The Bad Plus Trio Joshua Redman festival en iyi konseri miydi?

The Bad Plus Trio Joshua Redman festival en iyi konseri miydi?

10 Temmuz 2015, Cuma

 

22. İstanbul Caz Festivali’nin sonuna doğru yaklaşırken yine hafızalardan uzun süre silinmeyecek, hep bir kriter olarak kalacak bir konser izledik. Bu kez mekan ENKA Açıkhava Tiyatrosu idi. Ben dahil bir çoğumuz doğrusu ilk defa burada bir caz konseri izledik. Daha doğrusu iki konser arka arkaya izledik. Cazkolik yazarları olarak hararetle önerdiğimiz konserlerden biriydi The Bad Plus Trio Joshua Redman ve şahsen ben çok etkilendim. Konser sonrası caz dünyasının yeni fenomeni kabul ettiğim isimlerle tanışmak için soluğu kuliste aldım. Fenomen dediğime önceki kuşak cazseverler alınmasın “Biz Art Blakey’lere heyecanlanırdık, ah bu genç nesil” diyebilirler ama adamlar iyi kabul edelim.

 

Konser sonrası tebriklerimi iletmek için kulise gittiğimde üç muhteşem davulcu Ferit Odman ve Nasheet Waits The Bad Plus’ın davulcusu David King’le koyu bir sohbete dalmışlardı. Bu noktada Ferit Odman için ayrı bir parantez açacağım. Kendisi benim ülkemizde tanıdığım, gözlemleyebildiğim en aktif ve dünyaca ünlü müzisyenlerle ilişkisini sağlam tutan müzisyenlerden biri. Profesyonelliği en üst seviyedeyken içindeki müzik aşığı çocuğu hiç öldürmemiş. Ne zaman dikkat çekici bir müzisyen ya da grup gelse izler ve konser sonrası kuliste tebriğe gider. Gözlerindeki heyecan bana her zaman ilham kaynağı olmuştur.  Sevgili Odman beni kuliste görür görmez hemen yanlarına davet etti. Bir anda aileden biri gibi oldum. Zaten, ilk andan itibaren ne kadar sıcakkanlı, alçakgönüllü ve paylaşımcı müzisyenler olduklarını hissediyorsunuz. David King, Nasheet Waits, Ferit Odman gibi üç kaliteli davulcuyu bir arada gören Joshua Redman eğilerek aşağıda gördüğünüz bu renkli, sevimli pozu verdi ve telefonunu elime tutuşturup benden bu anı ölümsüzleştirmemi rica etti. Bu fotoğrafı Redman’ın kendi İnstagram hesabında görebilirsiniz. Ardından Redman’a bu projeye nasıl dahil olduğunu sordum, açıkcası ben The Bad Plus’ın ona uyum sağlamak için kendini şekillendirdiklerini düşünmüştüm ama Redman bu projenin karşılıklı sohbet gibi bir çalışma olduğundan bahsederek, dahil olduğum her projede diğer müzisyenlerle iletişimi en üst seviyede tutmayı ve onları yakalamaya çalışırım diye ekledi. Yoğun tur programı ve planlı röportajların, provaların yorgunluğundan bahsettiler kısa bir süre. Müzisyenlerin hayatlarına baktığınızda turneler, provalar, yolda geçen bir konserden bir konsere ulaşmak için harcanan süreler, konserler ve işin en güzel yanı festival düzenleyicilerinin misafirperverliği sağolsun güzel geçen kulis sohbetleri yaşamlarının büyük bölümünü kaplar. Grubun basçısı Reid Anderson bu süreçlerin hepsinden hatta Cazkolik okurları için yaptığımız sohbet süresince benden bile ilham alabileceğini ve müziğine yansıtacağından bahsediyordu.

 

 

Neşeli ve dost tavırlarının kaynağını Türk seyircisinden aldığı pozitif elektrik olduğunu açıklayan davulcu David King konser mekanından çok etkilendiğini söyledi. Özellikle sahnedeyken en ön sıradaki izleyicilerle aynı yükseklikte olmak ve göz temasının dahi mümkün olduğu bir mekanda çalmanın çok keyif verici olduğundan bahsetti. Bu sayede, konser sorunda selamlama sırasında ön sırada uyuyan bir seyirciyi fark edebilmiş ve onu dürterek uyandırmış.

 

Birlikte kaydettikleri albüm daha çok taze, buralara henüz ulaşmadı ancak bize gelirken bir kutu CD getireceklerinden ama maalesef yolda çalındığını anlattı. Sağlık olsun. Nasılsa yakında ülkemize ulaşacaktır, gönül rahatlığıyla alıp dinleyebileceğimiz türden bir albüm olduğunu belirtmek isterim. Birçok müzisyenle kimi zaman kısa, kimi zaman uzun görüşmelerim, kulis sohbetlerim, röportajlarım oldu ama bu seferki kadar arkadaşça ve ulaşılabilir müzisyenlerle hiç tanışmamıştım. Konser sonrası sohbet ettiğim IKSV’nin yaşam boyu başarı ödüllü duayen ismi, ustamız Hülya Tunçağ`ın “Festivalin şimdiye kadar en iyi konseriydi. Gerçek büyük müzisyenler” sözüne gönülden katıldığımı belirtmek istiyorum.

 

Burak Sülünbaz

 

 


 

09 Temmuz 2015, Perşembe

 

 

Sahne gerisi her zaman ilgimi çekmiştir. Yıllardır takip ettiğim ve birkaç dakika önce hayranlıkla izlediğim sanatçının elini sıkabilmek onun insani yönüne, müziğine dair bir kaç kelime sohbet edebilmek ve eğer mümkünse albümünü satın aldığımı, sanatına destek olduğumu bilsin diye ve/veya kendi koleksiyonuma yeni bir imzalı albüm ekleyebilmek için sahne gerisinde olmaya çalışıyorum. Kimi zaman mümkün oluyor, kimi zaman olmuyor. Sağlık olsun diyorum olmayınca, bir sonrakine yine gidiyorum.

 

Sahne gerisinde herkesin farklı bir konu başlığı var, Amir ElSaffar’ın yanına tebrik için gittiğinizde henüz iki gün önce eline aldığı yeni albümünü bana gururla takdim ediyor ve albüm kapağını yapan sanatçıyla ne gariptir ki hiç yüz yüze gelmediği halde işlerine hayran olduğu için albüm kapağını kendisine emanet ettiğinden bahsediyor.

 

Kuliste ilerliyorum... Birkaç hafta önce David Murray’nin arkasında çalan davulcu Nasheet Waits’e selam veriyorum. İsmimi soruyor ve beni hemen hatırlıyor. Saçlarını mı kestirdin? diyor. Allah Allah diyorum, Jason Moran’la aynı albümde çalmış, dünyanın en iyi caz davulcularından benim saç tıraşımı nereden hatırlıyorr? Geçen sefer ki konserde tanışmıştık tamam ama bu kadar hızlı ve detaylı tanıması hiç normal değil diyorum kendi kendime. Sonra “Senin Gerald Cleaver‘le bir konserin yok muydu ne oldu o iş" diyor. Şimdi anlıyorum, beni başarılı piyanistimiz sevgili Burak Bedikyan’la karıştırmış. Geçen tanıştığımızda da beni Bedikyan sanmıştı, şimdi ben hatırlıyorum. İsim benzerliği, keşke onun kadar iyi bir piyanist olabilseydim diyorum. İsim benzerliği bile olsa gurur duyuyorum. Sonra biraz bu projeden laflıyoruz. ElSaffar ‘la turlamakta olduğu için mutlu olduğundan bahsediyor. Konser arasında Tord Gustavsen’in arka sıralardan ElSaffar‘ı izlemekte olduğunu farketmiştim. Konser sonrası yanına uğruyorum. Şanslıyım, geçen senelerde Aksanat’a konuk olduğunda birlikte bir şeyler yemiş, kadeh tokuşturmuştuk. O günden beri mail ortamında bağımız hiç kopmadı. Beni hemen hatırlıyor. Nasıl buldun? diye soruyor. Ben çok beğendim, her konserde performans ve ses kalitesini bir marka gibi hiç bozmadan nasıl muhafaza ettiklerini soruyorum. Gustavsen bana işin sırrının birlikte seyahat ettikleri ses teknisyeni Daniel Mikael Wold olduğunu söylüyor. Kendisi geçen senebizimle aynı masadaydı ve donanımlı bir ses teknisyeni olduğunu sohbetimizde hemen anlamıştım. Wold "aslında bu akşam ortam çok rüzgarlıydı sessizliğin hakim olması gereken bir müzik icra ederken rüzgar çok kötüdür neyse ki bir rahatsızlık yaşamadan atlattık" diyor. Gustavsen’e ElSaffar’ın müziğini nasıl yorumladığını soruyorum. Müziğin icrasını çok beğendiği halde müziğin formunu kendi müzikal beğenilerine göre fazla karmaşık bulduğunu söylüyor.

