Blues Attack: Türkiye'deki Blues müziğin kalitesi Avrupa'nın çok üzerinde

Blues Attack: Türkiye'deki Blues müziğin kalitesi Avrupa'nın çok üzerinde

Merhaba değerli müzikseverler. Blues hakkındaki yazılarımda bu türün kilometre taşı sanatçıları ve önemli albümlerinden bahsediyor, biyografileri mümkün olduğunca bilinmeyen yönleriyle ele almaya çalışıyorum. Bugünkü yazımda her zamankinden farklı olarak bu kez ülkemizin son dönem en başarılı Blues gruplarından olan BLUES ATTACK’ı konuk edeceğim. Bir İstanbul grubu olan Blues Attack vokal, gitar ve armonikada Güray Oskay, gitarda Tarkan Mumkule, klavyede Sezen Köroğlu, bas gitarda Batur Yurtsever ve davulda Ali Polat’dan oluşuyor. Grup, 10 özgün besteden oluşan ilk albümü “Bringing Down The House”u tüm dijital platformlarda yayında ve ayrıca Rainbow45 Records etiketi ve Concept Audio sponsorluğu ile plâk formatında dinleyicileriyle buluşturdu.

 

Söyleşimize geçmeden önce önemli bir bilgiyi paylaşalım. Grubun Aralık 2021 tarihinde yayınlanan ilk albümü “Bringing Down The House” Blues dünyasının en önemli internet mecralarından olan Rock and Blues Muse tarafından yılın en iyi 20 albüm listesine aday gösterildi. Albüm ayrıca The Original Blues Brothers Band gurubunun solisti Rob Paparozzi tarafından "Özgün şarkılar, güçlü vokal ve gitar performanslarını güzel bir şekilde sergilerken, binbir çeşit 'groove' sizi hiç oturmadan dans ettirecek" sözleriyle de güzel bir övgü aldı.

 

Grup ile Kadıköy Ağaç Ev’de yaptıkları nefis bir canlı kayıt sonrasında buluşarak uzun ve keyifli bir söyleşi yaptık. Şimdi grubun bu başarısına giden süreci kendilerinden dinleyelim.

 

Tamer Tekelioğlu

 


 

 

"Bringing Down the House" en iyi 20 albümden biri

 

 

 

Tamer Tekelioğlu: Öncelikle albümünüz için tebrik etmek istiyorum, gerçekten çok keyifli ve dinledikçe tekrar tekrar dinlemek istediğim nefis bir albüm yapmışınız. Sıkıntılı zamanlardan geçtiğimiz bu dönemde güzel bir soluk oldu bizlere. Blues Attack fikri nasıl doğdu, nasıl gelişti? Grup nasıl ve ne zaman bir araya geldi?

 

Güray Oskay: Gurubun içerisindeki tanışıklıklar farklı kombinasyonlar halinde zaten çok eskiye dayanıyordu. Ben Ali ile yaklaşık 25 yıldır başka bir grupta (Bluesaint Blues Band) müzik yapıyorum. Tarkan, Sezen ve Batur ise 25 yıldan daha uzun süredir farklı isimler altında birlikte müzik yaptılar ama en önemlisi farklı kombinasyonlar halinde birbirimizle de çok çaldık. Herkesi birbirine bağlayan Batur oldu. 2017 yılında ben çok söylendim birlikte bir şeyler yapsak, çalsak diye. O söylenmem en sonunda meyvesini verdi. Sonunda “Tamam lanet olsun haydi yapalım” dedirttim. Böylece 2017’nin sonunda dedik ki haydi bakalım, yapalım şu işi. Bir günde bir şarkı listesi oluşturup, gruba isim koyup başladık. Ancak grup kurulmadan ve provalardan hemen önce de ilk kez birlikte Zorlu PSM’de yapılan Blues Gitarcıları Gecesi’nde çaldık.

 

Batur Yurtsever: Bunu gurubun başlangıcı olarak kabul ediyoruz aslında.

 

Güray Oskay: Evet, provalardan önceki bu konsere kadar birlikte hiç çalmamıştık. Bu konserden sonra ise hemen bir setlist belirleyerek iki prova yaptık ve Ağaç Ev’de çalmaya başladık. Önce cover gurubu olarak başladık, niyet de oydu aslında. Sonra bu hale geldi.

 

 

Avrupalı Blues grupları Türkiye'de işsiz kalır

 

 

Tamer Tekelioğlu: Blues türünde yerli albümlerle pek karşılaşmıyoruz. Aslında Blues ülkemizde canlı müzikte tercih edilen bir tür olmasına rağmen, özellikle 90’lı yıllarda Efes Pilsen Blues Festivalleri çok zengin katılımcılarla büyük şehirlerde yapılırdı ve hiç birini kaçırmazdık, albüm olarak yeni projelere pek rastlanmıyor. Bunun sebebi nedir sizce?

 

Güray Oskay: Blues Türkiye’de biraz da şaşılacak şekilde hep çok güçlüydü. Hem çok iyi seviyede Blues yapan birileri var hem de hem de çok yüksek kalitede yapılıyor. Özellikle sizin dediğiniz gibi 90’lar canlı müzik piyasasının çok güçlü olduğu bir dönemdi Türkiye’de.

 

Batur Yurtsever: Hatta 80’lerin sonlarına doğru başladı canlı müzik piyasası.

