Sevgili cazkolik.com okurları, Jazz Times dergisi yeni çıkan Mart sayısında önemli ve saygıdeğer bir çalışma yapmış, 2008 yılı içinde ölen caz müzisyenlerini yakınlarına anlattırmış, onları unutmamamızı sağlamak için, hayatlarına kısa bir yazı içerisinde de olsa tanık olmamız için ve bu yazıları da ölen müzisyenlerin kişisel olarak yakın olan dostlarına yazdırmış, her bir müzisyen kaybettiği yakın dostunu anlatıyor. Bu bize çok sıcak ve yakın geldi, bu yüzden yazıyı sizinle de paylaşmak istedik, istedik ki bırakın müzisyen olmayı yakın bir dostun arkadaşını unutmamasına şahit olalım...
Bu yazılar elbette buraya çevirdiğimizden daha uzun yazılar ama o kadar uzun değil de daha kısa pasajlar alarak aralarından seçtiğimiz bölümleri aktarıyoruz size.
Oscar Peterson
Yazan: Benny Green
Birkaç yıl önce, onunla son konuşmamızın üzerinden aylar geçmişken bir gün telefonum çaldı, arayan Oscar’dı, şaşırmıştım, sürpriz olmuştu, sesini duymak iyi gelmişti bir yandan da, ‘Oscar’ diye bağırdım, ‘Nasılsın?’ ‘İyiyim’ dedi sakin ve düşük bir tonla, ‘Sana bir şey sormak istiyorum Benny’, sesindeki ciddiyeti ve aceleciliği hemen anlamıştım, kendi sesimdeki heyecanı yatıştırıp ‘Evet Oscar’ dedim, ‘Senin hiç kötü alışkanlıkların, kötü şeylerin oldu mu?’ diye sordu. Bu beklemediğim bir soruydu, ne diyeceğimi bilemeyerek bir süre telefonda sessiz kaldım, ona karşı dürüst davranmam gerektiğini biliyordum, ‘Oscar’ dedim ‘Sana yalan söyleyemem, marijuana içiyorum, saklamıyorum’ dedim. Oscar sesini biraz daha yükselterek ‘Başka bir şey var mı’ dedi. ‘Hayır, yok, hepsi bu’ dedim, ‘Biliyorsun ben içki bile içmem’ diye de ekledim. ‘O zaman sana bir sorum daha var Benny’ diye ekledi, ‘Elbette tabii Oscar’ dedim. ‘Seninle konuşmak için eşini alıp buraya, Missisauga’ya gelmenizi istiyorum’.
* * *
Dediğini yaptım, gittik, Oscar, karısı ve kızı Celine ile sarıldık, ettik. Sonradan ikimiz çalışma odasına geçtik, kocaman ellerini benim ellerimin üzerine koydu ve gözlerimin içine bakarak ‘biliyorsun’ dedi, ‘bir kaç yıl önce New York’da bir kulüpte çalışıyordum, bir trio ile, bir gün kulüpten içeri girerken bir dostum beni durdurarak ‘Hadi be Oscar, bana bir beş dolar versene’ dedi, ‘Hayır, sana bu parayı veremem’ dedim, ‘iki hafta sonra da o adam öldü’ dedi, ‘Peki, kimdi bu adam biliyor musun?’ ‘Hayır’ dedim. ‘Sonny Clark’tı’. ‘Bir düşün’ dedi, ‘Bu kişinin ben, kendin, karın olduğunu düşün’ dedi.
* * *
Onun düşkünleşen müzisyenler için ne kadar duygusal olduğunu, onlar için yapılan her tür yardım etkinliğine koşarak gittiğini biliyordum, bu sebeple Oscar’ın beni bu kadar düşünmesi ve benim için üzülmesinden çok duygulanmıştım. Sonra da zaten içmeyi bıraktım, onun sayesindedir bu.
Joe Beck
Yazan: John Abercrombie
Joe Beck’in çalışını ilk kez 60’ların ortalarında, Boston’da dinlemiştim. O sıralarda Berklee’de öğrenciydim. İçlerinde Mike Manieri’nin de olduğu dörtlüyle bir workshop’ta çalıyordu. Beni büyülemişti, müziğini dinlerken Bill Evans eğer gitar çalsaydı aynen böyle çalardı herhalde diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sound’u mutlaka böyle bir şey olurdu. O vakit onunla benim utangaçlığım yüzünden tanışmamıştım. Tanışmamız yetmişlerin başında benim New York’a taşınmamın hemen sonrasına denk gelir. Bana her zaman son derece nazik ve dostça davrandı, yapmayı düşündüğüm şeyler için beni hep destekleyen biri olmuştur.