 

En sonunda, gecenin en önemli kahramanı Mahsa Vahdat’ın yanına varıyorum. Çok nazik bir kadın ve oldukça güleryüzlü. Onun gündeminde ise İstanbul Erkek Lisesi ve bahçesine olan beğenisi var. IKSV’ye ve konsere gelenlere teşekkürlerini iletiyor. Ben yarın ki konserde de kuliste olacağım. Size zevkle dinlediğimiz müzisyenlerin sizin benim gibi ufak dertlerini, paylaşımlarını, mutluluklarını aktarmak ve okurlarımızdan olumlu, olumsuz yorumlarınızı almak olacak ödülüm. Bir Backstage Jazz’da daha yeniden görüşmek üzere keyifli festivaller herkese.

 

Burak Sülünbaz

 

 


 

08 Temmuz 2015, Çarşamba

 

 

Afrikalı müzisyenlerin içtenliklerini, perküsyon hakimiyetlerini ve performansı ateşlendirmenin bir yolunu bulmalarını seviyorum. Birkaç kez denk geldim böylesi güzelliğe. Konser başlıyor, birkaç dakika sonra hooppp bir bakmışsınız ayaktasınız ve dans ediyorsunuz. 8 Temmuz Çarşamba gecesi Ortaköy Feriye Lokantasının bahçesinde tıpkı geçen sene Angélique Kidjo konserinde olduğu gibi bu sene de eğlenceli ve güzel bir konser izledik. Tarzını seversiniz sevmezsiniz bilemem, kişiye göre değişir ama sanatçı mekan kimyasının tam tabiriyle cuk oturduğu festival geceleri oldu bunlar bana göre. Bu konsept Ortaköy Feriye ile yerini ve tadını buldu, seneye de yine böyle bir gece mi denk gelir bilmiyorum ama inanın kimsenin şikayeti olmaz. Ortaköy`ün doyumsuz boğaz manzarasını ful enerji Afro-Cuban ritimleri süslüyor festivali iki yıldır. Konser öncesi sosyal medyadan paylaştığım gibi fanatik bir hayranıyım diyemeyeceğim doğrusu Fonseca`nın ama yakından izlediğinizde tekniğine, hızına, akıcılığına bayılıyorsunuz. Sahnede dinlediğimiz müzikle Afrika`nın batısı Mali ile Küba arasındaki okyanus adeta ortadan kalkmış, tek vücut olmuştu. Bir yanda geleneksel Batı Afrika çalgısı kora, diğer yanda stilize edilmiş yerel giysileriyle karnı burnunda bebek bekleyen bir Fatoumata Diawara bizi birleşmiş bir müzikal coğrafyaya sürüklediler. Konser, tahmin edileceği üzere sanatçılarının ana vatanlarının kanayan yarası konuların yer yer paylaşıldığı, acıların, üzüntülerin, Mandela`ya olan sevginin kimi zaman melankolik kimi zaman eğlenceli melodilere dönüştüğü bir "Afro Cuban Latin Night" olarak çakırkeyif zihinlerimizde yerini aldı. Fonseca`nın mekanın büyülü enerjisinden aldığı dopingin performansına yansıdığını ve yeni albümlerinin tanıtım heyecanını İstanbullu müzikseverlerle paylaştığı için mutlu olduğunun notunu kaydererek notları bitireyim.

 

Burak Sülünbaz

 


 

4 Mekan 5 Durak: Caz yeşilini giydik çıktık gece gezmesine

 

“Caz ışığı bu yıl da şehre yayılıyor” sloganıyla mesajını verdi Vodafone Freezone. Vodafone sponsorluğunda düzenlenen Kadıköy’deki ‘Gece Gezmesi’ ile festivalin kente daha çok yayılmasını sağlamak istemişler. Güzel de olmuş ama, hepsine yetişmek mümkün değildi.

 

Gece Gezmesi’nde yer alan mekanlar Kargart, Köşe, Living Room, Moda Sahnesi, Yeldeğirmeni Sanat Merkezi, Club Quartier, All Saints Moda Kilisesi, Atölye Hangart ve Tasarım Bakkalı idi. Ben içlerinden ancak dört mekana gidebildim. Beşincisine gidemedim pilim bitti :) Yok benim değil, fotoğraf makinemin pili bitti, zira son durak hayli yoğundu.

 

Neyse, gece gezmesi izlenimlerine başlayalım

 

İlk durağım, Moda’daki All Saints Kilisesi oldu. Saat 20:00’de Cihan Mürtezaoğlu Duo projesiyle gece başlamış oldu. Bu küçük ve sevimli kilise hakkında da kısaca bilgi vermek gerekirse, İstanbul`un Moda, Kadıköy semtinde Yusuf Kamil Paşa sokağında yer alıyor. Barış Manço`nun evi olarak da bilinen Whittall Köşkü`nün karşısındadır. 1878 yılında İngiliz Whittall ailesinin maddi desteği ile yaptırılmiş olan bu kilisenin mimarı aynı zamanda Beyoğlu`ndaki Kırım Kilisesi`nin de mimarı olan C. E. Street`tir.

 

İkici durak yine Moda’da St. Josephliler Derneği olarak bilinen Club Quartier’de 19:45’te İstanbul caz sahnesinin yıldızı parlayan trompetçisi Barış Demirel aka Barıştık Mı ile konserlerine başladılar. Oldukça yetenekli olan bu genç trompetçiyi geçenin ilerleyen saatlerinde İlhan Erşahin ile yeniden görme fırsatını elde etmiş olduk.

 

Üçüncü durak Moda Sahnesi. Bu mekannin açılışı konserini 20:15’te Mikado yaptı. Konser de saat 20:00’de başladı. Biraz gecikmeli girsem de bir-iki parçayı dinlemiş oldum. Avangard yaklaşımla cazı birleştirmişler öyle diyordu bültende. Enteresandı ve biraz daha kalsam dediğim bir konserdi.

 

Dördüncü durak KargaArt. Kadıköy’ümüzün Barlar Sokağı olarak bilinen Rexx Sinema’sının sokağındaki en sevdiğimiz mekanlardan biri KargaArt. İlk konserini 21:45’te Ha Za Vu Zu verecek ve öyle de oldu. Biraz mızahi ve sanırım propaganda öğelere yer veren grubu dinlerken gerçekten hazhavuzuna mı düştük dedim?

 

Ve beşinci yani son durağım, yine St. Joseph oldu. 22.15’te ise İlhan Erşahin; Alp Ersönmez, Turgut Alp Bekoğlu ve İzzet Kızıl’dan oluşan İlhan Erşahin’s İstanbul Sessions projesiyle gecenin kapanışını yaptık. Tüm müzisyenler birbirinden müthiş. Söyleyecek bir şey yok. Konsere yukarıda da bahsettiğim gibi caz sahnelerinde ileriki günlerde daha sıkça ismine rastlayacağımızı tahmin ettiğim yetenkli trpmpetçi Barış Demirel aka Barıştık Mı İlhan Erşahin ile düetini yaptı.

 

Gönül, Neşet ağabeyi de Livingroom’da ziyaret isterdi ama, dedim ya pil bitti. Ben de bir an evvel eve gidip haberi hazırlamak istedim. Kadıköylü memnundu, öyle görünüyordu. Zira, yıllardır Kadıköy ya da Anadolu yakasının açığı olan caz mekanları ve türevi gösterilerin yapıldığı bir etkinlik olmuyordu. İki yıl evvel Kadıköy Belediyesi ile birlikte gerçekleştirdiğim “Parklarda Caz” etkinliğinde aslında bu açık kendini çok iyi göstemişti. Herkes son derece memnun kalmıştı tıpkı bu geceki gibi. Herkse dans ediyor eğleniyor ve olması gerektiği gibi canlılığı yayılıyordu. Dilerim bu tip etkinliklerin devamı gelir. Bir de tabii, ben bir Kadıköy’lu olarak benim mahallemde, benim semtimde olmanın rahatlığı ve huzurunu yaşadığım ve hepsinden güzeli de, tüm bu mekanlardan yürüyerek evime gitmiş olmamdı. Barış, sevgi ve müzikle.