 

Güray Oskay: Evet öyle. Ama tuhaf bir şekilde o kadar iyi Blues çalınan bir ortamda üretim yoktu. Şunu anlayabiliyorum, 2000 öncesinde albüm yapmak çok pahalı ve zor bir işti. Ciddi vakit ve kapital gerektiriyordu. O dönem için belki sebebi bu olabilir ama teknoloji ile bu işin hem prodüksiyon tarafı hem de yayınlama tarafı çok kolaylaştı. Eskiden albüm yayınlamak yapmaktan daha zordu. Şimdi ikisi de çok kolay hatta duyurmak da kolay. Yani prodüksiyonundan yayınlanmasına ve PR’ına kadar çok kolay ama buna rağmen yine de çok fazla üretim yok. Demek ki zor olan kısım yaratmak, üretmek ve onunla ilişkili olarak azim ve istek.

 

Tarkan Mumkule: Aslında üretenler de vardı da bizim pek haberimiz olmazdı onlardan, çünkü, Güray’ın da dediği gibi o zamanlar böyle bilgisayar ortamları yoktu. Plâk şirketlerinde kayıtlar çok pahalıydı. Büyük plâk şirketleri o dönem için çok iyi rakam olan 100 bin satış için bile sizinle ilgilenmiyorlardı. Randevu bile alamıyordunuz.

 

Batur Yurtsever: Ben de birkaç şey ekleyeyim. Ben hep şunu savunuyorum, biz çok eskiden beri çaldığımız için, Türkiye’deki Blues kalitesi Avrupa’dakinin hep çok üzerindedir. Yani Berlin’de çalan bir grubun kalitesi buradakilerle mukayese edildiğinde, Türkiye’de iş bulma garantisi bile düşüktür, hatta bana sorarsanız onlar burada işsiz bile kalırlar. Türkiye’de 90’lardan beri Blues çok yüksek kalitede icra edilir. Eğer o yıllarda canlı kayıt imkanları bugünkü gibi olsaydı şimdi etrafta çok daha fazla ve başka güzel şeyler duyuyor olurduk. Blue Blues Band’in bir programı ya da herhangi bir grubumuzun, ben hatırlıyorum Larry O’Neil’ın programlarında örneğin bir gün basçı yok ben orada çalıyorum, gitarcı yok Tarkan geliyor yani burada çok yüksek kalitede Blues çalınıyor. Cazı bilmem, cazda belki dünya ile yarışamayabiliriz, Rock’da tartışabiliriz ama Blues artık Türklere, majörün üzerine minör çaldığımız için mi, yoksa kalıbı kulaklara iyi geldiği için mi ya da Yavuz Çetin çalıyor ben de çalayım dediği için mi bilmiyorum ama ülkemizdeki Blues kalitesi hemen hemen Amerika seviyesindedir. Bunu hep savunurum.

 

 

 

Türkiye'de çok iyi gruplar var ama üretim az

 

 

Güray Oskay: Hâlâ daha çok grup var ve iyi de gruplar var ama üretim yine de çok fazla değil.

 

Batur Yurtsever: Bir şey daha ekleyeyim. Üretmek kolay olabilir ancak beraber üretmek o kadar kolay değil. Bir albümde aşağı yukarı 20 binin üzerinde karar alırsınız. “Orası güzel oldu mu, burası güzel oldu mu, burası Re Minör’mü, Fa Minör’ mü” den, “o yediğin hamburger yüzünden doğru dürüst çalamadın”a kadar bütün bu kararları birlikte veririz. O yüzden birlikte üretmek bir grup için oldukça zor. İki yol var, ya tek başına üretirsiniz, söz müzik, etrafta arkadaşlarınızı bulur prova veya albüm yaparsınız veya bizimki gibi birlikte üretmeye gidersiniz ki o da kolay bir şey değil, birbirine uyum sağlayan 5 kişi demek. Bilirsiniz, duvar boyamak kolaydır ama iyi duvar boyamak kolay değildir. Bu da onun gibi bir şey.

 

Tarkan Mumkule: Herkesin alanında çok iyi olması pek bir şey ifade etmiyor. Çok iyi çalarsınız ama birbirinize tahammül edemezsiniz mesela. Çok iyi arkadaşsınızdır ama çalarken uyum sağlayamıyorsunuzdur. Çok fazla kombinasyon var.

 

Batur Yurtsever: Bizim 25 sene oldu ama bir 25 sene daha lazım yani.

 

Tamer Tekelioğlu: O kadar vaktimiz yok ama...

 

Batur Yurtsever: Var var. Mesela Charlie Hunter’ı eskiden de dinlerdim şimdi de dinliyorum. Herkes ilerliyor işinde aslında.

 

Tamer Tekelioğlu: Evet ama klasik olmadan dinlesek diyorum.

 

Güray Oskay: O da doğru, şimdi de sonra da dinleyelim tabii.

 

 

 

Bringing Down the House albümü nasıl ortaya çıktı?

 

 

Tamer Tekelioğlu: Bringing Down The House albümüne gelirsek, albüm yapmaya ve ne tür bir albüm olması gerektiğine nasıl karar verdiniz?

 

Güray Oskay: Bizim ara sıra konuştuğumuz bir konuydu kendi müziğimizi yapmak ama hayat temposundan mıdır nedir bilmiyorum hiçbir zaman kendimize fırsat yaratmadık bunun için. Hatta kalkışmadık bile, sadece yapsak ne güzel olur diye konuştuğumuz bir şeydi. Pandemi kısıtlamaları ile canlı müzik birdenbire kesilince ortada kala kaldık. O zaman evden de çıkılamıyor, yasak var, birbirimizi göremiyoruz. Whatsapp grubumuzdan birbirimizle yazışmaya başladık, acaba bir şeyler yazıp kaydedebilir miyiz diye. Bir deneyelim bakalım dedik. Hatırlıyorum, o zaman bile Sezen buna bir albüm demekten imtina ediyordu, “durun bakalım hele, ortaya bir şey çıksın da bakarız” diyordu. Ama 4 hafta sonra bizim elimizde bütün strüktürü bitmiş, sözleri yazılmış, ana kararları verilmiş 12 tane şarkı vardı. Geriye sadece fine-tuning dediğimiz ince ayar kısmı ve kayıt işi kalmıştı.

