Levent Öget`in Caz Açılımları serisi bu kez sahnenin öte tarafındakilerle, caz dinleyicileriyle konuşuyor.

Levent Öget`in Caz Açılımları serisi bu kez sahnenin öte tarafındakilerle, caz dinleyicileriyle konuşuyor.

Dinlediğiniz caz tarihinin en önemli albümlerinden kabul edilen Miles Davis`in 1959 tarihli efsane albümü Kind Of Blue`dan seçtiğimiz So What isimli ünlü parçadır.


Sevgili dostlar, Türkiye de caz müziğine dair her yıl giderek artan sayıda konser, festival, etkinlik düzenleniyor, önceki yıllara göre daha çok sayıda albüm yayınlanıyor. Yani işin hangi yanından bakarsanız bakın cazseverleri sevindirici gelişmeler oluyor ama olmayan bir şey var, o da tüm bu olan bitenin üzerine konuşmak, tartışmak... Peki bu olan biten ne anlama geliyor? Artıyor dediğimiz şeylerin içindeki nicelik ve nitelik çıpası nerede duruyor? Fazla mı iyimseriz yoksa az bile mi söylüyoruz? Konserler artıyor peki ama caz dinleyicisi artıyor mu? Sorulacak bir dolu soru, verilen pek çok cevap var. Radyo programcısı ve caz yazarı Levent Öget Açık Radyo`da hazırlayıp sunduğu Dünyanın Cazı programında geçen İstanbul Caz Festivali`nin hemen ardından tüm bu soruların konuşulduğu, cazın her kesiminden bir çok önemli ismin katıldığı programlar yaptı ama ardından bir güzel çalışma daha yaptı, tüm bu programlar o anda konuşulup gitmiş olmasın diyerek programlardaki konuşmaları, tartışmaları Cazkolik okurları için yeniden düzenleyerek "2012`de Caz Açılımları" adı altında seriye dönüştürdü. Birazdan okumaya başlayacağınız serinin dokuzuncu oturumudur. Bu özel ve yoğun çalışmayı gerçekleştirdiği için sevgili Levent Öget`e çok teşekkür ediyoruz.

Cazkolik.com / 13 Mayıs 2013, Pazartesi

 


 

2012`de Caz Açılımları`nın önceki bölümlerine alttaki linklerden erişebilirsiniz.

1. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!

2. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!

 

 

3. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!

4. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!

5. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!

6. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!

7. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!

8. Bölümü okumak için lütfen bu satıra tıklayın!


Katılımcılar:

Ali SÖNMEZ, Sevin OKYAY, Feridun ERTAŞKAN, İmer DEMİRER, Şenova ÜLKER, Kerem GÖRSEV, Neşet RUACAN, Ayşegül YEŞİLNİL, Nezih YEŞİLNİL, Ozan MUSLUOĞLU, Şenay LAMBAOĞLU, Aytek ŞERMET, Volkan BURÇ, Mert AYBEK, Leyla UZMAN, Didem GENÇTÜRK, Mahir ILGAZ, Görgün TANER, Hüseyin BAŞKADEM, Necati TÜFENK, Eyüp İBLAĞ, Dr. Özgür UÇKAN, Emre KAHRAMAN, Sevil ESEN, Elif Gönenç CAMCIGIL, Erhan ONGUN, Hülya TUNÇAĞ, Levent ÖGET.

Katılımcı Uzmanlık Grupları:

Caz eleştirmeni, caz yazarı, caz radyo program yapımcısı, caz festivali danışma kurulu üyesi, caz internet portalı yöneticisi, caz piyanisti, caz şarkıcısı, caz trompetçisi, caz basçısı, caz gitaristi, caz bestecisi, caz orkestrası yöneticisi, caz kulüp sahibi ve işletmecisi, caz festivali yönetmeni, kültür sanat vakfı genel müdürü, radyo yayın koordinatörü, radyo çok sesli müzik bölümü yöneticisi, internet caz radyosu yöneticisi, caz konser organizatörü, bilgi ekonomisti, sanat felsefecisi, cazsever, caz dinleyicisi, radyo dinleyicisi.

Yayınlanacak Bölümler:

1. Bölüm: Eleştirmenler ve Yapımcılar: Ali Sönmez, Sevin Okyay, Feridun Ertaşkan
2. Bölüm: Müzisyenler (1); Neşet Ruacan, Kerem Görsev, Ayşegül Yeşilnil, Nezih Yeşilnil, Ozan Musluoğlu, Şenay Lambaoğlu
3. Bölüm: Müzisyenler (2); Şenova Ülker, İmer Demirer
4. Bölüm: Caz Klüpleri; Aytek Şermet, Volkan Burç, Mert Aybek
5. Bölüm: Yayın Koordinatörleri; Leyla Uzman, Didem Gençtürk, Mahir Ilgaz
6. Bölüm: Festival Yönetmenleri; Görgün Taner, Hüseyin Başkadem
7. Bölüm: Konser Organizatörleri; Eyüp İblağ, Necati Tüfenk
8. Bölüm: Bilgi Ekonomisi - Sanat Felsefesi; Özgür Uçkan
9. Bölüm: Cazseverler (1); Sevil Esen, Emre Kahraman
10. Bölüm: Cazseverler (2); Elif Gönenç Camcıgil, Erhan Ongun
11. Bölüm: Eleştirmen, Yapımcı, Yazar; Hülya Tunçağ


 

(9. Bölüm Katılımcısı: Cazsever, caz ve radyo dinleyicisi Emre Kahraman ve Sevil Esen ile Levent Öget.)


Açılımların başından beri hep cazın içinden

insanlarla konuştuk, peki acaba caz dinleyicisi bu

konular hakkında ne düşünüyor, merak ettiniz mi?

Bu kez caz dinleyicilerii Sevil Esen ve Emre

Kahraman ile konuştuk.


Levent ÖGET: Sevgili katılımcılarla bir kez daha bir aradayız, toplantılarımızı sürdürüyoruz. 11 bölüm için 2012’de Caz Açılımları olarak duyurduğumuz toplantılarımızda haftalar sonrasında caz dinleyicileri, cazseverler ile bir aradayız. Serinin başından bu yana belirlenmiş çeşitli gruplarla yaptığımız toplantıların bu bölümünde iki cazsever konuğumuz sayın Emre Kahraman ve Sevil Esen ile birlikteyiz… Hoşgeldiniz...

