkadaşım çok sağolsun onun sayesinde Endonezyalı inanılmaz bir grup olan Discus’un farkına vardım. Her nasılsa liderleri ve gitaristleri Iwan Hasan beni buldu ve Ekim 2000’de San Fransisco’daki konserlerinden sonra Kuzey Carolina’daki ProgDay festivalinde çalacaklarını, New York civarındaki olası bir veya iki konserlerinde onlarla takılabileğimi haber verdi. Nihayetinde, New York’taki ünlü Knitting Factory’den tanıdığım bir ajan (Cenk Akyol: booker’ı böyle çevirdim nafile) ile beraber grupla tanıştım. Iwan Discuss’ı ProgDay sonrasında bir klüp için ayarladı. Grupla tanıştığımda 2 harika konserlerine şahit oldum ve arkadaşları oluverdim. Özellikle şimdilerde MoonJune portföyümde favori sanatçılarımdan olan, Endonezyalı caz rock grubu simakDialog, o sıralarda Discus’ın ses teknisyeni olan Rıza Arshad ile.

2001 baharında Jazz Magnet’deki büyük yatırımcıları cezbetmekteki başarısızlığımızdan sonra (ki o kadar çabadan sonra başarmaya çok az kalmıştı) Artık kendi konserime (organizasyonu) sıra geldiğini düşündüm. O günlerde New York’ta bir grafik dizayn ve reklam ajansında çok yoğun ve inanılmaz tatmin edici bir işim vardı. Fakat artık kendim için bir şeyler yapmak istiyordum.

Elton Dean bana gitarist Mark Hewins ile kaydettikleri master teypleri verdi. Bunları yayınlamaya karar verdim. Sonrasında D.F.A’nın (Duty Free Area) NEARfest 2000 konserlerini ve Finisterre’nin 1997 ProgDay performanslarını yayınladım. Böylece bir plak firmasını başlatmış oldum. Mayıs 2001’de Elton Dean & Mark Hevins‘in kayıtlarını “Bar Torque” adıyla, Finisterre’yi Storybook, D.F.A.’nınkileri “Work In Progress Live” adıyla yayınladım.

Bunlara paralel olarak, Soft Machine’i tekrar biraraya getirme hayalimin peşinde koşmaya devam ediyordum. Los Angeles’ta bulunduğum bir sırada, arkadaşım Ken Kubernik beni dünya üzerindeki en büyük gitaristle tanıştıracağını söyledi! Allan Holdsworth! Allan ile tanışır tanışmaz SoftWare’deki açık pozisyonu ona önerdim ve KABUL ETTİ!! 2002 gibi grubun ismini SoftWorks olarak değiştirdik ve Ken Kubernik ile beraber grubun "Abracadabra" albümünün yaptık. O sıralar benim küçücük MoonJune firmam için çok büyük bir proje olan 2003 Avrupa, Japonya ve ABD turne projelerine kalkıştık.

Cenk Akyol: Sen apaçık çok kültürlü bir adamsın, aynı müzikal zevklerin gibi..: New York’ta yaşayan, Bari İtalya’da Portekizce ve Brezilya edebiyatı okumuş, mezun olmuş bir Boşnak!!! Bu çok kültürlülüğün senin hayatını ve işlerini şekillendirdiğine inanıyorum. Ayrıca dünyayı gezen bir seyyahsın bizlere sınırların olmadığı dünyanı anlat lütfen...

Leonardo Pavkoviç: Dünyayı hem aklımla hem de duygularımla tamamen sınırsız olarak algılamayı seviyorum. Tabii ki benliğim o bölgeden etkilenmiş olsa da, Bosna’da bir Slav olarak doğmuş olarak, kendimi ne Slav ne de Boşnak olarak hissediyorum. Kendimi herhangi bir etnik veya dini gruba ve kimliğe dahil hissetmeyi sevmiyorum.  İftiharla bir ateist oduğumu söyleyebilirim ama aynı zamanda ruhani bir yanım da vardır.

