Erçin Kaya: Caz, müziğimle empati kurdu

Erçin Kaya: Caz, müziğimle empati kurdu

İlk solo piyano albümü “Music for Piano” ile dinleyici karşısına çıkan besteci ve piyanist Erçin Kaya, albümdeki her parçanın birbirine bağlı olduğunu belirtiyor. Caz müziğin bu bütünlüğü sağlamada büyük payı olduğunu ifade eden Kaya, şöyle anlatıyor: “Özellikle özgürlük alanı daha geniş ve yaratıcı fikirlere daha açık modern caz bu geçişkenliğe izin veriyor. Caz oldukça anlayışlı ve empatik bir müzik.”

 

Çağdaş klasik müziğin temsilcilerinden besteci ve piyanist Erçin Kaya, yılların birikimini ilk albümüne dönüştürdü. Her bastığı nota ile yeni keşifler sunan müzisyen “Music for Piano” albümü ile dinleyiciyi 10 parçalık içsel bir yolculuğa çıkarıyor. Tamamı enstrümantal parçalardan oluşan çalışma tek seferde ve doğaçlama olarak kaydedildi. Her parçanın bir diğerini tamamladığı albüm, akışkan ve kesin sınırları olmayan bir bütünlük içinde.

 

Albümü oluştururken zaman algısını kaybettiğini söyleyen müzisyen, “Music for Piano”yu zamanın ötesinde bir çalışma olarak tanımlıyor. Kaya, albümü için şu ifadeleri kullanıyor: “Bu albümde piyano nefes alan bir canlı gibi, sanki benim aracılığımla kendisini anlatıyor. Hem benim hem de piyanonun ta içinden gelen bir yolculuk.”

 

İşte bu yolculuğa tanıklık etmek ve Kaya’yı daha yakından tanımak için bir fırsat. Hazırsanız başlayalım.

 

Işıl Çalışkan

 


 

 

 

 

Bu albümü oluştururken zaman algımı kaybettim

 

Işıl Çalışkan: Öncelikle “Music for Piano”nun hikâyesini dinlemek isteriz.

 

Erçin Kaya: ”Music for Piano” kendi hikâyesini yazıyor, yazdırıyor. Benim için zamanın ötesinde bir çalışma. Yatay değil de dikey bir zaman algısıyla ortaya çıkmış gibi. Bu albümü oluştururken zaman algımı kaybettim. Dinleyenler arasında da benzer duygu ve düşüncede olanlar var. Buna benzer çalışmalar yapmaya 2009’da Amsterdam’da başladım. “No Matter How Far” isimli bestem bunlardan biri. Dileyenler Soundcloud/ercinkaya adresinden dinleyebilir. Konsantre olduğum referans bir duygu var bu çalışmalarda. O duygunun etrafında tüm müzikal yapıyı kurmaya ve geliştirmeye çalışıyorum. Rezonans içindeki akorlar ve melodiler piyanonun zengin tınısal özellikleriyle birleşiyor. Bir müzisyen arkadaşım ilk defa piyanoyu böyle duyuyorum demişti. Özetle, bu albümü hazırlarken bir fikirden çok bir ses duygusunun peşinden koştum. O sesi, duyguyu koruyabildiğim müzikal malzeme ve koşullarda çalışmanın anını kolladım, bulduğumda ise orada üretime geçtim. Eflatun renginde çok güzel bir duygu, ses.

 

 

Yazılı çalışmamayı tercih ettim

 

 

Işıl Çalışkan: Albümdeki parçalar sanki birbirine kenetlenmiş gibi. Tek tek de öyle ama birlikte daha anlamlı. Bu sizin planladığınız bir durum muydu?

 

Erçin Kaya: Evet çok doğru, her parça birbirine bağlı. Bu hiç planladığım bir durum değildi. Doğallık içerisinde öyle gelişti. Bu da ancak doğaçlama ile yapılabilir. Notaları tek tek yazmaya kalktığınızda bambaşka, kendini daha farklı yerlere götüren bir müzik oluşuyor. İstediğim o değildi. Bu nedenle yazılı çalışmamayı tercih ettim. Piyano değil de başka bir enstrüman olsaydı her şey daha da farklı olurdu. Sonuçta bu sesin yolculuğu. Koşullarına göre gezindiği yer de değişiyor.

