Erden Kıral'ın izlediğim ilk filmi "Ayna" idi. Film 1984 yılında çekilmiş ama ben ne zaman, nerde izlediğimi hatırlamasam da filmden etkilendiğimi hatırlıyorum. Aklımda kalmış bölük pörçük sahneler...
'Erden Kıral öldü' haberini okuyunca "Ayna" filmi aklıma geldi. Youtube'dan bulup izledim, bazı sahneleri hatırladım. İlk izlediğimde dikkatimi çekmemişti ama müzik film başladıktan dört dakika sonra ilk kez duyuluyormuş. Hayatın sesleri müziğin yerini gayet güzel alıyormuş meğer.
Şimdi toplumcu gerçekçilik filan diyeceğim ne kadar boş bir kalıp söz olacak, bence, bu cümleye hiç rağbet etmeyelim.
Filmin ilk sarsıcı sahnesi Zelihan (Nur Sürer) ile Küçük Ağa'nın (Hikmet Çelik) taş duvarlı yolda karşılaştıkları andır. Hiçbir sözün sarfedilmediği bu ilk anda Küçük Ağa'yı görür görmez sırtını dönerek çömelen Zelihan'ın yanına gelen Küçük Ağa elindeki kağıt 500 lirayı Zelihan'ın önüne yere koyar, Zelihan'ın almayacağı para rüzgardan uçmasın diye üzerine bir de küçük taş koyar. Sembolik olarak çarpıcı bir sahnedir. Hiç bir söz sarfedilmeden iki insan arasındaki ilişkinin öncesini ve şimdisini anladığınızı düşündürten kısa bir an.
Filmin ikinci sarsıcı sahnesi (ki bu arada daha filmin en başındayız) yine Zelihan'ın taş duvarlı yolda Küçük Ağa ile bir kez daha rastlaştığı sahnedir (ve elbette bu rastlaşmalar o kadar tesadüfî değildir). Zelihan, Necmettin (Suavi Eren) ile evli olsa da (ve Küçük Ağa ile ilk karşılaşmasını ve parayı kocasına gizlemeden anlatsa da) Küçük Ağa'nın ilgisine tepkili bir mahcupluk içindedir, zarar görmeyeceğini anlar ama ahlâken mesafeli olma gerekliliğinin sınırlarında durur.
Yine sırtını dönerek çömelir, Küçük Ağa parayı bir kez daha Zelihan'ın önüne koyar, ardından, ilginç bir sahne yaşanır, Küçük Ağa cebinden çıkardığı yuvarlak küçük el aynasını eğilerek Zelihan'ın kendini göreceği şekilde tutar, Zelihan aynada kendini görür, kamera kısacık bir an ikisini aynanın içinde yanyana gösterir ve aynayı yere, önüne bırakır, Zelihan kararsız mahcubiyetle kalkar ve bir şey söylemeden giderken Küçük Ağa'nın kendi kendine konuştuğunu duyarız;
"Sonunda içi bana boşandı Zelihan'ın. Artık benden bir şey geçti ona, az önce benim olan şey şimdi onun oldu, artık gölgesinin dönmesi yakındır bana"
Günlük insan ilişkilerinde kurulacak türden bir cümle değil bu. Bir yönetmen cümlesi olduğu besbelli ama aynı oranda etkili bir anlatım ve görsel dile sahip.
Bu noktadan sonra filme değil caza dönüyorum, çünkü amacım filmin devamını ya da konusunu anlatmak değil...
Kuzey Avrupa cazı dediğimiz olgu bu tür sahneleri iyi anlatabilecek sanatçılara sahip. Misal çok sevdiğim saksofoncu Yuri Honing, kontrbasçı Arild Andersen, "Düşüş" isimli bir romanı da olan piyanist Ketil Bjornstadt ve başka müzisyenler ama özellikle saksofoncu Yuri Honing.
Erden Kıral'ın filmine koyacağınız türden bir müzik değil belki ama duygusu dinleyene mükemmel geçen bir anlatıcıdır Honing. Bu yüzden filmi yeniden izlerken aklıma ilk gelen Yuri Honing oldu. Honing'in anlatım gücündeki yoğunluk Erden Kıral'ın kurguladığı sahnelerin (elbette hepsi için denilmese de özellikle bu iki sahnenin) müzikteki karşılığı gibidir benim için.
Erden Kıral'ın başka filmlerini de izledim ama böyle bir koşutluk kurduğumu hatırlamıyorum, bu ilk kez aklıma geldi. Kıral'ın pek çok filminden sahneleri bir de bu gözle izledim ve şimdi eminim ki, evet, Erden Kıral sineması bir tür Türk cazıdır.
Anlattığım bu sahnelerde Nur Sürer'in oyunculuğunu da mutlaka belirtmeliyim.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 20 Temmuz 2022, Çarşamba
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.