12 Kasım 2017, Pazar
Gecenin ikinci konseri, daha büyük merak ve heyecanla beklediğimiz bir konserdi. Latin cazın iki bildik ismi Chucho Valdes ve Gonzalo Rubalcaba, unutulmayacak bir konsere imza attılar. Sahneye baktığımızda bizi ilk etkileyen, birbiriyle örtüşmüş iki piyanonun görkemli duruşuydu. İki müzisyenin ortak özelliği, yarattıkları müziğin klasik yaklaşımdan geliyor olması ve planlanmış, ama boşluğa izin veren bir icrayla çalıyor olmalarıydı. Teknik yeterlilikleri çok güçlüydü. Enstrümanlarını bedenlerinin parçasından ziyade onu farklılaştıran, onunla diyalog kuran müzisyenler gibi kullanıyorlardı. Özellikle Rubalcaba, tuşlara her dokunduğunda bu deneyim, serebral bir etkinliğe dönüşüyordu. Tercihler öyle güzel kurgulanmıştı ki; sesi dönüştüren parmaklar, insanın duyguları üzerinde ve onları dönüştürerek geziniyordu. Özenin hemen her safhada hissedildiği bir konserdi. Sanki Rubalcaba`nın elleri, Valdes`in ellerine karşılık verirken; diğer yandan bu uyum, bilinçli bir sanatsal zekâyla aniden kırılabiliyordu. Yorum ve icra konusunda çok güçlü bu iki piyanist, birbirleriyle enstrümanları üzerinden diyalog kurmayı hiç bırakmadı. Piyano iletişim etkileşim aracına dönüşmüş; planlanmış sanat, kendi kendini yeniden üretirken gelişiyor ve seyircinin tanıklığından ürkmeden bu deneyime davet ediyordu. Karşılıklı doğaçlamalar sırasında Chucho Valdes`in keyiften bir an ara verdiği konserde, salonun tüm dikkati sahnedeydi; aynı anda, aynı şeyi yaşama deneyiminin keyfi tüm salonu sarmıştı. Latin müziğinin akıllarda yer etmiş standartları, sanatçıların yorumu ve icra yetkinliğiyle bambaşka bir forma bürünmüştü. Kategorik ve belki de etnik tüm kalıpları aşmış, yalnızca "iyi müzik" oluvermişti. Yalın ve apaçık olduğu kadar, büyülü ve etkileyiciydi.
Konseri izlerken, "keşke bu konser bir albüm kaydına dönüşseydi" diye düşünmüştüm. Kimi zaman müzisyenler konser sonrası albüm satmak için "müziğimizi evinize götürmek ister misiniz?" diye sorarlar. "Çıkışta imzaya çıkacağız" diye eklerler. Evet; izlediğimiz konser, evimize götürmek isteyeceğimiz türden parçalardan oluşuyordu. Siz de benim gibi düşünüyorsanız; müjdeli bir haberim var! Valdes ve Rubalcaba, bu projeyi kayda geçirmek için önümüzdeki ay stüdyoya giriyorlar. Albüm raflardaki yerini aldığında, yayınlandığı yılın en iyi albümlerinden biri olacağını düşünüyorum.
Hayat acı-tatlı anılarla doludur. Bazı deneyimler var ki; insana, geleceğe, yaşama dair umut verir, ilhamla doldurur. 12 Kasım akşamı Cemal Reşit Rey`de ardı ardına izlediğimiz iki konser birbirlerini güçlendiren, pekiştiren birer müzikal deneyim oldu.
İlk konserde, Amina Figarova Sextet, son albümleri Blue Whisper`daki eserlerden oluşan bir repertuvar oluşturmuştu. Figarova`nın yumuşak tuşesinden, piyanoda yarattığı çok seslilik ilişkisinden albümde dinlediğim zamankinden daha çok etkilendim. Bazı bölümlerdeyse, hızlı soundcheck yapmak zorunda kalmalarının azizliğine uğradıklarını düşünüyorum. Klasik trio formuna ek olarak, ön bölüme eklenen üç üflemeliyle sesi genişletmeyi denemişti Figarova. Müziği, Avrupa`nın alışılagelmiş tekrarlara dayalı müziğinden farklı olarak; daha hikayesel ve sürprizlere açıktı. Açık söylemek gerekirse; flütü beğendiğim halde, saksafonda keşke daha önce duyurulduğu gibi Wayne Escoffery`i dinleyebilseydik diye düşünmüştüm. Bis parçası "Sneaky Seagulls" bittiğinde, artılar ufak tefek eksileri sildi süpürdü. Geriye sadık takipçilerin ve Figarova`nın müziğiyle tanışan müzikseverlerin yüzünde gülümsemeyle salondan ayrıldığı bir konser kaldı.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 28 Kasım 2017, Salı
11 Kasım 2017, Cumartesi
Hafta sonları festivallerin en yoğun günleri, özellikle cumartesiler. 11 kasım da aynı öyle bir gün. Gündüzden başlayan etkinlikler arasında iki söyleşi dikkat çekiyordu; biri "Kim Sevmez ki Cazı". Elif Çağlar`ın moderatörlüğünü üstlendiği sohbetin konuşmacıları caz piyanisti Çağrı Sertel ve caz şarkıcısı Ece Göksu`ydu. Caz müziğin korkulacak, çekinilecek bir müzik olmadığını, dinlemesi çok zevkli bir müzik olduğunu anlatan güzel bir sohbetti, diğeriyse çocuklara masal tadında cazın anlatıldığı bir atölyeydi, aynı saatlerde Lindy Hoppers`ın caz dans atölyesi ve `Çay Saatinde Caz`da iki farklı etkinlik olarak günü dolduruyordu ama bunlar gündüzdü, akşam olunca konserler devreye girdi, gecenin ilk konseri Akbank Sanat`ta Benedikt Jahnel Trio idi, arkadaşımız Burak Sülünbaz`ın festival öncesi yayına giren sanatçıyla söyleşisinde olsun, sanatçının başka beyanatlarında olsun öne çıkan detay bestelerini matematik formülü gibi ele aldığıydı, konseri izlemeye başlayınca aslında ne kadar konsantre bir müzik icra ettiklerini gördük. Sahnede iyi bir üçlü vardı, eli tüy kadar hafif kontrbasçı Antonio Miguel ve bence festivalin en iyi davulcusu diyeceğim Owen Howard ile piyanist Jahnel kompozisyonlara özenle gizlenmiş melodilerin çevresinde dolanan, her notanın hakkını ustalık ve zevkle veren, cumartesi kalabalığının arasına saklanmış mücevher kıymetinde bir konserdi. Üçlünün sahne iletişimleri iyiydi, Jahnel`in kompozisyonlarına matematik kattığı kadar simetriyi de kattığı belliydi. Üçlü, ağırlıklı son albümden olmak üzere, son üç albümden müzikler dinletti. Owen Howard`a bir kez daha dönmekte fayda var, hafif ve zarif fırçalarıyla, `snare drum`a kâh bezler örterek, kâh üzerine tahta kutu koyarak elde ettiği farklı seslerle, kasnaklardan, metallere kadar envai vuruş renkliliğiyle ve özellikle konserin sonundaki solosuyla bu adamı niye daha iyi tanımıyorum ki dedirtti doğrusu bana. 27. Akbank Caz Festivalinin iyi konserlerinden biriydi, tam bir festival keşfi oldu.