 

Ali Polat: Bizim gurubun cover yaparken de kendine özgü bir sound’u vardı. Çok bilinen bir şarkıyı bizden dinlerseniz farklı bir şekilde duyarsınız. Biz kendi albümümüzü yaparken o sound geçti albüme. Kendimizi o anlamda şanslı görüyoruz çünkü Blues’da da kendi sound’unu bulup albüm yapmak kolay değil. Taklit veya cover yapmak çok daha kolay ama bizim için olay bu değil.

 

Tamer Tekelioğlu: Albümde sözler dikkati fazlasıyla çekiyor ve hemen her şarkının bir hikâyesi olduğunu görüyoruz. Mesela Bringing Down The House şarkısını düşünürsek, yoğun ve yorucu bir hafta bitiminde Cuma akşamı verilen bir ev partisinde müziğin coşkusundan “ev yıkılıyor” gibi anlaşılıyor. Bu hikâyeler nasıl oluştu?

 

Güray Oskay: Evet doğru, şarkıların hepsinin ayrı ayrı hikâyeleri var. Bence öyle olması da gerekiyor yani iyi bir eserin bir hikâye anlatması eseri güçlendiriyor. Sinemada da müzikte de, edebiyatta da bu böyle. Ali’nin çok sevdiği klasik bir deyiş var; “Her yazar kendi hikâyesini anlatır” der. Bu kaçınılmaz bir şey, ne yaparsanız yapın mutlaka biraz otobiyografik bir yönü oluyor. Grup müziği de yapsanız sözleri yazan kişinin tecrübeleri ve yaşadıkları şarkıya yansıyor. Şarkının neyden bahsedeceğini bulduğunuz anda daha kurgulu gitmeye başlayabiliyorsunuz. Bringing Down The House şarkısı için şarkının ismi ve nakaratı olan bu cümle benim ilk bulduğum söz idi. Mırıldanırken bir anda ağzımdan çıkıverdi. Çok sıkı çaldığımız ve kendimizi çok iyi hissettiğimiz bir geceyi tarif etmek için kullanabileceğimizi düşündüm, neden olmasın dedim. Bu şarkı iyi gecelerimizden biri oldu, yani grup nasıl çalıyor, ben nasıl hissediyorum onu anlatıyor.

 

Tamer Tekelioğlu: Bence bu şarkının albüme isim olması çok uygun ve iyi bir seçim olmuş. Albümdeki enerjiyi güzel aktarmış.

 

Güray Oskay: Şarkının demo’sunu kaydedip gönderdiğim gün guruba mesaj atmıştım zaten Bringing Down The House diye yazdım sözleri, albümün de adı olur size söyleyeyim diye. Tarkan Reaper On The Wheels için ilk kaydı gönderdi, onun özel bir motosiklet merakı var, şarkıyı duyar duymaz gözümün önüne gelen ilk şey bu oldu ve hikâye oradan çıktı.

 

 

Albümün ilk ateşini yakan "I Need Time" şarkısıdır

 

 

Tamer Tekelioğlu: Bu arada şarkılara yapılan kliplerde çok başarılı. Bunu da söylemeden geçmemeyim.

 

Batur Yurtsever: O Güray’ın başarısı.

 

Güray Oskay: Çok teşekkürler. Klasik lirik videolara göre daha ilgi çekici oldular.

 

Batur Yurtsever: Bize moral veren ilk olarak I Need Time şarkısıdır. İlk parça o. Albümün ateşini yakan, kıvılcımını veren, ilk sözleri yazılan şarkı o. Sezen miksleyip gönderdiğinde “vaayyy” dediğimiz şarkı. Doğrusu bu yani. Yapabiliyor muyuz filan derken yapmışız aslında.

 

 

 

"Bringing Down the House" dünyadan harika övgüler aldı

 

 

Tamer Tekelioğlu: Albüm, Rock and Blues Muse tarafından yılın en iyi 20 albüm listesine seçildi ve bizlerin gerçekten sizlerle gurur duymamızı sağlayan harika övgüler aldı. Albüm İtalyan Radio Banda Larga’nın “En İyi 25 Albüm” listesinde 11nci sırada yer aldı. Bunlar sizde nasıl bir etki yarattı?

 

Batur Yurtsever: Daha güzel hiçbir şey duymadım yani. Üretilen herhangi bir şeyin dünya çapında ilk 11’de olması yaptığım, yaptığımız, içinde olduğum ve hepimizin içinde olduğu herhangi bir şeyin herhangi bir yerde ilk 11 içinde olması benim ayna karşısında kendi kendime attığım havadır. Çok güzel bir duygu bu.  Susam da satsaydım ama dünyanın ilk 11’i içinde olsaydım bu bile benim için çok güzel bir duygu. Biz Eurovision kuşağıyız ya, bize tuhaf geliyor, dizlerimin üzerinde kaymak istiyorum gibi.

 

Tarkan Mumkule: Benim idrak etmem biraz zaman aldı. Sanki başkasının albümüymüş gibi geldi.

