Aslanlar, ormanlar ve Afrika`da olmasının dışında Tanzanya hakkında gerçekte ne biliyoruz?

Aslanlar, ormanlar ve Afrika`da olmasının dışında Tanzanya hakkında gerçekte ne biliyoruz?

Dinlediğiniz müziklerin listesini yazının sonunda bulabilirsiniz


Klimanjaro'nun ve Serengeti'nin ülkesi Tanzanya


Doğrusu bu aralar yeni bir Afrika yazısı yazmak hiç aklımda yoktu. Doğal olarak, gezip gördüğüm yerlerin hepsini yazmam mümkün olmuyor zira ve zaten bazı yerler ömür boyu hep benimle kalmak üzere içime işlerken, bazıları da ne kadar büyük keyif alırsam alayım sonradan sadece aklıma düştükçe beni gülümseten anılara dönüşüyor. Tanzanya’ya giderken de, epeydir tüm dünya tarafından en fazla tercih edilen gezi adreslerinden birisi olduğu için mi yoksa hayalimdeki tatil vahşi hayvanlarla kucaklaşmayı pek içermediğinden mi bilmem, beklentim bu ülkenin benim için sözünü ettiğim kategorilerinden ikincisine girmesiydi. Kısacası, herkesin aksine ben bu sefer Afrika’ya çok da fazla bir heyecan beklemeden gittim.


Tanzanya`nın ev sahipleri aslanlar



Ama işte bazı yerler kendini zorla yazdırıyor; hatta bazıları da kendi öyküsünü yazıyor ve bana sadece bu yazılanı aktarmak düşüyor. Giderken beklentim farklı olsa da Tanzanya savanlarının yaban cazibesi ve okyanus kıyılarının gerçek dışı güzelliği, ülkeye adım attığım andan itibaren en az daha önce aşık olduğum eşsiz Afrika gökleri ve altında uzanan heybetli çöller kadar, yaşam boyu benimle kalmak üzere yüreğime yerleşti. Kısacası evet, bu yılki Afrika gezisini iyi ki (çok da gönüllü olmadan!) Tanzanya’ya ayırdım... Çünkü her ne kadar gitmeden önce komşusu Kenya’daki Masai Mara ile Tanzanya’daki Serengeti’nin farklarını ve benzerliklerini bile doğru dürüst bilecek kadar merak etmemiş isem de (veya belki tam da bu yüzden) Tanzanya benim için beklenmedik bir huzur ve eğlencenin inanılmaz keyifli mekanı oldu. Gerçi utanarak itiraf etmem gereken cahilliğim komşu iki ülkenin safari alanlarına dair bilgi eksikliğiyle de sınırlı değilmiş meğer. Yola çıkmadan kendimi Tanzanya hakkında minik bir sınavla deneyip resmen sınıfta kaldım! Bu yüzden de anlatmaya yolculuğun öncesinden başlamak istiyorum.


Tanzanya hakkında gerçekte ne biliyoruz?



Tanzanya Afrika haritası üzerinde nerededir, şüphesiz bilirsiniz. Zanzibar’ın Tanzanya’ya ait bir ada olduğunu da mutlaka öğrenmişsinizdir. Ama Tanganika neresidir biliyor musunuz? Aslında belli bir yaşın üzerindeyseniz bu da coğrafya dersinde okuduklarınız arasında ama...? Ve üstelik “Zanzibar Adası” deyip duruyoruz ama burası öyle bir ada da değil mi sanki acaba? Peki, Tanzanya’da konuşulan Swahili dilinin dünyanın başka nerelerinde konuşulduğundan haberiniz var mı? Biliyor musunuz, kimlerdir bu dilin sahibi olan Swahililer? Ve hatta o zaman söyleyin bakalım; Tanzanya’nın başkenti neresidir? “Dar Es Selaam” dediniz değil mi? Tıpkı benim gibi. Ve de yanıldınız. Tıpkı benim gibi! Çünkü Tanzanya’nın başkenti 1996’dan beri artık Dodoma, Dar Es Selaam değil. Daha fazla ukalalık etmeden hemen kabul edeyim; son yıllardaki turistik ününe ve üzerinde yazılıp çizilen onca şeye rağmen ben bu soruların hiç birisinin yanıtını Tanzanya’ya gitmeden önce tam olarak bilmiyormuşum!


