Merhaba değerli müzikseverler,
Bugüne kadar olan yazılarımda Blues’un doğuşu, gelişimi ve yolculuğundan bahsettik. Blues’un altın çağını yaşamasını sağlayan kişiler, sanatçılar ve hatta enstrümanlar yazılarımızın konusu idi. Devamında ise Blues’un İngiltere’de yayılması ve burada British Blues adıyla adeta bir patlama yaptığından söz ettik. Bu yazımızla birlikte bu türe önemli katkı sağlamış sanatçı ve grupları mercek altına alarak, bu sanatçıların kısa biyografilerinin yanı sıra bilinmeyen yönlerine yer vereceğiz. Zaman zaman Blues’un kilometre taşı olmuş albümleri üzerinde duracağız.
Blues denilince akla gelen ilk müzisyenlerden biri olan Robert Johnson ile açılışı yapalım. Ruhunu şeytana sattığı söylenen, kıymeti ölümünden çok sonra anlaşılmış Blues sanatçısı Robert Johnson’ın gizem ve efsanelerle dolu hayatını merak ediyorsanız gelin birlikte bakalım.
Robert Leroy Johnson ve orijinal kayıtları
8 Mayıs 1911 doğumlu Mississippi’li Blues şarkıcısı, söz yazarı ve müzisyen Robert Leroy Johnson’ın çocukluğu, 20. Yüzyılın hemen başında kırsal kesimde yaşayan yoksul zencilerin tamamının olduğu gibi dönemin siyahi kamplarında ve pamuk tarlalarında geçti. 18 yaşındayken, yaşını büyük göstererek evlendiği 16 yaşındaki eşi doğum sırasında ölünce bir müddet ara verdiği müziğe dönerek hayatını Blues ile kazanmaya karar verdi. Şarkı söyleme stili ve gitar kullanımını çok farklı bir noktaya getiren Johnson’ın yaşamı ve ölümü birçok efsanenin kulaktan kulağa yayılmasına yol açtı. Gitar tekniğinde bir deha olarak tanımlanan Robert Johnson için “Robert'ın akorlarının içinde olmadığı tek bir Blues melodisi duyamazsınız; 2-3 adamın birlikte çaldığını sanırsınız ama o tek başına çalmaktadır” denildi.
1990'da yapılan bir araştırmada Robert Johnson'ın gitarının gerçekten de farklı bir şekilde akordlu olduğu fark edildi. Johnson bunu nasıl yaptığını hiç kimseye öğretmedi. Onu kendi başına gitar akordunu yaparken gören olmadığı gibi, gitar çalışını dikkatle izleyen biri olduğunda sırtını döndüğü ve tekniğinin kimse tarafından bilinmesini istemediği ortaya çıktı. Kariyerinde başarılı olmak için ruhunu şeytana sattığı söylenen sanatçının Blues'un ilk büyük ustası ve Delta Blues türünün yaratıcısı olarak kabul edildiği gerçeği ise hiç değişmedi. Sahneye ilk çıktığında dönemin popüler Blues sanatçılarından olan Lonnie Johnson'dan etkilenerek kısa bir süre için sahnede Robert Lonnie adını kullandı.
Robert Johnson ne yazık ki çok uzun yaşamadı ve 1938 yılında yani 27 yaşındayken hayata veda etti. 27 yıllık kısa yaşamına pek çok ölümsüz eser sığdırdı ama özellikle sanatçının son dönem eserleri yani 1936 ve 1937 yıllarında yaptığı kayıtlar kendinden sonra gelen Blues müzisyenlerini oldukça etkiledi.
Önceleri ekseriyetle sokak köşelerinde ve hafta sonu siyahların gittiği kulüplerde çalan gezgin bir şarkıcı olan Johnson, yaşamı boyunca pek tanınmadı. Neredeyse hiç para kazanmadı. 1936'da San Antonio'da, 1937'de Dallas'ta olmak üzere yaptığı kayıtlar son derece kötü stüdyolarda yapıldı. Doğaçlama yapılan bu kayıtların bir kısmı 1937-1938 yılları arasında, kalanı ise ölümünden sonra 78'lik single plak olarak basıldı. Bu kayıtların haricinde hakkında çok az şey biliniyordu. Mississippi Deltası yaşamının önemli bir bölümünü geçirdiği yerdi ve buradaki yaşamı araştırmacılar tarafından ölümünden çok sonra ele alınarak incelendi. Johnson’ın ölümü bile 6 ay sonra tesadüfen fark edildi. Bir gün bir organizasyon için müzisyen dostu John Hammond onu New York'ta Carnegie Hall’da “Spirituals To Swing” isimli konsere çıkartmak istedi. Kendisini bulabilmek için bir kişiyi görevlendirdi. Bu kişi Mississippi Deltası boyunca onu aradı. Öldüğü ancak o zaman anlaşılabildi. Bunun üzerine John Hammond konserin son bölümünde sahneye bir gramofon yerleştirerek izleyicilere Robert Johnson şarkısı dinletti ve böylece ona karşı olan son görevini yerine getirdi.
