Beyoğlu’nda yaşamadığım geçmişten, yaşadığım bugüne

Beyoğlu’nda yaşamadığım geçmişten, yaşadığım bugüne

 

Leyla Diana Gücük, Beyoğlu ile ilgili çocukluğundan bugüne uzanan anılarını Cazkolik için kaleme aldı

 

 

Bu yazımda, Beyoğlu’nun bende bıraktığı izlerden bahsederken yaşamadığım bir geçmişi anlatarak yola çıkacak ve yaşayarak tanık olduğum geçmişin duraklarına beraber uğrayacağız.

 

Çok şanslıydım ki ailemin bana, Beyoğlu’na dair anlatacağı sayısız yaşanmış ansıı vardı ve ne güzel ki bu anılar ilgimi çekerek bugün anlatacaklarıma vesile oldu.

 

Çocukluğumun büyük bölümünü babaannemle geçirdiğim için onun Beyoğlu’na dair anlattıklarını bol bol dinleme imkanı bulmuştum. Keza, babamın gençlik yılları, arkadaşlarıyla Çiçek Pasajı’na gittiği günleri anlatması, daha sonra İstiklâl Caddesi’nde bir dönemin önemli moda markaları İGS ve KİP mağazalarında dekoratörlük yaptığı yıllara uzanan zamanın bir kısmına çocuk iken ben de tanık olmuştum.

 

Daha eskilerden ise, babaannemin, Tepebaşı Belediye Gazinosu’ndan bahsettiğini hatırlıyorum. 1940’larda genç güzel bir kız iken arkadaşı Zehra ile orada çok eğlendiklerini, evlendikten sonra ise bu sefer dedemle gelip gittiklerini anlatırdı. Kışlık bölümü gibi yazlık yerlerinin de olduğu gazinoda nezih insanlar yemeklerini yer, içkilerini içer, eğlenir, canlı müzik çalar, danslar edilir, revüler gelir, şarkıcılarla birlikte şarkılar söylenirdi diye anlatıyordu. Sahnede Mefaret Yıldırım’ı, Hamiyet Yüceses’i, Müzeyyen Senar’ı, Sabite Tur Gülerman’ı, Alabanda Revüsü’nü izlediğini anlattığını da hatırlıyorum ama artık o gazino yok.

 

 

Annemle babamın Markiz’i

 

 

 

Babam, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Dekoratif Resim Bölümü’nden 1964-65 döneminde mezun olduktan sonra, 1965 yılında staj için Almanya’ya gittiği dönemde annemle tanışıp birbirlerine deli gibi âşık olduklarını her ikisinden de defalarca dinlemişimdir. Sonra, geçen zaman içinde babamın askerliği, benim doğumum derken zaman hızla akmış. Annem İstanbul’a ilk geldiğinde şehre âşık olmuş. Çifte aşk yaşadım derdi hep. En güzel yerlere gittiklerini hatıra fotoğraflarından görebiliyordum. Adalar, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Galata Kulesi ve Beyoğlu en sevdiği yerlerdi. Beyoğlu’nda Markiz Pastanesi sık gittikleri romantik yerlerden biri olmuş. Yıllar sonra elime geçen notla şaşırmış ve duygulanmıştım.

 

Aşklarına dair bu belgede şunlar yazılı:

 

 

Babamın anneme yazdığı 11 Ocak 1969 tarihli not:
"Garanti Belgesi: 'Cengiz ve Waltraud her zaman beraber olacak. (Leylâ ve (gelecek olan ama bunun üzeri çizilmiş)'
Cengiz Gücük"

Annemin kartın arkasına düştüğü not ise:
"Bunu bana Cengiz Cafe Markiz İstanbul’da yazdı"
Waltraud

 

Markiz Pastanesi defalarca kapanıp açılmasından sonra bugün halen açık.

 


 

 

Babamla İstiklâl Caddesi, Hacı Salih Lokantası ve Lale Plâk anıları

 

 

Babamın Beyoğlu KİP ve İGS mağazalarında vitrin dekoratörlüğü yaptığı dönem (1970’lerin sonu ile 90’lar arası) vitrin yapmak, dekor hazırlamak artistik değeri olan bir işti. Babam dekor tasarımında temalara önem verir, hikâyeler oluşturarak bunları yansıtan bir sanatçıydı. Resmî ve dini bayram temaları haricinde Yaşayan Atatürk, akaryakıt zammı, trafik anarşisi, iklim vs. gibi konuları da vitrin tasarımlarında işlemişti. Bu vitrinler çok ilgi görmüş, gazete manşetlerinde yer almıştı.