Kenan Doğulu caz festivalinde
Düşünüyorum da, bir pop müzisyeni olarak Kenan Doğulu`nun mesela on, on beş yıl önce bir caz festivaline katılması ne kadar yoğun eleştiri alırdı. Hatırlayın, mesela, artık hayatta olmayan Prince`in Montreux Caz Festivali`nde o dönem bir ilk olarak konser vermesiyle Montreux yönetimi adeta topa tutulmuştu, inanılmaz eleştiriler almıştı, zaten, Montreux`nun böyle bir huyu vardır, ama bir değişimin önünü açmış demek ki. Bugün böyle şeyler, yani, farklı tarzların sanatçılarının farklı müziklerin festivallerine katılması şaşılacak bir şey değil, üstelik, Prince`in o sıra çıkan yeni albümü caz albümünde cazla ilgili hiçbir şey yoktu, bildiğimiz Prince işte, oysa, Kenan Doğulu son albümü "İhtimaller"de kendi bestelerini ülkenin önde gelen caz müzisyenleriyle ve caz düzenlemeleriyle kaydetmişti, her iki taraf da birbirine yaklaşmıştı, bu konserin böyle bir ortamda festivalde yer alması bence az bile konuşuldu. Geçtiğimiz gün Doğulu`nun Nardis Caz Klübü sahnesinde görünmesi eskiden birbirine tahammül etmekten uzak bu tarz müziklerin her iki tarafla da yakın temas kurmaya müsait, caz müziğini iyi takip ettiğini bildiğimiz Kenan Doğulu gibi müzisyenlerin etkisiyle yeni şeyler yapabilme ihtimali yeni bir sayfa açmak kadar değerli olabilir.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 19 Kasım 2017, Pazar
Yukardaki fotoğraflar Kenan Doğulu`nun kendi sosyal medya hesabından paylaştığı fotoğraflardır.
09 Kasım 2017, Perşembe
Shabaka Hutchings gibi son yılların etkileyici ve "müzikal huzursuz" tenor saksofoncusu gelmiş bir şeyler yazmadan olur mu? Geçen sene çıkardığı "Wisdom of Elders"ın (Yaşlıların Bilgeliği) müziğini, özellikle açılıştaki 13 dakikalık "Mzwandile"yi dinlemiş miydiniz? Bence kaçırmayın. Bu konser festivalin üzerinde fazla konuşulmadan geçip giden konserlerinden olmasın sakın. İki sene önce başka bir konseri için konuştuğum Hutchings (okumak için tıklayın) hâlâ o yılki kadar idealist ve sinirli. Belki daha da. Afro-diaspora estetiğine kendi selamımı gönderiyorum demişti bana o röportajda ve son albümünde de trompetçi Mandla Mlangeni ile Güney Afrika eksenli bir toplulukla çaldı. İki sene önce Afro-diaspora dediğimiz müzikler şimdi aynı periferide Afro-Futurism olup çıkıyor hırslı ve yaratıcı sanatçının ellerinde. Bana bir çeşit Pharoah Sanders`ı hatırlatıyor. Müziğinde büyük bir şeyler var ama kendini sakınmayan güçlü duygular da var, yine o röportajda Avrupa cazı denen şeye inanmıyorum demişti, herkesin kendi coğrafyasından kaynaklanan müzikal huylar bunlar diye eklemişti. Bu söylediğinden yola çıkınca, kendisi de Londra`da yaşayan ama kalbi Güney Afrika`da atan bir sanatçı, ters giden şeylere öfkelenen, kimliği, duruşu olan bir sanatçı. Yine gelecektir, güçlü bir müziği var, kaçırdıysanız eğer takip edin, yeniden geldiğinde kaçırmayın, dinleyin.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 16 Kasım 2017, Perşembe
Geçen sene sevgili Leyla-Diana genç piyanistimiz Hakan Başar`la radyo programı yaptığından bu yana (dinlemek için tıklayın) konserler vermeyi sürdürüyor ve artık caz festivallerinin aranan isimleri arasına girmeye başladı. Bu yıl 27. Akbank Caz Festivali kapsamında 9 kasım perşembe günü St. Benoit Lisesi salonunda kendi dörtlüsüyle konser verdi. Bildiğim kadarıyla festivalin en genç sanatçısı ve bu yol onu geleceğin caz starlığına götürecek. Babasının üzerinde büyük emeği var Hakan`ın, o emeklere kendi çabasıyla ama tıpka bu yıl festivalde çalan ve röportaj yaptığımız dünyaca ünlü caz davulcusu Mark Giuliana`nın dediği gibi disiplinle ve çok çalışarak ekleyeceği müzikler ve zamanla albümler, ardından yurtdışı konserleri, yurtdışı festivalleri derken yine o zaman geldiğinde bu yazıyı da hatırlarsınız ama şimdilik not alın ve konserine denk gelirseniz gitmeyi, desteklemeyi ihmal etmeyin, Türk cazının geleceği adına yapın bunu.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 16 Kasım 2017, Perşembe
08 Kasım 2017, Çarşamba
Akbank Caz Festivalinin kurucularından Mehmet Uluğ`un erken yaşta vefatının ardından festival her yıl özel bir gece düzenliyor. Bu geceler bir anlamda hem festivali hem Türkiye caz ortamını Mehmet Uluğ anarak anlamlı bir geceye dönüştürüyor. Mesela, Uluğ`un yakın dostu David Murray bir önceki senenin özel besteleriyle mimarıydı, hatta albümü de çıktı. Festival bu yıl yine bir özel gece planlamış. Seksenli yıllarda Amerika`dan Türkiye`ye bir caz festivali gerekleştirme fikriyle yanıp tutuşarak dönen Uluğ kardeşler hemen Emin Fındıkoğlu ile temasa geçerler, çünkü, o zamana kadar Türkiye`nin caz festivali tecrübesi son derece sınırlıdır ve bu sınırlı tecrübenin sahibi de Bilsak Caz Festivali`ni düzenleyen Emin ağabeydir. Yaklaşık beş yıl süren festival Avrupadan ve Amerikadan birçok ünlü caz müzisyeninin İstanbul`da konser vermesini sağlamıştır. Sevin abla (Okyay) bir gün o günleri yazar da inşallah tüm ayrıntıları öğreniriz.