Her zaman dünyanın sınırsız, hudutsuz, kozmopolit tarafları ile ilgili oldum. Bütün ülkeleri severim ama tabiki benim de önceliklerim var, Brezilya, Güneydoğu asya veya Çin’in iç tarafları gibi. Hala avrupanın Akdeniz kısmını severim. Zihnimin özgürlüğünü ve tarafsızlığını koruyorum.

Cenk Akyol: Şu anda MoonJune.com’da daha önceki röportajlarını okurken aynı zamanda Moraine’in Manifest deNsity albümünü dinliyorum. Moraine ile nasıl tanıştın? Kim kimi buldu? Grubu bir sanatçı ajansı veya promotor olarak mı buldun yoksa onlar sana yaptıkları işler ile mi ulaştılar yoksa müzikal zevklerin aracılığı ile mi onları keşfettin? Sözün özü; Moonjune açık fikirli, cesur sanatçılar için bir vaha konumuna mı geldi?

Leonardo Pavkoviç: Moraine lideri ve gitaristi Dennis Rea ve ben birbirimizi onun müzik projelerinden bağımsız olarak bulduk. Ağustos 2002’de Seattle’daki bir “Canterburry” müzik festivali olan Progman Cometh’de ben Soft Works projesi ile ordayken yollarımız kesişti. İlginçtir daha öncesinde aynı barlara, konserlere gitmiş olsak da, bir çok ortak arkadaşımız bulunsa da ilk defa orada tanışmış olduk. Dennis’in ismini internet sitemden albüm satın aldığı için hatırlıyordum bir de.  Ama daha fazla bilgiyi kurcalamanıştım onun hakkında. e-posta adresi olarak kendi sitesi www.dennisrea.com’u işaret edince merak edip sitesine girdim ve bir çok ortak noktamız olduğunu fark ettim ama bu ortak noktalardan ikisi çok belirgindi. Terje Rypdal ve Çin Anakarası! 80’lerin sonlarında Dennis, Çin’in Siçuan eyaletinde yaşamış ki orada milyonlarca dinleyiciye yaratıcı enstrümental müziği tanıtmış ve orada bir çok ilginç müzikal maceralara karışmış. Ona e-posta attım ve merhaba dedim, akabinde sıklıkla yazışmaya başladık.  Sonları bana kendi yaptığı müzikleri gönderdi ve hemen o anda grubu Moraine’e bayıldım. O sıralarda, Dennis “Moraine” albümlerini kendi başına çıkarmak zorundaydı. Ona albümleri beraber yayınlamayı önerdim. “Manifest deNsity” çıkar çıkmaz çok iyi eleştiriler aldı ve prestijli NEARfest  festivalinin 2010 haziranındaki etkinlikleri için davet aldı. Bu durum bu kadar yeni bir grup için emsali olmayan bir başarı. Ayrıca onun iki farklı projesini de firmamdan yayınlıyorum. Bu kış doğaçlama caz-rock grubu “Iron Kim Style” ile yapacağı albümü ve doğu asya muziğini yeniden yorumladığı “Views From Chicheng Precipice” 2010 baharında yayınlayacağım.

Cenk Akyol: Her müzik sevdalısının bir akıl hocası, ağabeyi vardır. Benimkisi 30 yılı aşkındır Şebnem Savaşçı ile beraber yaptıkları Stüdyo FM ile Yavuz Aydar. Rock müziğin ABC’sini ben onlardan öğrendim. O günden beri yeni notalar, yeni akorlar arayıp duruyorum. Seninkisi kimdi ve sen birilerine el verdin mi?