 

 

 

"Bringing Down the House" Amerikan Radyo listesinde ilk 10'a yükseldi

 

 

Güray Oskay: Rock and Blues Muse bize gelen ilk reaksiyon. Albüm çıkalı 3-4 gün olmuştu, ne Türkiye’den ne de başka bir yerden henüz bir eleştiri veya övgü gelmemişti ki, Martine Ehrenclou’dan bir mail geldi, albümünüzü dinledim, çok beğendim diye. Gerçekten harika bir inceleme yazısı yazdı. Arkasından 2021’in en iyi ilk 20 şarkısı arasına aday gösterildi ki yaklaşık 80’lik bir aday albüm listesi gördük. İçinde KingFish’den Santana’ya, Eric Clapton’a kadar sanatçıları görünce o 80’lik listenin içerisinde olmak bile zaten yeterince gurur verici oldu. Bir ay sonra da albüm Amerika Radyo listesinde ilk 10’a yükseldi.

 

Batur Yurtsever: Ben o zaman duşa girdim bu işte bir yamukluk var diye.

 

Güray Oskay: En sonunda geçen ay İtalya’da Radio Banda Larga’da en iyi 25 albüm arasında 11nci sırada yer aldı.

 

Serkan Çiftçi (Konuk sanatçı-Trompet): Aslında 1nci olması gerekiyordu.

 

 

Türkiye’nin tam teşekküllü ilk Blues albümü

 

 

Tamer Tekelioğlu: Bence de. Ben kendimce albümünüzü “Türkiye’nin Tam Teşekküllü Blues albümü” olarak tanımlıyorum. Gerçekten de albüm Türkiye Blues tarihi açısından bir kilometre taşı olarak müzik literatürümüzde yerini mutlaka alacak ve ileride klasik olacak. Sizce Türkiye'de bugüne dek Blues müziğe katkıda bulunmuş önemli sanatçı ve gruplar kimler? Mesela benim aklıma ilk Asım Can Gündüz, Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı gibi isimler geliyor.

 

Batur Yurtsever: Şimdi bunlar çok büyük isimler. Fakat biz de ne kadar şanslıyız ki, gruptaki tüm elemanlar ayrı ayrı da olsa bu büyüklerle çaldı. Asım Can Gündüz ile ayrı da olsak çaldık, Yavuz Çetin ile siz çaldınız, Kerim Çaplı ile hem biz çaldık hem siz çaldınız. Yaşlıyız biz, çalalım diye hep aynı evin içinde olmaktan, belki de iyi çaldığımız için. Ezcümle iyi çaldık ve hep iyilerle çaldık. İleride daha iyi çalacağız.

 

 

 

Türkiye’de Blues’a en fazla katkı sağlamış insanlar Yavuz Çetin, Kerim Çaplı ve Asım Can Gündüz’dür

 

 

Güray Oskay: Türkiye’de Blues’a en çok katkı sağlamış insanlar Yavuz Çetin, Kerim Çaplı ve Asım Can Gündüz’dür. Ancak Batu (Mutlugil) ağabeyi de mutlaka koymak gerekir. Ben Moe Joe’ya da bir kapı açmak isterim çünkü Türkiye’de İngilizce sözlü klasik Chicago Blues albümü onlardan önce yoktu. İstanbul Chicago Mainline adında nefis bir albüm idi. Bu arada Göksenin Tuncalı da Türkiye’de Blues’a ciddi katkısı olan önemli bir arkadaşımızdır, albümde konuk sanatçı olarak yer aldı. Göksenin Blues Derneği’nin kuruluşu, bugünlere getirilişi, “Women Blues” yani “Kadın Blues”a yaptığı proje gibi Blues’a çok fazla kategoride katkısı var.

 

Batur Yurtsever: Bence burada Blues’a iki kişinin çok fazla katkısı var, bu benim şahsi fikrim, biri Güray diğeri Göksenin. Birbirleriyle çok uyumlu bir ilişkileri var, biri diğerine bana şunu yapabilir misin diyor, diğeri bir günde yapıp veriyor, ben bir yılda yapamam. İki lokomotifimiz var yani.

 

Güray Oskay: Bora Çeliker, Mehmet Ali Acet ve Boogie People, Ankara sound’u, Power Trio sound’u ve İstanbul Blues Kumpanyası 90’lardan bu yana yakın dönem sanatçıları. Sarp Keskiner’de müzik bilgisi, kültürü ve katkısıyla çok önemli bir insandır. İzmir’li olduğu için yeterince göremiyoruz kendisini, öyle bir derdimiz var.

 

Batur Yurtsever: Blues için biraz tabii İstanbul’da olmak gerekiyor. Büyük şehir müziği bu. Tamam, İzmir için tabii ki küçük şehir demiyorum ama İstanbul, New York, Chicago gibi paranın döndüğü, ticaretin, limanın olduğu yerlerde yapılıyor bu müzik daha çok.

 

Güray Oskay: Biraz Ankara’nın canlı müzik piyasası ve Ankara Blues sound’u diye bir şey var ama onun dışında bu iş İstanbul’da dönüyor esasen.

 

 

 

Kosova’da Barış Elçisi olduk

 

 

Tamer Tekelioğlu: Kosova’da bir konser olayınız var, biraz ondan bahsedebilir misiniz?

 

Batur Yurtsever: Şu anda Blues maceramızın içinde iki tane çok önemli şey var bana sorarsanız. Birincisi plâğımız oldu, benim ilk defa plâğım oluyor, ikincisi de Kosova’da çaldığımızda Barış Elçisi olduk. Bunun olabileceği türde insanlar olmamamıza rağmen, biz de duruma çok şaşırdık. Hatta Tarkan’ın şaka ile karışık bir sözü var bununla ilgili, “bir hafta önce kimi öldüreceğim diye dolaşırken bir hafta sonra buraya geldik barış elçisi olduk” diye. Şaka bir yana, hakikaten çok tarihi bir olay gerçekleşti Kosova’da, tabii Sezen Sayesinde oldu bu. Çok gurur verici oldu.