 

(Gece Gezmesi ile ilgili fotoğrafların tümü Leyla Diana tarafından çekilmiştir.)

 

 

 

 


 

07 Temmuz 2015, Salı

 

 

Kendimi bildim bileli BBC 2‘nin kült programı "Later…with Jools Holland"ı yakından takip ederim. Benim yaşımdaki müzikseverler için adam bir fenomen. Kimler konuk olmadı ki programına. Mastodon’dan Metalica’ya, Eric Clapton’a kadar birçok isim onun abartılı övgülerine mazhar oldu. Dün gece, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle sahnenin tozunu attırdığına, dinamizmine ve sempatisine dünya gözüyle şahit olduk.

 

Geçen sene yine Açıkhava’da Hugh Laurie nam-ı diğer Dr. House bize nasıl bir şov izlettiyse bu sene de Holland bize benzer bir gece yaşatacak diye vaadedilmişti. Verilen söz tutuldu. Hatta, fazla adrenalinden performansın üçüncü saatinin sonunda keyif yorgunluğu çöktü üstümüze. Gönül isterdi ki bu konser Cumartesi akşamı olsaydı. Sağlık olsun...

 

Konsere bizi Dublin’li güzel şarkıcı Imelda May ısıttı. Civciv sarısına boyattığı perçemi, elma şekeri rengi ayakkabısı ve aynı renkte kemeriyle kulaklara yaşattığı mutluluğu gözlerden mahrum etmeyen May yaklaşık bir saat folk, pop karışımı İrlanda kokan müziğine seyirciyi katmak için çırpındı ama istediği oranda seyircinin dikkatini çekemedi. Aslında bunda onun suçu yok. Çünkü seyirci Holland’ı izlemek için sabırsızlanıyordu. Holland sahnenin tam ortasına yerleştirilmiş grand piyanosunun başındayken sırtını davulda 74’den beri dağılıp dağılıp toparlanan ingiliz topluluk Squeeze’den yadigar “ihtiyar delikanlı” Gilson Lavis’e yaslamıştı. Yanlarında bol miktarda üflemeli çalan müzisyen, gitar, elektro bas ve sahneye girip çıkan vokaller Mabel Ray, Louise Marshall ve nefes hakimiyeti ayakta alkış alan çikolata renkli şarkı Ruby Turner ona eşlik etmekteydi.

 

Sahneye giren çıkan, kişisel yeteneğini gösteren üflemeli çalanların ve Holland’ın bitirim tavırlı çalışının yanında konserin ortalarına doğru pop ikonu Marc Almond’un sahneye ayak basışı konserin patlama noktası oldu. Ed Cobb bestesi Tainted Love Almond’un neşeli vokaliyle seyircide karşılığını buldu. İyiden iyiye gevşeyen izleyici kendini dansın kollarına bırakmış parçaların fraksiyonlarında azalıp artan müziğin etkisiyle sağa sola savrulan bedenler Holland’ın her derde deva şovuyla streslerinden arınmıştı. Konserin bitmek bilmemesi veya “Ben televizyon şovundaki formatı tercih ederdim” eleştirilerin yanısıra gösterinin tadına doyamayanlar çoğunluktaydı.

 

Geçen sene Hugh Laurie için yaptığım yorumları aynen tekrarlıyorum. Festivalin caz müziğini geniş kitlelere duyurabilmesi için böyle misyonerlere, fenomen isimlere ihtiyac var. Zaten başınızı sağa sola çevirdiğinizde protokol bölümünde televizyoncu, gazeteci, kalburüstü yazar çizer tayfasından bol bol ünlügörmek mümkündü, bu da konserin geniş kitlelere duyurulacağının müjdecisiydi.

 

Konsere izlemek için gelen sevgili caz dostlarının performanstan memnun kaldıklarını düşünüyorum. Hatta nasıl ki üç saatlik Lord of The Ring’s filminden çıktığınızda uzun süre görsel etki altında kalmaktan ister istemez zihin yorgunluğu oluyorsa bu konserde de adrenalin zehirlenmesi yaşadığımızı düşünüyorum. Tüm akşam iyi dans ettik eğlendik, dinlenelim bu gece güzelce çünkü yarın akşam da dinamit gibi bir konser bizi bekliyor.

 

 

 

 

 

(Fotoğraflar: Selçuk Polat)

 


 

06 Temmuz 2015, Pazartesi

 

Bir şeyi çok istersen olur

 

Melody Gardot konserinde bırakın fotoğraf çekmeyi, içeri bile girip giremeyeceğim şüpheliyken, sadece istedim. Artık Allah’ın sevdiği kul muyum, tesadüf müdür ya da zaten normal şartlarda girecek miydim bilemem ama, giremeseydim üzülecktim galiba. Çünkü Melody’e 2 yıl evvel yine İstanbul Caz Festivali için geldiğinde çekmiş olduğum bir fotoğrafını hediye etmeyi kafama koymuştum. Şubat ayında açtığım „performjazz“ sergisinin de bir parçasıydı. Hemen fotoğrafı güzelce hediye paketi yapıp hazırladım. Dedim ya kafama koydum diye... Ha, bu arada küçük bir detay ama, çektiğim fotoğrafı evin salonunda bir yer bulup koymuştum kendim için. Bazı sevgili arkadaşlarım pek bir kıskançlıkla bakarlardı o fotoğrafa. Niye sanki baş köşede duruyor gibi. Bu da biraz latife tabi...

 

Vapura biraz erken binip Sepetçiler Kasrı’na ulaştım. Daha kapılar açılmamış ama hayli kalabalıktı. 18:45’ti saat 19:00’da kapıları açacaklarını söylediler. Ben müsade isteyip girdim içeriye.

 

...ve içerdeyim. İşte bu kadar basit. Sıra, elimdeki fotoyu kendisine vermeye kaldı. Çok üstelemeden görevlilere teslim ettim kendisine ulaştırmaları için. İçine de bir not yazdım. Bugünkü maceranın başlangıcı aslında 2009’a dayanıyor. Jazz Dergisi için “Tarihteki Caz Kadınları” yazı dizim için birilerini araştırıken Melody’e rastladım. İlgimi çekmişti hayatı. 1985 yılında New Jersey’de doğan Amerikalı caz şarkıcısı ve şarkı sözü yazarı. 2003 yılında geçirdiği bir trafik kazasında omuriliği ve belkemeği zedelendi. Bisikletle giderken arabanın çarpması sonucu kaza geçirdi. Hastanede kaldığı uzun süre içerisinde müzikoterapiye ilgi duydu ve caz şarkıcısı olarak burada yer aldı. Ayrıca bu zaman zarfında gitar çalmayı öğrendi. Kazadan sonra koltuk değneği kullanmak zorunda kaldı. Kaza sonucunda bazı sinirlerin zedelenmesi sonucu, ışık ve sese karşı hassasiyet oluştuğundan sahneye de gözlükle çıkmak zorunda kalmıştır. Hastanede kladığı zaman içerisinde bestelediği birkaç parça arasından 2005 yılında bir „Some Lessons“ isimli Single’ini çıkarttı. 2006 yılında ilk CD’si „Worrisome Heart“i çıkarttı.

 

Bir çoğumuz zaten bu bilgileri biliyordunuz belki ama, bilmeyenlere bir hatırlatma olsun istedim. Bunun üzerine bir kaç yıl geçtikten sonra İstanbul Caz Festivali Kapsamında 2013 yılında İstanbul’a gelmiş ve Alman Sefarethanesi`nin yazlık bahçesinde bize unutulmaz bir konser izleme/dinleme fırsatı vermişti. Gerçekten de rüya gibiydi. Sesinin o yumuşakiği sahnedeki durusu ile herkesi büyülediği kesindi. Ve olmazsa olmazlarından gözlük ile bastonuyla çıkıyordu. Melody konser sonunda herkesi sahneye davet etmişti dans etmek için. Herkes coşmuş ve Melody sevgisine herkese ulaştırmayı başarmıştı. Aynı şekilde bu akşam da sıcaklığı, seveceniği ile herkesi büyüledi. En son albümünden parçalar söyleyen sanatçı, konserin sonunda isteyenleri sahneye davet etti. Dans ettler costular. Ve yine herkes sanırım evine mutlu bir şekilde gitti ben de dahil. E sonunda kendisiyle bir fotografi haketmistim belki ama, olsun varsın.

