John Birks "Dizzy" Gillespie; tüm zamanların en iyi trompetçilerinden biri (hatta kimilerince en iyisi) olarak kabul edilen Amerikalı trompetçi, besteci ve grup lideridir. Hayatı bebop tarihiyle özdeş olan ve karmaşık stili 1970`lerde Jon Faddis`in sahneye çıkışına dek taklit edilemeyen Dizzy, Roy Eldridge`den devraldığı virtüoziteye armoni ustalığını da ekleyerek caz tarihinin gelmiş geçmiş en önemli figürlerinden biri olmuştur. Cheraw, South Carolina`da doğan Gillespie, ailedeki 9 çocuğun en küçüğüdür. 4 yaşında piyano çalmaya başlar, 12 yaşında kendi başına trombon ve trompet çalmayı öğrenir. İdolü Roy Eldridge`i radyoda dinlediği gece caz müzisyeni olma hayalleri kurmaya başlar. Laurinburg, North Carolina`daki Laurinburg Institute`ta 2 sene burslu olarak eğitim gördükten sonra ailesiyle birlikte Philadelphia`ya taşınır ve 1935 yılında Frank Fairfax Orchestra`ya katılarak ilk profesyonel işini alır. 1937 yılındaysa Teddy Hill orkestrasında Roy Eldridge`in yerine geçer; ilk kaydı olan "King Porter Stomp"u da burada yapacaktır. Orkestrada geçirdiği kısa sürede bir de Avrupa turnesine katılan Dizzy`nin bu dönemini Teddy Hill`den dinleyelim: "Müzisyenlerimden bazıları, bu zıpırı da götürecek olursam grubu terketmekle tehdit ettiler. Ancak genç Dizzy`nin bütün egzantrikliğine ve usandırıcı esprilerine rağmen grubun en mazbut üyesi olduğu ortaya çıktı. O kadar sıkı para biriktiriyordu ki, diğelerini kendisinden borç almaları konusunda yüreklendirdi. Büylece ABD`ye döndükten sonra işler kötüye giderse bir yerlerden geliri olacaktı."
Dizzy Gillespie çalmaya başladığı andan itibaren başarıyı yakalar. İlk olarak Paris`te başkalarından "farklı" çaldığı dikkati çeker. Fransız bir davulcu o zamanlar şöyle yazmıştır: "Teddy Hill`in orkestrasında büyük gelecek vaat eden çok genç bir trompetçi var. Kayıt doldurması için kendisine şans tanınmaması çok yazık. Tromboncu Dicky Wells ile birlikte grubun en yetenekli müzisyeni o. İsmi Dizzy Gillespie." Avrupa`dan döndükten sonra bir sene boyunca çeşitli gruplarda genellikle serbest solist olarak çalışan Dizzy, 1939 yılında Cab Calloway`in orkestrasına katılır ve burada ilk bestelerinden biri olan "Pickin` the Cabbage"i kaydeder. Ancak Cab Calloway Dizzy`nin çalış tarzından hoşlanmaz ve sololarını "Çin müziği" diye nitelendirir; ayrıca sürekli muzipilk -bazen de kavga peşinde- oluşundan rahatsızlık duyar. Bir konserin orta yerinde şefe kağıttan minik bir top atılır. Calloway Dizzy`nin yaptığını sanır (oysa gerçek müsebbip bir diğer trompetçi Jonah Jones`tur) ve perde kapandıktan sonra tartışırlar. Basçı Milt Hinton`a göre: "Cab bir hamle yaptı, Dizzy de bıçakla üstüne yürüdü. Ben elini kavradım. Cab ancak soyunma odasına gelip de kan görünce, Dizzy`nin karnına bir bıçak salladığını anladı." 1941 yılında cereyan eden ve Jean Bach`ın 1997 yapımı "The Spitball Story" filmine de konu olan bu olaydan sonra Dizzy orkestradan atılır. 1941-1943 arası dönemde Ella Fitzgerald, Coleman Hawkins, Charlie Barnet, Fess Williams, Les Hite, Claude Hopkins, Lucky Millinder ve hatta 4 hafta boyunca Duke Ellington ile çalışır ve Benny Carter, Jimmy Dorsey, Woody Herman orkestraları için aranjmanlar yapar. 1942 yılının sonlarına doğru, Charlie Parker`ın da tenor saksofoncu olarak yer aldığı Earl Hines Big Band`de çalar, ki müzisyenler birliğinin kayıt yasağından dolayı herhangi bir plak kaydedemeyen bu orkestra bebop tarzında çalan ilk topluluktur. Gillespie`nin orkestrayla ilgili görüşüyse şöyledir: "İnsanlar Hines grubundan "bop`un küvözü" diye bahsediyorlar ve o müziğin öncülerinin Earl Hines orkestrasında toplandığını söylüyorlardı. Ayrıca bunun yeni bir müzik olduğu gibi hatalı bir izlenime sahiptiler, ki değildi. Daha önce mevcut olanın geliştirilmiş haliydi ve aynı temel müzikti. Fark sadece oradan buraya nasıl vardığında yatıyordu... tabii olarak her dönem kendi müziğini yaratmaktaydı (Dizzy bunu "naturally each age has got its own shit" şeklinde ifade etmektedir)." 1944 yılında Hines`ın şarkıcısı Billy Eckstine bop tarzında çalan bir big band kurar ve Dizzy de Charlie Parker ve Sarah Vaughan`la birlikte gruba dahil olur. "Opus X" ve "Blowing the Blues Away" bu dönemin bilinen kayıtları arasındadır. Billy Eckstine Dizzy`yi şöyle anlatır: "Dizzy bir tilki gibidir. O tanıdığım en akıllı oğlanlardan birisidir. Müzikal açıdan her zaman ne yaptığının bilincinde olmuştur. Dinlediği her şeyin belki bir kulağından girip ötekinden çıktığını zannedersin, ama içine işler ve kalır. Sonra eve gidecek ve üzerinde düşünecektir..."