Robert Johnson’ın kayıtlarına sahip küçük bir plak şirketi olan olan Brunswick Records, Columbia Records tarafından satın alındığında plak şirketinin elinde bulunan tüm kayıtlar elden geçirildi ve “King of the Delta Blues Singers” adlı bir toplama albümü 1961 yılında yani ölümünden 23 sene sonra Columbia Records tarafından yayınlandı. Bu sayede eserleri geniş bir izleyici kitlesine ulaşma imkanı buldu. Albüm dönemin Amerikalı Blues sanatçılarını etkilemesinin yanı sıra, İngiliz Blues akımında da etkili bir rol oynadı. Dönemin önemli sanatçıları Johnson’a adeta itibarını iade ederek eserlerini icra etmeye başladı. Öyle ki, dönemin yıldızı yeni yeni parlayan sanatçılarından Eric Clapton, Johnson'dan "yaşamış en önemli Blues şarkıcısı" olarak bahsederken, Bob Dylan, Keith Richards ve Robert Plant Johnson'ın söz yazma stili ve gitar tekniğinin kendi çalışmaları üzerinde önemli etkileri olduğunu belirtti. Daha sonraki yıllarda yeni kayıtlar bulununca, bu kez 1970 yılında “King of the Delta Blues Singers, Vol. II” isimli bir albümü daha yayınlandı.
1990 yılında ise tesadüfen daha önce hiç bilinmeyen 5 yeni şarkı daha bulundu. Bu şarkılar "If I Had Possession over Judgment Day", "When You Got a Good Friend", "Traveling Riverside Blues", "Phonograph Blues" ve "Drunken Hearted Man" idi. İlginç değil mi? Bu şarkılar tesadüfen bulunmasaydı bugün belki de bu güzel şarkıları hiç bilmeyecektik. Bu beş şarkı “The Complete Recordings” adı altında yayınlandı.
Nihayet 1998 yılında Columbia/Legacy etiketi ile “King of the Delta Blues Singers” albümü elden geçirilerek yeniden yayınlandı. Ancak bu albümün ilginç bir özelliği vardı. Bu da albümün, mevcut kayıtların temizlenerek Remaster olarak kaydedilmesinin yanında, sanatçının 2000'li yıllarda bulunan tüm şarkılarının - buna yanlış çalıp söylediği kayıtlar da dahil - ilave edilerek yayınlanması idi.
'Ruhunu şeytana satan adam' efsanesi
Johnson’ın yaşamı araştırıldıkça ortaya ilginç bazı hikayeler çıkmaya başladı. Bu hikayelerin doğruluğu bilinmese de günümüze kadar gelen bir efsaneye göre sanatçı, kariyerinde başarılı olmak için ruhunu şeytana satmıştı. Efsane bu ya, Mississippi'de bir çiftlikte yaşayan genç bir adam olan Johnson, başarılı bir müzisyen olmak için aşırı bir istek duyuyordu. Bir gece yarısı gitarını Dockery çiftliği yakınındaki bir kavşağa götürmesi konusunda içinde aşırı bir arzu duydu. Orada büyük siyah bir adam tarafından karşılandı. Adam gitarı alarak akordunda bazı ayarlar yaptı, ayar yaptığı gitar ile birkaç şarkı çalarak gitarı Johnson'a geri verdi ve şöyle dedi: “Gitarını aldığında ruhun benim olur, kabul ediyor musun?”. Bu, söylentiye göre şeytanla bir anlaşmaydı. Ruhu karşılığında, Johnson Blues dünyasında harikalar yaratacaktı. Ama tabii bir bedel karşılığında. Bu olaydan sonra yaklaşık 1 yıl ortadan kaybolan sanatçı geri döndüğünde daha önce kimsenin duymadığı bir gitar tekniği ile şarkılarını söylemeye başladı. Sanki gitarına yedinci teli taktırmış ve çalışı ile bambaşka biri olmuştu. Gitardan çıkan ses aynı anda birkaç kişinin gitar çalması gibiydi. O yıllarda siyahların gittiği kulüpler müzisyenlerin para kazanabilecekleri tek mekanlardı ve Johnson, bir zamanlar gitar çalamadığı için horlanıp hatta alay edilip kapı dışarı edildiği kulübün yıldızı oldu. O dönemde bu yeni müzikten hiç hazzetmeyen ve şeytanın müziği olduğunu yayan kilise tarafından da hep şeytanın kendisi olarak anıldı.