 

Işıl Çalışkan: Cazın bu geçişkenlikte nasıl bir etkisi var?

 

Erçin Kaya: Caz tabii en geçirgen ve geçişken müzik türlerinden birisi. Cazın içinde de onlarca tarz var. Özellikle özgürlük alanı daha geniş ve yaratıcı fikirlere daha açık modern caz bu geçişkenliğe izin veriyor. Caz oldukça anlayışlı ve empatik bir müzik.

 

 

Piyano, nefes alan bir canlı gibi

 

 

Işıl Çalışkan: Peki, dinleyiciyi çıkardığınız bu içsel yolculukta piyanonun nasıl bir rolü var?

 

Erçin Kaya: Piyano bunun için en uygun enstrüman. Ses perdesindeki genişlik, tını zenginliği, artan armonik ve teknik olasılıklar piyanoyu bu yolculuk için çok uygun bir araç haline getiriyor. Bu albümde piyano nefes alan bir canlı gibi, sanki benim aracılığımla kendisini anlatıyor. Hem benim hem de piyanonun ta içinden gelen bir yolculuk.

 

 

Seslere aracılık eden bir yaratıcılık

 

 

Işıl Çalışkan: Piyanonuzla aranızdaki bağı nasıl anlatırsınız?

 

Erçin Kaya: Benim bir uzantım gibi. Ama sessel/ruhsal bir uzantım. Ne anlatmak istesem anlıyor, cevap veriyor. Bu kadar derin bağ, bu enstrümanı akortlamayı ve tüm yapısal teknik detaylarını bilmemden kaynaklanıyor olsa gerek. 250 teli tek tek akortlayıp bir ahenge kavuşturunca hem zihninizde hem de kulaklarınızda çok farklı bir boyutsallık açılıyor. Sonra besteci tarafım devreye giriyor ve o seslere aracı bir yaratıcıya dönüşüyorsunuz.

 

 

 

Sesler benim için canlı

 

 

Işıl Çalışkan: Müziğinizi “sezgisel müzik” diye tanımlamışsınız. Bu son dönemde müzikteki türler arasındaki geçişkenlikle mi ilgili?

 

Erçin Kaya: Evet son dönemde türler çoğaldı, gelişti. Türler arasında genetik geçiş de arttı haliyle. Ama sezgisellik ve sezgisel müzik diye tanımlamaya çalıştığım durum bu genetik materyalin tamamen duygu ve düşüncenin ötesinde bir anlayış ve hassasiyette işlemekle ilgili. Sesler benim için canlı. En nihayetinde özünde her şey ve hepimiz titreşimlerden oluşuyoruz. Yani sesiz ve sesin bir bilinci var. Bunu duymalı, kalp kulağıyla dinlemeli ve büyük bir hassasiyetle işlemeliyiz. Besteci veya müzisyen olarak bu hassasiyette dolaştığım zaman dinlemekten çok keyif aldığım işler çıkıyor ortaya.

 

Işıl Çalışkan: Sezgisel müzik size nasıl özgürlükler tanıdı?

 

Erçin Kaya: Sonsuz bir özgürlük. Uçsuz bucaksız bir yaratım alanı. Müzik sonsuz bir duygu deniz gibi, sezgilerinize ve deneyimlerinize güvenip bu denizde dolaşmak ve ortaya çıkanı dinleyiciyle paylaşmak çok keyifli. Bu sonsuz denizde onları da çok değişik tropikal adalara götürüyor beraber bir maceraya çıkıyorsunuz.

 

 

Her kültürün kendi telaşı var

 

 

Işıl Çalışkan: Türkiye dâhil olmak üzere İngiltere, Hollanda, İtalya gibi pek çok ülkede sahne alma fırsatı yakaladınız. Kültür farklılıkları dinleyici alışkanlıklarını nasıl şekillendiriyor sizce?