İşte, Emin ağabeyle o günden bugüne abi kardeş hukukunu sürdüren Uluğ`lar 8 kasım akşamı Babylon sahnesini Mehmet Uluğ anma gecesi olarak Emin Fındıkoğlu`nun +12 projesine açtı.
Fotoğraf: Tunçel Gülsoy/Cazkolik
TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası haricinde aktif, düzenli konser veren bir caz orkestrası olmayan, big band fakiri bir ülke Türkiye ama Emin ağabey kendi yaşıtlarının emekli hayatı sürdüğü günlerde Türkiye`ye harika bir orkestra kazandırdı. Emin Fındıkoğlu +12 orkestrası giderek genişleyen bir orkestra. Aslında, +12 iken de Emin ağabey ve solist Meltem Ünel`le 14 kişilerdi, 8 kasım akşamı ise 16 olmuşlardı.
Nev-i şahsına münhasır bir orkestra
Aslında, tam bir big band değil, o gece Emin ağabeyin de sahnede dediği gibi `küçük grup yaklaşımıyla büyük grup` diyebileceğimiz bir orkestraydı izlediğimiz ve klasik big band disiplini yoktu sahnede, en gencinden en tecrübelisine hepsi ezel ebed birbirini tanıyan, alkışlayan, sohbet eden, espri yapan, dinleyiciyle diyalog kuran sempatik mi sempatik bir orkestra demek daha doğru olur.
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük/Cazkolik
Gecenin en sevimlisi kuşkusuz konser boyunca Emin ağabeyin yanından ayrılmayan köpeği Biju`ydu. Maskara bir de oyuncu ki bu kadar olur. Emin ağabey Biju`yu yanında oturtunca bütün salonun neşesi, sempatisi olup çıktı. Her fotoğrafa poz verdi.
+12 projesini yıllardır solist olarak Meltem Ünel`le izleriz, bu genç ve güzel, başarılı solistimizi Emin ağabeyin dışında bir yerde hiç görmedik, dinlemedik. Ünel hem sahneye hem müziklere yakışıyor. O gece bir kez daha tanık olduk.
Gecenin iki solisti; Meltem Ünel (solda), Zeynep Kuyumcu (sağda) Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük/Cazkolik)
Gecenin bir diğer sürprizi Emin ağabeyin yeni keşfi, genç caz şarkıcısı Zeynep Kuyumcu`ydu. İlk kez görüp dinlediğim Kuyumcu`nun sadece sesini değil sahne tavrını da sevdim. Kendine özgü, hatta hafif, ona yakışan asi bir havası var. Daha ilk şarkıda elini cebine sokarak şarkıyı söylemesi, şarkıya konsantre olması hoşuma gitti. Umarım caz söylemeyi bırakmaz, devam eder, onun havasına ihtiyaç var. Belki birileri daha rockvari bulabilir ama caza yakıştığını söyleyebilirim. Merakla takip edeceğim.
Geceye Thelonious Monk`tan bir parçayla başlandı, Engin Recepoğulları`nın soprano saksofon solosu güzeldi, ardından Ünel`in seslendirdiği iki standart; "I Concentrate on You" ve "My Foolish Heart" ile devam edildi. Tolga Bilgin`in trompetine ayrı not düşmüşüm. Güzeldi.
Yeni keşfimiz Zeynep Kuyumcu "Teach Me tonight"ı seslendirdi, Emin ağabeyle tam 36 yıldır beraber aynı sahneyi paylaşan trompetçi Şenova Ülker`in solosu dinlemelere layıktı. Meriç Demirkol`un bariton saksofon solosu da öyle. Kuyumcu Kurt Veil`den "My Ship" ile tamamladı.
Emin ağabeyin repertuvarı renkli, hem enerjik hem baladlı ve blueslu seçimlerdi. Yani, hem icrası hem dinlemesi oldukça keyifli müzikler! Orkestrada bir de çok genç bir tromboncu vardı, Burak, daha 18 yaşında ama çok başarılı bir genç, yanlış hatırlamıyorsam Cannonball Adderley`nin parçasında solosu vardı. Not aldım. Michel Legrand`dan "The Windmills of Your Mind" ile gece devam etti.
