Monk espasları, Bach fügleri, bazen bir kalipso karışımı

Monk espasları, Bach fügleri, bazen bir kalipso karışımı

Keşke her yıl gelse

 

Brad Mehldau, adını taşıyan triosuyla birlikte (8 Mart) Perşembe akşamı İş Sanat’ta olacak. Yabancı bir-iki kaynakta biletlerin tamamının satıldığını okudum. Hiç şaşmam. Brad Mehldau, aşırı seyirci ilgisi nedeniyle bir seferinde CRR’de trio konserinden hemen sonra bir de solo konser vermek durumunda kalmıştı.

 

Piyanoda kendisi var, basta Larry Grenadier, davulda Jeff Ballard. Sanıyorum, Joshua Redman ile Cemal Reşit Rey’deki o nefis düo konserinden sonra ilk gelişi bu. O konser de ancak son gün duyurulabilmiş, aniden ağzına kadar dolmuştu. ‘Redman-Mehldau’, ‘Metheny-Mehldau’ kadar heyecan verici bir başlık çünkü. İkisi de 1990’lı yıllarda seslerini duyurmuşlardı. Redman Külkedisi muamelesi görürken, Mehldau’ya (biraz da fazlaca iddialı “Art of the Trio” serisi nedeniyle olsa gerek) daha çok büyümüş de küçülmüş muamelesi edilmişti.

 

O zamanlar, hatta ilk gelişinden sonra bile, ne yalan söyleyeyim, kendini beğenmişin biri olduğunu düşünüyordum. Aslında onda bu yetenek oldukça ne kadar kendini beğense umurumuzda olmazdı ama, değilmiş zaten. Fevkalade kibarmış, hatta yanına yaşlı bir hanım gelince ayağa kalkan zarif ve hoşsohbet bir delikanlıymış. Gerçi artık 40 yaşını da geride bıraktı.

 

Beni en çok heyecanlandıran neredeyse live performanslardan biri, onun Marciac’taki konserinin CD’si ve DVD’sidir. Sevdiğim bir yazı da yazmıştım, bulamadım ama. Mehldau’nun dinleyicilerini başıyla selamladıktan sonra her türlü ilişkiyi kesip tamamen piyanosuyla muhatap oluşu vardır, bunun en iyi örneklerinden biriydi işte. Mehldau’nun ilk DVD’siydi. Solo konseri akşam inerken başlamış, gece sona ermişti. Ellerini de bol bol görüyorduk. Mehldau kendi bestesi “Resignation”ı çalarken (eğer izlemeyi seçerseniz), ekranın bir yanından da notalar akıyordu.

 

Brad Mehldau, bugün caz piyanosunun en büyük isimlerinden biri. Ona Keith Jarrett’ın bir numaralı varisi gözüyle bakılıyor. Kendinden önceki ustaların: Jarrett, Chick Corea ve McCoy Tyner’ın ardından gelen kuşağın en seçkin ve yaratıcı caz piyanisti olduğuna hiç şüphe yok. Bir zamanlar sadık bir takipçisi sayıldığı Bill Evans’la arasına yeterince mesafe koyduğunu düşünüyorum. Zaten, “The Art of the Trio Vol. 2”daki özgün “Young and Foolish” yorumunun da kanıtladığı gibi, Mehldau’da izleri sezilen, bu parçayı seslendirmiş olan 1950’ler sonrasındaki efsanevi izlenimci değil, 1980’deki ölümünden hemen önceki Evans’tır - biraz tedirgin, hatta tehlikeli.

 

Mehldau’daki izleri yalnızca klasik müzik ve Evans’a bağlamak da mümkün olmaz. Onun müziği hem bütün yönleriyle caz geleneğini, hem de yirminci yüzyıl müziğinin, rock dahil, her bildik ve ücra köşesini içerir. Yıllardan beri kendi üslubuna sahip, hatta onu geliştirdi, zenginleştirdi. Hem albümlerinden, hem de birkaç yılda bir izlediğimiz konserlerden anlıyoruz bunu. Bu yakınlarda okuduğum bir Bill Evans yazısında, örneğin, “hatta Brad Mehldau’nun ilk döneminde bile Evans etkisi sezilir,” diyordu. Bak sen!

