Yağmur yağacak mı yağmayacak mı, hava soğuyacak mı aynı mı kalacak, güneş yüzünü gösterecek mi, bulutların arkasına mı gizlenecek... Kararsız bir Ekim akşamı... Yaz güneşi çekip gidince teselli olarak sanatın güzellikleriyle dolu yeni sezonun birbiri ardına güzel haberleri doldurmaya başlıyor gündemimizi. Müziğin, resmin, dansın, tiyatronun iyileştirici etkisine son aylarda her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu sebeple olacak birbiri ardına güzel haberler gelmeye başladı. Sezon açılışları her zaman heyecan vericidir, bugünlerdeyse sanki daha çok ihtiyacımız var.
Sonbaharın en güzel geleneklerinden biri İş Sanat sezonunun tanıtım geceleri... Bütün bir yıla yayılacak parlak etkinlikler, büyük sanatçılar bir anda bir toplantı esnasında hazine sandığından ortaya saçılmaya başlıyor. Yüzler, sesler, müzikler birbirini kovalıyor...
Özgün ve zengin programıyla şimdiye kadar onbinlerce sanatseveri en iyi projelerle buluşturan İstanbul kültür sanat hayatının merkez ismi İş Sanat bu yıl da dünyaca ünlü sanatçıların yanısıra ülkemizin sevilen sanatçılarının ürettiği özgün projelere de ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Kasım 2015`de başlayacak, Mayıs 2016`ya kadar sürecek onaltıncı sezon klasik müzikten caza, dünya müziğinden dans gösterilerine, yerli projelerden şiir dinletine ve çocuk etkinliklerine uzanan oldukça geniş bir yelpazede yepyeni projelerle izleyicinin karşısına çıkacak.
Dün gece sezon tanıtım toplantısında söz alan İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Senar Akkuş 2000 yılından bu yana bir milyonu aşan sayıda cazseveri ağırladıklarını ve gösterilen ilgi sayesinde sanatseverlerle İş Sanat arasında güçlü bir bağ oluştuğunu ve bundan dolayı ne kadar gururlandıklarını anlattı. İş Sanat`ın yönetmeni Filiz Ova`da geride lırakılan onbeş yılda değerli yerli sanatçıları, düyaca ünlü yabancı sanatçı ve orkestraları altıyüzü aşkın etkinlikte İstanbullu sanatseverlerle buluşturduklarının altını çizerek Kasım ayında başlayacak yen sezonun unutulmayacak etkinliklerle doldurulması için çalıştıklarını belirtti.
Yıl boyu gerçekleşecek etkinliklerin önemli bölümü klasik müzik, resim, edebiyat ve tiyatro gösterileri olacağı için bu bölümleri ilgili gazete, dergi ve web portallarının uzman kalemlerine emanet edip biz Cazkolik olarak sadece caz ve dünya müziğiyle kimi dans projelerini size buradan duyurmak istiyoruz. Gelin o halde lafı daha fazla uzatmadan başlayalım.
“Dollar Brand” lakabı, çocukken Capetown rıhtımındaki denizcilerden aldığı bir dolarlık plaklardan gelen Güney Afrika’nın efsanevi piyanisti Adolph Johannes Brand (Müslüman olduktan sonraki ismiyle Abdullah Ibrahim), 1960’larda günümüzün caz devleri arasında sayılan Hugh Masakela, Jonas Gwangwa ve müziğe neredeyse birlikte başladığı saksafonist Kippie Moeketsi ile birlikte Jazz Epistles grubunu kurar. Fransız plak şirketi Celluloid’den yayınlanan Jazz Epistles: Verse One Güney Afrika cazı olarak kayda alınan ilk albüm olur. Irk ayrımının kendini iyice göstermeye başladığı zamanlarda politik kimliğinden dolayı ülkesini terk etmesi kaçınılmaz olur ve 1962 yılında daha sonra evleneceği caz şarkıcısı Sathima Bea Benjamin ile uzun bir Avrupa turnesine çıkar.