Hiram Bullock
Yazan: Marcus Miller
Hiram’la ilk tanıştığımda ben 17 yaşındaydım o ise 21. O sıralarda yetmişlerin sonu, seksenlerin başında meşhur bir yer olan Mikell’s de birlikte çalıyorduk. O zamanlar hayli popüler bir yerdi. İtiraf ederim ki bir daha Hiram gibi bana benim kardeşimmiş gibi gelen biriyle tanışmadım hiç. Kolaylıkla kategorize edebileceğiniz biri değildi Hiram. Soloya çıktığında Hendrix veya B.B. King’i duyardınız tamam ama aynı zamanda Allman Brothers’ı da duyardınız. İlginçtir ama onun müziği böyle bir şeydi. Bana bunun nedenini şöyle açıklamıştı; babasının görevi nedeniyle Osaka, Japonya’da doğmuştu Hiram, sonra çocukluk yıllarının bir kısmını da Panama’da geçirmiş, ergenlik yıllarını da Miami’de. Bana bunları söylemeden de biliyordum, bunu müziğinden de duyuyordum ama detaylarını bilmiyordum, böylece yerli yerine oturmuştu. O bizim gibi değildi, bir anlamda bir ‘dünya çocuğu’ idi. Belirli ve sınırlı bir kültürle, perspektifle büyümemişti. Seksenlerde Hiram heryerde görünüyordu. David Sanborn ile sahnede jam yapıyor, Donald Fagen’la stüdyoya giriyor, David Letterman’ın grubuyla TV’de görünüyor ya da Jaco veya Gil Evans ile kulüplerde çalıyordu. Bunların her biri birbirlerinden çok farklı durumlardı ama Hiram tüm bu farklı işleri kendi müziğinde birleştirmeyi doğrusu gayet iyi başarıyordu.
Bobby Durham
Yazan: Uri Caine
Bobby kabadayı, sert biriydi. Fiziksel olarak da oldukça iri ve güçlü, zamanında boks filan yapmıştı ama aynı zamanda duygusal olarak da çok açık, yufka yürekliydi. Gençliğimizde Phildelphia’da çalarken beni çok korurdu. Bana kulüpte ve ya başka bir yerde biri sataşsa, başım bir derde girse hemen araya girer ve adamı benzetip ‘kimse piyanistime bir şey yapamaz’ derdi. Bütün bu sert adamın altında aynı zamanda çok da nazik bir kişilik yatardı.
* * *
Bobby ile en ölümünden bir kaç ay önce konuşmuştum. O zaman İtalya, Cenova’da bulunuyordu, bir kaç iş için oraya gitmişti. Ölümünden sonra onun nasıl hatırlanacağını düşündüm hep, pek çok ünlü tarafından hatırlandığını sanmıyorum ama oysa o bunu fazlasıyla hakeden biriydi. O benim için büyük bir öğretmen, büyük bir dosttu.
Joel Dorn
Yazan: Less McCann
Joel’la ne zaman tanıştığımı bile hatırlamıyorum, sanıyorum ki onu hep tanıyordum. Onunla her şeyi konuşur, herşeye de gülerdik. Büyük bir yeteneği ve büyük idealleri olan biriydi. Bir gün bana “İsveç’e gidersen, orada Eddie Harris isminde benim çok sevdiğim bir adam var, onunla bir çalışmada birlikte olmanı isterim” dedi ve “Swis Movement” isimli albüm ardından geldi, tümüyle Joel’in fikriydi bu aslında. Ben kendi trio’mla Montreux caz festivaline çalmaya gitmiştim, Harris’te oradaydı, ikimizde Atlantik Plak şirketinde birleştik ve sonuçta albüm çıktı. Benim Joel ile olan ilişkim müziğin ve onun prödüktörlüğünün çok çok çok ötesindeydi. Nerdeyse hergün telefonla konuşurduk. Ölmeden önceki gece de aradı beni ama ben kaçırdım onu, sonra baktım ki telesekreterimde mesaj var “Lan a... k...., açsana lan telefonu, sana bir esprim var...” O benim gerçekten bu hayatta ki en yakın dostlarımdan biriydi.