Fotoğraf: Tunçel Gülsoy/Cazkolik
Gecenin sürprizleri birden fazlaydı. Sona doğru, Emin abi çantasından büyük haberi çıkardı. bundan tam 57 yıl önce, Arif Mardin`in yeniden düzenlediği Dizzy Gillespie`nin efsanevi "Night in Tunisia" standardının ilk kez seslendirilmesine tanık olduk. Bu yanıyla tarihi bir andı. Umarım ilgililer gecenin kaydını almıştır.
Gece, daha latin ritmli, mesela "Black Orpheus" gibi parçalarla devam etti. Meltem Ünel`in bir setinin ardından Zeynep Kuyumcu tekrar sahnede bu kez "Lover Man"i seslendirdi, Engin Recepoğulları`nın balad solosuyla Aretha Franklin`den "Crazy in Love", Cole Porter`dan "All of You", Carol King`den yine Meltem Ünel`in sesiyle "Love Me Tomorrow", Şenova`nın solosuyla "My Heart Belongs to Daddy" ve tüm orkestrasın salonla birlikte seslendirdiği "Coconut" nakaratında sonunda hep beraber "Kokoreç" diye bağırarak bitirdiğimiz nefis bir caz gecesi oldu. Bir yanıyla, benim için festival en güzel gecesiydi.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 13 Kasım 2017, Pazartesi
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük/Cazkolik
Bu yıl yerli caz konserleriyle öne çıkan festivalde daha önce albümünü dinlediğim ama sahnede izlemediğim Authentic Anatolian Project merakla beklediğim konserlerdendi. Vokalde Berin Koç, saksofonda Çağdaş Oruç, klavyeli çalgılarda Ercüment Orkut, basta Eylem Pelit ve davulda Volkan Öktem sahnede Aşık Veysel`den Neşet Ertaş`a uzanan büyük halk ozanlarının hem çok geniş bir coğrafyayı hem birden fazla nesli etkilemiş türkülerini cesur bir kararla caz formunda düzenlemişlerdi. Proje Eylem Pelit ve Berin Koç`un fikri. Konserde dilediğimiz şarkıların biri hariç hepsi Pelit düzenlemesiydi. Anadoludan çıkan has müzikleri cazla buluşturma fikri en az iki kuşağın heyecan duyduğu bir konu. Özellikle "Uzun İnce bir Yoldayım" çok yorumlandı. Authentic Anatolian Project`in de bu çabaya katılması yeni kuşakların geleneği sürdürmesi bakımından önemli. Genellikle, yapılan denemeler melodi ve sözlerin akışını fazla bozmayan ama intro veya nakarat kısımları ya da dörtlük geçişlerinde kimi zaman doğaçlama intibaı uyandıran `jazzy` sololarla örmekti, ya da sözler tümüyle kaldırılıp melodi yeniden biçimlendiriliyordu. Authentic Anatolian Project`in düzenlemeler konusunda verdiği en cesur karar bağlama gibi yerel saz kullanmadan, batı sazlarıyla kaydetmek olmuş. Berin Koç`un şan eğitimli sesi sözlü versiyonlarını düzenlemeyi esas aldığı için proje bu fikre daha yatkın. Konserde özellikle iki şarkıda hem klavyelerde Ercüment Orkut hem Çağdaş Oruç`un ama özellikle bir parçada Oruç`un soloları konserin en çok alkış alan bölümleri oldu dinleyiciden. Şan eğitimli seslerin bu türkülerin topraksı ve kendine has kavruk tonunu yabancılaştırma ihtimali muhtemelen Berin Koç`un en dikkat ettiği konu olmuştur eminim.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 11 Kasım 2017, Cumartesi
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük/Cazkolik
07 Kasım 2017, Salı
27. Akbank Caz Festivalinde 6 kasım pazartesiyi konsersiz geçirdik, hızlı başlayan festival temposu için dinlenme fırsatı oldu ama hemen ertesi gün koşturmaca başladı. Cazkolik yazar ve fotoğrafçıları için bu tempo zevkli bir koşturmaca. Salı günü iki konser vardı. Akbank Sanat`ta baba-oğul caz gitaristleri Ulf ve Eric Wakenius ile Zorlu PSM Drama sahnesinde Amerikan cazın son on yılına damgasını vuran trompetçilerinden Christian Scott. Scott üzerindeki tartışmalar ilk albümünden beri sürüyor. Beğenen de var beğenmeyen de. Nitekim, bu çelişki salı akşamki konserde de ortaya çıktı. Cazkolik yazarı arkadaşlarımız sevgili Cenk Akyol konseri beğenirken Burak Sülünbaz eleştirenler tarafındaydı ve kalemlerine sarıldılar. Her ikisinin notları aşağıda yayında. Festival sürüyor, günlük yayına devam ediyor.
Fotoğraf: Sedat Antay/Cazkolik
Christian Scott`ı salı akşamı 27. Akbank Caz Festivali kapsamındaki konserde izledim. Gencecik grubunu bir takım kaptanı tavrıyla sahneye çıkaran trompetçi rengarenk kıyafetleri ve takılarıyla akla hemen Miles Davis`i getirse de içten, cana yakın tavrıyla onda olmayan sempatiye sahip. Yoğun bir uzakdoğu turnesinden geldiklerini, gencecik grubuyla bu temponun altından kolaylıkla kalktığını söyledi. Her enstrüman için bol bol solo imkanı veren müzisyen, assolist tavırlı değil bir orkestra lideri gibiydi.