Hayatının dönüm noktası Amerikan caz sahnelerinin fenomen ismi Duke Ellington ile tanışmasıdır. Ibrahim’in piyanodaki ustalığından hayli etkilenen Ellington, Duke Ellington Presents The Dollar Brand Trio albümünün yayınlanmasına aracı olur. Rockefeller Bursu ile Juilliard Müzik Okulu’na devam eden Abdullah Ibrahim, 1973 yılında ülkesine döner ve Soweto yerleşimindeki ayaklanmaların marşı haline gelen “Capetown Fringe”i kaydeder. “Soweto” ve “Zimbabwe” gibi parçaları onun ülkesine ve atalarından gelen müzikal mirasa bağlılığını ifade eder. Hayat öyküsüyle 2005 yapımı A Struggle for Love filmine konu olan Abdulllah Ibrahim, Chocolat, No Fear No Die, Amandla gibi film ve belgesellerin de müziklerini yapmıştır. 2013 çıkışlı albümü Mukashi ile Japon kültürüne duyduğu hayranlığı dile getiren sanatçı, son albümü The Song Is My Story’i 2014 yılında piyasaya sürdü.
Geleneksel müziklerin yanı sıra klasik müziğin hiç eksik olmadığı bir evde büyüyen Cohen, piyano ile dokuz yaşında tanışır. Ondört yaşındayken ünlü basçı Jaco Pastorius’tan etkilenir ve bas gitar çalmaya başlar. Müzik eğitiminin ardından yirmiiki yaşında New York’a taşınır.
1997 yılında fazla bir beklentiye girmeden gönderdiği demo, Chick Corea’ya ulaşır ve duayen cazcı bu yetenekli genç ile hemen tanışmak ister. Avishai Cohen’in Akdeniz ve Latin etkilerinin hissedildiği ilk dört albümü Chick Corea’nın sahibi olduğu Stretch Concord Records’dan çıkar. Cohen, grup lideri olarak çaldığı ve piyanodaki hünerlerini gösterdiği Unity albümünde Meksika, Arjantin, Küba ve İsrail’den müzisyenlerle çalışır ve farklı kültürlerin müzik yoluyla uyumu ve barışı yakalayabileceğini gösterir. 2002 yılında Razdas Recordz isimli şirketi kurar ve inandığı genç müzisyenlere de kayıt imkânı sağlar. Remembering, Seven Seas, Samuel, Criss Cross, Come Together gibi parçaları çok sevilen müzisyen, müziğin insana evinde gibi hissettirdiğine inanıyor. Bass Player dergisinin yüz yılın en etkin 100 basçısı arasında gösterdiği Cohen, 2009 yılında EMI/ Blue Note ile anlaşır, 2013 yılında Almah, 2015 yılında ise From Darkness albümlerini yayınlar. Bach’ın müzik dehasına ve bestelerindeki matematiğe büyük hayranlık duyan Cohen, Malmo, Brno ve Monaco Filarmoni ile gerçekleştirdiği projeleriyle müzikte sınırları kaldırmaya devam ediyor.
Fransız bir anne ile Haitili bir babadan dünyaya gelen Cécile McLorin Salvant, Miami’de büyüdü. Beş yaşında piyano çalmaya, sekiz yaşında Miami Korosu’nda şarkı söylemeye başlayan sanatçı, Miami Üniversitesi’nde Edward Walker ile çalıştı. 2007 yılında Fransa’ya taşınan sanatçı, hukuk eğitiminin yanı sıra Darius Milhaud Konservatuvarı’nda klasik ve barok eserler üzerine ses eğitimi aldı. Jean-François Bonnel ile emprovizasyon ve 1910’lardan bugüne uzanan geniş bir caz ve blues repertuvarı çalışan Salvant, ilk albümü Cécile’i 2009 yılında yayınladı. Bir yıl sonra da ünlü Thelonious Monk yarışmasını kazandı. Jean-Francois Bonnel, Rodney Whitaker, Aaron Diehl, Dan Nimmer, Sadao Watanabe, Jacky Terrasson, Archie Shepp (özellikle Archie Shepp ile birlikte çalıştığı "Attica Blues" isimli albüm geçen yıl caz dünyasında en ses getiren Grammy adayı albümlerindendi) ve Jonathan Batiste gibi tanınmış sanatçılarla işbirliği yapan sanatçı, 2012 yılında Woman Child albümünü yayınladı ve 2014 yılında En İyi Caz Albümü kategorisinde Grammy Ödülü’ne aday gösterildi. Cécile McLorin Salvant, Bessie Smith, Charlie Parker, Bud Powell gibi caz efsanelerine duyduğu büyük hayranlığı bir röportajında şu sözlerle dile getiriyor. “Bu müzisyenlerin hayatlarını okumak, onların çaldığı dönemi tanımaya çalışmak ve o zamanlara dair bir şeyler öğrenmek çok heyecan verici. Onların o dönemde yaşadıkları, müzik yaparken karşılaştıkları zorluklar hem çok ilham veriyor, hem de daha çok çalışmam için beni yüreklendiriyor.”