Emre Kahraman, Sevil Esen: Hoş bulduk.

Levent ÖGET: Açılımların ilkinden bu yana farklı yönlere değerlendirmelerde bulunduk ancak acaba caz dinleyenleri bu konularda neler düşünüyor? Yazar, yönetmen, eleştirmen, müzisyen, organizatör ve işletmeciler hep onlardan söz ettiler ve şimdi söz onlarda. Bildiğiniz gibi İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olma özelliğini kazandığı döneminden bu yana, üç dört yıl boyunca giderek artan caz konserleri ve organizasyonlarla hareketli bir caz trafiği yaşadı ve bu durum halen sürüyor. İşte 2013 Uluslararası Caz Günü merkez etkinlikleri olarak İstanbul’un seçilmesi, Unesco’nun da sözünü ettiğimiz bu duruma katılmasıyla yeni bir döneme daha giriliyor. Ancak öte yandan gerçek şu ki; kentimizde sınırlı sayıda caz müziği yayınlayan radyo kanalı ve hemen hemen yok denecek kadar az televizyon yayını, biraz da yazılı medya ilgisi bulunduğunu biliyoruz. Tabii bütün bu etkinliklere caz dinleyicileri olarak sizler bir şekilde katıldınız, katılıyorsunuz. Önceki bölümlerden bu yana bizim gerçekleştirdiğimiz bu toplantılarda farklı konuşmacı gruplarla, müzisyen, yazar, yönetmen, eleştirmen, organizatör, yayıncı ve işletmeci ya da yapımcılar ile bu konuları değerlendirdikten sonra son sözleri dinleyicilerin görüşleriyle şekillendirmek istiyoruz. Tabii bu son sözlerin sonunda da bir duayen katılımcı ile bu seriyi noktalamak istiyoruz. Benim de bir caz dinleyicisi olarak kendisinden zamanında çok şey öğrendiğim, geçtiğimiz yıllarda İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından da ‘Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ de alarak caz konusunda toplumumuza her kesimde büyük bir kazanım sağlamış sayın Hülya Tunçağ ile 2012’de Caz Açılımları’nı kapatacağız. Bu toplantımızdaki değerli katılımcılar ise her şeyden önce birer caz dinleyicisi olarak burada bulunsalar da onların da yaratıcı işler ile hayatlarını sürdürdüklerini, her ikisinin de birer tasarımcı olduklarını söyleyelim. Sevgili Emre Kahraman endüstriyel tasarımcı ve sevgili Sevil Esen ise grafik tasarımcı olarak belki bize kendi yaratım deneyimlerinden caz ile ne tip buluşmalar içinde bulunduklarını da anlatmak isteyebilirler diye düşünüyorum. Sevgili Emre senin eski bir dostum olarak nasıl da tutkuyla müzik dinlediğini iyi biliyorum. Biraz da bu yüzden bu toplantıya katılmanı, katılımcı olmanı istedim. Sevgili Sevil ile ise onunla yeni yeni tanışıyoruz ama caz konusunda yalnızca dinleyici olmadığını zaman zaman bu konuda projeler de üretmek üzere enerjisini caza yoğunlaştırdığını iyi biliyorum. Sevil sen neredeyse caz ile yaşıyorsun diyebilir miyiz? Konserler, etkinlikler…

Sevil Esen: Evet, İlginç bir tutku haline geldi bende. Yaklaşık birkaç senedir bu hale dönüştü. Bu benim projelerime bile çok yoğun yansımaya başladı. Özellikle yapılmış bir şey ya da program değil benim için. Farkında olmadan kendimi bunun içinde buldum. Ardından bu yola girebileceğim ortamlarda bulunmaya başladım. Bu konudaki insanlar ile çalışıyor olduğumu fark ettim ve bunların hiçbiri de programlı olmadı. Çok kısa bir sürede de bu camianın içinde buldum kendimi.

Levent ÖGET: Peki, hızlı ilerleyelim, pek çok konumuz var ve olabildiği kadarını da sizinle konuşalım istiyorum. Mesela haliyle her ikiniz de farklı jenerasyonlardansınız ve tabii her şey çok hızla değişirken dinleme kaynakları CD`ler, kasetler, plaklar derken şu sıralar her şey sanki biraz internet ağırlıklı gidiyor? Her ikiniz de hem aynı hem de farklı kaynaklardan müzik dinliyor olabilirsiniz ama Emre sen örneğin kaset dönemlerinden geliyorsun ve nasıl da tutkuyla onları koruyup takip ettiğin bir süreç geçirmiştin? Gerçi bunu kendimden de biliyorum ama sen anlatsana biraz normal yoldan ilerleyelim, nasıldı o yıllar, müzik dinlemeler, caza olan ilgin nasıl gelişti? Seninle başlayalım istersen?

Emre Kahraman: Lise yıllarıma baktığımda kasetler ve plaklar vardı. Her şey çok kısıtlıydı ve dışarıdan geliyordu.


Emre Kahraman: "Lise yıllarım kaset ve plak dönemiydi, her şey dışardan geliyordu..."


Levent ÖGET: Evet bir dönem böyleydi, plakların az bulunur olduğu ve kasetlere kayıt edilerek çoğaltıldığı, iyi hatırladığımız bir dönem vardı.

Emre KAHRAMAN: Müziğe yegâne sahip olabilme yöntemimiz neredeyse oydu. Onun dışında radyo vardı, TRT 3 vardı tabii onu dinliyorduk. Ancak hem fazla radyo kanalı yoktu hem de o radyo kanallarının kısıtlı caz ve klasik programları vardı.

Levent ÖGET: Ben de bir şey eklemek istiyorum örneğin o dönem bu konulara ait olan bir görsellikte yoktu.

Emre KAHRAMAN: Evet doğru görsellikte yoktu.