 

Güray Oskay: İlginç bir şekilde nehrin hem kuzeyinde hem de güneyinde çalan ilk grup olduk. Son 25 yıldır ilk defa olan bir şeymiş bu.

 

Tarkan Mumkule: Evet son 25 yıldır ilk defa böyle bir şey olmuş. İki taraftan insanlar aynı salon içerisinde bir etkinlik seyretti. Sırp tarafı ve Arnavut tarafı. Gerçekten çok acayip bir olay. Biz çalarken farkında değildik bunun, çaldıktan sonra akşam bizimle ilgilenen arkadaşlar durumu izah ettiler ve sayenizde 25 sene sonra bu salonda birleştiler, hatta AC/DC konseri bile bu kadar önemli değil burası için, o kadar büyük bir şey yaptınız ki kendinizle gurur duyabilirsiniz dediler. Aynen böyle dediler.

 

Güray Oskay: Bunu çalmadan önce söylememeleri çok iyi oldu tabii, yoksa fena gerilirdik ve belki de iyi çalamayabilirdik.

 

Batur Yurtsever: Aslında ortam gergindi, bunu hissetmiştik ama bu kadar olduğunu bilmiyorduk.

 

 

 

Kavga etmeye hazır iki ayrı etnik Balkan gurubunu aynı salonda birleştirdik

 

 

Tarkan Mumkule: Biz de “acaba biz mi kötü çalıyoruz ve beklentiyi karşılayamadık” diye düşünüyorduk. Suratlar bir karış, acayip ciddi, kasvetli bir hava. Bu beni gerdi aslında, dondum kaldım bir ara ve sadece gitarıma odaklandım. Robotik hareketlerle çalmaya devam ettim, bir süre seyirciye bakmadım. Yoksa çalamazdım. Meğerse bunlar ayrı gruplar halinde gelmişler, bir grup sahnenin solunda, diğeri sağında duruyor. Fakat sonra kaynaşmaya başladılar ve hava ısınmaya başladı. Bunlar çok önemli sahnelermiş. Akşam organizasyonu yapan arkadaşlar dedi ki, 500 bin kişiye konser verseniz bizim için bu kadar önemli olmazdı. Tabii Sezen bunu biliyordu ve bize söylememişti. Sezen Kosovalı ve olayın içinde zaten. Onun sayesinde durup dururken Barış Elçisi olduk.

 

Güray Oskay: Ertesi gün kendimi Sezenle birlikte Avrupa Birliği Merkezi ofisinde yapılan basın konferansında konuşma yaparken buldum.

 

Tamer Tekelioğlu: Albümdeki şarkıların İngilizce olmasının albümün yurtdışı başarısında etkisi oldu mu? Sonraki aşamalarda “Türkçe Blues” gibi bir tür düşünüyor musunuz?

 

Güray Oskay: Muhakkak ki oldu. Dinleyiciler şarkıların sözlerini anlayabildikleri zaman çok daha rahat içselleştiriyor. Bu orijinali İngilizce olan bir müzik. Türkçe söz için şunu söyleyebilirim; hiçbir şarkı için önden karar alınmış değil. Şarkılar İngilizce olsun, albüm İngilizce olsun diye bir toplantı veya fikir alışverişi olmadı. Şarkılar öyle çıkıverdiler. Başka bir tanesi Türkçe çıkıverir ve Türkçe olur.

 

Tarkan Mumkule: Ben ama baştan sordum, İngilizce yazabiliyor muyuz arkadaşlar diye? Tamam yazabiliyoruz denilince benim için olay zaten bitti.

 

Batur Yurtsever: Birçok amaç var albümle ilgili ama bu amaçlardan birisi de kendi adıma, bu Euro kuru ile dışarıda kendi başımıza çalamayacağımızı düşünerek, İngilizce albümün buna daha rahat imkân sağlayabileceğini düşünmekti. Yani Yurtdışında festivallerde önemli müzisyenlerle çalmak gibi bir amaç.

 

Güray Oskay: Herhangi biri herhangi bir şey üretiyorsa bunu başkalarının tüketmesi için yapar. Ben bu albümü kendim için yaptım, müziği kendim için yapıyorum diye bir şey yok. Dünya değişiyor. Biz bu albümü 20 sene önce yapsaydık CD olarak yapacaktık ve Türkiye’de basılacaktı, Türkiye’de dağıtılacaktı ve Türkiye’de dinlenecekti, yani yerel kalacaktık. Şimdi öyle değil, düğmeye bastığınız anda albüm stream kanallarından tüm dünyaya açılıyor ve herkese ulaşıyor. Bu durumda albümün asıl pazarı dünya. Durum böyle olunca albümün İngilizce olması büyük avantaj tabii.

 

Batur Yurtsever: Bu dönemin dezavantajları var ama avantajları da var. Ben bugün bu albümle Türkiye’deki büyük plak şirketlerine gitsem büyük olasılıkla kabul etmezler, hatta bazıları bunu Türkçe’ye çevirip gelin, soloları kısaltın bile derdi.

 

 

 

Hangi sanatçılardan etkileniyoruz?

 

 

Tamer Tekelioğlu: Blues’un Delta’dan Chicago’ya, Teksas’a ve Britanya’ya uzanan yolculuğunda aklıma ilk gelen isimlerden Robert Johnson, Muddy Waters veya B.B.King gibi, ki bu listeyi çok fazla uzatabiliriz, kilometre taşı olmuş, daha sonraki dönemlerde bir çok sanatçıyı etkilemiş, Blues’un farklı alt türlerini oluşturmuş sanatçılarından etkilendikleriniz veya örnek aldıklarınız  var mı?