Bob Florence
Yazan: Ingrid Jensen
Bob Florence, ben Kanada, Nanaimo’da büyürken duyduğum isimlerden değilse bile o annemin Harry James’ten Count Basie’ye kadar yayılan çok geniş bir plak koleksiyonunun içindeki isimlerden biriydi. Kanada, Port Townshend’de ki fakültede yapılan bir workshopta Bud Shank ikimizi birden sahneye çıkartıverince şahsen kendisiyle ve parlak artistik yetenekleriyle tanıştım. “Alone Together” isimli standardı arkadaşım Alan Jones’la yüksek tempoda çalmamızı istediğimi söyledim. Bob piyanosunda dalgın duruyordu, biz trompetimizi çalarken onun gözlerini sımsıkı kapalıydı. Orada başlayan ilişkimiz hep sürdü. Hastalığı boyunca dahi sürekli temas halindeydik. Bu dünyadan ayrılmadan bir kaç gün önce 76. yaşını kutlamıştık.
Jimmy Giuffree
Yazan: Jim Hall
Jimmy Giuffre’yle tanışmam sanırım 1956 yılıydı, New York’da, Hollywood Bulvarındaki kulüplerden birinde jam sessionda tanıdım. Jimmy’nin sıkı bir hayranıydım. Onun Woody Herman için yazdığı bir parçayı okul grubu için adapte etmeye çalışıyordum. Her neyse, onu kulübün dışında gördüm, yanına gittim, kendimi tanıttım, büyük bir hayranı olduğumu söyledim ve kendisini tanımaktan ne kadar heyecanlandığımı, gurur duyduğumu ekledim. Bugün bile hala dün gibi aklımdadır, bana bakıp, Teksas aksanıyla “ben de öyle” dedi. Böyle tanıştık...
* * *
Zamanla birlikte de çalışmaya başladık. Pek çok yerde, çok güzel bir dolu yerde konser verdik, turnelere çıktık. Bütün ülkeyi birlikte baştan başa dolaştık, deniz aşırı yerlere gittik. Birlikte çok iş yaptık ama bunların en ilginci Dick Bock’s House isimli bir yerdeydi. Dick Bock’un sahibi olduğu Pasifik Jazz Records isimli bir şirketi vardı ve Ravi Shankar için bir parti düzenlemişti. Orda çaldık. O yaz, Jimmy’nin Lennox’ta ki Music Inn isimli yerde Ornette Coleman ile çıktığı jam gerçekten unutulmazdı. Sonra Jimmy ve Bob Brookmeyer, Cafe Bohemia’da çaldılar birlikte.
* * *
Onunla son kez birlikte İtalyada çaldık. O Steve Swallow’lu bir trio ile ordaydı. Son kez de telefonla geçen sene konuşmuştuk, ondan sonra da görme fırsatım olmadı.
Johnny Griffin
Yazan: Ron Blake
Her ne kadar Johnny ile ben çok farklı kuşakların insanları olsak da müzik adına, duygu benzerliği ve politik tutum adına, duyarlılık adına aynı köprüde yürüyen, aynı hisleri paylaşan kişilerdik. Bambaşka jeo-politik yerlerden gelen kişilerdik. Herkesin bildiği üzere o buzgibi soğuk bir Chicago çocuğu iken ben güneşli Karayip’lerin çocuğuyum. Tabii, sonraları Griff Fransa’ya yerleşerek kaçtı oralardan, ben ise tersine Michigan’dan, Chicago’ya taşındım. Tam tersine müzikte ise yapışık ikizler gibiydik, ilişkimiz, arkadaşlığımız tabii ki bir baba-oğul sevgisindeydi, bazen de kardeşler gibi olurduk.
* * *
Griff ile geçirdiğimiz Aralık 1993 yılını hatırlıyorum, İtalya’da, Umbria kış caz festivalindeydik. Ben Roy Hargrove Quintet’in üyesiydim, onunla kayıt yapmak için ilk fırsatım çıkmıştı, kayıtlar Roy’un “Zamanımızın Tenorları” isimli albümünün kayıtlarının parçası olmuştu. O haftayı tatlı hatıralarla hatırlarım. Bize eşlik eden ailelerimizla çok tatlı bir hafta geçirmiştik birlikte. Birlikte konserlere çıkıp, sonraları da çok güzel restoranlarda güzel yemekler yemiş, Umbria’nın sokaklarını keşfetmiştik.
* * *
Johnny Griffin’in kayıtları, onun müzisyenliğini, benzersiz yeteneği ve soundunu hatırlamamız için bize vasiyet gibi kalmış olan kayıtlardır.
Freddie Hubbard
Yazan: Vincent Herring
Hub’la ilk birlikte çalışımız seksenlerin sonunda, bir arkadaş konserindeydi. Konser tamamıyla sihirli ve inanılmaz bir muhteşemlikte gelişti. Sonra kendimizi 1989 yılında Piccadily Square albümünün kayıtlarında bulduk; Ben, Roy Hargrove, Donald Brown, Carl Allen ve Ira Coleman vardı, Hub ise bize bu albümde 2 parçada destek vermişti.
