Laurie Anderson yeni albümünde, uçağıyla Atlas okyanusunu tek başına geçerken gözden kaybolan Amalia Earhat'ı kurgusal bir anlatımla aktarıyor

Laurie Anderson yeni albümünde, uçağıyla Atlas okyanusunu tek başına geçerken gözden kaybolan Amalia Earhat'ı kurgusal bir anlatımla aktarıyor

Bu makalenin orijinali Philip Sherburne imzasıyla Pitchfork'de yayınlanmıştır.

 

 

Laurie Anderson; "Amalia"

 

 

Laurie Anderson'ın ilk albümü 1982 tarihli Big Science, bir uçak kazasıyla açılıyordu. O zamandan beri uçaklar Anderson'ın müziğinde hep uğursuz bir şekilde yer almıştır. “O Superman” şarkısını 11 Eylülden kısa süre sonra seslendirdiğinde uçaklar daha da uğursuz bir hal almıştı. Anderson 2017 yılında, izleyiciyi havada asılı bırakarak yavaşça çözülen bir uçağın içinde oturuyormuş gibi hissettirdiği Aloft adlı bir sanal gerçeklik enstalasyonu yaratmıştı. Bu eserlerin, en azından bir kısmı, Anderson'ın kendi tecrübelerinden kaynaklanıyor olabilir: Bir keresinde küçük bir ticari uçak kazasından sağ kurtulmuştu; “Birinci motorun teklemeye başlamasından düşüşüne kadar on dakika gibi uzun bir süre geçti” diye hatırlıyor. “On dakika kulağa çok gelmeyebilir ama böyle bir durumda kalıp da hiç hareket edemediğinizde, hayal edebileceğiniz en uzun süre gibi hissedersiniz”.

 

Anderson'ın yeni albümü Amelia da benzer bir zaman tünelinden geçiyor ama tersinden; Amelia Earhart'ın hayatının son 44 gününü 35 dakikalık bir albüme sığıştırıyor. Pilot Amali Earhart'ın 1937 yılındaki talihsiz girişimi olan uçağıyla Atlas okyanusunu aşan kişi olma tecrübesinin kurgusal bir yeniden anlatımı olan albüm, aslında öngörülmüş bir kazanın tarihçesidir. Albümü dinlemeye başlayan, ilk motor sesinden itibaren, İkinci Dünya Savaşı'ndaki bir it dalaşı gibi homurdanan hikâyenin tam olarak nasıl biteceğini aslında hepimiz biliyoruzdur: 39 yaşındaki bu maceraperest kadın, teknoloji uzmanı ve feminist öncü Amalia Earhart Pasifik okyanusu üzerinde bir yerde kaybolur ve bir daha asla bulunamaz.

 

 

Amalia Earhart uçağının başında

 

Laurie Anderson , 2018 yılında Kronos Quartet ile birlikte Sandy Kasırgası sonrasını anlatan Landfall albümünde olduğu gibi, Amelia albümünde de kendi hipnotik vokal tarzını çağdaş klasik topluluk Filharmonie Brno ve şef Dennis Russell Davies ile bir araya getirimiş. Ancak Amelia, uçağıyla dünyanın çevresini gezme tecrübesinin trajik ölümlü son sahnesine rağmen, daha hafif ve canlı bir yansımadır: Earhart'ın yaşamının ve ruhunun kutlanması ve zaman zaman arayışının büyüklüğü üzerine şaşkın bir meditasyondur.

 

 

Anderson, Earhart'ın hikâyesini anlatmak için çoklu bakış açısı yöntemini kullanıyor ve Earhart'ın nesnel günlüklerini kurgusal metinlere dönüştürüyor ("En çok hatırladığım şey motor sesiydi" gibi). Telgraflar ("Fred kronometresini ayarlayamıyor. Stop. Kişisel yetersizlik. Stop. Oakland'a varış 4 Temmuzda görünüyor. Stop") bir ansiklopedi maddesinin soğukkanlı ve gerçekçi tonuyla aktarılan üçüncü şahıs anlatımıyla yer değiştiriyor. Anderson birbiriyle kesişen bu perspektiflere uyum sağlamak için farklı ses stilleri ve ses kayıtları kullanırken, bir vocoder aracılığıyla şarkı söyleyen şarkıcı ANOHNI de dalgalara ve rüzgara ses veriyor.