 

Güray Oskay: Albüm için ilham alınmış bir isim yok ama bu sanatçılar yıllardan beri dinlene dinlene içselleştirilmiş kişiler. Akustik gitarla Robert Johnson ile başlayıp bir dönem Stevie Ray Vaughan hastası olarak, başka bir dönem Jeff Beck’lere hasta olarak ve hatta biz Tarkan’la son bir aydır Johnny Winter’la haşır neşir olarak bu sanatçılardan ve müziklerinden etkileniyoruz tabii.

 

Tarkan Mumkule: Ama bir yandan da korkuyoruz onlara benzeyip kendi sound’umuzu kaybetmekten tabii.

 

Güray Oskay: Bu adamlarda biraz böyle büyüyorlar. Düşünsenize Eric Clapton Buddy Guy olmaya çalışarak Eric Clapton oldu. Birebir usta çırak ilişkisi yoksa bile uzaktan böyle bir etkileşim var. Bu iş böyle öğreniliyor.

 

 

 

Konuk sanatçılar harika bir iş çıkardı

 

 

Tamer Tekelioğlu: Albüm sürecine tekrar dönersek, albümde; Serkan Emre Çiftçi, Özgür Şengül, Göksenin Tuncalı, Bengisu Önal, Pelin Özülkü ve Burak Ocakçı olmak üzere birçok konuk müzisyen yer alıyor. Bu beraberlik nasıl oluştu?

 

Güray Oskay: Albümdeki konuk sanatçılar bizim çok iyi tanıdığımız, muhtelif zamanlarda muhtelif mekân ve projelerde çaldığımız insanlar. Şarkıların düzenlemeleri biraz öyle gelişti. Sezen prodüksiyonu üstlendi, şarkıların ilk miks ve aranjmanlarını hazırladı. Örneğin bir şarkıda nefesli partisyonları bilgisayarda yazdı ve bize gönderdi. Biz de dedik ki evet bu şarkı istiyor nefesli partisyon. Yazdık partisyonları ama dedik ki bunları kim çalacak? Cevap belli, hep bir arada olduğumuz arkadaşlarımızdan, Trompeti Serkan, Saksafonu Özgür çalacak. Başka bir ihtimal yoktu bizim için zaten. Bir şarkıda Armonika istiyoruz, hiç tereddütsüz Burak gelsin, vokal? Canımın içi Göksenin, Pelin ve Bengisu. Zaten başka birini çağırmamız söz konusu değil. Hepsi çok sahiplendi ve harika iş çıkarttılar gerçekten. Hatta Göksenin benden daha heyecanlıydı albüm için.

 

Batur Yurtsever: Yalnız bu şöyle bir iş açtı başımıza. Güray Tarkan’la bana dönüp “Bu vokalleri yapmanız lazım” deyince Tarkan’la biz ortadan kayboluyoruz. Hani o basın üzerine ben bunu yapamıyorum bari kaybolalım. Tek başıma iyi söylüyorum da bas çalarken olmuyor tabii.

 

Güray Oskay: Şaka bir yana Sound’u dolu dolu olan böyle bir albümün bazı handikapları da var. Böyle bir ekip ile çalışmanın lojistik olarak zorluğu var. Ekibi her zaman sahneye taşımak lojistik olarak, bazen de maddi olarak mümkün olmuyor. O noktada da klasik Blues Attack tavrını sergileyip The Meters’dan Head Hunters’a hatta Stevie Wonder’a kadar çok kalabalık prodüksiyonlu şarkıları biz 5 kişi olarak sahneliyoruz. Kendi şarkılarımızı da aynı şekilde çalıyoruz.

 

 

"Bringing Down the House" plâk olarak da basıldı

 

 

Tamer Tekelioğlu: Biraz da plâk baskısından bahsedelim. Plâklar dünyada olduğu gibi ülkemizde de yükselen bir trend olarak gelişimini sürdürüyor. Plâk severler bilirler, Rainbow45 Records prodüksiyonları her zaman yüksek kaliteli ve titizlikle üretilen plâklar olarak arşivimizde yer alır. Baskı ve malzeme kalitesinin yüksekliği plâktan duymayı sevdiğimiz detaylı ses ve sahneyi bize sunar. Sizin albümünüzün plâk baskısı da iyi bir sistemde dinlendiğinde doyurucu bir sahneye sahip. Gerek stüdyodaki kayıt ekipmanları, enstrümanların doğru konumlandırılması ve doğru mikrofonlama, gerekse plâğın baskı kalitesi hemen hissediliyor. Tabii Hi-Fi meraklıları ve odyofil kitle için Concept Audio katkısını da dikkate almak lazım. Bu konuda yorumunuz nedir?

 

Batur Yurtsever: Analog ve plâk ile olan ilişkimiz malum, hepimiz plâklarla büyüdük. Hepimizin evinde çok miktarda plâk var. Bir de etrafımızda Hi-Fi’cı arkadaşlarımız var, bu biraz da benden kaynaklanıyor. Cream Audio ve Concept Audio bunlardan bir kısmı. Biz bu albüm çıkmadan I need Time’ı ilk Cream Audio’dan Uğur Çakın’a dinlettik, Uğur benim çok yakın arkadaşımdır. Uğur bunun mutlaka plâktan dinlenmesi gerektiğini söyledi bize ama önce pek önemsemedik. Ancak Uğur bu konuda çok ısrarcı oldu ve sonunda onun sözünü dinledik. Haklı olduğunu da gördük çünkü odyofil kitleyi iyi tanıyor. Albümün plâk olarak basılma kararı ortak çıktı ve bu bizi sevindirdi aslında. Nasıl yaparız diye düşünmeye başladık. Biz hem birbirinden ayrı hem de birleşik prodüksiyonları kullandık pandemi sebebiyle. Yani farklı prodüksiyonlar kullanıldı albüm için. Aslında pandemi olmasaydı albümü başka şekilde kaydederdik. Fakat birbirini göremeyen insanların bilgisayar ortamında birbirine dosya göndererek “nasıl olmuş?” diye sorarak ilerledi süreç.

