Üç konserli geceyi Fatih Erkan yazdı: "Müzikle dolu geceden aklımızda kalanlar..."

Üç konserli geceyi Fatih Erkan yazdı: "Müzikle dolu geceden aklımızda kalanlar..."

Dinlediğiniz müzik "Caz İçin Tuhaf Bir Yer" gecesinde konser veren Magnus Öström`ün konserde seslendirdiği Thread Of Life isimli albümünden seçtiğimiz Afilia Mi isilli çalısmasıdır.


“Caz İçin Tuhaf Bir Yer”de

müzikle dolu geceden

aklımızda kalanlar...

Konserden hemen sonra kaleme alındı bu yazı. Esbjörn Svensson Trio`nun davulcusu Magnus Öström dün gece Sakıp Sabancı Müzesi’ne yeni ekibiyle müteveffa Svensson’un ardından 2011 albümü "Thread of Life"ı çalmaya gelmişti. Geçtiğimiz senelerde de festival kapsamında e.s.t`nin diğer üyesi basçı Dan Berglund`u misafir etmiş bir oluşum "Caz için Tuhaf Bir Yer" etkinliği. Geçen akşam Öström’den sonra önce Nicholas Payton, David Sanchez ve Stefon Harris’li Ninety Miles ve son olarak Bugge Wesseltoft`u içine İlhan Erşahin ve Erik Truffaz`yı dahil ettiği Bugge`n Friends’i dinledik. İçlerinde ana akım caza en yakını Ninety Miles’dı diyebiliriz. İsveçli Öström ve ekibi Kuzey Avrupa cazı ile fusion’ı elektronik katkıyla destekleyerek çalarken, Bugge Wesseltoft ve arkadaşları electronic & ‘club music’ dozu arttırılmış ‘nu jazz’ bir ‘disco’ icra etti. Girişten de anladığınız gibi benim aklım ise Öström ve ekibinde olduğundan özellikle o konseri anlatacağım ama diğerlerine de kısaca değineceğim elbette...

Sakıp Sabancı Müzesi’ne oldukça erken vardım... Amacım ses kontrolünü izlemek ve eğer fırsatını bulursam kısa süre önce bloğumda Esbjörn Svensson Trio yazılarımla ilgili görüşlerini aldığım Magnus’la yüz yüze konuşmaktı. Konser alanına girer girmez sesin geldiği yöne ilerledim. Sabancı Müzesi’nin giriş katındaki büyük terasa setler henüz yeni kuruluyordu. 1965 doğumlu Kuzey Avrupalı davulcuyu Almanların en önemli müzik ödülü sayılan ECHO bu sene Avrupa’nın en iyi caz davulcusu seçti, onu dünya çapında ‘en yetkin fırça tekniğine sahip davulcu’ olarak gösteren eleştirmenler var, ayrıca e.s.t’nin de gelmiş geçmiş en önemli caz trio’larından biri kabul edildiğini hatırlatayım. Yılların Esbjörn Svensson aşkı ile “Thread of Life” albümünü hatmetmiş ve çok beğenen bir fanatik olarak görevli arkadaşların şaşkın bakışları arasında tam 1,5 saat ayakta tek başıma ses kontrolünü izledim... Ses kontrolü niye izlenir? Harika ve kusursuz bir performansa nasıl hazırlanıldığını anlamak için elbette... Ses kontrolü yapılmadan çıkılan konserleri yakından bilen biri olarak aradaki farkı anlamak için... Öström yaklaşık 45 dakika sadece davulunun mekanik ayarlarını yaptı. Albüm yoğun elektronik katkılı olduğundan klavye, hammond, elektro ve bas gitar gibi enstrümanlar içerdiğinden oldukça hassas delay, reverb, ton ve mikrofonlama çalışması yapıldı. Grup, albümdeki elektronik performansların hepsini tamamıyla canlı gerçekleştirecekti belli ki... Bizim ses ekibi neredeyse bezdi, ancak ses kontrol sonrası kendileriyle yaptığım ayaküstü sohbette hem grubun ekipten memnun kaldığını hem de ekibin bu titiz sanatçıların yaptıkları işe bu kadar özen göstermelerinin onlara büyük katkı sağladığını düşündüklerini öğrendim. Parçaların bir çoğu baştan aşağı çalındı provada. Magnus Öström gerçekten etkileyici bir müzisyen. Konsantrasyonu müthiş. Provada bile, gözleri kapalı kendinden geçtiği bölümlere tanık oldum. Yeri gelmişken, diğer grup üyelerinden de bahsetmek lazım... Konserde çalanlarla albümdeki müzisyenler piyanist dışında aynı isimlerdi. Tabii albümdeki Ballad for E’ye (Esbjörn`ün ardından ağıt) katılan Pat Metheny ve Dan Berglund`u saymazsak.  Aralarında en yakın takip ettiğim müzisyen İsveç caz sahnesinde son zamanlarda adını sıkça duyduğum basçı Thobias Gabrielson`du. Gabrielson enstrüman olarak yetkin bir şekilde klavye ve trompet de çalmakta. Gitarda Andreas  Hourdakis, piyano ve klavyede ise Daniel Karlsson vardı. Hepsi de oldukça iyi müzisyenler ve en önemlisi mütevazı, cana yakın ve yaptıkları işten zevk alan insanlar. Ses kontrol sonrası onca sıcakta çalışmalarına rağmen zaman ayırarak benimle konuşmaları, Thobias Gabrielson’un kendi altılısına ait yeni albümünü bana armağan etmesi, hatta imza kalemi almak için Magnus Öström`ün soyunma odasına kadar gitmesi ve uzun uzun blogdaki yazılarım için teşekkür etmesi beni gerçekten çok derinden etkiledi. Ben de samimiyeti ilerletip konser sonrası ekipmanlarını taşımalarına zevkle yardım ettim.