Leonardo Pavkoviç: Ben eski Yugoslavya, Bosna’da büyüdüm. Bize batı avrupanın müzikleri birkaç sene gecikerek gelirdi. Güncel müziklerimiz bile retro sayılırdı. 70’lerde (özellikle ikinci yarısı) punk ve disco müzik her yeri ele geçirdiğinde bile biz hala hard rock, 60’ların rock müziği ve prog rock kalesiydik. İlk kahramanlarım (demek bazı şeyler değişmiyor!) Deep Purple, Uriah Heep, Led Zeppelin, Nazareth, Status Quo, Black Sabbath, The Doors ve Pink Floyd’du. O günlerde bizim o küçük Bosna kasabamızda bu grupları dinlerdik. Bu tarz müzikten hala çok hoşlanıyorum ve şu kelimeyi söyleyenlerden hiç de farklı değilim “Ortaokul ve lisede deli gibi müzik dinlerdim ki bu benim için hastalıklı bir şeydi, o zamanlar sevdiğim şeyleri halen seviyorum. O zamanlar dinlediğim her şeye ve kendi hislerime karşı çok sadığım, 30-35 sene önce sevdiğim şeyleri sevmekten ayrı duramıyorum.”

1980-1983 yılları arasında yaşadığım Belgrad’da liseye giderken, benden oniki yaş büyük bir adam ile tanışmıştım. Yakın arkadaş olduk ve beni bir çok harika müzikle tanıştırdı. Veterinerdi. Bir gün bana hasta inek ve koyunları tedavi etmek için Belgrad dışına yapacağı dört günlük bir gezi sırasında müzik arşivini alfabetik olarak düzenleme işini önerdi. Cennete erişmiştim!!! Binlerce plağın arkadaşlığını yaşayan 19 yaşındaki bir çocuk... Bu sayede Van Der Graaf Generator, Soft Machine, Keith Jarrett, Miles Davis, Can, John Mayall, Terje Rypdal, Yes, Robert Wyatt, King Crimson, ELP, Muddy Waters, Weather Report, John Coltrane, Steely Dan, Fairport Convention ve tonlarca başka grupla tanışmış oldum.

1971’den beri sık sık annemin yaşadığı İtalya’ya giderdim. Orada bir çok yaz ve kış geçirmiştim. Sonunda 1983’te temelli oraya yerleştim. Ayrıca benden 10-12 yaş büyük iki arkadaşımın da benim müzikal eğitimimde etkisi vardır. Biri beni İngiliz folk-prog janrı, Canterburry jazz-rock ekolü, Allan Holdsworth, West –Coast psychedelia ve inanılmaz zengin Italian progressive-rock sahnesi  ile tanıştırırken, diğeri İngiliz caz müziği, 60’ların blues’u ve özellikle ECM firmasının harika dünyasına dahil etti. O sırada 22 yaşındaydım, çok zengin bir eğitimden geçiyordum ve özellikle müziği artık kendim keşfetmeye başlamıştım. 80’lerin ortasında ECM’in yayınladıklarına odaklanmıştım ve firmanın 1969-1985 arasında yayınladığı albümlerin neredeyse %85’ine ulaşmıştım. Terje Rypdal, Jan Garbarek, Eberhard Weber, Ralph Towner, John Surman, Egberto Gismonti, Keith Jarrett, Bobo Stenson, Chick Corea, ve ilk dönem Pat Metheny müzikleri neredeyse hayatımın müzikleri olmuştu.

Cenk Akyol: Senin asıl işin tur organizatörlüğü, menajerliği ve ajanlığı. Görüyorum ki uzak doğu ile çok ilgilisin. (Avrupa kökenli bir terim!) Biliyorum ki Japonlar rock müziğin ilk günlerinden beri delisidirler. Kore çıkışlı tekrar basım albümler herkes tarafından bilinir ve koleksiyoncuların gözdesidir ama gördüm ki Endonezyalılarda caz müziğe bayağı bir düşkün. Senin sayende Rıza Arshad, Tohpati ve simakDialog, Trisum, Dewa Budjana’dan ve diğer bir çok yetenekli Endonezya’lı müzisyenden haberdar oldum. (Bunun için tekrar teşekkürler Leonardo!) Nasıl uzak doğu uzmanı oldun?