 

 

11 Ocak 1983 tarihli Günaydın Gazetesi haberi

 

Babam ve ekibi çok yoğun çalışırdı, ben de arada onunla giderek işin ucundan tutmayı severdim. Okuldan geri kalmamak için hafta sonları yapardık bunu. Kadıköy’den Karaköy’e vapurla geçer, oradan, Karaköy’de eskiden Beyoğlu’na çıkan dolmuşlar olurdu, onlara biner, Galatasaray yakınlarında inerek KİP mağazasına kadar yürürdük. Babam cadde üzerindeki güzel binaları göstererek bana bir dolu şey anlatırdı. Şimdi yerlerinde bambaşka dükkanların olduğu orijinal mağazaları görmek şanstı. KİP Mağazası muhtemelen eski yerindeki İnci Pastanesi’nin karşısına denk düşerdi.

 

Babamın çalışmasını izleyip ben de ufak tefek bir şeylerlerle uğraştıktan sonra günün en keyifli ânı olan öğle yemeği vakti gelirdi. Mağazadan verilen haftalık yemek kartlarını alır, doğru (sonradan adı Hacı Abdullah olan) Hacı Salih Lokantası’na giderdik, en sevdiğimiz yerdi o lokanta. İçeri girince mis gibi yemek kokuları yanında, göz zevkini okşayan ah o rengarenk turşu, komposto ve reçel kavanozları yok mu! Hem albenisi olan tarihi bir yer, hem de çok sayıda ünlünün geldiği bu lokantada ‘yakışıklı’ Uğur Dündar’ı gördüğümde heyecanlanarak deli gibi sevinmiştim. Sarışın, mavi gözlü, uzun boylu, televizyonların sevilen habercisi Uğur Dündar Hacı Salih Lokantası’na gelmiş, hem de tam arka masamıza. Bugün hâlâ aynı yerde bulunan lokanta Beyoğlu’nun geçmişini anlatan nadide yerlerden biridir.

 

Dönüşte ise mutlaka Lale Plâk’a uğrayarak babamın sipariş ettiği plâkları alıp öyle geçerdik eve.

 

 

Lale Plâk kurucuları İbrahim ve Yusuf Atala

 

 

1970'lerden Lale Plâk içinden görüntüler

 

 

İbrahim ve Yusuf Atala kardeşlerin yanında çalışan emektar Anna

 

 

Hakan Atala arkasında kasetlerle 1990'lar

 

Lale Plâk daha sonra benim de yıllar boyu uğradığım, plâklarımı aldığım başlıca adreslerimden biri olmuştu. Sahibi sevgili Hakan Atala’dan zaman zaman tavsiyeler aldığım plâklar beni hiç üzmemiş, keyifle dinlemişimdir. Pandemi öncesine kadar da ‘Maffy’ Abimiz (Muvaffak Falay) ile görüşebildiğimiz, sohbet ederek hasret giderebildiğimiz buluşma noktamız olmuştu. Ne yazık ki, 1954 yılında açılan bu özel yer, 31 Aralık 2019’da kapanarak yerini baktıkça içimin acıdığı led ışıklı ve ne olduğunun öneminin kalmayan bir dükkâna bırakmıştı.

 

 

Maffy Falay plâk imzalarken (14 Temmuz 2014)

 

 

Hakan Atala ve Maffy Falay

 


 

 

Rejans’ta babamla bir yemek

 

 

Büyükler hep anlatırdı; Rejans’ta şöyle yemek yedik, böyle votkalar içtik diye. Hatta, lokantanın kendi imalatı sarı votkaları da epey ünlüydü, öve öve bitirilemezdi. Güzel müzikler, beyaz masa örtüleri, pırıl pırıl çatal bıçaklar.

 

Sanırım yirmi beşli yaşlarımdaydım. Babamdan bir gün beni de Rejans’a götürmesini rica etmiştim çünkü çok merak ediyordum. Gündüz öğle yemekleri için de açık olduğunu biliyordum ama biz akşam yemeği için rezervasyon yaptırmıştık. Yemek için ne sipariş ettik hatırlamıyorum ama yemeğin yanında ıspanak püresi gelmişti. Baba kız kırmızı şarap da içmeye de karar vermiştik. Laf döndü dolaştı eskilerden açıldı, önce annesiyle, sonra da annemle buraya geldiklerini bütün detaylarıyla anlattı. Keyfim yerindeydi, anlatıklarını zihnimdeki yerlerine oturtmaya çalışıyordum ama ne önemi vardı ki, işte sonunda biz de Rejans’a gelmiştik. Babamla birlikte olan en güzel zamanlardı. Daha ne isteyebilirdim ki! O gün ikimiz beraber yediğimiz yemeklerin de çok güzel olduğunu, lezzetini koruduğunu, hatırladığı o eski günlerle mukayese edince kabullenerek itiraf etmişti.