 

Sevindirici bir şey vardı. O da artık sahnede bastonsuz da yürüyebiliyor, dans edebiliyor olmasıydı. Ama o gözlükler (mecburiyetten takıyor) ona çok yakışıyor. Konsere dair ironik bir iki sey. Birincisi onca çöp kutusu varken neden pet siseler yerlerde? ‘Sözde’ oraya gelen insanlar belirli bir düzeyde, ikincisi Sepeciler Kasrı artik Yesilay’in ve her yerde Yesilay bayraklari var görmemek mümkün degil. Kocaman sigara içilmez yazisi olmasina rağmen, kelli felli bir ağbi gelip sigara yakmaz mi? Buna ne buyurulur?

 

Leyla Diana Gücük

 

(Alttaki portre Leyla Diana`nın Melody Gardot`ya hediye ettiği resimdir)

 

 

 

 


 

04 Temmuz 2015, Cumartesi

 

Konserlerin canlılığı, izleyenlerin renkliliği, coşkusu, mutluluğu, Fenerbahçe Parkı`nın denize yaslanan yeşilliği ve güzelliğiyle Parklarda Caz gelecek için ayrı göz kırpıyor

 

Parklarda Caz`ın renkli ve coşkulu geçeceğini tahmin ediyordum ama doğrusu bu kadar renkli ve canlı olacağını yine de beklemiyormuşum. Kalabalığın canlılığı daha parka ulaşmadan başlıyordu. Gerçi Kalamış-Fenerbahçe burnu hep renkli ve canlıdır, cıvıl cıvıldır ama Cumartesi daha da hareketliydi. Parkın girişinde, denizin kenarındaki Khalkedon daha güneşin havada asılı olduğu saatlerde bile kalabalığını bulmuştu. Orayı şöyle bir dolaşıp, yollarda rastladığımız tanıdıklarla ayaküstü sohbetlerin ardından parkın içine doğru süzüldüğümüzde ilk fotoğrafta göreceğiniz manzaranın Fenerbahçe Parkı`nın ki kocaman bir parktır, tamamına neredeyse yayıldığını gördük.

 

 

İlk dikkatimizi çeken parktaki kalabalığın ne kadar güzel bir grup olduğu, yani, küçük kızlar, erkek çocuklar, aileler, kadınlar, erkekler, piknik yapanlar... sayısız insan ama hiç kimse bir diğeriyle ilgili değil, herkes kendi neşesinin peşinde, rengarenk bir topluluk. Yerinden kalka hemen gerideki çöplerini toplayıp yanında götürüyor, ortalıkta hiç bir çirkin görüntü yok, rahatsız edici kokulardan tutun bir diğerinden daha yüksek konuşan bile yok, ortada sadece sevdikleriyle, arkadaşlarıyla birlikte  güzel vakit geçiren insanlar var.

 

 

Bir yandan Genç Caz konserleri parkın üç değişik noktasında yavaş yavaş başlamıştı. Festivalin Genç Caz etkinliğini Mayıs ayında özel bir haberle duyurmuştuk ve haber gerçekten güzel ilgi görmüştü. Yarışmanın neticesinde Parklarda Caz etkinliği çerçevesinde konser verme hakkı kazanan Brassist, The Roots of Jazz, Can Koçlar Quartet, The Cold Vibes (üste resmi olan grup ki konsere fotoğrafın sağ alt tarafında resmini gördüğünüz yakın arkadaşları, Genç Caz yarışmaları sırası sürekli arkadaşlarına destek olan dostları Dr. Kaan Özdedeli`nin çok çok erken vefatı haberini alarak çıkmak durumunda kaldılar, bu vesileyle Cazkolik olarak The Cold Vibes`a derin üzüntülerimizi diliyoruz) gibi gruplar sırası geldikçe iyi vakit geçiren renkli ve halinden mutlu topluluğa bir de iyi müzik dinletiyorlardı.

 

 

Resimde The Roots of Jazz grubunu görüyorsunuz.

 

 

Resimdeki topluluk Can Koçlar Quartet

 

 

Genç Caz`ın tek vokal grubu Vocca Accapella`yı da Parklarda Caz`da izledik

 

 

Gece Fenerbahçe Parkı`nda Gece Sineması gösterimi de yapıldı

 

 

Hava karardıktan sonra hareketlenen yer ise Khalkedon sahnesi oldu. Gecenin ilk konuğu The Gettysburg College Jazz Ensemble isimli yurtdışından gelen öğrenci caz grubuydu ve izleyenlere güzel müzikler dinlettiler

 

 

Ama gecenin hiç şüphesiz en hareketli dakikaları The Soul Rebels`in sahneye çıkmasıyla yaşandı. Pop müzik efsanelerinin şarkılarını New Orleans tarzı caz, blues, soul, funk ile rengarenk bir canlılıkta seslendiren grup hemen alttaki resimde de göreceğiniz gibi izleyiciyi müthiş havaya soktu.

 

 

Gecenin bitiminde herkesin dilinde bunu bir daha ne zaman yaşayabilecekleri idi.

 

(Fotoğraflar: Kübra Karaçizmeli, Zeynep Doğan)

 


 

03 Temmuz 2015, Cuma

 

Festivalin nazar boncuğu konseri Nettwork

 

Hani, bilirsiniz, bazı işler daha en başından ters gitmeye başlar, tıpkı ceketin ilk düğmesini yanlış iliklemek gibi, sonra ne yapsanız düzelmez, Nettwork konseri de tam böyle bir konser oldu. Daha işin en başında Stanley Jordan`ın yerine James `Blood` Ulmer`ın geleceği duyurulduğunda terslikler zinciri de başlamış oldu. Aslına bakılırsa bu değişiklik birçok cazsever için daha iyi bile olmuştu denebilir. Hatta Sevin Okyay Ulmer hakkında özel bir yazı döktürdü ve bizi iyice havaya soktu. Ama ah o terslikler zinciri yok mu ah!

 

Konserin akıbetiyle ilgili ikinci önemli sorun haberi dün akşam konserin başlamasına yakın saatlerde duyuldu. Yaşadığı ailevi problem nedeniyle uçaktan inen isimler arasında Cyrus Chestnut yoktu. Eyvah! Bakın, işte bu eyvah! Cyrus Chestnut öyle böyle bir piyanist değildir. Yerine gelen genç piyaniste lafımız yok ama o bir Cyrus Chestnut değil! Hoş, dün gece Cyrus Chestnut olsa ne değişecekti emin değilim.

 

Konserle ilgili üçüncü büyük sorun da türlü çeşitli sebeplerle müzisyenlerin konserin başlamasından bir kaç saat önce uçaktan inmesiydi. Artık ne olduysa oldu, demek yapacak bir şey yokmuş… Sabancı Müzesi`nin bahçe merdivenlerinden çıkarken duyulan müziği önce dahili yayın sandım ama meğer sound check hala sürüyormuş. Yani, ucu ucuna yetişen bir konser...

 

Allah var, organizasyon güzel, gece güzel, mekan daha da güzel, gökyüzünde ay parlıyor, boğazda yakamozlar en güzeli, insanlar şık, bahçede sağda solda ikramlar var, hava limonata gibi, daha ne olsun… Aklımızda uçuşup duran, hepsi burada izlediğimiz eski konserler, özellikle Omar Hakim Trio.

 

Evet, konser Moffett`nin basından yayılan, Klezmer müziğini andıran egzantrik melodilerle başladı, akılda kalıcı, dudağa pelesenk melodilerin merkezinde olduğu, merkezden çevreye birbirinden ilginç soyutlamalarla alıp başını giden, kimi zaman ters akım, kimi zaman düz örnek müzikler. Ama o ne, her haliyle hayli yorgun olduğu belli James `Blood` Ulmer`ın gitarından adeta ses gelmiyor. İyice fonda uçuşan arka plan `texture`larla uğraşıyor. Sadece bir parçada alameti farikası soundu bile, 75 yaşında olsa dahi dinlenmiş, iyi gününde bir James `Blood` Ulmer`ın neler yapacağını göstermeye yetti de arttı bile. Allah sağlık versin bir başka konsere diyelim.