Levent ÖGET: Hatırlarsan okul kitaplarımıza çok sınırlı imkânlarla bulabildiğimiz resimleri, fotoğrafları yapıştırıyorduk ki onlar sanki bizim albümlerimiz gibi oluyordu. Daha değerli hale geldiğini düşünüyorduk belki de?

Emre KAHRAMAN: Tabii internetin gelmesiyle o kadar farklılaştı ki her şey bütün global iletişim ve her şey paylaşılmaya başlandı. Ben şimdi hatırlıyorum, o zaman yurt dışından gelenler özel konser kasetlerini çok özel olarak alırlardı ve onlar da sınırlı sayıda görsellik içinde yerlerini alırdı. Ve görsellik öyle bir şeydi bizim için. Plaklar ise yine dışarıdan birebir elde edildiğinde çok güzeldi. Daha sonra CD`lere geçildi ve paylaşımlarda artmaya başladı, günden güne de daha rahat olmaya başladı.

Levent ÖGET: Peki, dinleme kaynakları öyleydi ve her dönem de farklılıklar gösteriyor. Sen bu kaynaklar arasında nasıl oldu da caz ile karşılaştın? Nasıl caz dinlemeye başladın? Aslında caza da indirgememiz gerekmiyor, dediğim gibi tutkulu bir dinleyicisin sen. Farklı müzikler dinliyor musun?

Emre KAHRAMAN: Evet ben her türlü müziği dinliyorum. Kendi içinde hiçbir ayrım yapmıyorum. Ama ağırlıklı olarak caz, pop caz ve soul ya da o tarz müzikler dinliyorum. Haliyle de o zamanlar müzik dinlemeye bir yerinden başladım. Ailemde de caz dinleyen yoktu. Üstelik müzikle de çok ilgili değildiler. Ben ise bunun zamanla ve kademe kademe atlanarak öğrenebilinen bir şey olduğunu düşünüyorum. Örneğin ilk kez John Coltrane dinlediğimde bu bana çok ağır gelmişti. Bunun üzerine başka tarzlar dinledikten sonra Coltrane’i daha rahat dinler oldum.

Levent ÖGET: Peki Emre şöyle diyebilir miyiz? Müzik genel bir yaklaşımla keyif veren bir şeydir değil mi?


Emre Kahraman: "İlk kez Coltrane dinlediğimde bana ağır gelmişti, başka tarzları dinledikten sonra Coltrane`i de daha rahat dinler oldum..."


Emre KAHRAMAN: Kesinlikle öyledir.

Levent ÖGET: Eh! Böyleyken haliyle de öncelikle müziğin keyif vermesi ve rahat ya da iyi hissettirmesi bekleniyor. Ancak caz karmaşık bir yapıya da sahip özellikleriyle başlangıçta biraz zorlayabiliyor mu? Her ne kadar cazın da içinde hem karmaşık olanı hem de daha rahat dinlenebileni de olsa caz için çok geniş bir alanda konuşmalıyız. Ama o karmaşık yapısındaki kısım (Coltrane’den bahsettiğin için söyleyecek olursak tabii) hani ben oturayım da müzik arkada çalsın durumu değil. Biraz daha neler olup bitiyor olduğunu anlamak için çaba sarf etmeyi gerektiriyor. Sen de bize o süreçten söz edebilirsin belki?

Emre KAHRAMAN: Tabii şöyle bir şey var. Ben hep şöyle görüyorum; insanın ruhunda bir seyahat var sanki orada. Çünkü müzik ve müziği yapan kişi ruhunu bir şekilde oraya koyuyor ve onunla müzik yapıyor. Onu dinleyen kişi ise o ruhu anlamaya çalışıyor ya da kendi ruhuyla onu algılıyor.

Levent ÖGET: Peki sen de bir sanatçısın aynı zamanda ve dolayısıyla her iki alandaki bu yaratım süreciyle ilişkili olarak bir paralellik kurabiliyor musun, meslekler söz konusu olduğunda bu benim çok ilgimi çekiyor.

Emre KAHRAMAN: Ben herhangi bir şeyi çizerken ya da tasarlarken o andaki ruh hâlim ne ise ona göre müzik seçiyorum, bu yöntemlerimden biri. Diğeri ise dinlediklerimin ruhuyla çizimlerimi birleştiriyorum. Bu iki taraflı bir yol.

Levent ÖGET: İşte tam da bunu soruyorum? Ortak bir nokta mı arıyorsun?

Emre KAHRAMAN: Ortak nokta var aslında tabii ama bulmak çok zor. Her insan ayrı bir ruh ama o günkü ya da on anki ruh haline göre müzik sizi çok farklı bir yere götürebiliyor. Üstelik o ruh durumunuz ne ise her dinlediğiniz de her seferinde de ayrı bir yere götürebiliyor.

Levent ÖGET: Peki, bu senin kendi ortamında dinlediğin duruma olan yaklaşımların, ya diğer alanlar? Yani bir konser ortamı ya da radyo veya diğerlerinde nasıl? İşte bunlara geçmeden önce bu noktada Sevil’e söz vermek istiyorum. Sevil, senin için nasıl bu konuştuğumuz çerçevenin içindeki değindiklerimize göre anlatacakların?


Sevil Esen: "Çok fazla konser gezen biriyim..."


Sevil ESEN: Benim caz ile buluşmam 17 yaşıma denk geliyor. Bu sizin sözünü ettiğiniz kaset dönemlerini biliyorum ama bunu caz adına söyleyemeyeceğim. Çok iyi bir arşivi olan bir doktor arkadaşımın bana “hadi gel caz dinleyelim” demesiyle benim için başladı. Onun gerçekten kendinden geçerek o zaman caz dinlemesini izlediğimde bana çok tuhaf geliyordu. Yine de bana hepsini tek tek anlatmaya çalışmıştı, kontrbasın arkadan gelen sesini, davulun ritim tutmasını ve bu bana giderek değişik gelmeye başladı. Sonraki yıllarda ve özellikle son beş senedir artık ben de o şekilde müzik dinlemeye başladım. Yani enstrümanların hepsini tek tek tatmaya, anlamaya çalışarak dinlemeye çalışıyorum. Benim de bu şekilde müzik dinleyerek geçirdiğim bir süreç oldu.

