I. PROLOGUE
Hem yoğun bir iş hayatı yaşamış bir yönetici hem de jazz müziğine gönül vermiş bir insan olarak gün geldi hayatımdaki bu iki önemli şey arasında bir bağlantı olduğunu keşfettim.
Lütfen bir an için çok büyük bir göl hayal edin.
Müziği bu göl olarak düşünün.
Jazz müziğini de o göle girilen kıyılardan birisi olarak kabul edin.
Kısacası jazz, müzik denen o güzel göle girebilmek için kullanılan çevredeki kıyılardan sadece birisidir.
Gölün çevresinde tabi ki daha birçok başka kıyı var.
Klasik müzik dediğimiz, halk müziği dediğimiz, etnik müzik dediğimiz şeyler bu kıyılardan sadece bir kaçı.
Tüm bunlar aslında birer araç, amaçlanan şey ise müziğin ta kendisi.
Ama dahası da var. Müzik dediğimiz şey aslında yaşamın ta kendisi. Dolayısıyla jazz da, yaşamın ta kendisi.
II. JAZZ VE İŞ YÖNETİMİ, BİR BAĞLANTI OLABİLİR Mİ?
Geçenlerde sevdiğim bir dostum bana şöyle dedi:
Jazz dinliyorsun, jazz yazıları yazıyorsun ve radyoda jazz programları yapıyorsun. İyi güzel ama bu yaptığın şeylerin hiç birisi yaşamında asıl önemli olması gereken işinde sana bir fayda getirmez ki.
Aslında dostum yanılıyordu, ben jazz müziğinden öğrendiğim şeyleri iş hayatımda alabildiğine kullanıyordum ama kendisi bunu bilmiyordu.
Ona döndüm ve aslında yanıldığını söyledim.
O bana dönerek caz yapma demez mi?
İşte bu sözü duyunca gerçekten kızdım. Ne yazık ki güzel Türkçemizde böyle bir deyim var ve ben sırf bu yüzden kendi yazılarımda Jazz kelimesini j harfi ile ve İngilizcedeki şekli ile yazıyorum.
Jazz müziği beni hem iş yaşamımda hem de özel yaşamımda etkiliyor ve yönlendiriyor.
Ben her ikisini de jazz felsefesine göre yaşıyorum. Olaylara yaklaşımım, getirdişim çözümler ve esneklik bu felsefeye uyuyor.
III. BANA GÖRE İŞ YÖNETİMİNİN ANLAMI
İş yönetiminin ne olduğu, ne olmadığı konusunda birçok şey söylenmiştir. Bana göre ise iş yönetimi sahip olduğumuz kaynakları en iyi şekilde kullanarak en çabuk ve ekonomik şekilde artı kaynaklar yaratmaktır. Bunun için bir model ve modelin istenen şekilde çalışacağı bir sistem kurmak gerekir. Ancak ne model ne de sistem insandan bağımsız var olamazlar. İşi yaratan da, yöneten de ve sonucunu alan da insandır. Ayrıca sistemin sürekli olarak denetlenmesi, sorgulanması ve her yönüyle geliştirilerek sürekliliğin sağlanması gerekir.
Ben önce bir insan ve sonra bir profesyonel yönetici olarak her zaman görevimi bu şekilde gördüm.
IV. BATI MEDENİYETİNDE İŞ YÖNETİMİNİN GELİŞİMİ
Bildiğiniz gibi, bugünkü anlayışla, iş yönetimi kavramları ilk olarak sanayi devriminden sonra gelişti. O güne kadar üretim daha çok kol gücüne dayanıyordu. Sanayi devrimi insanlık tarihinde bambaşka bir sayfa açtı. Kol gücü yerini makine gücüne bıraktı. Üretim bireysel üretimden kitlesel üretime dönüştü. Çalışan ve çalıştırılan insan sayısı arttı, dolayısıyla iş hayatındaki örgütlenme şekilleri deşişti.
İnsanlık yönetim açısından bu gelişime hazır değildi. O güne kadar var olan en büyük örgütler ordulardı. Sanayi devrimi ve gelişimi boyunca ortaya çıkan yönetim biçimi ihtiyacı da ordu yönetim biçimlerinden alındı.
Alt-üst ilişkisine dayanan bir yapı ve yukarıdan aşağıya akan bir emir komuta zinciri anlayışı iş yönetiminde de aynen benimsendi.
