Güç Başar Gülle ikinci yazısında son haftaların tartışmalı konusuna farklı bir bakış açısı getiriyor.

"Arabesk ve Biz"

Geçtiğimiz günlerdeki en önemli tartışma konularından biri Arabesk oldu. Müzisyenler, gazeteciler bu konu hakkında görüşlerini belirtmekle kalmayıp birbirlerine hakaret düzeyinde suçlamalarda bulundular. Tuhaf bir tartışma girdâbının içinde kamplaşmalar oluşmaya başladı. Sonuç olarak taraflar gündemi yeterince doldurduktan sonra köşelerine çekildi.

Ben de herkes sakinleşmişken, bu konuda yazılmış birkaç akademik çalışma üzerinden tarihi bir çerçeve içerisinde Arabesk denen müzikal yaklaşımı anlamaya ve sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde yaşanan ulusçuluk hareketlerine bağlı olarak, müzik anlayışında bu doğrultuda gelişmeler yaşanmaya başladı. 1918 yılında Sultan Abdülhamid alaturka müziğin Arap ve Yunan etkisinde olduğunu, köylerde çalınan sazın ise gerçek bir Türk müziği enstrümanı olduğunu belirtir. Erken Cumhuriyet dönemi müzik politikalarında Ziya Gökalpçı anlayış belirgin bir etkiye sahipti. Bu anlayışa göre müzikal olarak merkez alınması gereken türün Halk Türküleri olması ve Türkülerin Batı müziği teknikleri ile işlenmesinin hem milli hem de Avrupai bir müzik türüne sahip olunacağı inancıdır. Sadece Cumhuriyete atfedilen yaklaşım şeklinin aslında Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde oluşmaya başlamış olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Bu durum Osmanlı müziğini yok saymaya ve Türk milletinin gerçek karakterini ifade eden müziğin sadece Türküler olduğu inancını güçlendiren bir fikir akımının güçlenmesine neden olur. Bu dönemde yapılan çalışmalarda ise Halk müziğine müzikolojik bir yaklaşımdan çok, ideolojik müdahalelerin izlerini görmekteyiz.

1930’larda radyolarda yaşanan ve 20 ay süren Türk müziği yasağı ve Osmanlı müziğinin eğitiminin yasaklanması, Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı kültürü ile bağların kesilmesi adına atılmış önemli adımlardır. Böyle bir yasak halkı Arap radyolarına yönelten en önemli nedenlerden biridir. Çünkü halk Türk müziği ihtiyacını bu şekilde giderme yoluna yönelmişti.

Türk sinemasında şarkılı Mısır filmlerinin neden bu kadar bu dönemlerde popüler olduğuna şaşırmamalı. Böyle bir oluşum için zemin gayet iyi bir şekilde hazırlanmış vaziyetteydi. Önce radyoları sonra da filmleriyle Arap kültürü içimize nüfus etmeye başlamıştı.1940’lardan sonra Saadettin Kaynak’ın Mısır filmleri için müzikleri Arap müziği kavramını daha belirgin bir şekilde ortaya çıkarmaya başlamıştı. Fakat bu müziğe Arabesk denmesi 1960’lı yılların başında popüler olan Suat Sayın’la başlamıştır. Sayın’la birlikte Arabesk müzik dünyasındaki en önemli etmenler, yaylı enstrüman grubunun olması ve Arap tarzı ezgilerin kullanılması olmuştur. İşte böyle bir tarihi altyapı üzerine Orhan Gencebay tarzı ve Arabesk 1960’lardan itibaren Türk müzik piyasasında gelişen bir yapıya büründü.

Bu tarihi bilgileri edindiğim iki akademik çalışmadan bahsetmek istiyorum. Meral Özbek’in "Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski" adlı bir doktora tezi ve Özgür Balkılıç’ ın "Cumhuriyet, Halk ve Müzik" adlı yüksek lisans tezi. Bu iki özel çalışmadan dolayı ikisine de çok teşekkür etmek istiyorum. Arabesk tartışmasının alevlendiği dönemlerde izleyebildiğim kadarıyla bu iki çalışmadan ya da bu tarz akademik çalışmalardan en ufak bir alıntı kimsede görmedim. Medyamız reyting kaygısıyla horoz dövüşüne benzer tartışma programları üretirken bu çalışmalar görmezden gelindi ya da hiç bakılmadı. Bu gerçekten düşündürücü ve kaygı verici bir durum.

Arabesk adına yapılabilecek güzel bir yorum olacağını düşündüğüm bir Louis Armstrong sözüyle yazımı noktalamak istiyorum. “Dünyada iki tür müzik vardır, iyi ve kötü müzik. Ben iyisini tercih ederim”

Güç Başar Gülle

Cazkolik.com / 01 Ekim 2010, Cuma

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Güç Başar Gülle

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.