İlk insan yerleşimlerinin ülkesi



O zaman belki de en iyisi bu durumu telafi etmek için söze, meraklısı olanların nasılsa bildiği, vahşi hayvanlarla ilgili eğlenceli gerçeklerden önce ülke hakkında bazı bilgileri gözden geçirerek başlamak. Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti Afrika’nın orta bölümünde, Hint Okyanusunun kıyısında bir ülke… Anakaraya ilaveten kıyıdaki bazı adalar da ona ait. Eskiden ayrı bir bağımsız ülke olan karadaki bölümün adı Tanganika. Tanganika kıyılarının açığındaki bir sürü minik adadan oluşan ve yine eskiden bağımsız ayrı bir ülke olan takımadanın ismiyse Zanzibar (veya Zengibar). Adının sürekli birlikte anıldığı Kenya ve Uganda, Tanzanya’nın kuzeydeki sınır komşuları... Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti, 1964’da kurulmuş olduğuna göre oldukça genç sayılır. Ama bu, ülkenin kültür birikiminin de genç olduğu anlamına gelmiyor çünkü bu tarih sadece Tanganika Cumhuriyeti ile Zengibar Sultanlığı’nın birleşip yepyeni bir ülke haline gelmesinin tarihi. Oysa bugün artık bir olan bu iki ayrı memleketin özgün kültürleri neredeyse bin yıllardır bu coğrafyada yaşıyor. Tanzanya Afrika’da bulunan ilk insan yerleşim merkezlerinin olduğu yer. Yani meşhur “insanlık Afrika’dan doğdu” söyleminin beşiği. 1500’lü yıllarda Vasco de Gama’nın buraya ulaşması ve böylece Avrupalıların buraları keşfetmesiyle, insanlık ilk var olduğundan beri bu topraklarda yaşayanlar, Portekiz’in sömürgesi haline gelmişler. Ardından 1800’lerde Muskat (bugünkü Umman) Emirinin yardımıyla Portekiz’den kurtulup bu sefer de Arapların kolonisi olmuşlar. Geçen yüzyılın başına dek de buraları Araplardan devralan Almanların ve İngilizlerin sömürgenliği ile uğraşmışlar. Sonunda önce Tanganika İngilizlerden kurtularak bağımsızlığına kavuşmuş, ardından da Zanzibar özgürlüğünü elde edip Tanganika ile birleşmiş ve böylece yepyeni bir ülke doğmuş. Sömürgeci batılılardan kurtulmak için siyasal ve ekonomik güç birliği yapmak üzere birleşme yoluna gitmiş olmalılar çünkü aslında böyle bir karışım için oldukça farklı kültürlere sahipler. Kara Tanzanyası yani Tanganika Hıristiyan; ada Tanzanyası yani Zanzibar Müslüman ve Tanganika daha çok bildiğiniz kabile geleneklerine sahip tipik bir Afrika ülkesinin özelliklerini taşırken, Zanzibar uzun süre Muskat Emirliğinin boyunduruğu altında yaşadığı için yoğun Arap öğeler sergiliyor. Swahili meselesine gelince; Afrika’nın doğusunda, Kenya ve Tanzanya’nın kıyı kesimlerinde, Zanzibar’da ve Mozambique’de yaşayan halk, Swahili halkı. Bu coğrafyadaki yerel etnik grupların ticaret veya yerleşim için buraya gelen Araplarla karışması sonucu oluşmuş bir ırk Swahililer ve dilleri de kıtanın orijinal Bantu dilinin Arapça ve Portekizce ile harmanlanmasıyla meydana gelmiş. Arapça ile olan yakınlığından ötürü olsa gerek, Swahili dili benim kulağıma, aynı derecede yabancı başka dillerden çok daha bildik geliyor. Sanki hemen öğrendiğim birkaç kelimeyi doğru telaffuz ediyormuşum ve niyet edersem bu dili kısa sürede öğrenebilecekmişim gibi bir duygu yaşıyorum.