 

Ve gelelim Charnett Moffett`ye… Aslında adama haksızlık etmeyelim, elinden geleni yapmaya çalıştığını söylemek lazım ama maalesef ki yalnızdı, Cyrus Chestnut yok, Ulmer yorgun, Jeff `Tain` Watts da bildiğimiz gibi değil. Moffett izleyiciyle iletişim kuramadı çünkü müziği karşılık görmedi, görmedi çünkü müzik kendini anlatmakta sıkıntı çekti. `Love for People`, `Love for Family` cümleleri izleyiciden karşılık bulamadı, konser de yavaş yavaş söndü gitti, bis için kimse zahmette etmedi. Bu konser için nazar boncuğu, olmayacağı varmış diyelim ve önümüzdeki konserlere bakalım.


 

02 Temmuz 2015, Perşembe

 

Büyüleyici konser gecesinin fitilini ilk TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası ateşledi

 

Fırtına gibi başlayan festival cazseverlere soluk aldırmadan ilerliyor. Dün gece festivalin üçüncü gecesini geçirdik ama sanki bir haftadır kesintisiz konser izliyormuş gibiyiz.

 

Dün, Açıkhava sahnesi yazın en güzel gecelerinden birini yaşadı. Tam üç saati aşan bir fırtına, bir caz maratonuydu adeta. Gece, merakla beklediğimiz TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası`nın konseriyle başladı. Miller "Afrodeezia" öncesi konseri için daha önce şef Kamil Özler`le yaptığımız konuşmadan bildiğimiz için orkestranın geceye nasıl özenle hazırlandığının tanığıyız. Konser için oluşturulan özel repertuvar, parçaların dinamik ve tempolu icrası, sololardaki başarı, yeniden düzenlenen parçaların dinamizmi ve enerjisi Açıkhava`yı tümüyle dolduran beşbinden fazla cazseveri oldukça mutlu etti. TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası bir yenilenme süreci sonunda bu noktaya ulaştı. Şimdi artık, eski kabuğunu kırarak Türkiye`nin en iyi, en önemli `büyük orkestrası` olduğunu yeniden hatırlamaya başlıyor. Dün gece, orkestranın, Türkiye`nin en önemli caz sahnesinde ve en deneyimli caz dinleyicisinin önünde uluslararası bir caz orkestrası potansiyelini nasıl heybetle taşıdığına hep birlikte şahit olduk.

 

Ediz Hafızoğlu ve Ferit Odman`lı çift davul tercihi cesur, başarılı ve dikkat çekici bir hamle. Özellikle ikili, karşılıklı soloya çıktıklarında ya da kısa atışmalı anlarda ritm ve heyecan dozu daha da artıyordu. Çift davulun yakaladığı tempolu senkron ayrı not edilmeli. Bu kadar güçlü bir çift drum setup karşısında elbette çok daha güçlü nefesli grubu ister. Tam da öyleydi.

 

Festivalin açılış gecesi tüm davetlilerin dikkatini çeken genç trompetçi Barış Doğukan Yazıcı bu kez bütün Açıkhava`nın dikkatini çekmeyi başardı. Oturduğumuz yerde en az üç-dört kişinin birbirine ismini sorduğunu not edelim. Tabii aynı şekilde diğer solistlerde... Trompetin usta ismi İmer Demirer olsun, genç ve başarılı Utku Akyol`un bölümleri olsun Açıkhava`nın en uç noktalarında dahi dikkatle takip ediliyordu. Trompet grubunun diğer isimleri Barış Özer ve Halil İbrahim Işık kısa süreye yoğunlaştırılmış konserin güçlü müzisyenleriydi.

 

Saksofon grubu da aynı şekilde, Barış Özer, Çağdaş Oruç, Engin Recepoğulları, Serhan Erkol ve Meriç Demirkol. Aklımızda yanlış kalmadıysa Engin Recepoğulları ile Meriç Demirkol (ki Meriç soprano saksofon solo geçti) soloları güçlü cümlelerle yoğunlaşmış bölümlerdi.

 

Hüseyin Çakır, Sacit Çöze, Kürşad Sekban, Emre Kayhan ve Hakan Çimenot`lu trombonlar tüm nefeslilerin adeta lokomotifiydi. Her bölümün soloya çıkmasına özen gösteren şef Özler trombon soloyu bizlere Hakan Çimenot ve bulunduğu yerde soloya çıkan Emre Kayhan ile dinletti.

 

Piyanoda Serkan Özyılmaz`ın tuşesi, gitarda Cem Tuncer`in usta işi notaları, Ozan Musluoğlu ile bir ara yanyana çalmaları konserin en zevkli dakikaları arasında yer aldı.

 

Kamil Özler`in Marcus Miller için yaptığı beste çok hoş ve nazik bir jestti. Gerçi, bu besteyi basta Miller`la birlikte çalabilselerdi eminiz çok daha anlamlı olacaktı ama anlaşılan bir menajer oldu bittisinin gadrine uğramış olmalı bu buluşma. Miller`la buluşma işi olmayınca uzun süredir elinde elektrikli bas görmediğimiz Ozan Musluoğlu bası eline aldı ve slap`li bölümler izleyiciden yoğun alkış gördü. TRT tarafından kayda alınan konserin bant kaydını eminiz TRT müzik kanalında yakında izleme imkanı buluruz. Rastlarsanız kesinlikle kaçırmayın.

 

Ve tabii vokalde Ece Göksu… Kırkbeş dakikalık konserde iki şarkıya sesiyle eşlik eden Göksu daha çok sayıda şarkıyla dinlenmesi zorunlu seslerden. Geceye kattığı zarafet tartışmasız. Son bir not da "Yine Bir Gülnihal" yorumuyla ilgili olsun. Hammamizade İsmail Dede Efendi`nin vals formunda bestelediği eserin gecedeki caz yorumu gelecek yapılacak böylesi yeni düzenlemelerin habercisi oldu diyebiliriz.


 

Marcus Miller şaşırtmaya devam ediyor

 

Gecenin esas konseri, Marcus Miller "Afrodeezia" projesi kelimenin tam anlamıyla notaların arasından tek bir damla dahi su sızdırmayan, sımsıkı örülmüş, taş gibi bir konserdi. Yurtdışından gelen tecrübe timsali iyi grupların böylesi sıkı örgülü konserleri rastlamadığımız şeyler değil ama Marcus Miller`ın grubu şimdiye kadar izlediklerimizin en iyilerindendi.

 

Baştan sona ilerleyelim

 

Öncelikle, Miller`ın "Afrodeezia"sının "The Slave Route" isimli bir proje albümü olduğunu hatırlayalım ama böyle albümlerin çoğunlukla zayıf ve özensiz armonilerle dolu olduğunu, sınırlı icralarla dinleyiciyi kucaklamaktan uzak olduğunu biliriz, oysa Marcus Miller albümde iki şeyi çok iyi yapmış; ilki, albümün konseptini başarıyla müziklemesiy, yani besteler, ikincisi, tüm bu derinlikten hayranlık verici bir karışım çıkarması ve bunu da çok iyi, ama çok çok iyi müzisyenlerle yapması. Bestelerin armonisi, mimari yapısı gerçekten çok sağlamdı. Hem, müzisyene böylesi yüksek icralarda ihtiyaç duyduğu kişisel alanları açmaktan kaçınmamış, hem, her bir müzisyenin enstrümanındaki yetkinlik ve yaratıcılık sınırlarını zorlamasını teşvik etmiş.

 

Harikulade bir müzisyen kadrosu

 

Alto saksofonda Alex Hahn`ı zaten biliyoruz, biliyoruz ama her seferinde şaşmaktan geri kalamıyoruz. Bunca uzun ve zorlu pasajları nasıl bu kadar kolay geçtiği bir muamma. Tek kaş göz hareketiyle saniyesinde doğaçlamaya girebilmesi ayrı not düşmeli. Sadece o değil, trompetçi de öyle. Davuldaki Louis Cato grubun en sessiz üyesi ama en sağlam üyesi. Tek bir saniye düşmeyen temposu, sakin ve bütün o davul sesleri ondan çıkmamış gibi duruşu ayrıca sinir bozucu, tabii işin latifesi.