Ancak efsane bir yana, konuyu enine boyuna araştıran müzikologlar, Mississippi Hazlehurst kasabasında bulunan ve o dönem çok yetenekli bir gitarist olan Ike Zinnerman isimli müzisyenin Robert Johnson'ı öğrencisi olarak eğittiğini ve İkisinin gece yarısı mezar taşları üzerinde otururken gitar çaldıklarını, bu sayede Johnson’ın kendisini geliştirdiğini söylüyor. Her ikisi de gerçek Blues’un gece yarısı bir mezarda, bir mezar taşı üzerine oturup, beyazlar tarafından katledilen kölelerin ruhunu hissederek yapılması gerektiğine inanıyor. Bu sayede Zinnerman'ın genç Johnson'ın gitar tekniğini ciddi şekilde etkilediği düşünülüyor.
ReMastered: Devil at the Crossroads - A Robert Johnson Story Belgeseli
Robert Johnson hakkında yapılmış pek çok belgesel mevcut ancak sanıyorum en gerçekçi ve detaylı olanı, biraz kurgusal da olsa, yönetmenliğini Brian Oakes’ın yaptığı, senaryosunu ise William Wheeler, Jeff Zimbalist ve Michael Zimbalist’in derlediği "ReMastered: Devil at the Crossroads – A Robert Johnson Story" belgeselidir. Belgeselde konuk olarak Keb’Mo, Keith Richards, Taj Mahal, Eric Clapton, ve Bonnie Raitt gibi pek çok ünlü sanatçının görüşleri yer alıyor. Ruhunu şeytana satma efsanesinden 27’ler kulübüne ve Afrikalı büyücülerin Hoo Doo büyülerine kadar Johnson ile ilgili pek çok gizemli konu belgeselde yer alıyor. Belgesel güzel bir söz ile sona eriyor: “Herkes kendi yaşamında bir dönem mutlaka bir yol ayrımına yani kavşağa – crossroads - gelir ve burada hayatta başarılı olmak için neleri feda etmeliyim diye düşünür. İşte Robert Johnson’ın da yaptığı tam olarak budur”.
Konuya ilgi duyan müzikseverler dostların mutlaka izlemesi gereken bir belgesel olduğunu belirtmeden geçmeyeyim.
Robert Johnson’dan etkilenen müzisyenler
Robert Johnson’dan bahsedip onun etkilediği sanatçılardan bahsetmemek olmaz çünkü Johnson’ı ölümsüz ve eşsiz kılan özelliklerinden birisi de sanatçının tanınırlığının kendi kayıtlarından değil, daha çok etkilediği sanatçıların yorumlarından olması. Örneğin “Sweet Home Chicago” gibi çok popüler olan bir şarkıyı çoğumuz biliriz ama bu şarkının Johnson’a ait olduğunu belki de bilmeyiz veya sonradan öğrenmişizdir. Ya da şarkıyı başkalarından çok dinlemişizdir de, orijinal kaydını hemen hemen hiç bilmeyiz. Robert Johnson eserleriyle o kadar çok müzisyeni etkilemiş ve hatta Blues yapmaya teşvik etmiş ki, hala onun şarkılarını yorumlayanlar ilgiyle dinleniyor.
Müziklerinin temeli Blues’a dayanan sanatçı ve gruplardan Rolling Stones, Led Zeppelin, Eric Clapton, Peter Green, John Mayall, Jeff Beck ve Bob Dylan gibi sanatçı ve grupların etkilendiği ve örnek aldıkları sanatçılar düşünüldüğünde, Blues’a altın çağını yaşatan Muddy Waters, Buddy Guy, Bo Diddley, B. B. King, Howlin’ Wolf, Chuck Berry gibi sanatçıların olduğu söylenir ancak Muddy Waters’dan Chuck Berry’ye tümünün müziğinde Robert Johnson vardır. Eric Clapton’ın yıllar sonra “Me And Mr.Johnson” isimli albümü ile vefa borcunu ödediği Robert Johnson için Blues müziğinin önde gelen sanatçıların söyledikleri sözler, hemen hepsinin müziğinin çıkış noktası olarak Johnson’ı işaret eder. Clapton, Johnson’ı kendisini müzik yapmaya iten kişi olduğunu, Keith Richards ise onun sadece şarkıları, sözleri ve gitar çalışını değil, sesinin de ürpertici olduğunu vurgulayarak, Johnson’ın kendine has bambaşka bir sınıfa ait olduğunu söylüyor.