Leonardo Pavkoviç: Çin’den, Güneydoğu Asya’dan ve Güney Pasifik’ten her zaman etkilenmişimdir. Eşim Çin kökenli bir Brezilyalı (ne kadar aykırı!!) Asya’ya ilk gittiğimde birdenbire aşık oldum. Japonya’ya 25 kere gittiğim halde sevdiğimi söyleyemem. Daha çok Çin ve Endonezya’yı severim. Tarihi, geleneği ve kültürü ile iki inanılmaz ülke. Asya’ya bir çok kez gittim ve Endonezya’dan bir çok arkadaşım var ve güncel Endonezya müziğini canı gönülden destekliyorum. İnanıyorum ki Hindistan’dan sonra müzikal olarak Asya’daki ikinci büyük gelenek.

Cenk Akyol: Müzik dünyasından bir çok arkadaşın var ve çoğu ile yakın arkadaşsın. Elton Dean, Hugh Hopper, Allan Holdsworth, PFM’dekilerle arkadaşlığın sebebiyle çok şanslısın. Önceden kahramanların olan insanlar ile çalışmak zor mu yoksa onlarla “gerçek” insanlar olarak tanışabildin mi?

Leonardo Pavkoviç: Onlar müzikal kahramanlarım fakat aynı zamanda harika ve şahsi olarak temas kurduğumda çok alçak gönüllü insanlar. Tabii ki Elton Dean, Hugh Hopper (her ikisinin de toprağı bol olsun) ve Allan Holdsworth ile olan ilişkim çok özel(di). Benim idol deliliğim veya kült insanlarım yoktur. İnsanları insan olarak görürüm ve yukarda bahsettiğimiz insanların hepsi harika insanlardı. Alçak gönülü insanları severim. Allan Holdsworth bence yaşayan en büyük gitarist. Çok mütevazi ve nevi şahsına münhasır bir insandır. Onunla oturup içki içebilir, alelade şeylerden konuşabilirim ya da arada sırada turneye çıktığım Jan Akkerman, diğer bir gitar kahramanım. Gitarda en büyüklerden ve son derece eğlenceli biridir. Onunla olmaktan çok hoşlanırım. Anıtsal kimliklerinden ayrı olarak, mütevazi müzisyenlerle çalışmak kolaydır. Hıyar heriflerle, küstahlarla veya ukalalarla geçinemem. Ama onun dışınaki olumlu türdeki delilikler, çılgınlıklar bana iyi bile gelir hatta.

Cenk Akyol: Sana gönderdiğim Türk müzisyenler hakkındaki görüşlerin neler? Aralarından seni saranlar oldu mu? Sanırım, eski Yugoslavya’da geçen çocukluğunda Türk ezgileri sana uzak değildi öyle değil mi?

Leonardo Pavkoviç: Bosna’da büyümüş biri olarak, Türk halk müziğinin belli başlı türlerinin Bosna müziğine çokça sirayet etmiş olduğundan haberdarım. Özellikle “sevdah” müziğini çok severim. Bir diğer taraftan, Türk rock, caz müziği hakkında pek bir bilgim yok ve daha fazla şey öğrenmek istiyorum. Şu ana kadar belli başlı isimleri biliyorum, bu isimlerin bazı albümlerine sahibim; Moğollar, 3 Hürel ve Mustafa Özkent. Şimdilerde bazı harika caz – fusion sanatçılarını keşfediyorum, örneğin Atmosfer grubundan arkadaşın olan harika gitarist Mustafa Dönmez, ayrıca çoğunlukla Hollanda’da çalışan ve son albümü Bafa ile buralarda müthiş eleştiriler alan bir diğer mükemmel gitarist Timuçin Şahin. Fakat Mustafa gerçekten çok farklı ve daha şiirsel sanırım. Eminim ki Türkiye’nin daha gösterecek çok daha fazla şeyi var ve sadece keşfedilmesi lazım.

http://www.moonjune.com
http://www.facebook.com/pages/MOONJUNE-RECORDS/123023014574
http://www.myspace.com/moonjunerecords

Cenk Akyol / 20 12 2009
cenkakyol@yahoo.com
http://www.terraborboletta.blogspot.com
http://www.acikradyo.com.tr
http://www.mustafadonmez.net



Leonardo Pavkovic: "I like a world with no frontiers, and to be completely free intellectually and spiritually."