Konserin başlarında `burada alkol olmadığından herkes bizi televizyon izler gibi izliyor, kendinizi müziğe teslim etmekten korkmayın, burda evimizde gibiyiz, rahat olun` diyen müzisyen seyirciyi avucunun içine almayı becerdi. Grup elemanlarıyla nasıl tanıştığını çok eğlenceli bir şekilde anlattı. Grubun hepsi çok yetenekliydi ama alto saksofoncu Logan Richardson ayrı dikkatimi çekti. Piyanist Shea Pierre gruba sadece iki hafta önce katılmış. Keşke yanında duran ve beni heyecanlandıran Fender Rhodes`a birkaç tuş dokunsaydı. Kaydedilmiş cazın yüzyılı sebebiyle yayınladığı "Centennial Trilogy" ismini verdiği üçlemeden parçalar ve Herbie Hancock`tan bir yorumun ardından konserin finalinde Kongo ve Amerikan yerlilerinden aldığı köklerine ırk, cinsiyet, din, inanç ayrımına hayır diyen dedesine adadığı epik bir parçayla gerçekten muhteşemdi. Son zamanlarda izlediğim en iyi konserlerden biriydi.
Cenk Akyol
Cazkolik.com / 09 Kasım 2017, Perşembe
Konser haberi duyurulduğunda herkes büyük harflerle yazmaya başladı; "Christian Scott geliyor. Mutlaka gidin", "Yeni Miles Davis", "Bu adamı nerede bulursanız izleyin". Gerçekten öyle mi?
Yalan yok, ben de çevreme çok tavsiye ettim. Albümlerini severim, daha önce canlı dinlemiş ve çok beğenmiştim. Özellikle davulcu Corey Fonville dikkatlerden kaçacak bir yetenek değil. Dün akşam espiriler havada uçuştu. Taklitler, hikayeler. Güldük, eğlendik. Güzeldi.
Bol ve hip kıyafetler, altın takılar, fiyakalı siyah çocuklar... Cazda siyah müzisyenlerin tartışılmaz başarısını hep yazarım ama "ceeez" diye paylaşılan her müziği beğenmek? Acaba izleyiciler olarak büyük beklentilerle gittiğimiz konserde beğendiklerimizin yanında beğenmediğimiz neler oldu diye üzerine düşünüp, sorguluyor muyuz?
Christian Scott`ın müziğine dair cazın geçen yüz yılındaki farklı yaklaşımları yeniden ele aldığı söyleniyordu. Acaba bu müzik aslında rap ve hip hopla cazı aynı potada eritmeyi mi amaçlıyor yoksa cazı kurban mı ediyor? Dilerseniz o akşam dinlediğimiz müziği bir-iki soruyla değerlendirip kararı okuyucuya bırakalım. Cazın yapı taşlarını oluşturan yılların önemli albümlerinin kaydedildiği Blue Note döneminden bir iki albüm dinleyelim ve Scott konserinde dinlediğimiz müzikteki yaratıcılık, pasajlar arası geçişler, cümle zenginliği, katmanlı kompozisyonlar yönünden kıyaslayalım. Ya da, bir dönemi kapatıp yeni bir dönem açan herhangi bir albümü döndürün. Albüm bittiğinde altmış yıl sonra yıl sonra bugün dahi yeni bir dokunuş hissedersiniz. Peki, Christian Scott`ın müziğinde daha önce duymadığımız türde bir yaratıcılık, eğlendirme, düşünce veya fikrî bir derinlik duyabildiniz mi? Yeni arayışlara açığız ama bazen "gösterişin arkasında derinlik var mı?" diye bir soru gelmiyor değil akla. Sözgelimi Christian Scott 50 yaşında nasıl bir müzik yapacak hayal edebiliyor musunuz? Bekleyelim, dinleyelim, görelim. Umarım ben yanılırım ve caz hakikaten yeni bir "Miles" kazanmış olur. Çünkü, bugünlerde gerçekten ihtiyacımız olduğunu düşünmeye başladım.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 09 Kasım 2017, Perşembe
Fotoğraf: Sedat Antay/Cazkolik
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük/Cazkolik
Röportaj yaparken, eğer müzisyen babaysa, çocuklarına dair yaratıcılıkları ve müzikle ilişkilerini sormaya özen gösteriyorum. Çoğunlukla, aile olma hissinin müzikte beste yaparken yaratıcılığa ve icracılıklarına olumlu katkı sağladığı hep söylenir. Oğlunuz sizinle aynı türde müzik dinlerse mutlu olursunuz eminim. Ortak zevkleri paylaşmak, birlikte vakit geçirmek güzel olmalı.
İsveçli gitarist Ulf Wakenius için durum biraz daha farklı. Oğlu Eric kendisiyle birlikte gitar çalıyor, hatta aynı notayı aynı anda birbirlerine bakmadan basabiliyorlar. Bir baba için oğluyla sahne almak çok özel ve güzel olmalı. Wakenius bu durum için Eric`le çalmanın sadece bir baba-oğul ilişkisi çerçevesinde bakılmaması gerektiğinin altını çiziyor. Eric Wakenius gerçekten yeterliliği yüksek bir gitarist ve müzikal kimyaları birbirini mükemmel tamamlıyor.
7 kasım salı akşamı Akbank Sanat sahnesinde Ulf-Eric Wakenius ikilisini güzel bir repertuvarla dinledik. Ortadoğu soslu parça "Irish Vagabond"la açılan kitabın kapağı Pat Metheny bestesi "Birds and Bees", Mozart Brezilya`da gezinse nasıl bir ilham alırdı diye düşünerek bestelediği "Momento Magico" ve Beatles`ın "Elenor Rigby" parçası gibi çeşitli türde sayfalarla doluydu. Hemen her parçanın arasında oğluyla çalmanın mutluluğunu ifade eden Wakenius, benzetmek doğru olur mu bilmiyorum ama Clark Terry gibi cazın gülümseten yüzlerinden, iyi ki varsın dediklerimizden.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 09 Kasım 2017, Perşembe
05 Kasım 2017, Pazar
Festival pazar gününü boş geçmiyor. Birgün önce, cumartesi günü önemli bir saygı ve vefa örneği olarak Türkiye caz tarihinin önemli isimlerinden Sevinç Tevs`i kızı Şehrazat`ın anlattıklarından dinlemiştik. Günlüğümüzde oldukça ilgi gördü bu panel. Hemen ertesi günü, bu kez yine Türkiye caz ortamının üç duayen ismi Sevin Okyay`ın moderatörlüğünde Hülya Tunçağ ve Ali Sönmez Pera Palas Jumeirah Hotel`de düzenlenen "Beat kuşağı ve caz" söyleşisinin konuşmacıları oldu.