Bugün herkes onun ne kadar dahi ve yetenekli biri olduğunu söyleyip duruyor, biliyor musunuz, müzik onun için aslında bir oyuncak gibi bir şeydi. Müzikle oynayıp dururdu. Çok da fazla çalıştığı söylenemezdi, o sesleri duyar, herşeyi işitir ve inanılmaz yeteneğiyle benzersiz bir müziğe çevirirdi. Öğrencilerim ve ben her zaman konuşup dururuz, ‘müziği çalarken ne düşünürsün, neler hissedersin, o nasıl olmalı, bu nasıl olmalı, falan filan, biliyor musun, onun bunları hiç de düşündüğünü zannetmiyorum, bizim onca kafa patlattığımız şeyler onun için çocuk oyuncağı gibiydi dostum, inanılmazdı...’
Dennis Irwin
Yazan: John Scofield
Dennis’le tanışmam New York’a taşındığım zamana denk gelir. Berklee’de ki arkadaşlarım Joe Lovano, Steve Slagle, Billy Drewes, Jamey Haddad aynı zamanda taşındık ve New York çevresine aynı zamanda hepimiz daldık. Dennis’le tanışmamızda 75’te bir konserde oldu, o bir fusion grubunda elektrik bas ve konrbas çalıyordu. O iş sırasında arkadaş olduk ve sonra o yaz Folk City’de Albert Dailey o ve ben birlikte çaldık. Dennis’in East Village’da bir yeri vardı, hatırlıyorum yazları gider orada birlikte jam yapardık, Lovano ve Drewes’la Slagle’da olurdu çoğu zaman yanımızda. Yıllar sonra, ben Dennis, Joe ve Bill Stewart’la ekibimi kurduğumda birlikte çok sürtmüştük. Denis benim New York’da ki en sıkı arkadaşlarımdan biriydi.
Teo Macero
Yazan: Bob Belden
Teo Macero gerçekten farklı bir türden insandı. Bence müzisyen-prodüktör-besteci ve aranjör tiplemesinin gerçek bir prototipiydi o. Düşünsenize, bizim müzik piyasasında kim ‘ascot’ giyerdi ki allahaşkına! Teo büyük bir çocuk gibiydi. Her zaman deneyselliğe açık, her zaan yeni olanın peşinde koşan, heyecan verici gelişmeleri hep en yakından izleyen ve bunları kendi işlerine aktarmaşa çalışan biri. İş görüşmelerini Manhattan’da ki Ben Benson’ın lokantasında yapmayı çok severdi. Müzik işi yöneticilerinin, patronların entelektüel olarak gözümü korkutmalarına izin vermez, beni hep korurdu.
* * *
Onunla ölümünden çok kısa bir süre önce benim son projem “Miles From India” üzerine konuşmuştuk. Bugün bir prodüksüyon yapmanın kendi zamanından nasılda daha kolay ve çabuk ilerleyen bir iş olduğuna takılıp kalmıştı, çok ilgiliydi. Ben de ona “Bu iş kimisi için bir gelecek vaadeder, kimisi için de elinin altında hep bir koltuk değneği gibidir” demiştim, gülmüştü. Teo ışık saçan biriydi.
Ronnie Mathews
Yazan: Ronnie Matthiews
Ronnie bizim işin en saygı duyulan figürlerinden biriydi. Onunla 1958 yılında tanıştım, bir kaç yıl sonra da New York’a taşındım. Ronnie o zamanlar henüz bir tıp öğrencisiydi ama müziğe olan sevgisi ve tutkusundan dolayı müzik okumaya geçti. Ailesi Brooklyn’in orada metro jetonları satan bir yerleri vardı, varlıklı sayılırlardı, kendisi de yardım ederdi o işe. Hatırlarım, ailesinin evlerine gittiğimizde bodrum katında ufak bir piyano, birinci katta da kuyruklu bir piyanoları vardı ve biz o piyanolarla hep çalardık. Annesinin müzisyenler için yemek yapmak gibi bir keyfi vardı, çok severdi. Sonradan orada bir oda kiraladım hatta. Çok ucuza veriyorlardı odayı, sevdikleri için, ayrıca istediğin kadar da yemek vardı her zaman, piyano vardı, daha ne olsun! Bana kalırsa Ronnie değerinin altında ilgi gördü hep caz dünyası tarafından, çok iyi bir dostum ve onu hiç unutmayacağım.