1942 yılında Chicago’da dünyaya gelen Jack DeJohnette müziğin çok değer gördüğü bir ailede büyüdü. Dört yaşında klasik piyano ile tanışan ve daha sonra Chicago Müzik Konservatuvarı’nda eğitim alan DeJohnette, ondört yaşında kurduğu lise grubunda davul çalmaya başladı. “Çocukken hiçbir tür ayrımı yapmadan, her şeyi dinlerdim. Piyano derslerine devam ederken opera besteleri dinlerdim ama bunun yanı sıra country, western, blues, swing, caz da dinlerdim. Benim için önemli olan müzikti ve hepsi de beni çok etkilerdi.”
Yarım asrı aşan müzik kariyerine John Coltrane, Ornette Coleman, Sonny Rollins, Bill Evans, Chet Baker, Dave Holland gibi değerli isimlerle sayısız proje sığdıran DeJohnette, 1960’ların ortasında, hem grup lideri hem de müthiş bir piyano ve davul icracısı olarak Chicago caz sahnelerine adım attı. Charles Llyod Quartet ile çaldığı süre boyunca uluslararası bir tanınırlık kazandı. 60’lı ve 70’li yıllarda The DeJohnette Complex, Have You Heard, Sorcery ve Cosmic Chicken albümlerini müzikseverlerle buluşturan DeJohnette, Miles Davis’in Live Evil, A Tribute to Jack Johnson, On the Corner albümlerine de büyük katkı sağladı. 1968’de grubuna dahil olan DeJohnette için Miles Davis otobiyografisinde şöyle diyor: “Grup içinde öyle bir uyum ve ritmik akıcılık yakalamıştık ki onunla çalmak her zaman çok büyük bir keyif oldu.”
1990’lı yıllarda Herbie Hancock ve Pat Metheny ile turneye çıkan DeJohnette, Music for a Fifth World albümünü yayınladı. 2000’li yıllara gelindiğinde ise DeJohnette Grammy’e aday gösterilen iki özel projeyle dikkat çekti. Out of Towners projesi kapsamında Jarrett ve Peacock ile çalışan sanatçı, Ivey Divey albümünde de Don Byron ve Jason Moran ile çalıştı.
Grand Prix du Disc ve Charles Cros gibi sayısız ödülün yanı sıra 2009 yılında Peace Time albümüyle Grammy alan DeJohnette’e Berklee College of Music tarafından onursal doktora unvanı verildi.
1938 yılında Memphis’de dünyaya gelen Charles Lloyd, zengin bir müzikal çeşitlilik içinde büyür ve on yaşında Charlie Parker dinlemeye başlar. Dokuz yaşında saksafon çalmaya başlayan Llyod, akıl hocam dediği piyanist Phineas Newborn vasıtasıyla Irvin Reason’dan dersler alır. Oniki yaşından itibaren Phineas Sr’s, B.B. King, Bobbie Blue Bland gibi isimler ve gruplarla çalmaya başlayan sanatçı 1956’da müzik eğitimi için Los Angeles’a gider. 1966 yılında piyanoda Keith Jarrett ve davulda Jack DeJohnette ile Charles Lloyd Quartet’i kurar ve Downbeat tarafından 1965’de yılın en yeni caz sanatçısı, 1967’de ise yılın en iyi caz sanatçısı seçilir. The New York Times yazarlarından Ben Ratliff’in “Charles Lloyd’un kariyerini takip ederseniz son yarım yüzyıldaki mükemmel cazın haritasını çıkartmış olursunuz” şeklinde söz ettiği Llyod, The Doors, The Birds, The Grateful Dead ve Beach Boys gibi dönemin popüler gruplarının albümlerinde de konuk sanatçı olarak yer alır.