 

Erçin Kaya: Çok önemli bir soru. Hem de çok şekillendiriyor. Bir kere her kültürün kendine göre bir telaşı var. Sanat telaşsız bir ortamda oluşur. Öncesinde ve sonrasında hem zamanınız hem de zihninizde yer olmalı. Hollanda dinleyicisinin zamanı ve zihninde o müziği işleyecek alanı vardır. Modern müziklerin en çok dinleyicisi olduğu yerlerden birisidir. Konserlere çok farklı şehirlerden dinleyiciler gelir. Tıka basa dolu, biletlerin önceden tükendiği modern müzik festivali hayal edin. Hayal değil gerçek. Çünkü bu müziği algılayıp özümseyebilecek her türlü altyapıya sahip dinleyici bulmak daha kolay. Ama son yıllarda bu durum Türkiye’de de gelişmeye ve değişmeye başladı. Alışagelenin dışında işler modern sanat ve kültür kurumlarının da destekleri sayesinde ilgi görmeye başladı.

 

Işıl Çalışkan: Türkiye’de enstümantal müziğin nasıl bir karşılığı olduğunu düşünüyorsunuz?

 

Erçin Kaya: İnanılmaz yetenekli müzisyenlerimiz, virtüözlerimiz var. Hepsi genç, hevesli ve enerji dolu. Birçoğunu çok yakından tanıyorum. Kendi müziklerinin ortamsallığını yaratmak için canla başla çalışıyorlar ve ortaya müthiş işler koyuyorlar. Tüm bunlar olurken haliyle enstrümantal müzik de seyircisini oluşturuyor,  kendisini geliştiriyor. Vokalin ve sözlerin müzikte bir enstrüman gibi kullanıldığı çalışmalar da buna dahil.

 

 

Tabii ki sanatın yarışması olmaz

 

 

Işıl Çalışkan: Edip Cansever’in Gözleri şiiri üzerine bestelediğiniz bir akapella koro eseri, Kültür Bakanlığı’ndan mansiyon ödülüne layık görüldü. Sanatta yarışma fikrine nasıl bakıyorsunuz?

 

Erçin Kaya: Aslında bu yarışmaya çok sevdiğim bir hocamın ısrarı üzerine katılmıştım. Katıldığım tek yarışma. Tabii ki sanatın yarışması olmaz, olamaz. Bunu hepimiz biliyoruz, jüri de biliyor yarışmacı da… Hepimizin bu dünya şartlarında oynadığı bir tiyatro oyunu gibidir yarışmalar. Size bir takım özgürlükler ve çabalarınızın karşılığını alma şansı getiriyor. Bir de üretme şevki, motivasyonu sağlıyor. Özetle yarışmalar gerekli.

 

Işıl Çalışkan: Fotoğraf sanatçısı Madeleine D. Roy ile üzerinde çalıştığınız Streets/Sokaklar projesinden bahseder misiniz? Fotoğraf ve müziğin buluşması neden anlamlı?

 

Erçin Kaya: Müzikle fotoğraf birbirine arka çıkıyor. Destekleyip tamamlıyor. Bu çalışmada yapmaya çalıştığım müzik fotoğrafın anlatıcısı gibi. Fotoğraf da müziğin tek karedeki anlatımı. Fotoğraf, sinema gibi zamanla koşturmuyor. Dondurulmuş zamana bakıyorsunuz… Müzik ise akışkan ve size sanki orayı anlatıyor. O duyguyu daha renklendirip daha da heyecanlandırıyor, anlamlandırıyor. O fotoğraf karesi de titreşim ve canlı. Öyle bakmalı ki bir süre sonra oradaki sesler zihninizde canlanmaya başlasın. Sinema ve müzik ilişkisindense fotoğraf ve müziği daha öze yakın buluyorum. Sokaklar projesinde de Madeleine D.Roy’un analog makina ve filmleriyle yakaladığı kareler müziğe dönüşüyor. Sanki o sokağın içine dalıyor ve müzikle gezmeye başlıyorsunuz.  30 kısa parça ve seçilmiş fotoğraf var. O karelerdeki binaların, insanların, renklerin ve ışığın müziği.

 

Işıl Çalışkan: Cazkolik okuyucuları için bir mesajınız var mı?

 

Erçin Kaya: Bu röportajı okudukları, sanata, müziğe destek ve değer verdikleri için çok teşekkür ediyorum.

 

Işıl Çalışkan

 

Cazkolik.com / 07 Nisan 2021, Çarşamba

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Işıl Çalışkan

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.