Cenk Akyol: Dear Leonardo, I very much like your MoonJune releases and have found similar aspirations between my “Terra Incognita” radio program and your MoonJune Records—both spread undiscovered musical treasures from relatively unknown countries to our relatively blind society! I have called MoonJune Records “the voice of talented new musicians and bands playing noncommercial music from Terra Incognita.”

I also like your description of MoonJune Records as unclassifiable and covering a very wide range of music from progressive rock to ethno-jazz, from experimental avant-garde to jazz-rock, and anything in between. Please tell me about your enthusiasm for music and MoonJune’s roots. It’s an open-ended question, like improvisation..

Leonardo Pavkovic: Typically, people start record labels because they have business plans, money, artists to promote, and so forth. They plan in advance, incorporate the company, hire an entertainment lawyer to protect their interests, establish a distribution network, and have fixed release schedules. I am nothing like that. I became a record label almost by “accident” in 2001, and after almost eight and a half years, I can now see that three factors played a role in the formation of this very unusual label called MoonJune Records.

One was my reconnecting in early 2000 with an old friend, the saxophonist Elton Dean, a legend of British jazz. At the time, I discovered on the Internet that a jazz band called SoftWare — consisting of Keith Tippett and former Soft Machine members Elton Dean, Hugh Hopper, and John Marshall — played at a jazz festival in Germany in the fall of 1999. In those days I was rediscovering the amazing music of Soft Machine, which was always one of my favorite bands. I wanted to create a tribute web site to my favorite band, and when choosing the name, I simply chose moonjune.com since “moonjune” was a word that sounds good in any language in the world — having no troublesome letters like r, l, t, or d, — and it was easy to remember and pronounce. But the Web site never actually became a tribute to Soft Machine. Elton Dean then asked me if I could help promote SoftWare since I was already involved with the NY jazz label Jazz Magnet. We were supposed to have some major funding and sponsorship for the label, but nothing happened because the sponsors pulled the plug and after just one year, a very ambitious and promising jazz label ceased to exist.

In meantime, I had asked the four SoftWare musicians if they would like to continue this project, but Keith Tippett wasn’t very much into it, probably because he had a lot of commissioned work. But with three ex-Soft Machine members from various periods of the band available, I started to dream of presenting a sort of “reunion”of the band. All I needed was to find a fourth member. Of course people like Kevin Ayers, Robert Wyatt, Mike Ratledge, and Karl Jenkins were totally incompatible with the project at that point. Kevin is not a jazz musician, and his musical legacy had nothing to do with the jazz of Elton, Hugh, and Marshall. Ratledge had retired from live music in 1976, and since then has kept a very low profile, with no interest whatsoever in reconnecting with live and recorded music, except for a very brief studio project with Jenkins, “Adiemus.” Karl Jenkins had become interested in different music after Soft Machine disbanded in 1979. Elton and I had some ideas for keyboardists, and I suggested people like Dave Stewart, who is very closely related to the “Canterbury” scene due to his association with bands like Egg, Khan, Hatfield & The North, and National Health; plus, he had previously collaborated with Hugh Hopper and Elton Dean, but for some reason Dave was considered “persona non grata” by both Hugh and Elton. Elton suggested Alex Maguire, and Hugh Hopper suggested the Frenchman Emmanuel Bex. Nothing happened for a while. I will come back to this subject later.