Levent ÖGET: Peki bu sözünü ettiğin dinleme yöntemlerinin dışında kendini nasıl geliştirdin? Çok dinleyerek mi ya da nasıl oldu?

Sevil ESEN: Ben çok fazla konser gezen biriyim, özellikle de İstanbul’da takip eden ve dinlemeye çalışan hatta yakın ilişkiler içinde olmaya çalışan biriyim.

Levent ÖGET: Evet, sanırım bu senin sosyal medyadaki hareketlerinden de sanki biraz anlaşılıyor.

Sevil ESEN: Evet, birebir sıcak ilişki içinde olmak bana daha yakın geliyor. Zaten bunun projelerime yansıması da böyle gelişti. Onların da sıkıntılarını böylelikle uzun bir süre yaşadığımı hissettim. Sırf bu duyguları yaşayabilmek için bir caz kulüpte bile çalıştım. Bitirme projemi bile ‘bir caz müzesi’ konusundaki kurumsal kimlik çalışması üzerine kurdum. Ben o zaman caz müzisyenlerinin bile ‘caz müzesi mi olurmuş’ söylemlerine rağmen ve üstelik bunu çok sık bir biçimde onlardan ve pek çok kişiden duymama rağmen sürdürdüm.

Levent ÖGET: Belki de kimilerine göre ‘caz’ çoktan ‘müzelik’ olmuştur, ne dersin?

Sevil ESEN: Başlangıçta bu proje özündeki düşüncelerim yalnızca buraya dair değildi ve dünyada zaten bir caz kültürü var. Bu yavaş yavaş da Türkiye’ye gelmeye başladı. Caz burada daha yeni yeni kendini bulmaya başladı ve gerçekten tüm bu caz festivallerinin hepsi kitlelerle ya da şöyle diyelim biz dinleyiciler ile giderek daha çok ve yakından buluşmaya başladı. Eskiden plak, CD dinleyicisiyken şu anda her ortamda onları dinleme fırsatı yakalayabiliyoruz.

Levent ÖGET: Pekâlâ madem konu buraya geldi, buradan devam edelim, zaten Emre ile de buraya kadar getirmiştik. Daha önceki toplantıların büyük bölümünde bütün konuşmacı gruplar gerçekten buna dikkat çektiler. Konuşmamızın başında benim de uzun uzun değindiğim 2010 Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul’un o döneminin sonrasında artan konser etkinlikleri bizim açılım serimizin kilit konusu gibi oldu. Bu dönemin öncesinde birkaç tane festival ile sınırlı olan caz etkinlikleri bütün bir yılın içine dağılarak artan bir yeni döneme geçti. Buna, bu artışa bir bakıma ve daha çok da sponsorların, özel çabaları ile konser organizatörlerinin, girişimcilerin ve kültür merkezlerinin neden olduğunu düşünüyorum. Ancak hep konuşulan konu, buraya bağlantılı olarak (bu artışa paralel olarak bir artış) dinleyici sayısı açısından gerçekleşmedi. Birçok konser boş kalıyor. Eleştirmenlerden organizatörlere, caz kulüpleri, konser mekânları sahiplerinden, festival yöneticilerine kadar en çok bu konun üzerinde duruldu. Hemen hepsi bu toplantılar sırasındaki konuşmalarında dinleyiciler ile ilgili tutarlı bir yaklaşım geliştiremediler. Çok iyi geçeceği hesaplanan konserler boş geçerken hiç ummadıkları konserin dolup taşması gibi durumlar ile karşılaşılmasından yakınarak söz ettiler. Peki dinleyicilerin kendisi olarak siz nasıl bakıyorsunuz bu durumlara? Ozan Musloğlu’nun o toplantılardan birinde söylediği gibi gerçekten de “burası NewYork’a mı döndü?" Konserlere zaman zaman yetişilememesi, hangi caz etkinliğine gideceğimizi şaşırır bir yoğunluk yaşayacak bu artış iyi mi oldu kötü mü? Öncelikle bunu soralım. Siz nasıl hissediyorsunuz bu değişimi?

Emre KAHRAMAN: Bir kere bence artması gerekiyordu zaten. Şehrin bu söylenen anlamda büyümesi ise New York kadar oldu mu tam bilemiyorum, bunu her yaşayan ayrı bilebilir diye düşünüyorum ama zor bir şehir olduğu kesin. İnsanların burada artık koşturmaları çok farklı hale geldi. Birçok şeye belki zaman kalmamaya başladı. Öte yandan çok katmanlı bir konu bu ve ben merak ediyorum, bu türün dinlenmesi genç kesimde ne kadar yaygın ve onlar ne kadar gitmek istiyorlar bu etkinliklere? Ya da ailelerinin ve yakın çevrelerinin onlara verebilecekleri, öğretebilecekleri neler olabilir? Radyolarda caz yayınları belirli bir süreyi kapsarken diğer türler ise daha yoğun ve haliyle bu türün pop gibi olmayan hemen algılanamayacak yönleri var… Pop ve diğer bazı müzik türleri derin düşünceleri, ek bir dinleme çabasını gerektirmiyor.

Levent ÖGET: Dolayısıyla da insanlar konserlere gitmek konusunda her zaman bu rahatlıklar paralelinde de o istekliliği bulamıyorlar. Böyle mi düşünüyorsun?

Emre KAHRAMAN: Olabilir diyorum.

Levent ÖGET: Sevil sen ne diyorsun?

Sevil ESEN: Ben şöyle düşünüyorum; insanlarda bir festivallere gitme özentisi ve arzusu var. O yazı geçiştirme arzusu bence bu ve festivalde ne olursa olsun orada olmak istiyorlar. Bu caz kulüplerinin de boş kalmasını açıklıyor. Şöyle ki; aslında bu sene gerçekleşen birçok festival konserinde çok iyi bir kitle buluştu ama bu çok iyi caz dinleyicileri orada buluştular, biriktiler, çoğaldılar demek de değil. O kitleyi hiçbir zaman bir caz kulübü kış sezonunda bulamayacak, yani yine bulamayacak ben ona inanıyorum. Böyle bir kitle var; sırf festival gezmek, festivallerde bulunma arzusuyla orada olmak isteyen, belki de hiçbir şeyden haberi olmayan, ne yazık ki cazı anlamayan, cazı dinlemeyen birçok kişinin de orada olduğuna inanıyorum ben.