 

Gitardaki Adam Agati ya biz yeterince bilmediğimiz için, ya önceden görüp de unuttuğumuz için mi bilinmez gecenin en şaşırtıcı müzisyeniydi pek çoğumuz için. Sıradışı gitar tekniği hayranlık verici. Tek bir nota israfı yapmayan ama cimrilik de yapmayan, kristal berraklıkta, tertemiz bir çalım, en yüksek ve en düşük anlarda dahi zerre bozulmayan bir konsantrasyon, nerdeyse mimiksiz, rolsüz, şovsuz bir yüz ve alabildiğine `cool` bir vücut dili. Biz, coşkudan kendimizi paralarken ondaki sakinlik çıldırtıcıydı. Lafın özü Marcus Miller müzisyen seçmeyi iyi biliyor.

 

 

Piyanist ve klavyeci Brett Williams her bir tuğlası sapasağlam grubun mutemed ismi. Sahnedeki kadronun en tecrübeli ismi, vurmalı ustası Mino Cinélu ise bir çoğumuzun sandığı gibi Brezilyalı değil Fransız. Belki saçı, belki vurmalı çalması, belki neşesi hiç azalmayan hali, dansı, coşkusu, hep gülümsemesi öyle sanmamıza neden olmuş olabilir. Vaktiyle Miles Davis`le aynı sahneyi paylaşması, Weather Report üyesi olması ve derin tecrübesine neşesi de eklenince beş bin kişinin toptan çıldırmasının mimarlarından biri olduğu daha net anlaşılıyor.

 

Ve tabii Marcus Miller

 

Tüm ince detayları düşünülmüş, bestelerdeki müzikal tatminin uzun sürelere yayılması, tansiyonu artıran karşılıklı atışmalarla etkileşimin diri tutulması, "Köle Rotası" güzergahı boyunca yolda karşılarına çıkan müzikal çeşitliliğin albümde kendine has rengini bulması, alameti farikası bas soundunun yine başrolde olması, konser boyunca disiplini bozmadan albüme sadık kalınması ama en sonunda, biste dinleyicinin arzusunu kırmayıp mükemmel bir "Blast" patlaması Açıkhava`yı adeta infilak ettirdi. Hala da etkisindeyiz.

 

 


 

 

Marcus Miller`ı bizim dinleyici iyi bilir, çok sever. Ulaşılabilir biri olması ve yüksek popülaritesi kulisteki kalabalığı da etkilemişti. Festival sorumlusu ekibin yüzlerinde bu önemli konser organizasyonu başarıyla tamamlamanın haklı gururu vardı. Kuliste Marcus Miller`ın üzerini değiştirip gelmesini beklerken müzikseverlerin ve basın mensuplarının kalbinde tarifsiz bir heyecan pırpır ediyordu. Her akşam devam eden konser maratonun arkasındaki gizli kahramanlar sahnede yüksek enerjili performansların coşkusuyla moral bulmuşlardı. Marcus Miller Türkiye`ye defalarca geldi, hatta, buraları hepimiz kadar biliyor bile diyebiliriz, bu sebeple Miller`ın sahne gerisinde bizim müzisyenlerle sohbeti tanışma havasından çok yıllardır görüşmediği dostlarla kucaklaşma, hasret giderme gibiydi. Akşam en hoşuma giden ise büyük usta Okay Temiz ile trompet ustası İmer Demirer`in tatlı sohbetleriydi. Kim bilir, belki Miller`ın bir sonraki projesinde bu iki ismi bir kez daha izleriz.

 

Marcus Miller`la kulis yoğunluğu içinde kısa bir sohbet etme fırsatım oldu. Elimde Stanley Clarke ve Viktor Wooten`la kaydettikleri efsane albüm SMW vardı. Farklı zamanlarda hem Clarke`dan hemde Wooten`dan imza alabilmiştim. İmzaları görünce "Bir tek benim imzam eksik kalmış, hadi şimdi imzaları tamamladık. Albüm sahibi olmak, onu elinde saklamak bu günlerde çok değerli. Harikasın, çok teşekkürler diyerek" bir de beni onurlandırması ayaklarım yerden kesti diyebilirim. Böylesi efsanelerin nezaketi, dinleyiisiyle sıcak ilişkisi ve içtenlikleri olduğu sürece festivallerimiz nice 22 seneler sürecektir. Herkese keyifli festivaller dilerim.

 

Burak Sülünbaz


 

01 Temmuz 2015, Çarşamba

 

Festivalden Tigran geçti

 

22. İstanbul Caz Festivali`ni takip eden önemli bir müziksever grubunun bu yıl heyecanla beklediği isimlerin başında geliyordu Tigran. Aslında buraya gelişi Kars, Van, Kayseri gibi şehirlerde gerçekleştirdiği konserler nedeniyle büyük basının da ilgisini çekti, pek çok habere konu oldu. Açıkçası, belki daha az sayıda ama çekirdek bir grup cazseverin esas merak ettiği dün gece Cemal Reşit Rey`de izlediğimiz konserdi. Son albümü "Mockroot" yayınlandığı günden bu yana yoğun övgü alıyor, ilgi görüyordu. Bu albümü festivalde canlı dinleyecek olmak heyecan verici geliyordu hepimize nitekim salon da doğrusu bu ilgiyi açıklayacak kadar doluydu.

 

Aslında dünkü konserden uzun uzun sözetmeyeceğiz ama bir noktaya değinmemiz günlük açısından önemli, "Luys i Luso" konser serisinin stüdyo kayıtlarından oluşan albümü Ekim`de ECM tarafından yayınlanacak. 23 Haziran`da Van`ın Akdamar kilisesinde başlayıp Diyarbakır, Kayseri, Vakıflı, İstanbul ile tamamlanan turne ayağı 8 Ekim`de Lille ile Avrupa konserleri, 5 ve 7 Kasım`da da Amerika konserleriyle seri tamamlanacak.

 

The Telegraph genç sanatçı için önemli bir tespit yapmış, `günümüzde gerçekten çok yetenekli genç caz piyanistleri var ama Tigran`ın farkı onun söylemek istediği önemli ve acil bir şey var` diyor. Geleceğe dair tek şeyi bir merakla etmekle birlikte gazetenin söylediğine aynen katılıyoruz. Merakımız da şu, dün "Mockroot" konserinin verdiği ve belki şu an için çok da acil ve önemli olmayan bir sinyal vardı, o da Tigran`ın müziğinin, albümdeki parçaların bir süre sonra `öngörülebilir` müziklere dönüşme tehlikesi idi. Aynı tehlikeyi Avishai Cohen`in müziğinde de sezmiştik ve son albümünde bu daha belirgin biçimde açığa çıktı. Bunu da Tigran fırtınasının son notu olarak ekleyerek günlüğün bu kısmını tamamlayalım.

 


 

01 Temmuz 2015, Çarşamba

 

Festivalin European Jazz Club konserleri WeeD feat. Ernst Reijseger konseriyle başladı

 

Festivalin 1 Temmuz`daki ikinci konseri, cazda yeni içeriklere, öncü bileşimlere yer veren Şenol Küçükyıldırım, Şevket Akıncı, Murat Çopur, Çağlayan Yıldız ve iki parçada trompetiyle eşlik eden Can Ömer Duygan`lı kadrosuna eşlik etmek için Hollanda`dan gelen çellist Ernst Reijseger`in European Jazz Club kapsamındaki İKSV Salon konseriydi. Açıkçası, dün geceki konser izleyemeyenler için gerçekten kaçırılmış bir fırsattı. Bu kadro bir daha nerede bir araya gelir, nasıl dinleriz bilinmez. European Jazz Club konserlerinin acımasız doğası maalesef böyle. Gittiniz gittniz. Yoksa kaçtı!

 

Sevgili Şenol`la bu konser için konser öncesinde de, konser sonrasında da temas halindeydik. Çellist Ernst Reijseger`i festivali kendileri önermiş, biz onunla çalmak istiyoruz demişler. Şenol daha önce tanışmamış Hollandalı ünlü müzisyenle ama Çağlayan Yıldız`ın tanışıklığı var. Bilmeyenler için not düşelim, Eurohean Jazz Club konserlerinde bizden bir grupu yurtdışından birlikte çalmayı tercih ettikleri bir müzisyen eşlik ediyor. Bu yıl da böyle olacak.