The second factor that played a significant role in the formation of MoonJune is that I accidentally discovered the world of progressive rock festivals in the USA. I was always a big prog-rock fan, but in those days I didn’t have any idea that those festivals existed. A friend from Italy told me about NEARfest, just two hours west of New York City; I tried to go, but all tickets were sold out. Then, one month before the festival, the same friend told me that he could not come to the festival and that I could use his ticket. That’s how I went to NEARfest in June 2000, where I discovered a new band I had never heard before whose performance blew my mind. That was D.F.A. from Verona, Italy. After their performance, I met the band, we spoke in Italian, and we immediately became friends. In the meantime, my Italian friend, who in those days managed the Italian band Finisterre and was producing their album “In Limine” for his label, asked me if I could work with the band. I didn’t have much experience in booking bands then, but thanks to some contacts in Mexico, I was somehow able to book Finisterre seven shows in that country in early 2001, a very nice tour, and that’s how I started my booking activities.

Meanwhile, the third factor in the formation of MoonJune happened. In early 2000, thanks to another friend from Italy, I discovered an amazing band from Indonesia named Discus. Somehow, their leader and guitarist Iwan Hasan contacted me and told me that they would be playing at the ProgDay festival in North Carolina in October 2000 following a gig in the San Francisco area, and asked if I could hook him up with a gig or two in the NYC area. I connected him with a booker whom I knew well at New York’s Knitting Factory, and Iwan succeeded in booking Discus at the club after ProgDay. The band’s tour was sponsored by the Indonesian government. When I met the band and saw their two fantastic performances, I became their friend — especially with their sound engineer, Riza Arzhad, who became a very good friend, and who is the leader of simakDialog, now, another MoonJune artist, and one of favorite ones.

In spring 2001, after the disappointing failure of Jazz Magnet to attract some major investors — and we were so close to making it very big-time — I decided it was time to have my “own gig.” In those days I was working for a heavy-duty graphic design and advertising agency with a large clientele in the music business here in New York City. It was an incredibly satisfying job, but I was feeling the need to do something for myself.

Elton Dean gave me the master of a live recording he had made with guitarist Mark Hewins, so I decided to release that one, then D.F.A.’s live perormance from NEARfest 2000, and a live Finisterre performance from a prog festival in 1997, and that’s how I started the label, in May 2001 with “Bar Torque,” (Dean/Hewins) “Storybook” (Finisterre), and “Work In Progress Live” (D.F.A.).

In parallel, I continued to pursue my dream of putting together a sort of reformed Soft Machine. A friend of mine in Los Angeles, Ken Kubernik, told me that he would introduce me to the greatest guitar player on earth the next time I was in the Los Angeles area. From Ken’s description, I knew I would be meeting the legendary Allan Holdsworth. When I met Allan, I proposed that he fill the open position in SoftWare and he accepted! We changed the name of the band to SoftWorks, and in 2002 Ken Kubernik and I produced the album Abracadabra, which we licensed in 2003 in Japan, Europe, and the USA, since the project was a bit too big for my tiny MoonJune Records label at the time.

Cenk Akyol: You are clearly a “multi-kulti man,” just like your musical tastes: a Bosnian man living in NYC who graduated from school in Bari, Italy, with a specialization in Portuguese and Brazilian literature. I believe this multicultural view shapes your work and your life, and you are also a world traveler. Tell us about your world without frontiers.

Leonardo Pavkovic: I like a world with no frontiers, and to be completely free intellectually and spiritually. Even though I was born in Bosnia and am of Slavic origin, I do not feel like a “Bosnian,” or Slavic, even though I recognize that my “being” is obviously influenced by that region. I do not feel like I belong to any particular ethnic or religious entity; I am proudly atheist, but a spiritual one. I was always interested in the cosmopolitan dimension of the world without frontiers. I like all of the world’s countries, but of course I have some preferences, such as Brasil and Southeast Asia or Mainland China, and I still love the whole Mediterranean area of Europe. I like to keep my intellectual neutrality and freedom.