İlkay Uzun: "İyi bir caz dinleyicisi olduğum halde trafik ve pahalılık yüzünden beş yıldır Açıkhava konserlerine gitmiyorum..."


Levent ÖGET: Peki konunun tam bu noktasında sizlerin görüşlerine kısa bir ara vereceğiz. Her ikinizin de bu anlattıklarınıza katkı sağlayacak olan bir cazseverin bu konularla ilgili olarak bize yazdığı mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum şimdi. Haliyle bu toplantı caz dinleyicilerinin katılımı ile ilgili olduğu için, elektronik ileti ortamından bize iletilen bu yaklaşımların tıpkı sizlerinki gibi bir kesimin düşüncelerine de paralellik göstereceğine eminim. Belki bunların üzerinden de konuşmalarımızı sürdürebiliriz? Sayın İlkay Uzun yazmış bu mektubu ve şöyle diyor kendisi;

İlkay UZUN: Merhaba, ben konserlere gitmeyen bir müzik dinleyicisiyim. Caz da dâhil birkaç müzik türü ile ilgiliyim ve iyi bir dinleyici olduğumu düşünüyorum. Konser ve mekânlara neden git(e)mediğimi birkaç cümle ile özetlemem gerekirse; İstanbul içi ulaşım ve park kolay değil. Bir konser için trafikte 3 saat geçirmeyi göze alsam bile hafta içi konserlere iş çıkısında yetişemiyorum. Ben yetişsem eşim yetişemiyor. Hafta sonu ise mümkünse arabamla trafiğe çıkmıyorum. Toplu ulaşım ne yazık ki yeterli değil. En az 5 yıldır Açıkhava konserlerine gitmiyorum, çünkü her gittiğimde önümde ya da arkamda oturanlarla tartışmak zorunda kaldım. Herkes arkadaşı ile muhabbet etmek için gelmiş gibi, sanki kafede otururcasına rahat davranıp konseri sinir harbine çeviriyorlar. Müzik dinlemeyi bilmiyoruz. Konserlerin ücretlerinin makul olduğunu da düşünmüyorum. Ne zaman eşimle bir konsere gitmek istesek en az 300 lirayı gözden çıkarmamız gerektiğini görüyoruz. Kapalı mekânlarda sigara içildiğine sık sık tanık oluyoruz. Bu da yeni denemeler yapma ve dışarıda daha fazla vakit geçirme isteğimizi öldürüyor. Organizasyonlar kalitesiz ve özensiz. Göze alıp girdiğimiz konserlerde ses sisteminin berbat olması, tuvaletlerdeki rezalet ve koyun yerine koyulmak da bezdiriyor elbette. Bu olumsuzluklar yüzünden artık takip etmeyi de bıraktık. Ama hâlâ evde müzik dinliyoruz. Kimse CD almazken biz CD alıyoruz. Konserve müzikten ve popüler müzikten uzak durmaya çalışıyoruz. Kaliteli müzik dinlemek için evimizde neredeyse her odada müzik sistemimiz var. İstanbul insanı yalnızlaştırıyor, bireyselleştiriyor. Müzik de bundan nasibini alıyor.

Levent ÖGET: Bu mektup çok şey söyleyip pek çok şeyi özetliyor gibi geldi bana ve özellikle bu toplantıda bu yazılanlara da yer vermek istedim. Yazılanlarda bir müzik dinleyicisi ailenin gerçekten de yalnızca konserler bazında değil, evdeki müzik dinleme ortamlarından, CD alıp almamalarına kadar geniş bir aralık içindeki konularda anlattıkları bir yığın sosyolojik kodları da içeriyor özelliklerinin olmasıyla ilginç geldi. Bu yazılanlar üstelik bir kesim için de bir dinleyici profili sunuyor. Öte yandan bunların karşısındaki görüşler de olabilir ki tabii bu konulara da haliyle başka türlü yaklaşabilirler. Ama bu toplantılarda biz bütün bunları değerlendirmek ve bu konulara da ışık tutmak istiyoruz. Bu yüzden bu değerli görüşler için sayın İlkay Uzun’a teşekkürlerimizle kaldığımız yerden sizlerle devam edelim toplantımıza. Emre sen sizler gibi olan bir dinleyici olan sayın Uzun’un görüşlerinden sonra neler söylemek istersin.


"İstanbul insanı yalnızlaştırıp bireyselleştiriyor. Müzik de bundan nasibini alıyor."


Emre KAHRAMAN: Ben bu görüşlerin çoğunu haklı buluyorum ve katılıyorum. Bence sayın İlkay Uzun çok doğru teşhisler koymuş. Ben de seneler geçtikçe konserlere, etkinliklere daha az gider oldum. Ama bunun yanında özel caz kulüpleri de açılmaya başladı. Eğer orada bir şeyler yakalanabiliyorsa neredeyse aynı fiyata çok daha yakından izleyebilme imkânıyla bazı konserler oralarda da izlenebiliyor ve onun havası da çok farklı oluyor. Bu da öyle evde, arabada ya da başka bir yerde dinlemeye de pek benzemiyor. Caz kulüplerinin artması da çok daha hoş olacaktır tabii.

Levent ÖGET: Karşı görüşleri duyduk bunun için soruyorum; sen böyle bir sosyal kültürümüz olduğunu düşünüyor musun?

Emre KAHRAMAN: Çok az da olsa var. Bazı kişiler geliyor ama bazen onlarda da görebiliyorsunuz zaten, amacın aslında başka olduğu, aslında bilmeden geldiği, vakit geçirmek için bir şeyler içmek için geldiği belli oluyor. Diyelim ki orada çok ünlü bir grup var ve çalıyorlar, düşünün şimdi, bir metre ötenizde.

Levent ÖGET: Değil mi? Onun heyecanı bir başka oluyor?