Güç denen şey tarih boyunca her zaman üç parametre ile tanımlanan bir kavram olmuştur. Bunları kaba kuvvet veya silah, para ve bilgi güçleri olarak tanımlayabiliriz. Sanayi devriminden önce güç hesaplarında ağırlık noktasını silah gücü oluşturuyordu. Yeni devirde para gücü, yani sermaye daha ön plana çıktı. Böylece yepyeni bir dünya düzeni kuruldu.
Bu gün ise tekrar yepyeni bir çağa giriyoruz. Bu çağa Bilgi Çağı deniliyor. Artık bilgiye ulaşmanın gittikçe kolaylaştığı ve ucuzladığı bir dünyada yaşıyoruz. Kitlesel üretim yerini yavaş yavaş kişiye özel üretime bırakıyor. Güç parametrelerinde, günümüzde, bilgi, silah ve paranın önüne geçiyor. Buna paralel olarak bireyin kitleden ayrılarak kişi olarak önem kazandığı bir dünya meydana geliyor. İçerisinde yaşadığımız kaosun asıl sebebi de değişimin ortasında olmamız. Sanayi devri üretim ilişkilerinden, bilgi çağı üretim ilişkilerine dönüşümün ortaya çıkarttığı sıkıntıları yaşıyoruz.
Peki ya yönetim kavramına ne oluyor diye sorabilirisiniz. O da aynı şekilde yeniçağa ayak uydurmaya çalışıyor. Hiyearşik yönetim yapısı yerini, bireylerin ve bilginin ön planda olduğu bir yapıya bırakıyor.
Daha değişimin çok başındayız.
Olayın iş yönetimi yönüne bir parça dokunmuş olduk. şimdi de bugünkü konumuzun ikinci yönü üzerinde durmak istiyorum:
V. JAZZ'IN DOĞUŞU
Birçok insan jazzın ne olduğunu kendisine sormuştur. Bu soru bazen okunan bir yazıdan, bazen dinlenilen bir müzikten kaynaklanır. Ancak jazzın ne olduğu konusunda herkes farklı düşünür. Düşünmesi de doğaldır, çünkü günümüzde jazz adı altında dinlediğimiz müzikler çeşitlilik gösterir. Ayrıca tıpkı parmak izleri gibi insanların zevkleri ve kültürleri de birbirlerinden farklıdır. Birçok jazz müzisyeni ise onu hayatın içerisinden doğarak yüreklerinde hissettikleri yoğun bir duygu olarak tanımlarlar. Jazzı yaşanmış şeylerin ses olarak ifadesi olarak görenler de vardır.
Kısacası jazz tıpkı yaşamın kendisi gibi herkesin farklı algıladığı bir şeydir.
Jazzın nerede ve nasıl başladığı hakkında birçok farklı şey söylenmiştir. Bunlardan en çok kabul göreni jazzın günümüzden yaklaşık 100 yıl önce Amerika Birleşik Devletlerinin güney bölgesinde başladığıdır. Başta New Orleans olmak üzere jazz deşişik şehirlerde aynı zamanlarda gelişmiştir. O yılların Amerikasında Afrikadan pamuk tarlalarında çalıştırılmak üzere getirilen zenciler ana vatanlarının müziklerini de beraberlerinde getirmişti. Zamanla pentatonik karakterli ve çok ritimli bu müzik o bölgede yaşayan Avrupalı göçmenlerin müzikleriyle etkileşti. Avrupa müzik formları ve armonileri Afrika ritimleri ile buluştu ve harman oldu. Ortaya yepyeni bir müzik çıktı. Bu müzik hem eski müziklere benzedi hem de dinleyenlerine o güne kadar görülmemiş bir canlılık ve neşe verdi.
İsminin kökeni tam olarak bilinmemekle beraber insanlar eski köklerin üzerinde yükselen bu yepyeni müziği sevdiler ve ona jazz dediler.
VI. JAZZ'DA DOĞAÇLAMA VE DİĞER ÖZELLİKLER
Her ne kadar bugünkü jazz müziği anlayışında tek ortak payda olarak kabul edilmese de emprovizasyon, yani doğaçlama hala birçok jazz sever ve müzisyeni için jazz müziğinin en önemli özelliklerinden biridir.
