Japon sinemasının altın çağı

Japon sinemasının altın çağı

 

Kurosawa, Ozu, Mizoguchi ve ötesi...

 

 

Oliver Hermanus'un son filmi "Living", Akira Kurosawa'nın "Ikiru" filminin öyküsünü savaş sonrası Londra'sına taşımıştı. Filmin kayda değer faydaları bir yana, dünyanın dört yanındaki izleyicilere Japon sinemasının altın çağında öne çıkan bir eser olan 1952 tarihli filmin orijinalini yeniden izlemeleri için bir neden verdi. Bu sözü edilen dönem, The Cinema Cartography isimli belgeselin ortak yapımcısı Lewis Bond'un yukardaki videoda açıkladığı on yıl idi. 1950'lerde, gelmiş geçmiş en büyük sinemacıların bazıları Japonya'da yoğunlaşmış ve aynı dönemde en büyük eserlerini üretiyorlardı. Sonuç, dünya yeni sinema ustalarıyla tanışırken klasik sinemanın ise tamamen merkezsizleşmesi oldu.

 

Japon halkı, II. Dünya Savaşı'ndan sonra yeni ve demokratik dünyayla uyuşmayan, etnik olarak homojen ve kültürel olarak bütünleşik bir toplum oldukları gerçeğiyle baş başa kalmıştı. Amerikan askeri işgali 1945'ten 1952'ye kadar Japon film endüstrisinin kontrolünü tamamen eline geçirmişti ve savaşta suç işleyen halkın duygularını körükleyebileceği düşünülen her tür görüntü, tema ya da diyalog filmlerden zorla kaldırılmıştı. Sadece savaş filmleri değil, "feodal" dönemi anlatan eserler de yasaklanınca, tek geçerli tür olarak akademisyenlerin 'Shomingeki' olarak adlandırdıkları, sıradan insanların sıradan durumlarını anlatan gerçekçi filmler oldu. Hatta orada bile sansürcüler makaslarını kullanmıştı. Masahiro Makino sansürcülerin emriyle potansiyel olarak milliyetçi bir sembol olan Fuji Dağı'nın görüntüsünü filmden çıkarmak zorunda kalmış, Yasujirō Ozu, Tokyo'nun bombalanmış bölgelerle dolu olduğuna dair 'Late Spring'daki bir repliği dahi kesmek zorunda kalmıştı.

 

 

Bu kurallar işgalin sonuna doğru iyice gevşedi. Akira Kurosawa 1951 yılına gelindiğinde "Rashomon" gibi cesur bir tarihi film yapabiliyor, hatta, kendi rızası olmadan Venedik Film Festivali'nde gösterime girip Altın Aslan ve Akademi Ödülü kazanabiliyordu. Batı, Japon filmlerinden hoşlanmaya başlamıştı, Japon film endüstrisi bu durumu memnuniyetle karşılıyordu. Ülkenin beş büyük stüdyosu zamanın en iyi sanatçılarını işe alarak onlara ihtiyaç duydukları mali destek ve yaratıcı özgürlüğü verdi. Sonuç olarak, stüdyolar bu sayede çok para kazandı, film yapımcıları başyapıtlar üretti. Japon sinemasının altın çağı insanların salonları doldurması anlamına geliyordu.

 

1950'ler Japon sinemasının Rushmore Dağı'na dünya çapında bir beğeni getirdi. Samuray filmlerini yeniden canlandıran Kurosawa, çoğu sinemacının yapmayı umduğu kişinin sanatçılığı ile ana akım çekiciliği arasındaki şeyi bir bütün olarak sinema için yaptı. "Ugetsu" filminin yönetmeni Kenji Mizoguchi tüm gerçekliğe ve özellikle de kadınlara aşkın bir bakışla bakıyordu. Kurosawa kadar görkemli ya da Mizoguchi kadar ruhanî olmasa da Yasujiro Ozu belki de bugüne kadar başka hiçbir sinemacının başaramadığı bir duygusallığın örneğidir. Mikio Naruse, Masaki Kobayashi, Teinosuke Kinugasa, Hiroshi Inagaki sadece ellili yılların Japon sinemacıların eserleriyle bile zengin bir sinema hayatının tadını çıkarabilirsiniz. Bond'un kapanış konuşmasında, "Ikiru" filminde söylendiği gibi, bu film bize sinemanın ulaşabileceği zirveyi ve uğruna çabalamaya devam etmemiz gereken standardı gösteriyor.

 

Haberin orijinali Open Culture isimli portalde yayınlanmıştır.

 

Çeviri Cazkolik.com / 26 Ocak 2023, Cuma

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.