Emre KAHRAMAN: O müzisyenlerin de elektriği haliyle öyle bir ortamda bambaşka oluyor. Öyle konserdeki 30 metre uzaktan dinlemeye benzemiyor. Ayrıca konser alanlarının çok daha başka, farklı ve daha sıcak olması gerekiyor. Çünkü keyifli bir iş yapılıyor orada. Caz ya da hangi tür olursa olsun aslında böyle bu. Galiba burada, bizlerde maalesef bir organizasyon eksikliği de her zaman var sanki? Nedenini tam bilemiyorum gerçi ve bu her meslekte de böyle. Benim kendi mesleğimde de var, büyük ihtimalle grafikte de var?

Sevil ESEN: Evet var diyebiliriz. Maalesef sanırım sanatın her alanında var.

Emre KAHRAMAN: Bunun öğrenilebilen bir şey olduğuna inanıyorum ve biz de öğreneceğiz zamanla. Tabii bir de daha saygılı ortamları sağlayabilmeliyiz, karşı tarafa saygının, insanların birbirine saygının öğrenilmesi, öğretilmesi, anlatılması gerekiyor.

Levent ÖGET: Sanırım bunlar yavaş yavaş oluyor. Yıllar önceki Açıkhava konserlerinde seyircilerin oturdukları minderleri konser sonunda seyircilere ya da sahneye attıklarını da gördük. Oralardan gelindi buralara, yine de buna da şükretmek gerekiyor sanırım.

Sevil ESEN, Emre KAHRAMAN: Maalesef öyleydi!

Emre KAHRAMAN: Tabii konser ile ilgili bir fikri olmadan gelen dinleyicilerin bazıları da konserin ortasında terkedip gidebiliyor.

Levent ÖGET: Bu konuya önceki toplantılarda da değindik.

Emre KAHRAMAN: O seyirci de seçimini yapmış oluyor tabii bir yerde. “Tamam ben bu kişiyi dinlemeyeceğim artık” diyebilme özgürlüğü de var. Ama bir yandan da o anda izleyip, sevip daha sonra da dinlemeye başlayabilir ki bu da hoş bir şey.

Levent ÖGET: Bu onun bunu denemesinin fırsatının alanıdır diyebilir miyiz?

Emre KAHRAMAN: Dinlemeden, görmeden bir şey öğrenilemiyor. Tabii o da deneyerek öğrenecek, caz dinleyerek, anlayarak içine sindirmek gerekiyor. Caz pop müziğe benzemiyor.

Levent ÖGET: Sevil sen neler söylemek istersin konserlerle ilgili olarak? Emre öğrenmemiz gereken şeyler olduğunu söylüyor.


Sevil Esen: "Festivallerde Türk sanatçılara fazla yer verilmiyor..."


Sevil ESEN: Bir defa toplum içinde halen diğer sanat alanlarında da böyle bu, yapılan işe ne yazık ki saygı yok. Türkiye’de çok daha geniş kitlelere hitap edebilen bir müzik olması gerekirken küçük bir kitleye hitap eden bir tavır var gibi gözüküyor. Emre Bey az önce bu büyük alanlar ile caz kulüplerinden söz ederken söylediklerinde çok haklıydı. Gerçekten de o geniş alanlarda sözü edilen sıcaklığı yakalamak güç. Bu arada minderlerin atılması gibi konuları da çok önemli, çok anlamlı buluyorum. Ben Türkiye’de daha fazla caz kulübü açılıp, daha fazla Türk sanatçılarının göz önünde olmaları gerektiğini düşünüyorum. Benim dikkatimi çeken şöyle bir durum da var. Hep sözü edilen festivallerin neden dolu olduğuyla ilgili olan arz-talep dengelerinde daima festival izleyicilerinin isteklerine uygun sanatçılar getiriliyor. Fakat yine bu festivallerde Türk sanatçılarına çok fazla yer verilmiyor.

Levent ÖGET: Bu eleştiriyi önceki toplantılarımızda çoğu müzisyenimiz de yakınarak ortaya koymuşlardı.

Sevil ESEN: İsimlerine gerek yok, İstanbul için üç tane kulüp sayabiliriz bugün caz kulübü olarak. Oralarda ise sürekli aynı isimler bir kısır döngü içinde yer alarak bir bıkkınlığa da belki sebebiyet verebiliyor.

