Her zaman trene yetişmek için koşuşturan insanlar dün saat sekizde fazla ortalıkta yoktu. Hava soğuktu. Kar atıştırıyordu. Üsküdar`dan yola çıkan vapur yüz yıllık yolculuklarından birini daha yapıyordu. Kimi zaman antrepolara bakarak geçiyor, kimi zaman Yıldız Yokuşu`nun bir yanı kırmızı, bir yanı parlak sarı far nehrinde ışıklar göz kırparak yüzüyordu. Vapurun televizyonunda biri kadın iki kişi heyecansız konuşuyordu.
Tarihi Sirkeci Garı`nın kendinden daha tarihi semtinde soğuğa aldırışsız dolaşan turistler mutluydu. Bir kısmı Rembrant ve Çağdaşları ışıklı posterine bakıyordu. Bach ve Rembrandt arada yetmiş küsur yıl olsa da çağdaştırlar. Acaba Bach genç arkadaşı Jazz`la Sirkeci Garı`ndan içeri girerken ışıklı posterden çağdaşını izleyen Rembrandt ne düşünüyordu.
Caz ve mekan ilişkisi üzerine bir çok yazı hatırlıyorum. Sadece cazı değil, her tür müziği klasik algısı içindeki mekanlardan dışarı çıkartın çoğu kez karşınızda yeni anlamlar bulursunuz. Müziği dinlemek için gittiğiniz yol yenidir, yerdeki parkelere ayrı dikkatle bakarsınız, sokak ve semt yabancılığını bir an üstünüzden atmaya çalışırsınız. Tarihi mekanlar tüm bunları atlatıp bir an önce müzikle kolkola girebilmeniz ve yeni anlamları keşfedebilmeniz için size yardımcı olurlar. Sirkeci Garı bu kolaylığı sağlamayı ruhuyla sevmiş olmalı çünkü dün akşam soğuğa rağmen hepimize çok iyi davrandı.
Hakan Erdoğan`ı cazı klasik mekanların dışına çıkaran organizasyon yaratıcılığı açısından kutluyorum. Belki bir hayalperest ama sonuç almayı bilen bir hayalperest. Dün akşam bir ara `böylesi mekanları çok iyi akıl ediyorsun ama bürokrasi kısmı zor olmuyor mu` diye sordum, aslında daha önce Ankara Garı için düşündüğü projeymiş, Sirkeci Garı`na kısmet... `Hayır` diyor, tam tersine tüm yetkililer yardımcı oluyorlarmış. Demek ki düşünüp isteyen birileri çıkınca birbirinden güzel mekanlarımız yeni anlamlarla anılabiliyormuş.
Thomas Gabriel Trio Bach ile Jazz`ın buluşmasına enstrümanlarıyla evsahipliği yapan ekip. Thomas Gabriel (piyano), Gunnar Polansky (kontrbas) ve Martin Klusmann (davul) çalarken, çaldıkları Bach eserlerinin cazla buluşmasına klasik müzik açısından bakmayı tercih eden, disiplini bozmayan müzisyenler. Onların yerinde Amerikan tarzı caz müzisyenleri olsa daha ilk ölçü melodinin ardından çoktan işi doğaçlamaya vurup beliren ufkun sınırlarını zorlarlardı ama Gabriel ve arkadaşları aldıkları eğitimin hakkını vererek klasik disiplinlerinden taviz vermiyorlar. Çaldıkları Bach eserlerinin neredeyse tümü gayet iyi bildiğimiz ve çok sevilen eserler, muhtemelen en sevdiklerimizin tümünü çaldılar. Hem de parçaları başından sonuna kadar tek nota sektirmeden. Yazılana sadık kalarak ama temanın çevresinden kısmen uzaklaşıp, kısmen yaklaşarak, kısmen ezgiyi farklı renklerle buluşturup bazen sabit durarak. Ama hep standartları yukarda müzisyenlikleriyle çaldıklarının sorumluluğunu hissederek. Bach`ın Rembrandt`la kendilerini izlediğini unutmayarak.
Sirkeci Garı`nın bir başka tarihi güne daha ihtiyacı var mıydı bilmiyoruz. Yaşadıkları zaten anılar kitabında binlerce sayfayı bulmuştur ama Bach gibi çağları aşan bir klasik ustanın Jazz gibi modern bir gençle buluşmasına daha önce bu tarihi duvarlar şahit olmuş muydu acaba?
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 01 Mart 2012, Perşembe
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.