 

Enerjisi oldukça yüksek bir konserdi. Caz besteleri kadar film müzikleriyle de tanınan Hollandalı çellistin "To Soon" isimli uzun ve bir ağıt gibi çalışması konserin en önemli anlarına tanıklık etti. Ernst Reijseger`in konserde bir solo çaldığını ve Şenol`la karşılıklı bir duo`ya imza attıklarını belirtelim. Ardından WeeD`den ve Şevket Akıncı`dan bestelerle devam eden konserin son parçasında trompetçi Can Ömer Uygan ekibe katıldı.

 

 

 

 

 


Tigran Hamasyan hepimizi iyileştiriyor

 

Dün gece tanık olduğumuz büyük buluşmayı belki de uzun yıllar önce, bizden önceki neslin gerçekleştirmesi gerekiyordu. Yaşanan acıları eğer konuşmazsak belki bir nesil telef olur gider ama gelecek kurtulur diye mi düşündüler acaba bizden öncekiler. Ama öyle olmadı. Toprağın altında kanayan yara bir yeraltı ırmağına dönüştü ve hepimiz görmezden geldik. Anlamak istemedik. Oysa tek yapmamız gereken yargılamadan sadece anlamaya çalışmaktı. Olmadı. Yapabilen çıkmadı. İsteyenlere de engel olduk. Ta ki Hrant`a kadar. Sonrasını hepimiz biliyoruz.

 

Yapılması gereken uzun ve sinirli tartışmalar değildi. Bunun bir şeyi çözmeyeceğini biliyorduk. Oysa, en derinde yatan günahların vebalini çeken iyi insanları hatırlamamız ve anlamamız lazımdı. Vardapet Komitas, Arshile Gorky, Konya Valisi Celal Bey, Malatyalı Azizoğlu Mustafa Ağa. İlk ikisi, yaşananların ağırlığına dayanamadı. Komitas Türk dostlarının yardımıyla tehcirden kurtarılıp İstanbul`a getirilince hayatının kalanında tek bir nota dahi duymak istemedi, yıllarca hastane odalarına kapandı. Gorky 44 yaşında boğazına ilmeği geçirdi. Komitas müzisyendi. Gorky ressam. Annesi kollarında açlıktan öldü. Mustafa Ağa `gavurları koruduğu için` öldürüldü. Bütün bu feryatlar bir yere kaybolmadı, gökyüzünde öylece asılı kaldı. Birinin onları alıp usulca yere indirmesini bekledi.

 

Dün gece Tigran`ı dinlerken aklımdan ve gözümün önünden geçenler bunlardı. İkibin yıllık Aya İrini`nin mihrabı kimbilir nelere tanık olmuştu. Bir de dün geceye. Aya İrini`de bulunan herkes varlığı bir an bile unutulmayan ama evde hiç konuşulmayan o sırrı biliyordu. İçimizde bir ağırlıktı o sır. Hepimizi iyileştirecek birinin ortaya çıkmasını bekliyordu. Dün gece o kişi 28 yaşındaki Tigran`dı. Ufak tefek gencecik bir çocuk. Belli ki hepimizden daha yoğun duygulara sahip. Belli ki özel bir insan. Anneannesi daha ikibuçuk yaşında yeteneğini farkettiklerini ve iyi piyano çalmayı öğrenmesi için ne gerekiyorsa yapmaya çalıştıklarını söylüyor. Kendisi de az kişide olan yeteneğinin farkında. Doğaçlama varlığının temel ihtiyacı. Dini müzik formunun içinde kendini en iyi ifade edebileceği alanları bulmak onun için su içmek gibi bir ihtiyaç. Erivan Devlet Oda Korosu kaosu dinginleştiren, her şeyi sarmalayan muazzam bir fon, Tigran, tek bir kelime söylemeden hepimizi iyileştiren notaların sahibi. Koronun şefi Harutyun Topikyan`la bakışarak ve başını dikkatle bakanın farkedeceği yönlendirişlerle anlaşıyorlar. Koronun disiplini ve içtenliği çarpıcı. Tüm bakışların şefe bu kadar kilitlendiği bir koro daha önce görmedim. Tigran solo doğaçlamaya başladığı anlarda Topikyan`ın ona bakışlarını iyi ki kaçırmamışım. Hamasyan solo uzunluklarını nasıl ayarlayacağının farkında ama belli ki çok daha uzun çalmak istiyor. Girdiği tünelden onu çıkarmak zor oluyor ama çıkmasını biliyor. Aramıza geri dönüyor. Belki biraz daha yorulmuş ama bizi daha da iyileştirmiş.

 

İKSV İstanbul Caz Festivalleri tarihine özel bir gece daha armağan etti. Belki bu gecenin konuşulacak, yazılacak daha bir çok yanı vardır ve olmalıdır ama hepimize yaptığı en büyük iyilik Tigran`ı dinleyerek kendimizi anlamak oldu.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 01 Temmuz 2015, Çarşamba

 

 

 

Haber fotoğrafı ve üstteki resim: Kübra Karaçizmeli

 


 

 

 

Festivalin dün geceki Tigran konseri bana göre festivalin en değerli konserlerinden biriydi buna eminim. Kendisiyle konser öncesi röportaj yapmak istemiştim ama fırsat yaratamadık. Konserin hemen ardından seyircisine teşekkür etmek için kulis çıkışında belirdi, biraz çekingen ama her hayranıyla dakikalarca sohbet edecek, hatıra fotoğrafları çektirecek kadar nazik bir insan. Politik önyargılarından dolayı mesafeli olabileceği fikrini sempatisiyle çürüttü. Dün gece icra edilen ve gelecek yıl piyasada olacak, kaydı tamamlanmış yeni projesiyle bin yıllık Ermeni köklerini yeniden düzenliyordu. Bir haftadır ülkemizdeydi. Söylediğine göre, icra ettiği müzikler bu topraklarda yüz yıldan beri duyulmuyor. Dünkü özel gecede en az dört-beş tane keyfini çıkaracağımız uzunlukta "Tigran stili piyano solosu" dinledik. Ayrıca Aya Irini`nin tarifsiz atmosferi akustik güzelliğiyle birleşince emsalsiz bir gece yaşandı. Benim konserle ilgili kişisel düşüncem; müziklerin düzenlemeleri ve icraları öyle başarılıydı ki, biz dinleyicilerin kişisel bagajlarındaki önyargıları ortadan kaldırıp duygularıyla başbaşa kaldığı bir konser izlediğimizdi. Yarın akşam farklı ve çok başarılı projesiyle CRR Konser Salonu`nda izleyeceğiz Hamasyan`ı. Müzikseverleri "Mockroot" projesine davet ediyorum, eğer bilet varsa kesinlikle kaçırmamanızı öneririm.

 

Burak Sülünbaz

 

Cazkolik.com / 01 Temmuz 2015, Çarşamba 

 

 


 

27 Haziran 2015, Cumartesi

 

22. İstanbul Caz Festivali, dün gece, denize inen sokaklarında eski İstanbul`dan hatıralar taşıyan Yeniköy`de gerçekleşen törenle başladı. Semtin sonunda eşsiz konumuyla boğazın tarihi yapılarından Avusturya Kültür Ofisi, İstanbul`un entelektüel hayatına yılboyu etkinliklerle renkler kattığı gibi, iki senedir İstanbul Caz Festivali`nin açılış resepsiyonuna evsahipliği yaparak güzel bahçesine bizi iyice alıştırdı.

 

Müsabakalarda heyecanın tümü sahaya çıkana kadardır denir, festivallerde ise -en azından biz cazseverlere göre- tam tersi, esas heyecan, böylesi törenlerde başlar, ama, haklı olarak, yıl boyu iyi bir festival hazırlamak için uğraşıp didinen festival yönetimi için durum tersi. Dün gece başta sevgili Pelin Opçin olmak üzere herkesin yüzünde böyle bir rahatlama vardı. Artık masa kurulmuş, misafirler gelmiş, kadehler kaldırılmış, haydi buyrun.

 

Festivalin onur ödülü bu yıl Emin Fındıkoğlu`na verildi

 

Gece, festivale katkısı olan sponsorlara takdim edilen plaket ve teşekkürlerle başladı. Başta Garanti Caz Yeşili olmak üzere tüm sponsorların caz müziğine, festivallere, konserlere ilgisinin her yıl artarak sürmesini biz de gönülden diliyoruz. Ardından, yılın `Yaşam Boyu Başarı Ödülü` sahibi, cazın duayen ismi Emin Fındıkoğlu ödülünü almak üzere sahnedeydi.