Levent ÖGET: Maalesef ben hemen bu konuda şunu da eklemek istiyorum bu açılmış kısma. Günümüzde tam da sevinmemiz gerekirken kimi üniversitelerin belki de yeni izleyiciler, yeni performansçılar için de bir ortam alanı oluşturulabileceği yaklaşımına, öyle olamadığını, büyük büyük üniversitelerin içlerinde sertifika programları, atölyeler ya da gelişim orkestraları gibi filiz bulabilecek oluşumları son derece kısa dönemlerde ayakta tutabilecek sabrı, desteği gösterebildiklerini duyuyoruz. Bir süre sonra özellikle de üniversitelerin başlangıçta kendi istekleriyle başlatılan bu programlar maalesef devam etmiyor, orkestralar varlıklarını sürdürme konusunda sıkıntılar, özellikle de maddi sıkıntılar yaşamaya başlıyorlar. Oysa üniversitelerin hele ki özel olanların kendi bünyelerinde hiç değilse birer orkestrayı mutlaka yaşatabilmeleri gerekir diye düşünüyorum. Önce pozitif niyetlerle iyi bir biçimde başlanabiliyor ancak sonrasında maalesef maddi imkânsızlıklardan ya da ilgisizlikten söz edilerek bazen de sudan sebeplerle bu değerli oluşumlar-orkestralar, tam da yararlı olabilecekleri daha uzun soluklu durumlardan mahrum bırakılıyorlar. Bu konuda özellikle günümüzde hep söylediğimiz gibi kimi rüzgârlar da biraz tersten esiyor sanki? Diğer bir yandan da eğitim kurumlarının ve üniversitelerin kendi bünyelerinde kurulabilecek konservatuarların eksikliğini hatta genel olarak müzik okullarının azlığını değiştirecek, var olan duruma destek verecek girişimlerde bulunması gerekirken sanki maddi konuları ileri sürerek biraz da kolaya kaçtıklarını düşünüyorum. Oysa özellikle kendi müzik eğitimlerini belirli bir seviyeye getirmiş yetişme dönemindeki insanların özellikle üniversite ortamında oluşturulabilecek (ille de performans bölümleri olması gerekmiyor) bir yapı içinde pek çok şey yapabilecekleri açıktır. Ne var ki bunun belki de karşılıklı olması gerekiyor yani burada da arz ve talep ile ilgili bir dengeye gereksinim var. Üstelik bu denge ile ilgili girişimleri kendi içimizde hazırlamamız gerekirken bu konuda dışarıdan bir çaba dikkat çekici bir biçimde gündeme katıldı. Bu çabayla neyi kast ediyorum anlamışsınızdır, Unesco’nun bir girişimi var ve hatırlarsanız geçen yıl ilk kez kutlanmaya başlanan ‘Dünya Caz Günü’ ya da ‘Uluslararası Caz Günü’ etkinliği bu organizasyon tarafından 2013 için İstanbul’u kutlamaların merkez şehri seçmişti. Bu, biraz da şu anlamlara geliyor olabilir; İstanbul artık caz için yeni bir yükselen değer. Bu kent içindeki caz ile ilgili gelişmeler bir genel öngörüyle dünya caz günü için örnek teşkil edebilir ya da tersten bir okuma da yapılabilir tabii; İstanbul ya da bu bölgenin cazın birleştirici gücüne (Unesco bildirisi maddelerine ithafen) barışa yaptığı/yapacağı katkılara gereksinimi var. İşte böyle okumaların yapılabileceği bir etkinlik seviyesini baz (temel) alarak cazın açılımları için iyi bir enstrüman olduğu çıkarsamasıyla bu konuları bu merkezden sürdürmeye çalıştığımız geçen toplantılardaki katılımcılarımızdan olan bilgi ekonomisti, sanat felsefecisi Dr. Özgür Uçkan ile de bu çerçevede konuşmalar gerçekleştirdik. Belki toplantımızın sonlarına doğru şimdi sizlerle de bu konuda biraz konuşmalıyız diye düşünüyorum? Söz konusu etkinliğin ilan edilmiş olan bildirileri içindeki bu maddeler özenle seçilmiş oldukları için haliyle pek çok kişiyi ve caz dinleyicisini de açıkça ilgilendiriyor kanımca. Kim itiraz edebilir ki: ‘caz cinsiyet eşitliğini geliştirir, caz birlik ve barış için semboldür, düşünce özgürlüğünün taşıyıcısıdır’ gibi bildirim maddelerindeki yaklaşımlar haliyle dikkat çekiyor. Ben bu maddelerin bilgi ekonomisti Özgür Uçkan dışında caz dinleyicisi olarak sizlerle de konuşulması gerekiyor diye düşünüyorum. Sence Emre caz bir dünya günü de olan ve sahiplenilmesi gereken bir müzik türü mü? Bunlara ekleyeceğin bir şey var mı, sen nasıl bakıyorsun bu birliğin bu bildiri maddelerine?

Emre KAHRAMAN: Evet sahiplenilmesi gerekiyor. Çünkü herhalde insanın kendisini en iyi ifade edebildiği müzik tarzı budur diye düşünüyorum. Güne gelince, ben bazen bu günlere biraz karşıyım. Ancak her ne kadar maddelerini tam olarak bilmesem de senin sıraladıklarınla bu bildiri çok hoş. Sahiden de üzerine basılmış. Özellikle dünya barışına, birliğine bir katkısı söz konusu olabilir.

Levent ÖGET: Müziğin genelinde de böyle bir şey yok mu zaten?

Emre KAHRAMAN: Haklısın, sadece caz mı? Dünya müzik günü diye belki bir şey olabilir mi, olmalı mı? Bütün müzikleri de yan yana koyamayız her zaman. Aslında öyle keskin hatlar ile ayrılıyor ki, farklı müzikler farklı kültürlere hitap ediyor. O yüzden evet böyle bir gün olmalı. Belki her ülke kendi gününü kutlamalı, belki de sonra tıpkı olimpiyatlar gibi bir ülkede herkesin toplandığı bir caz günleri etkinliği günü ya da günleri yapılmalı, konserler verilmeli bence.

Levent ÖGET: Unesco etkinliğiyle de buna benzer bir şey yapılmaya çalışılıyor işte. Sevgili Emre sana bir şey daha sormak istiyorum; Radyo dinliyor musun? Ya da şöyle sorayım, eskisi kadar dinliyor musun?

Emre KAHRAMAN: Tabii alışkanlıklar değişebiliyor. Benim için değişmeyen yine eskisi gibi geç yatan biri olarak tıpkı bir zamanlar “Gece ve Müzik” radyo programını dinlediğim günlerden, bu seçeneklerin kısıtlı olduğu ve onları neredeyse kovalar gibi dinlediğimiz günlerden bu yana fazla bir şey değişmemiş olması diyebilirim.

Levent ÖGET: Yani senin için radyo hâlâ bir müzik dinleme kaynağı olarak sayılmaya devam ediyor diyebilir miyiz?

Emre KAHRAMAN: Tabii ki...

Levent ÖGET: Sevil senin için de öyle mi, şunun için soruyorum, ben cazı radyoya çok yakıştırıyorum da... Ayrıca Dünya Caz Günü ile ilgili düşüncelerini de bizimle paylaşır mısın lütfen?

Sevil ESEN: Kesinlikle öyle, çok yakışıyor. Hem caz hem klasik müzik radyoda kendini çok iyi ifade ediyor. Dünya Caz Günü için de bir iki şey söyleyeyim, caz için söylenen o birleştirici-bütünleştirici yapısı zaten müziğin genelinde var. Kendim de sanat eğitimi almış biri olduğum için, ben sanata da genel bakarım ki; Dünya Caz Günü olması gayet güzel bir şey. Çünkü caz başka bir bakış açısına sahip ve tek başına müzik yapmak adına yapılmıyor. Caz müziğinin dünyaya karşı bir duruşu var, bir tepkisi ve eylemi var. Genel olarak insanlar ya da gerçek dinleyici “şöyle bir kahvemi yudumlarken, çayımı içerken dinleyeyim” diye dinlemiyorlardır herhalde bu müziği? Ben de öyle dinlemiyorum ve canım acıyor bazı zamanlar o ritim duygusuyla ve diğerleriyle. Hatta sanırım sanatın bütününde de o duygu yaşanmalı? Bence zaten cazın kendisinde diğer müziklerden ayırıcı bir yönü de var.