* * *

Magnus Öström`ün e.s.t`nin 1999 sonrası elektroniğin yoğun olarak kullanıldığı dönemine önemli bir etkisi var. Bu dikkate alınmadığında “Thread of Life” albümü sadece Esbjörn Svensson karakterinin devamı olarak algılanabilir, ancak şunu belirtmekte fayda var; çocukluk arkadaşı Esbjörn Svensson ve Magnus Öström’ün artık ortak bir ses karakteristiğine sahip olduğu da aşikar. Dan Berglund’un da bu duygu ortaklığında olduğunu eklemeyi unutmayayım. Konu Esbjörn Svensson Trio’ya gelmişken “Caz İçin Tuhaf Bir Yer” konseptinin Esbjörn Svensson Trio’nun 2002 baskısı “Strange Place for Snow” albümünden esinlenildiğini ve bu albümde Magnus Öström’ün davul performanslarının dikkatle takip edilmesi gerektiğini hatırlatmak isterim. Konser öncesi sohbetimizde de Magnus Öström’e bu albümde özellikle “Behind The Yashmak” parçasında parçayı davul ile caz için tuhaf bir yere taşıyorsunuz dediğimde anlamlı bir gülümseme ile karşılaştım. “Thread of Life” albümüne dönersek, gitar eklentisini ve basların elektrik olması dışında “Thread of Life” besteler ve ruh açısından e.s.t albümlerini hatırlatıyor ancak albüm yoğun olarak fusion ve rock etkisi altında. Bunu da Magnus Öström`ün gençlik yıllarında fazlasıyla rock’la ilgili olmasıyla açıklayabiliriz. Albümde Esbjörn Svensson’a ismen doğrudan adanmış parçalar da var. Yine konser sonrası yaptığımız sohbette Öström`e diğer parçalardan bazılarının da Esbjörn için yazıldığını hissediyorum dediğimde bütün albümün aslında bu konseptte hazırlandığını onaylatmış oldum. Bu hisse kapılmam da Daniel Karlsson`ün gerçekten zaman zaman Esbjörn Svensson’unkine benzeyen tınısının etkisi var. Özellikle "Longing" ve "Ballad for E" hem piyano hem de gitar partisyonları ile gözlerinizden iki damla yaşın akmasına sebep olacak nitelikte.

