Cazda geçen hafta son ayların en hareketli günlerini yaşadık, hafta içi adeta festival havasında geçti. Konser maratonu 21 Nisan akşamı aynı saate denk gelen Marilyn Mazur`un Akbank Sanat konseri ile İş Sanat`ta Tom Harrell start aldı. Konser öncesi yayına girdiğimiz ve okurlardan büyük ilgi gören Tom Harrell röportajımız halen aynı ilgiyle okunmaya devam ediyor. Ertesi gün, bu kez büyük gitarist Marc Ribot Salon İKSV`de artan tansiyonumuzu dengeledi.
Bir sonraki durağımız 24 Nisan Cuma akşamı bu yılın "En İyi Erkek Vokal" Grammy ödülüyle geçen seneki adaylığını bu kez taçlandırılan Gregory Porter konseri oldu. Kendisi geçen sene yine Cemal Reşit Rey sahnesine konuk olmuştu. Geçen seneki konserinde sınırlı sayıda izleyiciyle hakettiği ilgiyi görmediğini düşünmüştüm ama bu sene salon tamamen doluydu. Porter konserlerinde genellikle açılış olarak tercih ettiği "Painted on Canvas" ile start aldı. Setlistini genellikle son albümü üzerine kurgulamıştı ve aşk temalı parçalarını dinlerken sanatçının her yıl adım adım kariyerini başarıyla ördüğünü, geleceğin efsaneleri klasmanına koşar adımlarla ilerlediğini ve tüm bunların benim kanaatim olmaktan öte artık kulaktan kulağa konuşulmaya başlandığını düşünüyordum.
Meşhur kasketini soranlara selam olsun... Evet, bu sefer de "Şapkasız çıkmam abi" demişti. Merak edenler için anlatayım... Porter bir zamanlar bir cilt rahatsızlığı geçirmiş. Rahatsızlık nedeniyle oluşan izleri kapatmak için bir müddet kasket takmış, rahatsızlığı geçip de kasketi çıkarınca o sıra ailesiyle gittiği tatil sırasında başında kasket yokken sanatçıyı hiç kimse tanımamış ama aynı akşam kasketi takıp çıktığında sokakta yoğun ilgi geri gelmiş. Anlaşılan o ki, mesela Pavorotti`nin sakalı ya da Michael Jackson`ın pantolonları veya fötr şapkası neyse Porter`ın kasketi de o olmuş. Hikayenin özü bu... Bu yazıda bu sırrı da çözmüş olalım :)
Ertesi gün akşam olsun da Nardis`e gidelim diye geceyi zor ettik. Bir önceki akşam Ankara Müzik Festivali’nde istediği havayı bir türlü yakalayamadığı gözlenen `tenor sax hero` Eric Alexander ve hepsi en az kendisi, hatta biri çok daha ünlü arkadaşları, davulda Joe Farnsworth, piyanoda Harold Mabern ve basta John Webber`le sahnede enerji patlaması yaşadılar. Alexander ve Farnsworth’le performans öncesi sohbetimde cazı büyük salonlardansa küçük mekanda çalmanın keyfinin bambaşka olduğundan bahsetmişlerdi. Performanslarındaki dinamizm ve enerji bence bunbunun açık kanıtıydı. Yaşayan efsaneler mertebesine erişmiş Mabern`in piyanosunu perküsif çalışı onu izlerken geçmişti birlikte çaldığı Lionell Hampton, Betty Carter, Donald Byrd, Miles Davis gibi tüm o efsaneleri bir bir gözümün önünden geçirdi. Eric Alexander`ın çaldıkça artan enerjisi ve caz davulunda apayrı bir lezzete sahip Joe Farnsworth`un tadı damağımızda kalan soloları gece boyunca bitsin istemedik. Gece bitip de eve dönerken aklımda Mabern`in piyano başına oturan Eric Alexander`ın notaları eşliğinde Blues söylemesi ve Alexander`ın sahneye sığmayarak hem saksafon çalıp hem de merdivenlerden üst kata çıkarken Farnsworth`un Nardis`in duvarlarında ve merdiven trabzanlarında bagetlerini vura vura, ritim tutarak gezintiye çıkması klüpte o gecenin şanslı izleyicilerine unutamayacakları dakikalar yaşattı.
Geçen haftayı ülkemizde en az iki neslin bir çok kez canlı izleme şansını yakaladığı az sayıda isimden, dünya cazının büyük ismi Jan Garbarek Group ve Trilok Gurtu konseriyle kapattık. Garbarek yıllardır başta İstanbul olmak üzere ülkemizde sayısız kez çaldı, onun sahnedeki vücut dilini artık hepimiz iyi biliyoruz. Sahnede ustaya, birlikte çalmaktan en çok zevk aldığı müzisyenler Trilok Gurtu, Rainer Bruninghaus ve Yuri Daniel eşlik etti. Aslında, keşke kısmet olsaydı da emektar basçısı Eberhard Weber’i izleyebilseydik diyecektim ama Daniel Yuri`nin de hakkını yemiyeyim, gerçekten iyiydi... Önünde çaldıkları sahne fonu kuzey ışıkları gibi renklendirilirken davul ve perküsyonda tartışmasız dünyanın en önemli üstadlarından Hintli Trilok Gurtu tefleri, zilleri, içi su dolu tencereleri ve Raga teknikli vokaliyle defalarca izleyenlerin iyi bildiği ama her defasında bayıldığımız davul sololarıyla gecenin en alkış alan ismiydi. Klavye ve piyanoda bay tecrübe Rainer Bruninghaus sersemletici güzellikteki sololarıyla kalbimizi paralarken öldürücü darbeyi ise her zaman geriye taradığı aklaşmış saçları, yaşına göre atletik oluşu ve kimselere benzemez tonuyla Jan Garbarek vuruyordu. Onları titizlikle işlerini yapan birer profesyonel ya da kendi yarattıkları dünyanın içinde kaybolan dört hayalperest olarak düşünmek mümkün, tabii karar o gece Cemal Reşit Rey konser salonunu tamamen dolduran izleyicilere kalmış.
Bu sefer sadece geçen haftanın konser maratonu şöyle lezzetli ve güzel tarafından bakarak anlattık ama konserler bitmedi, bitmez de... Önümüzde 30 Nisan Dünya Caz Günü var. Bu özel başta Paris olmak üzere tüm dünyada kutlanacak, tabii bizde de... Sadece o güne özgü harika konserler var, umarım izlediklerimi en kısa sürede sizinle yeniden paylaşmanın keyfini yeniden yaşarım.
Herkese cazla dolu güzel bahar ve yaz ayları dilerim...
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 29 Nisan 2015, Çarşamba
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.
Sait AYDIN
Eric Alexander"ın Ankara"da verdiği konser de iyiydi ama eminim kulüpte verdiği daha iyidir,onu da izlemiş olmayı isterdim.Bu tabi kişiden kişiye değişir.Cazın kulüp ortamlarında sanat mertebesine çıktığını sanıyorum.Elimde bir içkiyle Nardis"te dinlemek isterdim
Bu Yoruma Cevap Yazın »