Cenk Akyol: I’m reading some of your other interviews on MoonJune.com and am listening to Moraine’s CD Manifest deNsity right now. With Moraine, who found whom? Did you discover the band as a booker and promoter, or through your musical preferences? Did they contact you first with their materials? Has MoonJune become a magnet or oasis for brave, open-minded musicians?

Leonardo Pavkovic: Moraine’s guitarist/leader Dennis Rea and I found each other independently of any of his music projects. We had briefly crossed paths at Progman Cometh, a “Canterbury” music festival held in Seattle in August 2002, when I was there with Soft Works. Even though the two of us frequented the same venue and bars and talked to the same people, strangely, we never spoke with each other at the time, even though we apparently appear in the same photos! In January 2009 Dennis purchased the Soft Machine album Drop on my Web site, and even though I had seen his name before, I had never tried to find out more about him. The fact that his e-mail address contained “dennisrea.com” provoked my curiosity, and I went to his site and found that we have a lot of things in common. Two things in particular, a love for Terje Rypdal and for Mainland China. In the late 80s Dennis lived in China’s Sichuan Province, where he had many strange musical adventures and introduced millons of listeners to creative instrumental music. I wrote him an e-mail to say hello and we started to correspond very frequently. He eventually sent me some of his music, and I immediately loved his band Moraine. At the time, he was resigned to releasing Moraine’s album on his own, but I suggested that we do it together. Moraine quickly received critical acclaim and were invited to perform at the prestigious NEARfest in June 2010, which is almost unprecedented for a such new band. I am also releasing two of his other projects on my label, the jazz-rock improv band Iron Kim Style this winter, and his solo project of deconstructed East Asian music, “Views From Chicheng Precipice,”in spring 2010.

Cenk Akyol: Every music lover has their mentor. Mine is Yavuz Aydar, a radio programmer in Turkey for more than 30 years. I learned the ABCs of rock music from his radio program “Stüdyo FM.” which he presents with his partner Şebnem Savaşçı. Since then I keep on searching for new notes, lost chords.... Who was your mentor? And are you anyone’s mentor yourself?

Leonardo Pavkovic: I grew up in former Yugoslavia, in Bosnia, and all of the Western music that reached us was delayed a few years — we were still kind of retro. While punk and disco reigned around the wold in the 70s, Yugoslavia was still a very big stronghold for hard rock, 60s rock, and prog rock. My first heroes were Deep Purple, Uriah Heep, Led Zeppelin, Nazareth, Status Quo, Black Sabbath, The Doors, Pink Floyd... those were the bands we listened to in my little town in Bosnia in those days, and I still like that music a lot. I am not one of those who says, “When I was in high school or college, I used to listen to such and such music, and now I listen this and that” — that’s pathetic to me, what I liked before I still like now, and I like everything that I’ve liked in the meantime. I am very loyal to myself and my feelings, I cannot stop loving what I loved 30-35 years ago!”

When I went to college in Belgrade, the capital of former Yugoslavia, where I lived between 1980-83, I met a guy 12 years older than me who immediately became my close friend and introduced me to some great music. He was a veterinarian, and one day he asked me to organize his record collection in alphabetical order while he went on a four-day trip outside of Belgrade to cure some sick cows and horses. I was in paradise, a 19-year-old kid in the company of a few thousand LPs. That’s how I discovered Van Der Graaf Generator, Soft Machine, Keith Jarrett, Miles Davis, Can, John Mayall, Terje Rypdal, Yes, Robert Wyatt, King Crimson, ELP, Muddy Waters, Weather Report, John Coltrane, Steely Dan, Fairport Convention, and tons of other bands.