* * *

Konser başladığında izleyiciler Öström`ün küçük gonklara benzeyen dörtlü zil takımına vurmaya başlamasını prova dahilinde sanmış olabilir ancak elinde shotgun mikrofon ile bu vuruşları loop ekipmanından geçirerek yavaş yavaş müziği örmeye başladığında albümün giriş parçası Prelude`u dinlemeye başladığımızı anladık. İyi hazırlanmanın sonucu olarak sahneye çıktıktan sonra verilen ilk ses performansın ilk notasıydı. Harika bir ses dokusu vardı ortamda. Açık havada oldukça kaliteli bir performans verilmekteydi. Etrafımdaki birkaç dinleyici ile konserden sonra konuştuğumda çoğunlukla albümden ve bu gece yapılacak müzikten çok haberdar olunmadığını anladım. Bu sebeple girişin ardından ciddi bir silkelenme oldu dinleyicide ama ilk parçanın çok da melodik olmayan ve albüme göre oldukça uzatılan partisyonları ana akım caz dinleyicilerini biraz korkutmuş olabilir. Diğer parçalarla beraber dinleyicinin coşkusu giderek arttı. Longing`den hemen önce Magnus Öström ilk kez Esbjörn Svensson dediğinde hem biraz o durakladı, hem ben sessizce yutkundum. İkinci de tutamadım kendimi; "Rest in Peace Esbjörn Svensson, Rest in Peace!"... Evet, konserde olanlara itirafım olsun. Öström sahneden çağrıma karşılık verince seyircilerden de alkış geldi. Neyse ki konser sonrası Öström’e kendimi tutamadım kusura bakma dediğimde, bilakis çok mutlu olduğunu öğrendim. Konserde hemen hemen albümdeki  tüm parçaları dinledik; Prelude, Afilia Mi, Longing, Ballad for E, The Haunted Thoughts And The Endless Fall, Weight Of Death, Piano Break Song. Sanırım, grubun son performansı Piano Break, Magnus Öström`ün harika davul partisyonları ve uzun zamandır fırça kullanımına getirdiği yeni boyut en etkileyici ve akılda kalanlardı. Kuzey Avrupalılarda sıkça karşılaştığım ilginç zamanlardaki esler, ani tansiyon değişiklikleri ve bütün bunların baterist tarafından kontrol edilmesi… Hepsi çok etkileyiciydi. Grubun hep bir ağızdan vokal yaptıkları “Afilia Mi” performansı da oldukça lirik ve coşkuluydu. Magnus Öström her şarkıyı ismiyle hatta bazen manası ile dinleyicilere aktardı şarkı aralarında. Mesela Afilia Mi’yi kızına yazdığını ve parçanın adının Latincede ‘benim kızım’ anlamına geldiğini öğrendik. Gitarist Andreas Hourdakis`in Ballad for E`deki performansı, Daniel Karlsson’ün lirik piyanosu ve Tobias Gabrielson’un organik bası dikkatimi çekenlerdendi. Konser sonrası alkışlar uzun süre devam etti. Gece üç konser arka arkaya seri olarak organize edildiği için maalesef bis ritüeli gerçekleşmedi.

* * *

Nicholas Payton yeni neslin en önemli trompet sanatçılarından. Payton’un hem karizmatik şapkası ve gözlükleriyle hem de yaptıkları vibrafon yoğunluklu "old school" yakını cazla bir önceki gruptan oldukça farklılardı. Genel olarak vibrafoncu Steffon Harris’in soloları ilgi gördü. David Sanchez ise enerjik saksofon sololarıyla sık sık seyirciyi ateşlemeyi başardı. Nicholas Payton ise çoğunlukla yüksek perdeden ve müthiş bir kontrolle çaldığı trompet karşı kıyılardan bile dinlenmiştir. Can sıkıcı olansa önceki konserin mükemmel ses düzeneğinin 30 dakika boyunca bir türlü yeniden bu performans için kurulamamasıydı. Bu durum bizden çok Payton`ın canını sıktı sanıyorum. Bir şekilde kurulan düzenekten gelen ses için ise çok iyi şeyler söyleyemeyeceğim. Özellikle böylesi ana akım caz konserlerinde davul "kick"lerinin bu kadar baskın olmaması gerektiğini ses masasının arkasındaki ilgililerin bilmesi gerekiyor. Tabii buna ek olarak kontrbasın da sesi kısık olursa gerisini siz düşünün. Bütün bunlar kabul edilebilirdi belki ama neredeyse şarkı başına en az bir kere özellikle trompet ve saksofona yüklenildiğinde gelen geri besleme gürültüsü hem dinleyiciyi hem de sanatçıları üzdü. Bütün bunlara rağmen yine de sanatçıların özverisi ve seyircinin ilgisi ile iyi bir performans izledik. Sanırım trafikten ve havanın ancak ikinci konserde kararmasından dolayı bu konser öncekine göre daha doluydu. Konsere dair yapıcı eleştirimiz üç konserin aynı mekanda üç farklı sahnede hazır sistemlerde gerçekleşmesi gerektiği, zira bir sonra The Seed’de gerçekleşen Bugge’n Friends konseri iyi kurulmuş ses sistemiyle görüşümün doğruluğunu destekledi bence...