Doğaçlama kelimesinin değişik anlamları olabilir ama biz kendi konumuz içersinde onu müziği hissettiğiniz ve istediğiniz gibi çalmak olarak tarif edebiliriz. Ancak bu özgürlüğün ve hissiyatın katı kuralları olmasa bile bazı sınırları vardır. Jazz dinlerken bir müzisyen solo yapıyor dersek asıl kastettiğimiz o müzisyenin evvelce kararlaştırılmış belirli bir ölçü uzunluğunda irticalen çalmasıdır. Bu aynı zamanda belirli bir aralıkta o müzisyenin beste yapması anlamına da gelir.
Bir jazz grubunun elemanları ele aldıkları parçanın önce tonalitesini, armoni yapısını ve temposunu tespit ederler. Sonra kimin hangi sırayla kaç ölçü çalacağına karar verirler.
Müzisyen belirli notaları, melodileri ve akkorları çalar ama bunların uzunluğunu, vurgulamalarını kendi seçer. Bu şekilde de önceden tasarlanmış bir müziği seçse de müzisyen kendi duygularına göre müziği yeniden biçimlendirerek bir anlamda yeniden bestelemektedir.
Zaten jazzın klasik müzikten en çok ayrılan yönü de budur. Doğaçlama yapabilmek kuvvetli bir müzik bilgisi ve enstrüman hâkimiyeti gerektirir.
Beraber çalınacaksa her enstrüman için daha detaylı aranjmanlar yapılır. Herkes icra sırasında kendine düşen görevi en iyi şekilde yapmaya çalışır.
Bir jazz grubunda herkes zaman içerisinde değişik roller oynayabilir. Bu bazen liderlik bazen eşlikçilik olarak gerçekleşir. Müziğin sahibine göre hem takip eden hem lider olmak jazz müziğinin tabiatında vardır. Kimse bundan gocunmaz, üstüne düşen görevi zamanında ve elinden gelen en iyi şekilde yapmaya çalışır.
Herkes beraber çaldığı kişileri duyar, destekler ve tamamlar. Asıl hedef her zaman kendi kendini aşmak, diğer enstrümanları çalanlar ile uyum içersinde olmak ve kendi kişiliğini korurken bütünün parçası olmaktır.
VII. JAZZ VE YÖNETİM, DOĞAÇLAMA BOYUTU
Ben jazz müziğinin en ilginç boyutlarından biri olan doğaçlamanın ve diğer temel kavramlarının iş hayatı için de geçerli olduğunu düşünüyorum.
Gene kendi deneyimlerimden yola çıkarak size örnekler vermek istiyorum.
Bundan 16 yıl önce çalıştığım şirketin dış ofislerinin bir bölümü bana bağlıydı.
Bu ofislerin Kazakistan, Özbekistan, Tataristan ve Başkurdistanda olduğunu söylemeliyim. Sık sık seyahat etmeme rağmen çoğu zaman 1 ay içerisinde hepsine bir kere gitme imkânım olmuyordu.
Her gün ofisteki genç temsilcilerimizle telefonla konuşuyorduk. Onlar bana karşılaştıkları maddi ve manevi sorunları anlatıyorlar ve destek istiyorlardı. Çoğu zaman onlar gel deyince de gitmek ve işin içine girmek zorundaydım. Zamanla şunu fark ettim ki çalışma planımı ofisleri yöneten genç arkadaşlarımdan gelen haberlere göre yapmak zorundaydım. Hatta bir seferinde ben mi onları, yoksa onlar mı beni yönetiyor diye kendi kendime sormuştum.
Bir gece çoğu zaman olduğu gibi jazz dinliyordum. Jazz triosu dediğimiz şey çoğu zaman piyano, bas ve davuldan oluşur ve gene çoğu zaman bu grupların lideri piyanistlerdir. Bu da doğaldır çünkü solo çalmaya en uygun enstrüman yapısı itibariyle piyanodur. O gece dinlediğim triyonun lideri ise davulcu idi.
Üstelik grubu mükemmel idare ediyordu. O an aradığım şeyi bulduğumu hissettim.
Hemen albümlerin arasına dalarak araştırmaya başladım. Araştırmayı değişik formatlardaki gruplar ve müzisyenler için derinleştirince o güne kadar bildiğim halde algılamadığım bir şeyi fark ettim.