1969`da sahnelerden uzaklaşarak kendini transandantal meditasyona veren Lloyd o dönemi bir röportajında "Müzikle dünyayı değiştirmeyi hayal ediyordum ve tabii ki bunu gerçekleştiremedim. Otuz yaşında buralardan uzaklaşıp Big Sur`da, ormanda yaşamaya başladım." diyerek anlatıyor. Llyod, 80`lerin sonunda Michel Petrucciani`nin ısrarıyla Henry Miller, Lawrence Ferlinghetti, Jack Kerouac gibi ünlüleri de ağırlamış olan Big Sur`dan çıkar ve yeniden müziğe yönelir. Sahnelere dönüşüyle beraber ünlü Alman yenilikçi caz firması ECM`den aralarında Fish Out of Water, Notes from Big Sur, The Call gibi albümlerin de yer aldığı pek çok kayıt yayınlar. Ünlü müzisyen Carlos Santana’nın "Charles Lloyd uluslararası bir hazinedir." şeklinde övdüğü Llyod, Bobo Stenson, Brad Mehldau, Geri Allen gibi isimlerle de çalışmaya devam ediyor.
Houston’da kültür sanata değer veren bir ailede dünyaya gelen Jason Moran, altı yaşındayken klasik piyano eğitimine başlar. Onüç yaşına kadar hip-hop ağırlıklı bir müzik zevkine sahip olan Moran, bir gün radyoda Thelonious Monk’un “Round Midnight” bestesini duyar ve caza yönelir. “6 yaşında Rus bir öğretmenden ders alarak piyanoya başladım. Öğretmenim, ülkede henüz çok yeniydi, Sovyetler Birliği’nden Amerika’ya henüz bir yıl önce gelmişti. Aslında ağabeyim o dönemde keman çalıyordu ve ailem de müziği ilerletmesi için onu bir yaz kampına göndermişti. Küçük kardeşimin ve benim de bu şekilde müzikle ilgilenmemizi isteyen ailemizin desteğiyle biz de piyano çalmaya başladık. Hâlbuki yakın çevremizden kimse profesyonel anlamda müzisyen değildi. Sadece baba tarafımdan iki kuzenim blues müzisyeniydi ve Chicago’da Albert King’in topluluğunda çalıyordu… Ben de önce klasik müzikle başladım ancak 13 yaşımdayken caza döndüm. Babamın çok geniş bir plak koleksiyonu vardı ve bir gün bana Thelonious Monk’un Round Midnight’ını çalmıştı. Ben de, ‘Bu çok iyi, ben de aynısını yapmak istiyorum, ben de böyle olmak istiyorum.’ dedim ve ardından Thelonious Monk’un bulabildiğim tüm albümlerini teker teker satın almaya başladım.” (Can Ergelmis wordpress.com)
Rolling Stone dergisinin “günümüz cazının en kışkırtıcı müzisyenlerinden” şeklinde söz ettiği Jason Moran, 90’lı yıllarda adım attığı sahnelerdeki başarısını Blue Note etiketiyle yayınlanan yenilikçi kayıtlarının yanı sıra Tarus Mateen ve Nasheet Waits ile birlikte on senedir sürdürdüğü The Bandwagon projesiyle taçlandırır. New York Times’ın en iyi 10 pop ve caz albümü arasında gösterdiği Ten albümü ile Downbeat yılın albümü, yılın piyanisti ve yılın caz sanatçısı ödüllerini kucaklayan Moran, Greg Osby, Steve Coleman, Joe Lovano, Von Freeman, Ravi Coltrane, Ron Miles, Stefan Harris gibi ünlü müzisyenlerle özel projelere de imza atar. Jean-Michel Basquiat, Egon Schiele, Robert Rauschenberg gibi sanatçılardan ilham alarak caza görsel sanatın gözbebeği resmi de ekleyen Jason Moran, dinleyicilerine bambaşka bir deneyim sunuyor.