 

Sonra gecenin babam için can alıcı kısmı gelmişti. Konuya girdi: ‘bak güzel kızım, benimle her şeyi konuşabilirsin. Hayatında biri varsa bunu benimle paylaşmanı isterim’ dedi. Kısa bir sessizliğin ardından; ‘ee yok mu yani biri?’

 

Böyle bir akşamda, keyfimin yerinde olduğu o anlarda doğrusu bu soruyu beklemiyordum. Babama vermek durumunda olmam gereken bir cevabımın olmayışı iç sıkıntısına dönüştü bende. Aşk hayatımın çalkantılı dönemiydi ve bu konuya dair konuşmak istemiyordum. Konuyu değiştirip sıyrılmıştım kısa sürede. İkimizin de tebessümlerimizin kahkahaya dönüşmesi bu konunun zamana bırakılması gerektiği anlamına geliyordu ve geceyi tatlıyla sonlandırdık.

 

Rejans daha sonra kapandı ama 2016’da yeniden açıldı. Birkaç sene önce bir kahve içmek için uğradım ama hem bir şey değişmemiş, hem de pek çok şey de eskisi gibi değildi. Değişmeyen tek şey Atatürk’ümüz için ayrılan masaydı.

 

 


 

 

Gramofon’da buluşalım mı?

 

 

Gramofon öyle bir yerdi ki, kahvaltıyla başlayan sabahlar, öğlen aralarında atıştırmalar ve kısa buluşmalar için ideal olan bu mekân geceye hazırlanırken giderek hareketlenmeye başlardı. İster öğleden sonra kahvenizi pasta eşliğinde yiyebilir, sonrasında ise, iş çıkışı bir şeyler içmek için uğrayanlarla rastlaşırdınız. Kadıköy’de oturuyordum. Hafta sonları arkadaşlarımızla karşıya geçecek isek ‘Gramofon’da buluşuruz’ diyerek sözleşirdik.

 

Eğer iyi müzik dinlemek istiyorsanız daha geç saatler için yer ayırtır mıydınız bilmiyorum ama güzel konserler izleme fırsatı bulurdunuz. Milt Jackson’dan Slide Hampton’a, Pat Matheny’den Charlie Haden’a kimler gelip geçmedi ki Gramofon’dan.

 

Bu unutulmaz yerde, bugün artık çok yakın arkadaşlarım olan sevgili Ayşegül ve Nezih Yeşilnil’leri ilk kez Gramofon’da dinlemiş olabilirim. Bu yazı için sevgili Ayşegül’ü aradım ve elinde o günlere dair fotoğrafları olup olmadığını sorduğumda anılar tazelendi; ‘var tabi, hem de ne fotoğraflar’ dedi. Pat Metheny ile, Charlie Haden ile tanıştıklarını anlattı. Uzun yıllar şarkı söylediği, gösterişten uzak bu harika klüp için ‘orası bizim kalemizdi’ diyordu Ayşegül. Anlatacak o kadar çok şey var ki ama onlar da artık başka yazıya.

 

 

Pat Metheny, Önder Focan, Nezih Yeşilnil (solda), Ayşegül Yeşilnil ve Pat Metheny (sağda)

 

 

Ayşegül Yeşilnil Quartet. Deniz Dündar (d), Nezih Yeşilnil (b), Ayşegül Yeşilnil (v), Aşkın Arsunan (p) 1996

 

 

Gramofon; Önder Focan (g), Ayşegül Yeşilnil (v), İmer Demirer (tr)

 

 

Gramofon; Nezih ve Ayşegül Yeşilnil

 

 

Gramofon'dan nostalji; Nezih ve Ayşegül Yeşilnil

 

 

Çok yönlü sanatçı Ayşegül Yeşilnil yaptığı caz resimlerini Gramofon’da sergilemişti

 

 

 

Milliyet Gazetesi 22 Haziran 1996 tarihli haber

 

 

Cazcı Ressam Ayşegül Yeşilnil'in Gramofon Cafe'de açtığı resim sergisi haberi (1996)

 

Neşet Ruacan Dörtlüsü’nü izlediğimi de hatırlıyorum. Sıcak ortamı, neşeli kahkahaların yayıldığı, canlı caz dinlediğimiz bu mekânın şimdi Simit Sarayı’na benzer alelade bir yere dönüşmesi içimi acıtıyor, tıpkı Lale Plâk gibi.