 

 

Emin Fındıkoğlu uzun bir konuşma yapmadı ama konuşmasında teşekkür ettiği isimler caz tarihimizin özetiydi. 75 yıllık yaşamının elli yılından fazlasını müziğe adayan Fındıkoğlu teşekkürlerini Arif Mardin`e, Tuna Ötenel`e, Günnur Perin`e, Hasan Kocamaz`a, Cüneyt Sermet`e, hemen yanında yerlerini alan orkestra arkadaşlarına göndererek bizleri de geçmişe götürdü.

 

Emin Fındıkoğlu +1 projesi sadece bir kez değil, yıl içinde de izlemek gereken güzel bir orkestra olmuş

 

Emin Fındıkoğlu ile aldığı ödül nedeniyle yaptığımız söyleşi (bu hafta yayına girecek) nedeniyle önceden hem orkestrayı hem ödülü konuşmuştuk. Buradan festival yönetimine iletmiş olalım, Emin abi 125 yaşında ödülü bir kez daha istiyor.

 

 

Br hafta önceki konuşmamızda, dün gece izlediğimiz orkestranın son eksiklerini hala bir yandan tamamlamaya çalışıyordu Emin Fındıkoğlu. Dün akşam Emin abinin anlattığından çok daha `hard` bir caz orkestrası vardı sahnede. Ülkenin yetişmiş en iyi isimlerinden bir grup oldukça sıkı bir konsere imza attı. Konseri bir ara beraber izlediğimiz sevgili Çağrı Sertel çoğunu tek tek tanıdığı müzisyen dostlarını öve öve bitiremiyordu. Hani bıraksak çalmak için sahneye fırlayacak ya, öylesine… Ama onun sandalyesinde Emin abi oturuyordu ne çare :)

 

İşin latifesi bir yana, bir ara üçlü trompet grubunun kısa kapışması dinlemeye değerdi. Dünkü mini konseri aslında festivalin ilk konseri saymalı. Kokteyl ortamından ziyade herkesin bahçede sahnenin çevresinde toplanarak kıpırtısız izlediği bir konser oldu, ama daha kısaydı, tek fark bu! Trompette duyduğunuz yüksek sesler Barış Doğukan Yazıcı`ya aitti diyerek hem Emin Fındıkoğlu`nun, hem Şenova Ülker ve İmer Demirer`in genç ve başarılı trompetçiyi desteklemesi güzeldi.

Söz, genç ve başarılı isimlerden açılmışken dün gece iki parçada sesini dinlediğimiz Meltem Ünel`in kendini bu kadar saklamaktan vazgeçmesi lazım. Sahne için gereken her özelliğe sahip Ünel`i daha sık izlemek istiyoruz.

 

Orkestrada Elvan Aracı, Şenova Ülker, İmer Demirer gibi tecrübeli, usta isimlerin yanına genç ve başarılı sanatçıları da dahil ederek bariton saksofondan trombona, trompetten ritm grubuna kadar  kısa zaman içinde biraraya gelen harika bir kadro. Gecenin konser görüntüleri festivalin internet sitesinde ya da Youtube`da mutlaka bir yerde vardır, bulursanız izlemeyi ihmal etmeyin.

Emin abinin bestecisini sorduğu soruyu bildik

Konserin sonlarına doğru bir ara mikrofona gelip `şimdi, yirmi yaşında gencecik bir bestecinin çalışmasını dinleyeceğiz, eğer bilen olursa bir bira ısmarlayacağım` derken bir anda yaptığımız söyleşiye gitti aklım ve tüyo sahibi şanslı biri olarak cevabı tahmin etmeyi başardım, gerçi ya o değilse diye tereddüt ettim ama müzik başlayınca anlaşılıyordu zaten; Arif Mardin. Bilen bir başkası çıkmadıysa eğer bir ara birlikte biraları içeriz Emin abi ile.

 

Sahnede gecenin son ismi Bora Uzer`di

 

 

Bora Uzer sahnedeyken izleyiciyi kendiyle başbaşa bırakan biri değil. Herkesin müziğin her notasına dahil olmasını istiyor haklı olarak ve içindeki tüm enerji şalterlerini tek tek kaldırıyor. İlk konserin ardından bahçenin sağına soluna dağılan misafirleri bir anda yine sahnenin önüne koşturtmayı başaran Uzer gün içinde yağan yağmur nedeniyle nemli çimenlerin üzerinde çıplak ayaklarıyla dans eden insanlar grubu oluşuyor bir anda. Sahnedeki müzik hard bop`tan soul ve funk`a dönerken festival ateşinin iyice harlanmaya başladığını hissediyoruz.

 


 

Festival dergisi bu sene yine dopdolu

 

Festivalin her yıl özenle hazırladığı festival dergisi bu yıl yine dolu dolu... Usta kalem Zeynep Oral`ın "Özgürlüğün, eşitliğin, dayanışmanın sesi: Joan Baez" yazısıyla başlayan dergi tüm festivali özetleyen oldukça kapsamlı ve baskısıyla, tasarımıyla olsun üst düzeyde bir çalışmann ürünü. Sadece alıp okumak yetmez, arşivlemenizi de öneririz.

 

Gece bitti, Yeniköy`ün bitmeyen gece hayatında sevgili Yahya Dai ile bir grup dost hem geceyi konuştuk hem sevgili Dai`nin yine festivalin Mart`taki ilk basın duyurusundaki "B Planı" projesini... Yahya Dai yeni heyecanlar, yeni projeler peşinde, buradan caz dünyasına duyuralım. "B Planı" projelerin ilki ve en yakını olabilir. İlk basın toplantısı gecesinde dinlemek bakımından yeterince hakkını veremediğimiz ama yine de ne kadar orijinal bir çalışma olduğunu hissettiğimiz projeyi şimdiden bir kenara not edin. Zamanı geldiğinde en önce bizden duyarsınız elbette.

 

Yeni bir festival günlüğü daha başladı. Bu yıl rekor sayıda okuyucuya ulaşmayı istiyoruz. Festival günlüğünün bu yıl hazırlanmasına siz de yardımcı olabilirsiniz. Konserler ve etkinliklere dair notlarınızı, resimlerinizi, videolarınızı info@cazkolik.com adresine gönderin. Katkılarınızla birlikte daha renkli, daha zengin bir günlük olsun ve yıllar sonra dahi okunsun, ülkenin caz arşivinin bir parçası olsun. Bekliyoruz ve haydi hep bilikte konserlere diyoruz.

 

Cazkolik.com / 28 Haziran 2015, Pazar

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

  • ayşe soydan
    03 Temmuz 2015 Cuma 09:58

    sağ ön tarafta çekim yapan o devasa kameranın hışmına uğradık önce ve önümüzde bir engelle nasıl bu konserin tadına varacağımızı düşünürken,biraz sesimizi yükseltip kararlılıkla ısrar edince yerimiz değiştirildi ve kendimizi sahne önündeki sandalyelere attık..kelimenin tam anlamıyla kana kana caz içtik..doymadık..bence bu ""yılın konseridir""yorumunuz muhteşem bir özet olmuş,eline saglık

    Bu Yoruma Cevap Yazın »
  • gökalp ışık
    08 Temmuz 2015 Çarşamba 11:13

    Yüreğinize sağlık, çok güzel bir yorum... Gökalp.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »
  • Esra Yazıcı
    09 Temmuz 2015 Perşembe 09:30

    Yoğun çalışma temposundan ötürü, bu yılki caz etkinliklerine sık olarak katılamiyorum. Ancak yazılarınızı takip etmeye çalışıyorum, etkinlik sonrası sıcak sıcağına konserler hakkında yorumlarınız ve konser hakkında detay bildirimleriniz için teşekkür ederim. Cok güzel takip ve yorumlama sunuyorsunuz.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »
  • Ulaş Karadağ
    10 Temmuz 2015 Cuma 11:26

    festivaldeki gelişmelerin yanı sıra sahne arkasıyla ve sanatçılara dair ayrıntılarla ilgili bilgiler alabilmek çok keyifli. Sanatçılarla ilgili anekdotlarını paylaştığı için Burak Sülünbaz"a çok teşekkür ederiz. çok güzel yorumlar.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.