 

Güray Oskay: Elimizin altında Jingle House gibi bir stüdyonun olması bizim için büyük bir şans oldu.

 

Batur Yurtsever: Evet stüdyoyu tüm imkanları ile bize tahsis ettiler. Peki biz stüdyoyu yeteri kadar iyi kullanabildik mi? Ben kullandığımızı düşünüyorum. Sezen burada harika bir iş çıkarttı. Fakat bana sorarsanız Hi-Fi ve Hi-End meraklıları için rock müzik ve elektro gitar genel olarak analog sound’larda pek kullanılan bir şey değil. Bunu görüyorum. Odyofillerin müzik dinlerken nelere odaklandıklarını biliyorum. Eski analog kayıtlardaki o lezzet, müzikte elektro gitar var diye bizi bir anda Led Zeppelin ile kıyaslatıyor. Yani bir odyofil için çalanın kim olduğu ve nasıl çaldığı pek fark etmiyor, ses iyi mi değil mi ona bakılıyor. Bu çok gerçekçi değil. Bu durumda da odyofiller için çok ama çok daha iyi kayıt yapmak lazım fakat bu çok maliyetli bir iş. Tabii biz yine de bir sonraki albümü böyle yapmayı çok isteriz. Uğur bize bunun için çok baskı yapıyor. Makara bant kayıt yapmak isteriz ama yine bana sorarsanız Sezen’in çabasıyla bu kayıt sizin de dediğiniz gibi iyi bir sahneye sahip olabildi. Biz bu kayıtları lambalı cihazlar başta olmak üzere birçok sistemde dinledik, McIntosh’larda dinledik ve bu sistemleri referans alarak iyi olduğuna karar verdik. Bir sonraki albümde amacımız odyofil kitleye çok daha güzel ve seyrek duyulabilen kayıtlarla gelmek. Ama şunu belirteyim ki, bunu sizden duymamız bizi mutlu etti.

 

Güray Oskay: Bir avantajımız da şu oldu; biz şarkıları hazırlayıp provaları bitirdikten sonra kayda girmek yerine, önce kaydedip miksleyip, sonra tekrar kaydedip, miksleyerek gittiğimiz için her aşamada bitmişe yakın bir kayıt duya duya ilerledik. Daha nefesliler kaydedilmemiş ama gitarların, basın, davulun birlikte daha nasıl ses vereceğini hep gördük. Tabii Rainbow45’in de katkısı büyük. Son derece titiz bir çalışma ile kaliteli bir plak baskısı gerçekleşti.

 

Batur Yurtsever: Uğur tüm bu süreçte hepsini dinliyordu ve bazen beni arayıp basların kötü duyulduğunu veya tizlerin olmadığını söylüyordu. Biz de yeniden kaydediyorduk. Aslında masanın hem bu tarafında hem de öbür tarafında idik. Normalde albüm yaptıktan sonra dinlenir ve düzeltmeler yapılacaksa tonmayster bunu masada yapar ama biz her aşamada dinledik ve gerekli düzeltmeleri tekrar kaydederek yaptık. Aslında şöyle de bir durum var, bizim kayıtları Uğur’un dükkanında farklı sistemlerde dinlerken, o ara dükkâna gelen müşterilerin dikkatini çekti ve hepsi kendi kulağına göre bazı eleştirilerde bulundu. Bunlar genelde odyofil kişiler ve eleştirileri bizim için aslında yol gösterici oldu.

 

 

 

Bu albüm arkadaşlarla iş yapmanın konçertosudur bence

 

 

Tamer Tekelioğlu: Evet enstrümanların çok yoğun olduğu bir albüm için kayıt gayet başarılı olmuş. Enstrümanlar ve vokal birbiri üstüne binmemiş, kayıttaki kanallar iyi kullanılmış ve enstrümanları tek tek temiz bir şekilde duyuyorsunuz, tabii müzik sisteminiz onu veriyorsa. Ses bu yoğunlukta asla boğulmuyor. Vokal ve geri vokaller de çok temiz. Bu arada Albüm kapağınız çok profesyonelce tasarlanmış, nostaljik bir konsept içerisinde güçlü bir dinamizm var. Kapak albümün içeriğini çok başarılı ve net biçimde yansıtıyor. Grup ve albümün adında kullanılan fontlar kapağı çok başarılı şekilde tamamlamış ve içerik hakkında kafanızda soru işareti bırakmıyor. Tabii bu benim yorumum. Siz bu konuda ne diyorsunuz?

 