I had been frequenting Italy since 1971 since my mother lived there and I used to spend a lot of summers and wınters there. I finally moved to Italy for good in 1983. Two friends, also 10-12 years older than me, were also influential in my musical education. One friend introduced to me to the Canterburry scene, Allan Holdsworth, British folk-prog, West Coast psychedelia, and the incredibly rich Italian progressive-rock scene, while the other friend introduced me to British jazz, 60s blues, and especially the wonderful world of ECM Records. By the time I was 22, I already had a very rich musical education, and then I started discovering music by myself. In the mid-80s I was particularly into ECM, and at a certain point probably had 85 percent of the albums ECM released between 1969-85. The music of Terje Rypdal, Jan Garbarek, Eberhard Weber, Ralph Towner, John Surman, Egberto Gismonti, Keith Jarrett, Bobo Stenson, Chick Corea, and early Pat Metheny became almost the soundtrack of my life. I am still thankful to those three wonderful friends, Dejan, Roberto, and Franco, for exposing me to all of this music. When Dejan introdued me to Van Der Graaf Generator’s Pawn Hearts, Roberto to Hatfield & The North, and Franco to Terje Rypdal’s Whenever I Seem To Be Far Away, my life “changed” forever.

Cenk Akyol: Your primary role is tour organizer, manager, or booker. And I see that you are very into the Far East (Eurocentric term!). I already know that Japanese people have been crazy for rock music since from the beginning, and Korean re-releases are world-famous among collectors. I’ve also learned from you that Indonesian people are very into jazz music. I’m aware of Rıza Arshad, Tohpati, simakDialog, Trisum, Dewa Budjana, and many other talented musicians from there. (Thanks again for this, Leonardo!) How did you become a Far East specialist?

Leonardo Pavlovic: I was always fascinated by China, Southeast Asia, and the South Pacific. My wife is a Brasilian of Chinese descent, and once I went to Asia for the first time, I fell immediately in love. I have been to Japan 25 times, but even though I like Japan, I am much more into China and Indonesia, two incredibly fascinating countries, in terms of culture, history, and tradition. I have been all around Asia dozens and dozens of times. I have many friends in Indonesia and would like to promote great Indonesian contemporary music. I believe that musically, Indonesia is second only to India in all of Asia in terms of music.

Cenk Akyol: You have many friends, most of them close friends from the music world. You are very lucky to have become friends with your heroes like Elton Dean, Hugh Hopper, Allan Holdsworth, the PFM guys, etc. Is it hard to work with your early heroes, or do you find that they are “real” persons as well?

Leonardo Pavlovic: They are my musical heroes, but they are also great and simple humans with whom You can connect on personal level. Of course my personal relationship with Elton Dean, Hugh Hopper, and Allan Holdsworth was/is very special. I do not suffer from cult status phobia or idolatry; people are people, and the abovementioned musicians were/are great people. I like humble people. Allan Holdsworth is probably the greatest living guitar player, and he is humble guy and a real “geezer,” we can have a drink together and talk about the regular things in life. Or occasionally I tour with Jan Akkerman, another guitar hero, one of the greatest, an extremely funny guy and a joy to be with. It’s easy to work with humble musicians, independent of their stature. I just do not like pricks, professors, and arrogant people, but on the other side, any level of positive craziness and madness is totally OK with me.

Cenk Akyol: What is your opinion of the Turkish musicians whose music i sent you? Did any of them catch you ? I think you were probably familiar with Turkish tunes from your childhood in former Yugoslavia,  are you?

Leonardo Pavlovic: Being born in Bosnia, I am familiar with certain kinds of Turkish folkloric music that have influenced Bosnian music immensely, and I particularly love sevdah. On the other hand, I am not so familiar with Turkish rock and jazz and would like to know more. So far, the only familiar names to me, and I have some of their records, are: Mogollar, 3 Hürel, and Mustafa Özkent, and recently I am discovering some great jazz-fusion artists like Your friends from the band Atmosfer led by the great guitarist Mustafa Dönmez. I also like another excellent guitarist Timuçin Sahin who mostly operates in Holland, he is getting GREAT reviews here, last album Bafa, which I really like, but Mustafa is very different and more poetic I guess. I am pretty sure that Turkey has much more to offer, it just needs to be discovered!

Cenk Akyol

Cazkolik.com / 20 Aralık 2009

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cenk Akyol

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.