Yine 1944`te Coleman Hawkins`in liderliğinde, gerçek anlamdaki ilk bebop kayıtları olarak kabul edilen ve kendi bestesi "Woody`n You"nun ön plana çıktığı (diğerleri "Bu-Dee-Daht" ve "Disorder at the Border") kayıtlarda çalan Dizzy Gillespie için 1945 oldukça önemli bir yıldır. Daha önce Minton`s Playhouse ve Monroe`s Uptown House gibi bop`un kristalleşme noktaları olarak kabul edilen mekanlarda Charlie Parker`la jam session`lara katılmış olan sanatçı nihayet Bird`le plak kayıtlarında buluşacaktır. İkilinin birlikte yaptıkları "Salt Peanuts," "`Shaw Nuff," "Groovin` High," ve "Hot House" gibi plaklar ve yine Dizzy`nin tamamen farklı bir şekilde ele aldığı Bunny Berigan hiti "I Can`t Get Started", daha önce gelişimine tanık olmadıkları bu ileri müziği ilk kez duyan swing hayranlarını şoka uğratır. Bu yeni stilin cazın ana akımı olarak kabul görmesi için iki yıl daha geçmesi gerekecektir. Diz`le Bird`ün 22 Haziran 1945`te New York`un Town Hall`ünde verdikleri ilk (ve en büyük) küçük grup konserlerinin kaydı 2005 yılında bulunup piyasaya sürülmüştür. Dizzy Gillespie yeni müziğe müzikal anlamda yaptığı katkının yanısıra görünüşüyle de bir sembol haline gelmiştir. Leonard Feather anlatıyor: "... Dizzy`nin `52nd Street`te kendisine koşulsuz tapan yığınla hayranı vardı. Giyinişini, yürüyüşünü, sakalını ve dış görünüşünde başka ne varsa taklit ediyorlardı." Dizzy o zamanlar bebop modası olarak dünyayı saran şeyi (bere, keçi sakal ve bop gözlükleri) yaratmış ve magazin dergileri "bebop kravatları" dağıtmaya başlamışlardır. Yaratıcı katkıyı büyük ölçüde Charlie Parker`dan alan bebop`a dünyayı fethetmesini sağlayan pırıltıyı ve gücü veren sanatçı için bir kez daha Billy Eckstine`i dinleyelim: "Bu müziğin gerçek anlamda icra edilmesi, herkesten çok Bird sayesinde olmuştur; ancak kalıcı izler bırakması Dizzy sayesindedir."