Güray Oskay: Bunu duymak güzel. Benim çocukluk arkadaşım grafiker Mehmet Ozman bu konuda çok emek verdi. Aynen konuk sanatçılarda olduğu gibi, albüme kapak yapılacak kim yapsın diye tartışılmadı bile. Mehmet Ozman, Ali ve benim Blues çaldığımız diğer grup, Bluesaint’in saksafoncusu aynı zamanda. Gerçek bir aile işi oldu aslında. Biz Mehmet’e henüz konuk sanatçıların başlamadığı aşamada albümün şarkılarını verdik ve dedik ki nihayetinde buna bir kapak tasarlayacaksın, şimdiden düşünmeye başla. Nitekim Mehmet 2 – 3 ay sonra bir toplanalım dedi ve hazırladığı dokuz adet kapağı bize gösterdi. İçerisinde birbirinden çok farklı kapaklar vardı. Ancak bu kapak herkesin ilk üç seçimi içerisinde oldu. Bu kapak ile ilgili olarak Mehmet’in düşüncesi şu idi: Gülle evin duvarını parçaladığında aniden kafasını çeviren kızın yüzündeki ifade, albümü ilk defa dinleyen birinin yüzündeki ifade ile birebir aynı. Gerçekten de öyle. Mehmet bir arkadaşı ile bizi dinlemeye geldiğinde, çalmaya başladığımız anda “Ne oluyor” diye bize dönüp baktığındaki yüz ifadesi bu aslında. Şu da çok hoşumuza gitti, ben de Rainbow 45’e gittiğimde rafta neler varmış diye bakarken gördüğümde, daha önce hiç duymamış olsam da bu neymiş diye duymak isteyip raftan çıkaracağım, merak edeceğim bir albüm kapağı oldu bu. Kapaktaki 3-D modellemeyi Murat Kayran yaptı, Fatih Metin Demirkol kapak fotoğrafını çekti. Bihter Büyüközcü bizi kırmadı ve poz verdi. Bu şekilde tamamı bizim mutfağımızdan çıkmış bir prodüksiyon oldu.

 

Batur Yurtsever: Bu albüm arkadaşlarla iş yapmanın konçertosudur bence. Hani iş başka arkadaşlık başka denir ama bizde öyle olmadı, sağ olsunlar bizi hiç kırmadılar ve hep destek oldular. Arkadaşlarımızın ne kadar cevher olduğunu gördük.

 

Tarkan Mumkule: Bir kere bile “hallederiz, sen merak etme” diyerek bir şey yapmama durumu olmadı. Gayet profesyonel ve sakince sırası geldikçe tıkır tıkır ilerledi.

 

Batur Yurtsever: Burada şunu gördük, Blues Attack grubu arkadaşlarla iş yapmanın maksimize edildiği bir yerdir, grubun kendisi de dahildir buna.

 

 

 

İkinci albüm ne zaman?

 

 

Tamer Tekelioğlu: Son olarak bundan sonraki plân ve projeleriniz nelerdir? Yeni bir albüm veya imkan olursa, ki olacağına inanıyorum, yurt dışında yapılan önemli Blues festivallerinde yer almayı düşünüyor musunuz?

 

Güray Oskay: Evet düşünüyoruz hatta bu konuda girişimlerimiz var, haberleşmeler sürüyor. Pandeminin tam anlamıyla bittiği bir dönem olması önemli. Bu açıdan bu yazın programlarına ne kadar yetişebiliriz bilmiyoruz ama uğraşıyoruz. Bu arada ikinci albüm isteğimiz var, girişimleri var hatta ilk Cazkolik’e söylemiş olalım, hazır şarkıları da var, üstelik bunlar ilk albümden artan şarkılar da değil. İlk albümün kayıtları yapıldıktan sonra yapılmış şarkılar.

 

Batur Yurtsever: Araya gireyim, albümde, başladığımız anda olan parçalardan daha hazır ikinci albüm. Çünkü orada “nasıl yaparız”ı filan da keşfetmemiz gerekiyordu ama şimdi yol belli artık.

 

Güray Oskay: Kolları ne zaman sıvarız bilmiyorum ama bu ikinci albümü bir engel olmazsa yapmak istiyoruz.

 

Ali Polat: Bu benim ilk albümüm oldu. Önemli bir tecrübe oldu. Grup inanılmaz yardımcı oldu bana tüm zorlukları aşmak adına. Benim için çok önemli bir öğrenme süreci idi. Şimdi ikincisi daha kolay olacaktır diye düşünüyorum.

 

Batur Yurtsever: İlk kayıt hem zor hem de çok önemli. Neye konsantre olacağınızı öğreniyorsunuz. Ama herkes müthiş bir uyum ile harika bir iş çıkarttı ve tecrübelendi. İşi paketleyen işler var prodüksiyonda. Sezen kaydı bu hale getirmeseydi, Güray böyle söz yazmasaydı istediğiniz gibi iyi çalın işler böyle iyi gitmez ve flulaşırdı. Bunu da bu yolda gidecek gençlere bir tavsiye olarak söyleyelim.

 

 

Cazkolik ile kol kola yürümek bize ayrı bir mutluluk ve gurur veriyor

 

 

Tamer Tekelioğlu: Cazkolik Blues dinleyicileri için güzel bir haber oldu bu ikinci albüm hazırlığı. Son olarak söylemek istediğiniz bir konu veya dinleyicilerinize iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?

 

Batur Yurtsever: O kadar çok konuştuk ki, her şeyi söyledik herhalde. Cazkolik takip ettiğimiz bir mecra. Sizler ve Cazkolik ile kol kola yürümek bize gerçekten ayrı bir mutluluk ve gurur veriyor.

 

Güray Oskay: Ben kendi adıma çok mutlu oldum. Bu grubu bir araya toplayıp verebildiğimiz ilk röportaj oldu. Genelde uzaktan veya yazılı ve çoğunlukla benim konuştuğum röportajlar oldu. Bugünkü çok daha kapsamlı ve güzel oldu. Dinleyicilerimize ilgi ve desteklerinden dolayı çok teşekkür ediyoruz. Bizi resmi web sayfamız www.bluesattackband.com ve sosyal medya hesabımız @bluesattackband adresinden takip edebilirler.

 

Tamer Tekelioğlu: Umarım keyifli bir sohbet olmuştur. Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyor ve başarılarınızın devamını diliyorum. İkinci albümü sabırsızlıkla bekleyeceğiz. Müzikle kalın.

 

Tamer Tekelioğlu

 

Cazkolik.com / 10 Mayıs 2022, Salı

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Tamer Tekelioğlu

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.