 

Parçalara ayrılmış sahneler, Michael Ondaatje'nin Coming Through Slaughter'ı gibi, bir metnin kaleydoskopik perspektifini akla getiriyor ancak kısalığı ve kaygan temposuyla Amelia daha ziyade PBS televizyonu özel bir programı gibi hissettiriyor; animasyonlu harita üzerinde hareket eden kırmızı çizgiyi, ustalıkla yeniden canlandırılmış kokpit vinyetlerini, gazete manşetleri ve haber görüntülerinin şık montajını görebiliyorsunuz. Anderson, eserin daha önceki bir versiyonunun enstrümanlar ve fikirlerle gereğinden fazla doldurulduğunu söylemişti, ancak Amelia albümünde atmosferi ete kemiğe büründürmek için yeterli müzikal destek sayesinde sahneden sahneye hızlıca geçiliveriyor: parıldayan okyanus dronları; incelikli bir şekilde harekete geçiren nabızlar; aniden güven verici bir konsonansa dönüşen ahenksiz nağmeler. Aralarında caz gitaristi Marc Ribot'un da olduğu bir avuç konuk müzisyen, Anderson'ın izlenimci ses manzaralarına eşlik ediyor, ancak bu müzisyenler bütüne o kadar dikkatli şekilde entegre edilmiş ki, bireysel varlıklarını asla fark edemeyebilirsiniz. Kısa süreli kargaşa anlarına rağmen, büyük ölçüde sürtünmesiz bir dinleti sunuyor.

 

Laurie Anderson, Earhart'ın hikâyesinin kendisini nasıl etkilediğinden bahsetmişti ancak ne metinler ne de müzik Earhart'ın hayatının acıklı yönünü pek yansıtmıyor. Anderson'ın uçsuz bucaksız çöller ve pırıl pırıl denizlerden oluşan imgesel dizisinde birçok merak ânı ve zaman zaman da dehşet anları ("Shipped the parachutes home today / Shouldn't need them anymore... İnecek bir yerin olmadığı açık okyanusun üzerinde değil") var ama Earhart'ın kim olduğu ya da neler hissettiği konusunda pek fikir sahibi olmuyorsunuz. Bunun nedeni, belki de Anderson'ın sesini belli bir mesafeyle, Big Science albümündeki “In the Air”i gibi bir şarkının pratik ironisiyle ilişkilendirmemden kaynaklanıyordur. Earhart'ın yaşadığı zorlukları dile getirirken bile, mesela “Çok sıcak” diye yakınıyor, çölün üzerinde uçarken, bunu vurgulamak için kendini tekrarlıyor, bir çizgi romandaki düşünce balonundan ziyade açığa çıkan bir iç monolog gibi hissettiriyor.

 

 

Albüm zaman zaman daha büyük temalar ve geniş manzaralar hakkında ipuçları veriyor. Fotoğrafçılar “Lady Lindy!” diye seslendiğinde (rakibi olan havacı Charles Lindbergh'e bir gönderme) “Kendi ismim bile yok” diye hayıflanıyor ancak Anderson, Earhart'ın hikâyesinin feminist çıkarımlarını ancak bu kadarcık keşfedebiliyor ve kısa bir süre sonra, pilotun iç gözlemsel yakarışını (“Kendimi gökyüzüne fırlatma takıntısını nereden edindim?”) gibi ya da Shakespeare'den (“Tam beş babanın yalanı”) veya Allen Ginsberg'den (“Amerika, kütüphanelerin neden gözyaşlarıyla dolu?” (Earhart'ın son uçuşundan 19 yıl sonrasına kadar yazılmayacak bir dize) alıntılarla süsleyerek perspektifi iyice genişletiyor.

 

“Bu ses de ne?” Anderson, Ginsberg ile sohbet ediyormuş gibi sormaktadır. “Herkes neler olduğunu biliyor. Amerika...” Bir an için Anderson'ın pek çok eserindeki o tanıdık, hırslı alana geri döneriz: imparatorluğun çöküşü, Amerikan rüyasının sönüşü, ısınan gezegen ve yükselmekte olan denizler. Ancak bu kısa süreli bir izlenim ve hızla Earhart'ın hikâyesinin son bölümüne geri dönüyoruz: Sahil Güvenlik gemisi Itasca ile başarısız buluşma ve ardından Earhart'ın gözden kayboluşu. Pilot, uçağının denize doğru giderek yaklaşan gölgesini izlerken, Earhart'ın son sözleri albümü açılışındaki sözlerle aynıdır: “En çok motorun sesini hatırlıyorum.” Ve ardından sadece dalgaların sesi gelir.

 

Philip Sherburne

 

Çeviri Cazkolik.com / 07 Eylül 2024, Cumartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.