Müzik çalışmalarına 90’lı yıllarda San Francisco kulüplerinde şarkı söyleyerek başlayan Storm Large 2006 yılında CBS ekranlarında katıldığı Rock Star yarışması ile ülke çapında bir şöhrete ulaştı. Enerjik sahne performansı ve güçlü sesiyle geniş bir hayran kitlesi edinen güzel yıldız, 2011 yılında Pink Martini’nin konuk solisti oldu ve kapalı gişe konserler verdi. Washington Ulusal Senfoni Orkestrası ile Kennedy Center çıkışını yapan Storm Large, Grammy ödüllü piyanist Kirill Gerstein, punk rock türünde seslendirdiği şarkılarla bilinen John Doe ve George Clinton gibi isimlerle aynı sahneyi paylaştı. 2013 yılında Carnegie Hall çıkışını yapan ve Detroit Senfoni Orkestrası ile Alman besteci Kurt Weill’in ‘Seven Deadly Sins’ (Yedi Ölümcül Günah) eserini seslendiren Large için New York Times, “hayranlık uyandıran” yorumunda bulundu ve klasik müzik dünyasının yeni bir yıldız kazandığını duyurdu. 2013-2014 sezonunda Storm ve grubu Le Bonheur Ojai Festival ve Chicago’daki Grant Park Music Festival de dâhil olmak üzere sayısız konsere imza attı. Fransız şansonlarından, caz standartlarına, klasik eserlerden lounge parçalara uzanan geniş yelpazedeki repertuvarıyla farklı türlerdeki başarısını kanıtlayan Large, Belkıs Özener’in ‘Aşkın Bahardı’ şarkısını seslendirerek Türkiye’deki hayranlarının da sempatisini kazanmıştı.
O, “dansın Picasso’su”. Temelleri Amerikalı dansçı ve koreograf Martha Graham tarafından 1926 yılında atılan ve bugüne kadar gerçekleştirdiği sayısız performansla modern dansın gelişiminde öncü bir rol üstlenen Martha Graham Dance Company (MGDC), Amerika’nın en eski ve en köklü modern dans topluluğu olma özelliğini taşıyor. Heykeltıraş Isamu Noguchi’den moda tasarımcıları Donna Karan ve Calvin Klein’a, besteciler Aaron Copland, Samuel Barber, William Schuman ve Norman Dello Joio’ya kadar çok sayıda sanatçıya ilham olan Martha Graham’ın vizyonunu ve yenilikçi yaklaşımını kendine ilke edinen topluluk, eleştirmenlerden ve sanatseverlerden büyük övgüler topluyor. Tarihsel, sosyal, politik, psikolojik ve tematik öykülerden esinlenerek oluşturduğu repertuvarıyla Amerika, Avrupa, Asya ve Ortadoğu’da nefes kesen temsiller gerçekleştiren topluluk, yeni eserlerin yanı sıra Graham’ın klasiklerini ve başyapıtlarını da izleyicilerle buluşturuyor.
Washington Post eleştirmeni Alan M. Kriegsman’ın “sanatsal evrende dünyanın yedi harikasından biri” yorumunda bulunduğu topluluğun sanat yönetmenliğini Janet Eilber üstleniyor. Eilber, Martha Graham’ın dansçılarına emanet ettiği sanatsal miras ile ilgili bir röportajında ondan şöyle bahsediyor: “İlerleyen yaşına rağmen inanılmaz bir merak ve öğrenme duygusu vardı. Yeni fikirler, farklı bakış açıları geliştirmeye bayılırdı. Monotonluk onu çok sıkardı, kendiyle yarışmak ve deneyimlerini sorgulamaksa ona çok iyi gelirdi. O müthiş bir eğitmendi aynı zamanda. İçimizde olanı çıkarmak için bizi disipliniyle zorladığı olurdu ama bunu mizah ve tatlılıkla dengelerdi. Beyaz Saray’da Başkan Ford’dan Özgürlük Madalyası aldığı gece orada dans eden grubun içinde ben de olduğum için inanılmaz şanslı hissediyorum. Tam 82 yaşındaydı! Törenden dönerken derin bir nefes aldı ve bana şöyle dedi: “Kırmızı halıda gururla yürürken tek düşündüğüm keşke annem de bu geceyi görebilseydi oldu.”
Cazkolik.com / 07 Ekim 2015, Çarşamba
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.