Timsahların kapmaması için dua ettiğim çirkin mi çirkin hayvancıklar



Görmek için yola çıktığım ülke hakkında ilk kez başıma gelen bu cehalet durumunu kısa bir tarih/coğrafya dersiyle böylece size ve daha da önemlisi kendime affettirdikten sonra, söze Tanzanya’daki ilk durağım olan safari kampında tuttuğum notlarla devam etmek istiyorum. “Aslında oldum olası kentleri doğa ortamlarına tercih ettim,” demişim o notlarda. “Piknikleri çocukken de sevmezdim; huzur bulmak için doğaya koşmuşluğum nadirdir.” Ve devam etmişim; “ama bu satırları yazdığım gece vaktinde ıssızlığın ortasındaki çadırımın kapısında su aygırları bağırıyor, içeride çeçe sinekleri uçuşuyor, yorgunluktan bel kemiğim sızlıyor, kampta elektriğin kesilmesine sadece on beş dakika var ve ben acayip huzurlu ve gerçekten çok mutluyum!” Bu yazdıklarım, Tanzanya macerasının başlangıç gecesinden... Afrika’da nereye gidilirse gidilsin sadece doğa ile ilgilenilip hiçbir şehir doğru dürüst görülmeden geri dönülmesi beni oldum olası şaşırttığı için, Tanzanya’ya gelirken aklıma koydum; savanayı iyice tanıyıp orada yaşayan hayvanlarla yeterince “yakınlaştıktan” sonra mümkün olduğu kadar çok farklı yerleşim alanına gidip insanları ve kültürlerini yakından göreceğim. Ama istediğim kadar “hayvanlar hep aynı; ben insanları tanımak istiyorum” diye ahkâm keseyim, Tanzanya’da yolculuk doğal olarak Serengeti’nin içerisinde yer alan bir safari kampında, savananın göbeğinde başlıyor. Bu ilk gece de, gün boyu yapılan ilk safariden sonraki ilk gece. Bütün gün bir taşın üzerine oturup daha önce adını bile duymadığım wildebeest sürülerinin Mara nehrini aşarak Tanzanya’dan Kenya’ya geçmesini beklediğim günün gecesi yani. Gün boyu, korkudan kendini suya atmaya saatler sonra nihayet cesaret edebilen bu çirkin mi çirkin hayvancıkları timsahların kapmaması için dua ettim; karşı kıyıya ulaşmayı başaranlar için sevinç çığlıkları attım resmen. İşte böyle bir günün sonunda doğanın alışık olmadığım seslerine ve tepemde dolanıp duran sineklere rağmen acayip mutluyum! (Burada minik bir parantez: Ben çeçe sineklerini şehir efsanesi zannederdim; gerçekmişler! Hani şu uyku hastalığı yapan meşhur sinekler... Yola çıkmadan aklınıza gelebilecek her tür bulaşıcı hastalık, sıtmadan korunmak için ilaçlar, sarıhumma aşısı, muhtelif virüs ve sivrisineklerin envai çeşidi konuşulup tartışıldı ama çeçelerden ve zararlarından ve de hele huylarından bana söz eden olmadı hiç. Oysa ne kadar ilginçler bir bilseniz! Renklerden maviyi ve siyahı seviyorlar mesela. Bu yüzden de zaten Serengeti’deki kamp çalışanları onları şekerli bir zehire batırıp ağaçlara astıkları, mavi/siyah bayraklarla yakalıyorlar! İlk gün mavi veya siyah renkte giysiler giymiş olanlarımız da çok kısa sürede safari kıyafetlerinin neden hiçbir zaman bu renklerde yapılmadığını anlamış oluyorlar! Allahtan çeçeler bu mevsimde ısırınca, her ne kadar insanın canını fena halde yaksalar da bari uyku hastalığı yapmıyorlar!)


Sonsuz toprakların ülkesi