Gillespie aslında tam bir büyük orkestra adamıdır. 1945 yılındaki ilk tecrübesi başarısızlıkla sonuçlanan sanatçı, aynı yılın sonunda Bird`le birlikte batı yakasına gider ve Los Angeles`ta Billy Berg`in kulübünde çalar. Dinleyicinin yeni müziğe karşı takındığı kararsız ve hatta düşmanca tutum sonucu grubu dağıtarak New York`a döner ve ertesi yıl yeni bir orkestra kurar. Ancak bu seferki oldukça başarılı ve etkili bir gruptur ve 4 yıla yakın bir süre faaliyet gösterir. Gelecekteki the Modern Jazz Quartet üyelerini (Milt Jackson, John Lewis, Ray Brown,ve Kenny Clarke), ayrıca James Moody, J.J. Johnson, Yusef Lateef ve hatta genç John Coltrane gibi önemli müzisyenleri bünyesinde barındıran Dizzy Gillespie Big Band yeni müziğin üretildiği bir zemin vazifesi görür. Orkestranın icra ettiği "Manteca" bir caz standartı haline gelir; kıyametle gelecek olanları anlatan ve insanın kaos üzerindeki zaferini simgeleyen "Things to Come" heyecan verici, fütüristik bir çalışmadır; "Cubana Be/Cubana Bop" ise Kübalı perküsyon ustası Chano Pozo`yu caz dünyasına tanıtır. 1940`ların sonlarında Afro-Cuban müziğiyle ilgilenmeye başlayan ve latin caz trompetçisi Mario Bauza vasıtasıyla Chano Pozo`yla tanışan Gillespie, Pozo`yu orkestrasına alarak modern caza Batı Afrika`nın en eski davul figürlerini ve ritmlerini sokar. Sanatçı cazın nereye doğru gittiği sorusuna şöyle cevap vermiştir: "Herhalde bir zamanlar başladığı noktaya, bir insanın davula vurmaya başladığı yere doğru gidecek."
1950`de ekonomik sebeplerle orkestrasını dağıtmak zorunda kalan Dizzy, en ünlüsü 1953`teki Massey Hall konseri olmak üzere Charlie Parker`la sanatçının 1955`teki ölümüne dek birkaç kez yeniden bir araya gelir, Jazz at the Philharmonic turlarına katılarak idolü Roy Eldridge`le birlikte çalma fırsatı bulur ve Stan Getz, Sonny Rollins ve Sonny Stitt gibi isimlerle birlikte all-star albüm kayıtları yapar. 1956 yılındaysa Amerikan Dışişleri Bakanlığı`nın sponsorluğunda yeniden büyük bir orkestra kurar ve uzak turnelere çıkar; önce Asya`ya ve Güney Avrupa`ya, sonra Güney Amerika`ya. Üyeleri arasında Lee Morgan, Joe Gordon, Melba Liston, Al Grey, Billy Mitchell, Benny Golson, Ernie Henry ve Wynton Kelly`nin yer aldığı ve Quincy Jones`un aranjmanlarına katkıda bulunduğu orkestra, 1956`da Kıbrıs krizi doruğundayken Atina`da kariyerinin en muhteşem konserlerinden birini verir. Yunanlıların Amerikalılara duyduğu öfke dolayısıyle büyük bir gerilim içinde başlayan konser, orkestranın Dizzy`nin konserden kısa bir süre önce yazdığı "Tour de Force"u çalmaya başlamasıyla birlikte iklim değiştirir. Bütün Atina Dizzy Gillespie grubuyla kendinden geçer ve siyasal iklim de hissedilir şekilde değişir; öyle ki bir gazete şöyle bir saptama yapmaktadır: "Dizzy Gillespie, ABD`nin dünyanın bu bölümündeki bütün diplomatlarından daha iyi bir diplomat." Yine Anti-Amerikan duyguların yoğun olduğu Latin Amerika`da kalabalıklarla son derece iyi bir iletişim kuran ve gittiği her ülke ve şehirde sayısız dost edinen Dizzy, yıllar sonra bu dönemi şu sözlerle anacaktır: "Hayatımın en mutlu günleriydi. Müzikal anlamda birşeyler başarmanın yanısıra iyiniyet yönünden de amacımıza ulaşmıştık."