Oldukça yoğun katılım vardı sohbete. Üç konuşmacı Beat kuşağının ne olduğunu, çıkış sebeplerini, caz müziğinin edebiyat ve sinemayla etkileşimini kısa dinletiler ve okumalarla anlattı. "Beat Generation" (Beat kuşağı) isim olarak ilk 1952 yılında New York Times`da yayınlanan "This Beat Generation" başlıklı makeleyle duyulmuştu. New York`un ardından San Fransisko`da görülen, o güne kadar alışılmışın dışında, daha özgürlükçü bir akım, doğaçlamaya açık, cinsellik ve uyuşturucu madde deneyimlerini adeta teşvik eden, politikadan ve toplumsal sorunlardan belki uzak ama ırkçılık, kadın-erkek eşitsizliği, ayrımcılık ve ötekileştirme gibi hassas konulara önem verdiğinin altı çizildi.
Yazar Jack Kerouac`ın "on the Road" (Yolda) adlı romanıyla sembolleşen, Allen Ginsberg`in "Howl" (Uluma), Langston Hughes`un "Ertelenmiş Düş Kurgusu" (caz şiirleri) gibi kitaplardan kısa bölümlerin okunduğu söyleşide Charlie Parker, Dizzy Gillespie, Thelonious Monk, Lester Young gibi beat kuşağının müziklerini yakından takip ettiği caz müzisyenlerinin parçaları da dinletildi. The Doors, Bob Dylan, the Rolling Stones, the Beatles gibi grupların Beat Kuşağı’nın gelenek yıkıcı ve muhalif karakteriyle etkileşimlerine değinilen söyleşinin en ilgi çekici kısımlarından bir tanesi, romancı ve şair Jack Kerouac`ın "Yolda" isimli kitabından yaptığı okumadan bir bölüm katılımcılara dinlettirilirken Kerouac`ın şiir okuma tonlamasının bebop enstrüman tonlamalarıyla benzeşmesine dikkat çekildiği kısımdı. Söyleşide ayrıca doğrudan Beat Kuşağı’nı başarıyla anlatan On the Road, Naked Lunch, Howl, Big Sur gibi filmlerin yanında pek de başarılı bulunmayan diğer kült filmlerden de bahsedildi.
Nazlı Toprak
Cazkolik.com / 08 Kasım 2017, Çarşamba
04 Kasım 2017, Cumartesi
Bu yıl festivalde yolumuz Babylon`a sık düşecek. İlk nöbet cumartesi akşamı Red Baraat konseriydi. Bomontiada her zamankinden daha kalabalık, Babylon yükünü tutmuş. Red Baraat`ın müziğiyle yerimizde zıplamaya hazırız. Zaten fazla bekletmiyorlar. Çıkış tünelinin hen yanındayım. Dürüst olmam gerekirse müziklerinden büyük beklentilerim yok. Bu tip gruplar bana proje grubu gibi geliyor ama işlerini iyi yapıyorlar ona şüphem yok. Son yıllarda başta Hindistan ve özellikle Pakistan Kawwali kökenli müziklerin dünya pazarına renkli etnik soundlar olarak takdim edilmesi yeni değil, doksanlardan beri ısıtılan bir konu. Biri büyük giyilebilir nefeslilerden, 4 valfli sausaphone olmak üzere trompet ve saksofon üç nefesli, davul, gitar, askı davuldan oluşan topluluk tempoyu, enerjiyi, ritmi düşürmeden konsere nasıl başladılarsa öyle giderek gözünüzü bir an sahneden ayırmamanızı sağlamaya çalışıyor. Bunu yapmak için nefeslilerin gümbürdeyen sesi kadar gitarın cayırdayan elektiriğine ve hep bir ağızdan vokale ihtiyaç var. Geçen yaz İstanbul Caz Festivalinde Shy Ben Tzur Rajasthan Express konserini izlemiştik, benzer tarzda topluluklar. Yüksek enerji, düşmeyen ritm, renkli ve eklektik motifler, müzisyenlerin hem kıyafet hem köken olarak kültürel renkliliği tamamlayan kimlikleri müziğin ayrılmaz unsuru. İzlediğimiz son ikisi güney asya merkezliydi ama hatırlayın, bunların kuzey sahradan Meksika`ya oradan Güney Amerika`ya uzanan canlı ve durmaksızın yeni `şeyler` talep eden devasa ve sürekli yenilik vaadeden müzik sektörüne katkı veren çok farklı grupları var. Hem tam festival projeleri, hem konser salonlarının enerji içeceği gibi müzikleri.