Levent ÖGET: Nedir mesela o sence, en can alıcı tarafıyla?

Sevil ESEN: En can alıcı tarafı şu; dramatik geliyor bana caz, hüzünlü geliyor. Cazda haykırış ve sitem var, tek başına müzikal, melodik bir yapı gibi gelmiyor bana. Bu haykırış belki rock da ya da diğer müziklerde de var belki ama ben sadece cazdaki haykırışı tercih ediyorum demek istiyorum.

Levent ÖGET: Sen zaten şarkı da söylüyorsun Sevil, öyle değil mi?

Sevil ESEN: Evet söylüyorum. 60m2 gibi caz kulüplerinde söylemeye başladım. Daha büyük konserler de hazırlıyorum.

Levent ÖGET: Peki Emre sen dinleye dinleye Sevil gibi müzik yapmaya başladın mı?

Emre KAHRAMAN: Vallahi! çok istiyorum ama bir türlü olmuyor. Galiba dinlemekle müzik yapmak çok başka bir şey... Şimdi belki de çok alakasız bir yerlere girmiş olacağım ama bir zamanlar saz üreten bir usta vardı. O bana bir zamanlar çalıyor olmasına karşın saz üretmeye başladıktan sonra bıraktığını anlatmıştı. Yapan ayrı çalan ayrı olmalı diyordu. Belki de bu başka bir konu ama ben keşke müzik yapabilsem, bir şeyler çalabilsem, keşke böyle bir şey için zaman ayırabilsem. Sanırım Türkiye’de müzik üzerinden para kazanmak zor olmalı. Hele caz için daha da fazla bir süreçten geçmek ve epey bir birikim gerekiyor. Ben ayaklarımı uzatıp dinlemeyi tercih ediyorum. Duygu konusunda da cazın yalnızca haykırış olduğuna inanmıyorum. Bence içinde haykırış da, hüzün de sevinç de her şey var.

Sevil ESEN: Tabii tabii hepsini kapsıyor, söylediğim gibi bir eylem olduğunu söylemek istiyorum. Kimine göre haykırıştır, kimine göre hüznü açığa çıkaran ya da başka bir duyguyu ortaya koyabilen yapısıyla oldukça doğaçlama ve çok sesli anlatım özellikleri olan böyle bir müziğin ‘caz günü’ de olmalı. Bir sakıncası olduğunu düşünmüyorum, çok da güzel olmuş.

Levent ÖGET: Bence sizler çok iyi müzik dinleyicilerisiniz. Toplantıya katılmanız önemli bir renk kattı bu sürdürdüğümüz açılım serisine, ikinize de çok teşekkürler.

Sevil ESEN: Gerçi dinleyici olmak ile konuşmacı olmak da ayrı şeylermiş ama yine de çok teşekkürler davet ettiğin için.

Levent ÖGET: Siz yine devam edin dinleyiciliğinize ve bu kültürü kazanımlarıyla birlikte paylaşalım.

Emre KAHRAMAN: Teşekkürler.

Levent ÖGET: Caz Açılımları serimizin 10. Bölümünde yani sondan bir önceki oturumda yine iki caz dinleyicisi ile devam edeceğiz toplantılarımıza ve bu defa Erhan Ongun ve Elif Gönenç Camcıgil diğer caz sever konuşmacılarımız olarak katılacaklar, toplantımızda olacaklar. Hoşça kalın.


Gelecek oturumda yer alacak isimler: Caz dinleyicileri, cazseverler; Erhan Ongun ve Elif Gönenc Camcıgil.


Levent Öget
leventoget@hotmail.com

Cazkolik.com / 13 Mayıs 2013, Pazartesi

 

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Levent Öget

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

  • Kalem Tıraş
    17 Temmuz 2013 Çarşamba 07:41

    merhaba, caz açılımlarında dinleyicilerin paylaşımlarına yer verdiğiniz için yazmaya karar verdim. önceki bölümleri dinlememiştim, okuyacağım. eğer çoktan üstünden geçilmiş şeylerden bahsettiysem affola. 18 yaşındayım. hakim ve bilgili değilim caz konusunda ama müziği çok seviyorum ve caz müzik de bunun bir parçası bu yüzden yazıyorum. konserlerde bazen parça devam ederken alkışlar oluyor. insanlar coşkularını içlerine atsınlar demiyorum ama alkış sestir ve kesinlikle çalınmakta olan şeyi gölgeliyor ya da değiştiriyor. bu konuda sanatçılar da duyarlı değil, dünden razı olanlar var. müziği sessizce tecrübe etmek çok büyük bir lüks mü ? insanlar hangi kabiliyeti, mükemmel anı alkışlayacağına karar verirken bir yandan da dinleyebiliyorlar. ben çok yavaşım belki de. konserin dinamik yapısının bir sonucu olarak görülebilir alkışlar. ama rahatsız oluyorum. ve ulaşım çok ciddi bir sorun. ben 23.30da e.s.t. symphony konserinden çıktığımda bu saatte otobüs seferi olmadığını öğrendim. taksi için yeterli param yoktu ve çok yürüdüm dolmuşların olduğu yere gitmek için. hele anadolu yakasında bir konserden sur içine dönebilmek.. 45dakika otobüs beklediğimi hatırlıyorum. eğer bu konserler ( ve bu müzik ) özel şöförüyle ayrılan lüks arabasıyla insanlarla anılmak istemiyorsa salt, otobüs seferlerini arttırsınlar. yapılabilir mi ? ne kadar mümkün bilmiyorum ama bu büyük bir sorun. internetten kaynak bulmak da zor. indirmek için arattığımda hiçbir şey bulamadığım oluyor. youtube"da bile kısıtlı kaynak var. internete karşı mesafeli oluşun cazdaki, bir ilke olarak benimsendiğini duymuştum müzik yazarı bir arkadaşımdan. albüm almayı seviyorum.ama her zaman mümkün olamaz ki bu. iyi günler iyi yayınlar.

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.