Orkestranın 1958`de dağılmasının ardından quintet formatına geri dönen Dizzy Gillespie, 1960`lar boyunca Junior Mance, Leo Wright, Lalo Schifrin, James Moody ve Kenny Barron gibi müzisyenlerle çalışır. Hevesi kırılmamış gözükmekle birlikte (ki bu dönemde Miles Davis`in etkisi ve popülaritesi artarak anketlerde kendisini geride bırakmaya başlamıştır) gardının düştüğü bir anda gerçek duygularını açığa çıkarır: "Caza katkımın farkındayım. Diğerlerinin yapmayı başaramadıkları neleri yaptığımı iyi biliyorum; aynı şekilde Charlie Parker ve Monk`un yaptıklarını da. Bugünlerde insanların `Round Midnight`, `All the Things You Are` gibi parçalarda ve hatta Frank Sinatra aranjmanlarında Bird`le yaptığımız şeyleri taklit ettiklerini duyuyorum, ve bunları çalanlar çaldıklarının nereden geldiğini farketmiyorlar bile! Ama ben biliyorum. Bugün takdir edilmesem bile yaptığım plaklar gelecek kuşaklara bütün hikayeyi anlatacaklar." 1960 yılında Down Beat dergisinin Jazz Hall of Fame`ine seçilen Dizzy, 1964 yılında ABD başkanlık seçim kampanyasına -tabii şaka yollu- bağımsız aday olarak katılır. Vaatleri arasında Beyaz Saray`ın adını "The Blues House" olarak değiştirmenin yanısıra kabineyi şu üyelerden oluşturmak yer almaktadır: Duke Ellington (Secretary of State), Miles Davis (Director of the CIA), Max Roach (Secretary of Defense), Charles Mingus (Secretary of Peace), Ray Charles (Librarian of Congress), Louis Armstrong (Secretary of Agriculture), Mary Lou Williams (Ambassador to the Vatican), Thelonious Monk (Travelling Ambassador) ve Malcolm X (Attorney General). Yine 1960`larda grup elemanı Arjantinli besteci / piyanist Lalo Schifrin`in yazdığı "Gillespiana Suite" ve "New Continent" eserlerini büyük orkestra eşliğinde Carnegie Hall (1961) ve Monterey Caz Festivali`nde (1962) seslendirip kaydeden Gillespie, her iki eserle de yaratıcılığının doruklarına ulaşır. 1970`lerin başlarında "Giants of Jazz" topluluğuyla, ki Art Blakey, Al McKibbon, Thelonious Monk, Sonny Stitt ve Kai Winding gibi isimlerden oluşmaktadır, turneye çıkar; 1979 yılındaysa To Be or Not to Bop adlı otobiyografisini yayınlar. 1980`ler Paquito D`Rivera, Arturo Sandoval, Flora Purim ve David Sanchez gibi isimleri bünyesinde barındıran the United Nation Orchestra yıllarıdır. Trompet tonu zayıflamış ve performanslarında himayesindeki Arturo Sandoval ve Jon Faddis gibi yetenekleri ön plana sürmeye başlamıştır; canlı şovlarında komedi rutinleri ağırlıktadır artık. Buna rağmen 1989 yılı boyunca toplam 27 ülkede 300 performans sergiler, ABD`nin 31 eyaletinde 100 kadar şehirde sahne alır, 2 senfoni orkestrasıyla çalar ve 4 albüm kaydeder. Nijerya`da "geleneksel reis" olarak taçlandırılır ve Fransa`nın en prestijli kültür ödülü olan "Ordre des Arts et des Lettres"e layık görülür. Ayrıca yine aynı yıl "Grammy Yaşam Boyu Başarı Ödülü"yle onurlandırılır. 2004 yılında yayınlanan The Winter in Lisbon adlı bir filmde de rol alan Dizzy Gillespie, 6 Ocak 1993`te pankreas kanseri sonucu 75 yaşındayken hayata veda eder.
1970 yılından beri Baha`i inancına mensup olan sanatçıya, biri kendi isteği doğrultusunda sadece yakın arkadaşları ve meslektaşlarının katıldığı Baha`i cenazesi ve diğeri New York`taki Cathedral of St. John the Divine`da halka açık olmak üzere iki adet cenaze töreni yapılmıştır. Müzikteki amacını "Yapmak istediğim, yapmış olduğum herşeyi geliştirmek. Bir mimar yapmış olduğu bir binaya yeni kanatlar eklemek istediğinde, bina hala aynı binadır. Bitirene kadar uğraşmayı sürdürür ve öldüğünde başka biri yerine geçip devam eder" şeklinde açıklayan ve cazı da "Caz sahip olduğumuz ve bütün dünyanın da istediği tek şey. O, farklı dilleri konuşsalar da birinin yaptığını diğerinin hissettiği bir çeşit buluşma noktası" diye tarif eden Dizzy Gillespie`yle ilgili son anekdotumuz, şişik yanakları gibi bir alamet-i farikası olan 45 derece bükük trompet boynuzuyla ilgili: Otobiyografisine göre, 6 Ocak 1953`te eşi Lorraine`in doğum günü partisindeki dans esnasında birisinin ayağı Dizzy`nin trompetine takılır. Çalgı yamulur ve boynuz yukarı doğru bükülür. Leonard Feather`a göre "Kızgınlığı geçince Dizzy aleti çalmayı denedi. Bu şekilde tınının kulağa daha iyi geldiğini fark etti. Hemen ertesi gün bir trompet firmasına giderek, seri üretimini yapıp yapamayacaklarını sordu..." Dizzy aletin patentini almak ister. Ancak ortaya çıkar ki, benzer bir aletin yüz elli yıl önce patenti alınmıştır.
Arto Peştemalcıgil
Cazkolik.com / 12 Ekim 2012, Cuma
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.