Cazkolik.com / 07 Kasım 2017, Salı
Yaşamı yaratan nefes insan doğasının can damarı. Akbank Sanat sahnesinde izlediğimiz, ortak tutkuları paylaşan iki genç Norveç`li müzisyen Daniel Herskedal ve Marius Neset "iki beden, tek nefes" hissi veren bir icrayla karşımızdaydı cumartesi akşamı. Kophenhag Konservatuar`ında kesişen yolları kimi solo diğer projeleri yanında birlikte yarattıkları bu duo projede de onları bir araya getirmişti. İki müzisyen ikişer nefesli enstrümanla "Neck of woods" albümünden ve kendi solo albümlerinden solo bölümlerle kurguladıkları performansla beğeni topladı. Tuba görkemli ve genişlik hissi veren bir etki yaratırken, ritmin omurgasını oluşturuyor, saksafon ise bireysel yaratıcılıkla beraber tutkulu bir atmosfer yaratıyordu. Yalnızca kendi bestelerini değil İngiliz besteci Ian Ballamy`nin "All man Amen" parçası ikilinin uyumlu performansını sergileyebilecekleri bir oyun alanına dönüşüyordu. Bis parçası Edition Records etiketiyle yayınladıkları "Neck of The Woods" un da final parçası olan Abdullah İbrahim bestesi "The Wedding" parçasıydı. Bu sene izlemeyi umduğumuz İbrahim kendi gelemese de bir bestesiyle festivalin konuğu olmuştu. Birkaç değişiklik ve iptalden sonra elimize kalan konserler bizimdir. Cazı seviyoruz, paylaşmaktan keyif alıyoruz.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 06 Kasım 2017, Pazartesi
Fotoğraf: Tunçel Gülsoy/Cazkolik
Cazda bazı enstrümanları dinleme şansı sınırlıdır, iyi çalanı az olduğu gibi soundunu iyi bir müziğe, besteye dönüştürmesi de kolay değildir. Nefesli ailesinin büyük abisi, big bandlerde bazen ama New Orleans müziklerinde sık rastlanan, klasik müzik orkestralarında ve bandolarda düzenli yeralan tuba, geçmişi ta Roma dönemine uzanan valfli, pistonlu, kaslı, ebadlı, volümlü sese sahip, o zamanlar Roma trompeti de denilen bir enstrüman. Belirli ses kapasitesi olduğundan solist karakteri zayıf ama Daniel Herskedal gibi yetkin ve iyi müzisyenlerin elinde hayran olduğunuz bir enstrümana dönüşüyor ama yine de diğer nefesliler ve orkestra enstrümanlarıyla kullanılması zorunlu.
Konuya doğrudan Herskedal ve tubayla girince mevzu eksik kalıyor. Norveçli tubist ama flugelhorn gibi diğer nefeslilerin de genç ve usta ismi Herskedal ile Avrupa cazının son yıllarda beş yıldızlı saksofonistlerinden Marius Neset bence festivalin en merak edilen konserlerinden birini verdiler 4 kasım cumartesi akşamı. Sahnede iki müzisyen ama dört nefesli vardı. Tenor ve soprano saksofonuyla Neset, tuba ve flugelhorn ile Herskedal.
Biz İstanbullular aslında tuba sesine yabancı değiliz, vapurların sesi tubayla nerdeyse aynı. Volümlü çalındığında kendinizi bir an boğazda zannedebilirsiniz, bu yanıyla çağrışımları bol bir enstrüman. Herskedal ve Neset duo olarak sık konser veren, albüm yayınlayan ikili. Niketim İstanbul`a gelişleri yeni değil, daha önce de izledik. Herskedal`ın tubası sahnedeki müziğin bas ve ritmlerini oluştururken dramatik ve melodik yankılar hep Neset`in soprano ve tenor saksofonundan geldi. Hatta, bir ara gözümün önüne bir metafor geldi, belki hissedilenin anlaşılmasında faydası olur. Hani İstiklal caddesinde yürürken binlerce kişinin birine bile bakmazsınız ama ıssız bir doğada yüzlerce metre ötede birini görürseniz kim olduğunu merak edersiniz, nedense böyle bir his verdi. Bunda ikilinin Norveç folklorundan mebzul oranda faydalanmalarının etkisi var şüphesiz. Tuba en koyusunda açığına boğuk rüzgar seslerini yansıtırken saksofon dramatik çığlıkları haykırıyordu adeta.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 06 Kasım 2017, Pazartesi
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük/Cazkolik
Bu yıl 27. Akbank Caz Festivali konserlerden ayrı oldukça özel bir buluşmaya, bir panele ev sahipliği yaptı. Türkiye`de caz ve caz tarihi denince akla gelen birkaç isimden biri olan Sevinç Tevs moderatörlüğünü Hakan Rauf Tüfekçi`nin yaptığı özel bir panelde Sevinç Tevs`in kızı söz yazarı ve besteci Şehrazat tarafından anıldı ve anlatıldı. Şehrazat pop müziğin önde gelen ismi, yazdığı sözler Türk pop müzik tarihinin simgeleşmiş şarkıları ama annesinden söz açılınca gözleri dolan ve hassaslaşan biri.
Oldukça yoğun ilgi gören panelin hem Sevinç Tevs`i hatırlayan hem Şehrazat`ın yakını birçok ünlü dinleyicisi vardı. Gönül Yazar, Hülya Koçyiğit, Nilüfer, Bozkurt İlham Gencer, Bora Gencer, Erol Pekcan`ın eşi Ayten Pekcan, Hülya Tunçağ, Ayşe Özgün, Naim Dilmener ve Hakan Eren gibi tümü pop dünyasının tanınmış isimleri ve müzikseverler panel boyunca barkovizyondan yayınlanan fotoğrafları, kimi ünlü sanatçıların Tevs için söylediklerini derlenen arşivden takip etti.
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük
For you...
Panelin ismi "For You" idi. Bu, bir isimden öte Arif Mardin`in bir bestesi olan "For You" Tevs`in 1948 yılında Amerika`da bir yarışmada seslendirdiği ve Sarah Vaughan`ı geçerek birinci olduğu şarkının ismi. Sevinç Tevs yetmişlerde hayata veda ettiği için Şehrazat`ın annesiyle fazla birlikte olamamasından dolayı burukluğu var ve bu burukluk her cümlesinde hissediliyor.
Sevinç Tevs`in niye tek bir plağı bile yok?
Panelde cevabı merak edilen bir soruydu bu. Sadece plağı değil elimizde pek fazla kaydı da yok. Panelde öğreniyoruz ki bunu Şehrazat da kendine sormuş, onun düşüncesi acaba annem mi istemedi yönünde, biraz ters ve enteresan bir kadın olduğunu söylüyor ama belki olur, belki birileri yapar diyerek temennisini eksik etmiyor.
Hakan Rauf Tüfekçi ve Şehrazat (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
Peki bir plak yayınlama projesi var mı?
Ortada yürüyen bir proje olmasa da Şehrazat bu konuda herkese kapısının açık olduğunu söylüyor. Elimizdeki malzeme bir albüme yeterli olacağı kanaatinde. Sponsor peşinde de koşmayacağını, annesi hayatta olsaydı da öyle bir şeyi istemeyeceğini belirtiyor.