Jimmy McGriff
Yazan: Joey DeFrancesco
Ben Philadelphia’da büyüdüm, bizim oradan pek çok büyük org müzisyeni çıkmıştır; Jimmy Smith, Don Patterson, Charles Earland, Groove Holmes, Shirley Scott, Rhoda Scott, Trudy Pitts ve Jimmy McGriff. Ben bunların hepsini çok sevdim ve bir çoğuyla da çaldım da. Bütün bu müzisyenlerin arasında McGriff her zaman benim en favori organistlerimden biriydi. Jimmy’nin 60’larda ki bir albümünden “All About My Girl” isimli bir parçasını da cover yaparak kendi albümüme almıştım. Ben henüz küçük bir çocukken babam (Papa John DeFrancesco) tuttu beni Griff’le tanıştırmaya götürdü, Griff masaya bir albüm koydu ve bana “al bunu ve bu ‘cat play’i iyice dinle” dedi, 11 yaşındaydım, sonradan babam tekrar Philadelphia’da çaldığı bir yere götürdü beni, beni görünce ‘nasıl gidiyor’ dedi, ben de ona ‘org çalıyorum’ dedim. ‘Öyle mi??? Birlikte çalmak ister misin” diye sordu bana ve orgun başına götürdü, çok heyecanlıydım ama “Every Day I Have The Blues’u çaldığımı hatırlıyorum. Sonradan birlikte çok çaldık, artık onu kaybetttik ve ben onu çok hatırlayacağım. Çok güzel bir ‘cat’ idi.
* Cat Play organistlerin kullandıkları çalış stili ile ilgili bir terim.
Tony Reedus
Yazan: Dave Stryker
Tony ile karşılaşmam 1993 yılında beni kendi albümü ‘Minor Thang’de çalmam için davet etmesiyle olmuştu. Woody Shaw’un grubunda, 80’lerde onu ilk dinlediğimden beri bir hayranı olmuştum ve karşılaşır karşılaşmazda bunu kendisine lüzumsuz yere de söyledim hatta. O günden sonra Tony’i hep bir dost olarak ve bir müzisyen olarak yanımda hissettim. Amcası James Williams ile biz, ikimiz uzunca bir süre New York caz piyasasının içinde yer aldık birlikte. Son maillerinden biri amcasından gelmişti, henüz ölmeden önce, ‘Tony aramanı istiyor’ dedi, bunun anlamı birlikte çalmak istiyor demekti.
* * *
Müzikle dolu pek çok güzel günler paylaştık, birlikte güldük, çaldık, herşeyi yaptık. Büyük bir ostu, büyük bir yüreği kaybettim.
Jo Stafford
Yazan: Patricia Barber
‘Cool’ nedir? Kimdir ‘cool’ ve ‘cool’u olanı nasıl anlarsınız? Jo Stafford ‘cool’ bir şarkıcıydı. Cool ve estetik... Aşırı, yüksek tempo yok, karmaşık bebop akorları yok, çılgınca şarkı söyleme teknikleri yok! Jo rahat, açık ve doğrudan söylerdi. 2. Dünya Savaşı süresince onu G.I. Jo diye çağırdılar hep. Jo diye çağrılmaya başlandığınız zaman ise cool olursunuz.
* * *
40’larda swing ve caz günün popüler müziğiydi. İnanılmaz cool bir müzikti, cool bir dönemdi. Jo 25 milyon kayıt sattı yaşamı boyunca. Jo Stafford’u zamanının, döneminin en özel, en cool kişisi olarak hatırlayacağım hep.
Esbjörn Svensson
Yazan: Ulf Wakenius
Pek çok müzisyende olduğu gibi Esbjörn’ün de müzikal babaları ve etkilenimleri vardı ve bunların başında da Keith Jarrett ve özellikle onun ‘Facing You’su geliyordu. Sık sık bana bu albümü hatırlatıp dururdu. Bu albüm şimdi benim için çok daha farklı bir anlam taşımaya başladı artık. Esbjörn bir müzisyen olarak sık sık kendisine sorardı, ben kimin için çalıyorum? Yeni kulakları, yeni dinleyicileri nasıl kazanabilirim? Onun pek çok ülkede, pek çok yerde özellikle çok sayıda genç dinleyicisi olmasının sırrı buydu bence. Onun bir başka önemli yanı ise harika bir insan, bir centilmen olmasıdır. İsveç cazının ve İsveç’in gerçek bir kültür elçisiydi o. Esbjörn ile olan son anım ise onun müziğini kaydettiğim albümümü dinlerken gözlerinden süzülen yaşlarını belirttiği mektubunu okumak oldu. Tıpkı onun müziğinin beni sürüklediği duygular gibi...
Cazkolik.com / 1 Mart 2009, Pazar
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.