* * *

Bugge’n Friends konseri, Sabancı Müzesi’nin The Seed isimli kapalı mekanında yerden koltukların kaldırılıp oldukça özgür hale getirilmiş ve iyi ışıklandırılmış ortamında yapıldı. Daha önceden ACT albümlerinden takip ettiğim kadarıyla beni neyin beklediğinin farkındaydım ama yine de daha sıra dışı ve gecenin ilerleyen saatlerine uygun elektronik yoğunluklu müzik bekliyordum. Zira gece bu saate kalanların hem yaş ortalaması düştü hem alkol seviyesi arttı. Bugge Wesseltoft, İlhan Erşahin ve Erik Truffaz’nın üflemelileri, Joaquin “Joe” Claussell’in elektronik ritimleri, Marius Reksjo bası ve bence harika ikili Erik Holm’un ve Andreas Bye’ın vurmalıları yardımı ile progresif karakteristikle birlikte ‘club’ müziğinin sınırlarını underground müziğe doğru yasladı. Oldukça minimal ve atonal başlangıçların ardından melodi ve ritimlerin yavaş yavaş örülmesi dinleyicilerin tansiyonunu sürekli kontrol altında tuttu. Aslına bakarsanız yapılan müziğin çok ilginç bir özelliği daha var; her müzisyen ikili gruplar halinde performans verir gibiydi. Claussell Bugge ile, Erşahin Truffaz ile, Reksjo ise Erik Holm ile… Gerçekten de performans sırasında hem doğaçlama bölgelerinde hem de paslaşmalarda devamlı kontak halindeydi ikililer. Tek başına performans veren basçıya Türk cazının önemli basçılarından Alp Ersönmez de son parçada katılınca o da ikilisini bulmuş oldu. Özellikle Alp’in solosuyla başlayıp bütün müzisyenlerin soloya çıkarak bitirdiği son performans gecenin en önemli anlarıydı bence. İlhan Erşahin ve Alp Ersönmez’in gerçekten çok önemli müzisyenler olduğunu vurgulamam lazım. İlhan Erşahin’in anlık kararlarla tansiyonu yüksek doğaçlamalara çıkışı ve Alp Ersönmez’in kendine has bas tonu bana bu yorumu yaptırıyor.

* * *

Sonuç olarak, “Caz İçin Tuhaf Bir Yer” etkinliğinin katılımcılara festival havasında caz ve müzik ile dolu bir gece yaşattı dememize engel bir olay görmüyorum gecede. Geçen hafta Tünel Şenliği’ni de düşünürsek, dinleyicilerimizin daha sessiz ve saygılı olma yönlerinin gelişebilme ve ses düzeneklerinin önceden hazırlanmış olarak beklemesi umuduyla festivallerde bu tarz kesintisiz birden fazla konserin olduğu hatta bütün bir hafta sonunu içine alan festivallerin yapılabilmesini diliyorum.

Son söz: “Rest in Peace Esbjörn Svensson”

Fatih Erkan
http://fatih-erkan.blogspot.com/

Cazkolik.com / 15 Temmuz 2012, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.