“ReMastered: Devil at the Crossroads” belgeselinde Taj Mahal’in Johnson hakkında ne dediğini kendi sözleriyle aktaralım: “Radyo yoktu, müzik eğlence yoktu. Ama hafta sonları müzisyenler gelirdi. Esaretteki insanlar yani köleler için bir teselli görevi görürdü. Size bir çıkış sunardı. O, müziği çalar, kendinizin dışına çıkardınız. Herkesi de çıkarırdınız. Kendilerinin dışına...”
“Club 27” efsanesi
Robert Johnson 27 yaşında öldü. Bu sebeple sanatçı ne yazık ki 27 yaş efsanesini başlatan isim olarak anıldı hep. “Club 27” yani 27 yaşında ölen müzisyenler kulübü olarak bilinen bu talihsiz 27 yaş kulübünün üyelerinden en çok bilinenleri Jim Morrison, Janis Joplin, Jimi Hendrix, Brian Jones, Ron McKernan, Kurt Cobain ve Amy Winehouse’ın ortak özelliği sadece 27 yaşında hayatlarını kaybetmeleri değil, hepsinin de Robert Johnson gibi müzikal açıdan üstün yetenekli, farklı ve depresif ölçüde değişken ruh hali ve kişiliklere sahip olmaları idi. Ruhları bedenlerine sığmayan, aslında çok başarılı işler yaptıkları halde hiçbir zaman düşündükleri gibi olmadığını görüp daha fazlasını isteyen bu insanlar, alkol ve uyuşturucu kullanımının da etkisi ile kısa süren hayatlarına çok fazla şey sığdırdılar ve hepsi de müzik dünyasına ölümsüz eserler kazandırdılar. Buradaki efsane, bu insanların Robert Johnson’ın izinden giderek kısa sürede bu kadar başarılı olmak için şeytanla anlaşma yaptıkları ve vakit geldiğinde ise bedelini ödedikleri şeklinde. Tabii günümüzde bunun inanılır bir yönü yok ama yine de buna inanan bir kitle mevcut.
Ve Bir Kitap: The Devil's Music - A History of the Blues / Şeytan'ın Müziği - Blues Tarihi
Çok genç yaşta ölmesi, ruhunu şeytana satma efsanesi, şarkılarını mezarlıkta bir mezar başında yapması, ölüm sebebinin aydınlatılamamış olması, trajik yaşam öyküsü, hayat tarzının gizemli boyutu Johnson'u araştırmacılar için farklı ve çekici kılsada, müthiş bir yeteneğe sahip olduğu da ilgi odağı olmasında önemli bir etken. Hakkında yazılan çok fazla kitap mevcut ancak yeri gelmişken Giles Oakley’in 2004 tarihli “The Devil's Music - A History of the Blues/Blues Tarihi – Şeytan'ın Müziği” isimli nefis kitabını tavsiye etmeden geçemeyeceğim. Kitap Blues hakkında yazılmış en önemli referans kitaplar arasında gösteriliyor. Doğal olarak Robert Johnson’da kitap da kapsamlı olarak yer alıyor.
Yazımı Oakley kitabından bir pasaj ile bitirmek istiyorum. Bakın Giles Oakley kitabında Johnson için ne demiş: "Robert Johnson etrafındaki efsaneyi yaratan, yaşamının trajik bir biçimde kısa oluşuyla, şarkılarındaki yoğun içsel acı ve kötü bir şeylerin olacağı hissidir. Sadece otuz civarında şarkı kaydetmişti, ancak bunların hepsi bir araya geldiğinde, zihindeki gizli korkular ve endişelerle dolu, huzursuz, kendi kendini yok eden bir iç dünyayı canlandırmaktadır. Kimi zaman, onu içerden zorlayan duygulardaki veya onu güden, rahat bırakmayan ve kafasını karıştıran gerilim ve nevrozlardaki aşırılığı zorlukla kontrol ediyormuş gibi görünüyordu. Tıpkı dipsiz bir ruhsal çözülüş uçurumunun kenarındaymışçasına, slide gitar çalışı, kontrollü ifadelerden, abartılmış efektlere kayarken, sesi aşırı çılgınlıktan küçük bir çocuğun incinebilirliğine geçiveriyordu.Sesi sakin ve lirik bir yumuşaklığa sahipti, gitarı ince bir biçimde düşünülüp çalınırken bile, rahat bırakmayan bir acı daima yüzeye çıkmaya hazırdı."
Müzikle kalın.
Tamer Tekelioğlu
Cazkolik.com / 04 Ekim 2021, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.