 

 

Ergüven Başaran Anısına (1936-2025) onunla Beyoğlu sokaklarında dolaşıyoruz

 

 

Ergüven abi sohbetlerimde öyle yerler, öyle olaylar anlatırdı ki adeta yeniden yaşardık. 1960’ları anlatırken, Tepebaşı’nda ‘Müzisyenler Kahvesi’ olduğundan bahsetmişti mesela. ‘O yıllarda o kahveye Kanun-i Esasi Kıraathanesi denirmiş. Bir kapısından girer, yüz elli metre sonra öteki kapıdan çıkılırmış. Koskocaman bir yermiş. Bir kapısı Tepebaşı’na, bir diğer kapısı Beyoğlu’na açılırmış ve o kahvede müzisyenler oturur, iş çıkarsa, orada iş veren biriyle anlaşılıp işe gidilirmiş. Nejat Cendeli ‘alto saksofon çalacak biri aranıyor’ deyince, (o zaman vardı saksofoncu ama çekiniyorlardı herhalde o iyi müzisyenlerle çalmaya) bana gelirdi, ben de giderim dedim.’

 

https://cazkolik.com/radyo-cazkolik/leyla-diana-gucuk-jazz-muzik-ve-kadin/erguven-basaran-ile-gecmisten-bugune

 

Anlattığı bu kahvehanenin upuzun koridoru olduğunu, kahvehanenin olduğu Meşrutiyet Caddesi’nin karşı tarafında ise Tepebaşı Tiyatro’sunun bulunduğunu okumuştum.

 

 

1976 Ergüven Başaran

 

1970’li yılları anlatırken işlerin çokluğuna dikkat çekerek ‘Bakın, işin çokluğuna bakın, gece Maksim’e gidiyoruz, gecenin yarısı on ikiden sonra da sonradan Kemancı diye bilinen bir yer vardı, orası o zaman çok kaliteliydi, işte orada sabaha kadar çalar, sonra çorba içmeye gider, müzisyen arkadaşlarla, muhabbet ederdik. Her gece çalışırdık, dolu iş olurdu. Tünel’den Taksim’e 30 gece kulübü vardı. Bugün hâlâ yerleri hafızamdadır. Çin Pavyon, Hacıbaba Pavyon, Büyük Londra, Küçük Londra, Köşk Gazinosu, Karavan Pavyan, Hisar Pavyon, Şanzelize Pavyon ve daha bir dolu klüp.’

 

Bar ve pavyon kavramlarından da şöyle bahsederdi Ergüven abi: ‘O dönem bar ve pavyonlar ikiye ayrılırdı. Pavyonda çalışmak daha zordu. Çoğu müzisyen isterdi ki, mesela Karavan Pavyon ve yahut Cumhuriyet Pavyon’da çalışsın, bunlar en gözde pavyonlardı. Burada çalışmak müzisyenlerin idolüydü. Bir de barlar vardı, barlarda da ben çalıştım. Havana Bar’da çalıştım. İki kişi çalışıyorduk. Şanzelize vardı karşıda, Amerikalılar gelirdi, Karavan Pavyon ve Cumhuriyet Pavyon’unda çalışan kadınlar buraya gelirdi, caz çalınırdı...’

 

 

Şu anda artık ne o yerler var, ne de bütün bunları bana anlatan canım Ergüven abim var. Ergüven Başaran ile ilgili bu bölümü yazdığımda henüz acı haberi almamıştım. Lakin 29 Ekim 2025 Cumhuriyet Bayramı’nda aramızdan ayrıldığını öğrendim. Değerli müzisyenimizi, hocamı ve dert ortağımı kaybetmenin üzüntüsünü derinden yaşıyorum, çok üzgünüm. Onu güzel bir müzikle hatırlamak üzere bir parça bırakıyorum buraya, sevgiyle.

 

 

 

Ergüven Başaran'ın doğum gününde hediye olarak kendisi için hazırladığım kitap taslağını verdiğim bir anı (26 Ağustos 2024)

 

Leyla Diana Gücük

 

Cazkolik.com / 24 Kasım 2025, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Leyla Diana Gücük

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.