Değişik albümlerde çalan müzisyenler, hangi enstrümanı çalarlarsa çalsınlar bazen lider bazen eşlikçi olabiliyordu. Liderlikler albümün proje sahibine göre sürekli değişiyordu. Standart bir şey yoktu, bazen bir kontrbasçı, bazen bir davulcu, bazen de bir piyanist lider olabiliyordu. Ayrıca o albümde liderlik yapan kişi içindeki değişik parçalarda da bazen eşlikçi bazen de solist olarak çalıyordu.
Herkes herkesin projesinde yer alabiliyordu. Önemli olan o projenin liderinin ortaya koyduğu fikirlerin gerçekleşmesine bir katkı yapmaktı.
Jazz denen şeyde mutlak bir liderlik veya yönetici yoktu. O an kafamda kendi işimle ilgili olan sorunun cevabını da bulmuş oldum.
Şunu anladım. Aslında hem genç yöneticiler beni, hem de ben onları yönetiyordum. Her iki taraf da duruma göre birbirini yönetiyordu ve bundan kaçmak mümkün değildi. Dış ofislerin yöneticisi olarak oradaki genç arkadaşlarımın yaptığı şeylerden ben sorumluydum, bu açıdan net olmayan bir durum yoktu. Onlara şirketin beklentilerini ve hedeflerimizi açık olarak anlatmıştım. Ancak dış ofislerin kurulu olduğu coğrafyada onlar yaşıyordu. Oradaki meseleler için getirecekleri çözümler jazz müziğindeki doğaçlama kavramından başka bir şey değildi. Akkorlar ve tema, yani şirketimizin hedefleri belli idi ama notaların nasıl çalınacağına içinde oldukları durumun dayattığı şartlara göre onlar karar veriyorlardı. Onlar doğaçlama yaparken benim yapabileceğim şey onlara moral ve maddi destek vermekten öteye gidemezdi. Ancak o hedefleri sürekli olarak sorgulamak, arkadaşlarımdan gelen geri beslemeler ile revize etmek de benim işimdi.
Kısacası jazz bana olaylara farklı açılardan bakılabileceğini öğretti.
Sonra jazz müziğindeki diğer kavramları düşündüm ve iş anlayışıma adapte etmeye çalıştım.
Güç kavramındaki parametrelere döndüm. Evet, bilgi şu an en önemli parametre olmuştu, ama diğer iki parametrenin, yani paranın ve silah gücünün değeri hala geçerliydi. Hiçbir parametre tıpkı jazzda olduğu gibi diğerlerinin önemini bitirmemişti. Ancak jazz tabiri ile şu an solo yapan bilgi parametresi idi.
Eski SSCB yıkılınca NATOnun değerini yitirdiğini düşünmüştük ama geçtiğimiz 20 yıl ülkemize yönelik tehditlere karşı iyi bir ordunun hala çok önemli bir caydırıcılık sağladığını gösterdi. Bilgi önemliydi ama maddi güç olmadan bilgiyi insanoğlu için faydalı sonuçlara yönelik kullanmak da mümkün değildi.
Doğaçlamanın jazzda olduğu gibi iş hayatının en önemli parçası olduğunu fark etmiştim.
İş hayatımızda bizi çevreleyen bir dizi sosyal, ekonomik ve politik çemberin içerisinde hareket etmek zorundayızdır. Bunlar bizim iş olarak kendimize koyduğumuz hedefleri belirlerler. O hedeflere varmak için yapılan planlar ve bütçeler jazz müzisyenlerinin yaptığı gibi müziğin tonalitesini, armoni yapısını ve temposunu tespit etmeye benzer. İşin sorumluluğunu taşımak ve görev dağılımı yapmak ise jazzda kimin hangi sırayla kaç ölçü çalacağına karar verilmesine benzer.
Ancak gerçek hayatta karşılaşılan sorunlar her zaman belirsizdir ve iş hayatında sorunlara çözüm üretmek jazzda müzisyene verilen notaları çalmaya benzer. Kimse çalma anında müzisyene notayı ne zaman basacağını söyleyemez, o buna kendi bilgi ve görgüsüyle karar vermek zorundadır. Bir yönetici de karar verirken kendisine verilen yetkiler çerçevesinde hareket eder ama karar anında yanında kimseler olmayabilir.