"For You" şarkısının o dönem basında Grammy`e aday olduğu yazılıp çizilmiş. Şehrazat bu konuda elinde ispatlayan bir şey olmadığını söylüyor ama Grammy`e sorulma, varsa kayıtların bulunma işini de panelin moderatörü Hakan Rauf Tüfekçi`den rica etti.
Annesi ve ailesiyle ilgili bilgiler, anılar ve notların ardından Şehrazat aslında caz söylememekle hatta cazı sıkıcı bulduğunu belirtmekle birlikte dinleyiciler için "The Man I Love" yorumunu canlı seslendirdi ve festivalin merakla beklenen paneli böylece anılara kaydedilmiş oldu.
Leyla-Diana Gücük
Cazkolik.com / 05 Kasım 2017, Pazar
(Allttaki fotoğraf: Hülya Koçyiğit ve Nilüfer sohbet halinde) (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
03 Kasım 2017, Perşembe
Son gün gelen iki üzücü iptal haberiyle bozulan moraller konserler başlayınca yerine geldi. Aslında, cuma değil perşembe gecesinden başladı festival günlüğü. Perşembe akşamı festivalin açılış kokteyli vardı. Girişte, Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil ve Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer`in karşıladığı konuklar Sabancı Müzesi The Seed`de buluşmaya başladığında herkes bir yandan sohbet ediyor, gidecekleri konserleri konuşuyordu. Gazeteciler, müzisyenler, iş ve sanat hayatından konukların buluşması ve uzayan sohbet yerini sahneyi alan Vanessa Rubin`in konserine bıraktığında müzik salona iyice yayılmıştı.
Ama festival esas akşam başladı. İki konser bekliyordu bizi, önceki akşam mini konser veren Rubin esas konseri akşama saklamıştı. Caz standartlarının usta sesi hem sahneyi kolay kontrol altına alan hem dinleyiciyle iletişimde tecrübeli ve elbette klasik caz şarkıları konusunda yılların tecrübeli sanatçısı festivalin ilk konserinde klasik repertuvar dinletiyordu. Festivaller için her zaman garantili bir konser çeşidi, sağlam bir trio ve usta bir ses, herkesin melodilere eşlik edeceği tanıdık şarkılar.
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük
Babylon Bomonti`yi ilk açıldığı vakit gördüğümde insanlar gelir mi buraya demiş ve kısa sürede yanıldığımı anlamıştım, dün akşam Bomontiada`ya girdiğimde bir kez daha şaşırdım çünkü avluda ve restoranlarda inanılmaz bir kalabalık vardı, tamam cuma akşamı, herkes yemek yemek ve eğlenmek istiyor ve avlu tam bir parti havasında. Geç kaldığımı düşünerek girdiğim Babylon ise henüz sakin ama insanlar yavaş yavaş gelmeye başlamış. Girişte uzun bir kuyruk ve ardından sesiyle Nina Simone`un karşıladığı konser salonu. Bir önceki konserde durduğum yerden memnun kalmıştım, yine oraya gitmeye karar verdim. Kalabalık her saniye artıyor. Ellerinde içecekleriyle Simone`a eşlik eden müzikseverler bir yandan sahnede ekranda dönen festivalin tanıtım filmini izliyor. Daha önce de gözlemlemiştim, yine yazıyım, kızlarımız yanlarındaki erkeklere göre müziğin `mood`una daha rahat giriyor, dans ediyor, sevdiğine sarılıyor, öpüyor, mutlu olduğunu göstermekten çekinmiyor, oğlanlar ise sanki daha kendini kasıyor, sürekli çevre kontrolü yapıyor, müziğe kaptırmaktan kaçınıyor, sadece olduğu yerde salınmakla yetiniyor, ağır abi gibi duruyor.
Oysa İlhan Erşahin ve İstanbul Session zımba bir müzikle girdi konsere
Yılın az kısmı Türkiye`ye gelse de İlhan Erşahin`de insanların sevdiği bir şeytan tüyü var. Müzikseverler doksanlardan beri tanır onu ve o hep ilk günkü gibi, hiç değişmedi. Eylülde "Praia Futuro" isimli yeni albüm yayınlandı, acaba bu kadroyla mı gelir diyordum ama o galiba başka zamana. Dün akşam bir de kötü sürpriz vardı, sahnede eşlik edecek David Harrington`ın vize alamamıştı.
Davulda Turgut Alp Bekoğlu ve perküsyonda İzzet Kızıl fırtınası
Grup konsere sanırım çoğu "İstanbul Underground" albümünden müziklerle başladı. Turgut Alp Bekoğlu ve İzzet Kızıl müziğe sert ve hızlı girdi. Güçlü bir sound vardı. Bir anda sahneden dinleyiciye yayıldı. O ana kadar rahvan salınan dinleyici önce hafif sarsıldı, ardından sahneye daha konsantre bakmaya başladı. Alp Ersönmez`in derin bası ve pedal loopları müziği süpürürken Erşahin`in saksofonu yarı çığlıklı üflüyordu.
Törkiş-centric bir müzik
Turgut Alp ritmi vurdukça dinleyicide anlık karşılık veriyordu, Kızıl`ın perküsyonuyla Bekoğlu`nun ritmi gecenin kazananıydı, bu kesin. Üstelik ritmler bizden. Albümden "Sarıyer" çalmaya başladığında konserin ilk anlarındaki dağınıklığı atan dinleyici artık daha seri salınmaya başlamıştı.
Bir festival daha başladı ve tabii günlük de. Bakalım bizi nasıl konserler bekliyor. Siz de bir yandan günlüğü takip etmeyi unutmayın, konserleri bir de buradan hatırlayalım, konuşalım.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 03 Kasım 2017, Cuma
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.
Özlem Oktar Varoglu
Bu anma toplantıları çok gerekli. Umarım sürdürülür. Keşke gelebilseydim...
Bu Yoruma Cevap Yazın »