Müzik sektöründe yeni bir satın alma haberi daha okuyunca bu defa bir şeyler yazmam lazım dedim, çünkü, gözümüzün önünde büyük bir değişim yaşanıyor ve bu değişim müzik endüstrisini bir kaç büyük küresel firmanın tekeline sokacak bir gelişme halini aldı.
Esasında, değişim süreci büyük oranda tamamlandı, çünkü bu satınalma süreci uzun zamandır devam ediyor.
Nasıl başladığını kısaca şöyle anlatabilirim,
Kayıtlı müzik tarihinin/endüstrisinin dijital dünyaya dönüşeceği/aktarılacağı belli olduktan sonra -ki buna ikibinlerin başından itibaren diyebiliriz- tamamı Amerikan kökenli ya da bağlantılı küresel büyüklükteki dev müzik şirketleri geçmişten beri sahip olduğu devasa kataloglarıyla yetinmeyerek, dünyanın farklı köşelerinde sınırlı sayıda dinlenen, yerel müziklerle ilgilenen ufak şirketlere dahi reddemeyecekleri teklifler vermeye başladı. Tek hedefleri vardı, eşsiz özelliklere sahip müzikal arşivleri ele geçirmek, kendi kataloglarına katmak!
Peki bu neye sebep oldu?
Müzik dünyasında yerel dillerin ve kültürlerin kontrollü bir yok olma sürecini başlattığı gibi, yerel müzik üretim ortamlarını da bozmaya başladı.
20. yüzyılın ilk yıllarını düşünün, kayıtlı müzik üretimi endüstrisinin heyecan verici yeni bir gelişme olduğu yıllar, bireysel girişimcilerin dahi fikir üretebildiği bir alan, nitekim, Ahmet ve Nesuhi Ertegün kardeşleri hatırlayın, caz tutkunu iki kardeş az parayla Atlantic Records gibi dev bir firma yaratabildiler. Buna benzer hikâyeler dünyanın ve ABD'nin geçmişinde çok kez yaşandı. Her müzikal disiplin kendi yerel markalarını yarattı, spesifik müziklere yönelik uzman firmalar oluştu. Tango ise mesela sadece tango kayıtları yapan firmalar kuruldu, çevresinde böyle müzisyenleri topladı, caz ise yine öyle, latin müzikler, etnik müzikler, hatırlayın, 20. yüzyılın ortalarında, Afrika ülkelerinin yoksul ülkelerinde dahi yerel müzik firmaları ortaya çıktı ve bu firmalar kaydettikleri müzikler sayesinde zamanla muazzam bir geleneği arşivledi. Bu firmaların özelliği bizzat müzisyen ya da müzik işinde olan, gece gündüz müzik düşünen, müzikle yaşayan insanlar tarafından kurulmasıydı.
Kaset, CD ve plâk üzerinden satış ekonomisi ortadan kalkıp tüm müzikal birikimin dijital platformlara yöneleceği belli olunca, bu dev şirketler, kültürel/müzikal birikimin muazzam bir hazır gelir potansiyeli olduğunu farketti. Bu arada, çoğu yerel müzik şirketi başlarına ne geleceğini anlamadan, ekonomik olarak sürdürmekte zaten zorlandıkları şirketlerini (siz arşivlerini diye düşünün) iyi paralar karşılığı bu dev şirketlere sattı.
Bu yazıyı yazmama neden olan haber ise, müzik devi Universal şirketinin bir latin müzik şirketi olan Saban Latin Music Group'u açıklanmayan bir fiyata satın alması oldu. Habere göre, Saban Group yetkilileri zaten satışa baştan gönüllü imiş, işin başında kalmaya devam edeceklerini, ellerindeki kıymetli arşivi yerel kaynaklarla besleyerek daha da geliştireceklerini düşünüyorlar ama artık bağımsız değiller, onlar müzik üretmeye devam edeceklerini düşünürken, müzik insanı olmayan, sadece önündeki rakamlara bakan üst yöneticilerin yıllık kâr/zarar anlayışına göre karar vereceği ve muhtemelen kısa sürede arşivi aktarılıp içi boşaltılarak 'müzik şirketleri çöplüğüne' atılacak bir eski şirket olacaklar.
Caz dünyası da bu değişimi yaşadı
ABD ve Avrupa kökenli bir çok önemli 'label' zaman içinde el değiştirerek büyük holdinglerin karmaşık şirketler havuzu içinde kayboldu gitti. İçlerinde Blue Note gibi az sayıda şanslı şirket yapısal değişiklik geçirerek yaşamaya devam ediyor ama yukarda adı geçen Atlantic Records isim olarak hâlâ olsa da hiç bir zaman eski gücüne ve yaratıcılığına ulaşamayacak. Bu dev müzik şirketleri öylesine aç gözlü davrandı ki, soğuk savaş dönemi duvarın Batı ve Doğu Avrupasının köklü ülkelerinin devlet radyo yayın şirketlerinin değerli kataloglarına bile göz dikerek çoğunu satın almayı başardı. Hatırlıyorum, mesela, Polonya radyo televizyon şirketi önce özelleşti, ardından büyük şirketlerden biri tarafından bir kaç milyon dolara satın alındı. Bu işlemin benzeri Avrupa'da yaşandı. Değişime direnebilen şirket nerdeyse hiç olmadı.
Müzikseverlere yutturulan tatlandırıcı?
Bu yaşananlardan haberi olmayan biz müzikseverler ise bu şirketlerin arşivlerinin dijital ortama aktarılmasından dolayı mutlu idik. Evet, bu bilinmeyen arşiv okyanusuna erişmek büyük bir nimet gibi göründü ama sahnenin arkasında yüzyıllık bir geleneğin tarumar edildiğini görmezden geldik. (Ayrıca, bu büyük şirketlerin bu arşivlerin ne kadarının işe yarayacağını düşünüp yayınladığını, ne kadarını silip yok ettiğini de bilmiyoruz).
Aynı değişim süreci şirketler üzerinden müzisyenlere yöneldi
Magazin sayfalarında belki denk gelmiş olabilirsiniz, David Bowie şarkı katalogunu şu kadar milyon dolara sattı veya Sting beste arşivini elinden çıkardı, Bob Dylan katalogunu sattı haberlerini hatırlayın. Geçmişte ve halen büyük başarılar kazanmış, şarkılarının telf hakları ellerinde olan dünya starları bir bir kendi şahsi arşivlerini yüksek fiyatlara satmaya başladı. Her biri milyon kere milyon dinlenmiş olan şarkıların tüm hakları artık bu şirketlerin elinde (Michael Jackson şarkılarının hakları için verilen kavgaları hatırlayın).
Şu notu ekleyerek bitireyim;
Büyük dijital platformların telif ödemelerinin yüzde doksanından fazlasını bu bir kaç dev şirkete yaptığını biliyor musunuz? Her ay milyarlarca dolar gelir elde ediyorlar! Sorarım size, bu kadar zahmetsiz bir kazanç olmuş mudur? Tıkladığımız her şarkı bu firmaların kasasına telif geliri olarak gidiyor ama bu şarkıların oluşmasında bu firmalar tek damla dahi ter dökmedi, o şarkı sözlerini, o müzikleri yazmak için zahmet çekmedi ve maalesef bu konuda yapabilecek bir şey yok. Sanatçılar bile -kendilerince haklı nedenlerle, yoksa miras olarak çoluğun çocuğun elinde ziyan olup gidecek- arşivlerini satıyorsa ne diyebilirsiniz ki?
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 05 Ocak 2024, Cuma
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.