Bunu yapabilmek için yönetici kendisini ve birlikte çalıştığı insanları en iyi şekilde eğitmek motive etmek ve geliştirmek zorundadır. Bu da jazzda doğaçlama yapabilmek için gereken kuvvetli müzik bilgisi ve enstrüman hâkimiyeti kavramına benzer.
Jazzdaki uyum içerisinde çalmak ve birbirini desteklemek iş hayatındaki takım oyununa benzer. Aynı şekilde günümüz iş yönetiminde bireyden hem özgün düşünce üretmesi hem de üretilen düşüncelerden yola çıkılarak yapılan iş planlarının sağlam bir parçası olması beklenir. Bunun jazzdaki karşılığı kendi kişiliğini korurken bütünün parçası olmaktır.
Jazz müziği yoruma açıktır, notalar mutlak ve şaşmaz veriler değil, kişinin yaşamına göre değişen ve gelişen bir referans noktasıdır. Jazzdaki doğaçlama aslında bir uyum kabiliyetidir ve iş hayatında baskı altında karar verme yeteneği ile büyük bir benzerlik gösterir. Her ikisi de gelişmiş bir zekâ gerektirirler.
İş hayatındaki prensipler ve talimatlar da aynı şekilde yaşamın içindeki şartlara göre değişik yorumlanarak uygulanmak zorundadır.
İş hayatındaki düşünce, kişilik, çalışma, dayanışma, gereken durumlarda rol değiştirebilme ve gelişme kavramları aynen jazz müziğinde de vardır. Gördüğünüz gibi bu sefer de modern bir yönetim prensiplerinden yola çıkarak jazza varmış olduk.
Ancak bu bir tesadüf değildir.
Çünkü jazz da tıpkı iş yönetimi gibi hayatın içerisinden çıkmış bir kavramdır.
VIII. EPILOGUE
Sizlere ne iş yaşamını ve yöneticiliği ne de jazzı öğretmeye gelmedim. Zaten bunları sizlere öğretmek benim haddim değil. Ben sadece iş hayatımda 31 yılda geldiğim noktada olayları yeni bir bakış açısı ile görmeye çalışıyorum. Hem jazz seven hem de iş hayatında olan bir insan olarak birbiri ile ilgisizmiş gibi gözüken iki kavram arasındaki benzerlikleri sizlerle paylaşmaya çalıştım.
Jazz müziğindeki kavramlar üzerinde düşünürseniz iş yaşamınızda da sizlere yol gösterebilir, ama asıl önemli olan bakış açısını geliştirmek ve olumlu niyettir.
Ben kendi yaşamımda kullandığım birbiriyle ilgisizmiş gibi gözüken iki şeyin aslında aynı şeyler olduğunu fark ettim ve bunu sizlerle öğretmeye çalışmıyorum, sadece eski Hıristiyan bilgelerinin bir tanesinin güzel ifadesiyle içinizdekini uyandırmaya çalışıyorum.
Lütfen sizler de içinde olduğunuz yaşamı sorgulayın, sizi etkileyen, yönlendiren güzel şeyleri düşünün. Olayları yeni bir gözlükle görmeye çalışın.
Yaşamınızı olumlu etkileyebilecek tek şey tabi ki jazz değil, daha birçok şey var.
Onlarla kendi yaşamınız arasında bağlantılar kurabileceğinizi fark edeceksiniz.
Amacım sizlere yeni bir düşünce platformu oluşturmak ve sunduğum kavramlarla ilgilenebilecek diğer insanlar için bir temel oluşturmaktı. Eğer bunu birazcık da olsa başarabildiysem çok mutlu olacağım.
Tunçel Gülsoy
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.
doğan aral
Yorumunuzdan çok etkilendim. Paylaştığınız için çok teşekkürler. Ben de özelikle genç yönetici arkadaşlarımla paylaşacağım. DA
Bu Yoruma Cevap Yazın »BERKAY ATAOL
Kısa bir süre önce yazınıza rastlamıştım. Yönetim Bilimi konusundaki iş hayatı deneyimlerinizle bezediğiniz beni çok etkileyen ve farklı bakış açısıyla yönetmek eylemine bakmamı sağlayan bir yazıydı. Paylaşım için teşekkürler...
Bu Yoruma Cevap Yazın »