 

“Rock dahil” dedim, çünkü Mehldau’nun bir özelliği de, kendi besteleri ve caz standartlarının yanısıra popüler müzik parçaları, özellikle de rock müziği aranjmanları yapmasıdır. Nick Drake, Beatles, Radiohead ve Paul Simon, böyle aranjmanlardan nasiplerini almıştır. Halen de sınırları zorlamayı sürdürüyor, çok şükür. Bu sayede de istisnai bir repertuara sahip.

 

Onu gene basta Grenadier, ama davulda Jorge Rossy ile de izlemiştik. Sonra malum “düet”te, Joshua Redman’la. Nisan’da ya da hemen sonra gene birlikte sahneye çıkacaklar. Ne var ki, düet ne kadar başarılı olsa, solo konserleri ne kadar takdir toplasa da, tıpkı vakitsiz kaybettiğimiz Esbjörn Svensson gibi, Mehldau da hep piyano-bas-davul oluşumunu tercih etmiştir.

 

Caz dünyası onu 1995’te Warner’in “Introducing Brad Mehldau” albümüyle tanıdı ama aldığı övgülerle ödüller onu caz dinleyicilerinin seçkin kitlesine, hatta daha ötesine taşıdı. Hiç çıraklık dönemi yaşamadı, klasik müzik geçmişini cazdaki yaratılığıyla harman ederken dikiş yerlerini göstermedi. Bir melodiyi çıkış noktasına kadar indirip parçaladığı halde onun özünü parçaların tamamında korumayı başarıyor.

 

Özellikle solo çaldığı zaman (barlarda ‘resital’ verip olumlu tepki alabilen nadir kişilerden biridir) ortalıkta Chopin, Schumann, Beethoven’in hayalleri dolaşıyor. Ama birden bir bebop havası onları altedebiliyor. Brad Mehldau, başı tahtaya değecekmiş gibi, piyanosunun üstüne kapanarak çalıyor. Buna karşılık, piyanosunu forse eden bir icracı değil, zaman zaman ortalığı bir heyecan kasırgası sarsa da. Daha çok, “pianissimo” bir şair. Bazen, “Art of the Trio Vol.3”teki beş bestesinden “Convalescent”da olduğu gibi iki eli birbirinden tamamen ayrı bir melodi tutturuyor, bağımsız çalıyor sanki. Ama Mehldau’nun virtüozitesi onları birleştiriyor.

 

Monk espasları, Bach fügleri, bazen bir kalipso çağrışımı; Cecil Taylor, Chuco Valdes, Keith Jarrett’in duygu kasırgaları... Etkiler, kaynaklar, benzetmeler olabilir elbette, ama Mehldau tümüyle kendine özgü bir müzik yapıyor: Dört dörtlük bir Brad Mehldau müziği. Sihir kaynağı ortadan çekilene kadar, dinleyicilerine başka hiçbir şey yapamadan kendini tam anlamıyla verip onu dinlemek dışında şans tanımıyor.

 

Festival kapsamındaki ilk buluşmamızda hazır bulunup neye uğradıklarını şaşıranlara gelince, sonraki konserlerde adam başına beşer kişi getirecek kadar olumlu propaganda yaptıklarından eminiz. 16. Uluslararası İstanbul Caz Festivali’nin programı açıklandığında beni en fazla heyecanlandıranlar SMV ile Mehldau olmuştu. Triosuyla, basta Larry Grenadier ve davulda Jeff Ballard ile Cemal Reşit Rey Salonu’nda (CRR) bir konser verecekti. Sonra bir baktım, web sayfasında bir duyuru var. İlk konserin biletleri günler öncesinden tükenmiş, Mehldau aynı gün, ilk konserin başlamasından iki saat sonra solo bir ek konser vermeyi teklif etmiş. Doğrusu, Grenadier ile Ballard’ı takdir ederim ama, solo Mehldau dinlemek fikri bana daha cazip geldi.

 

Pazartesi akşamı CRR’de iki ayrı dinleyici grubu buluştu. İki grup da hayatından memnundu. Mehldau, sahneye çıktı, piyanosunun başına oturdu ve ânında çalmaya başladı. İlk sette çaldığı parçaları anons etti, onu dinlemeye geldiğimiz için bize teşekkür etti. Sonra da bizimle tamamen ilgisini kesip piyanosuyla bir aşk ilişkisine girdi. Yorgunsa da (ki mutlaka öyleydi) belli etmedi, uzun bir bis bile çaldı. Eve gidince de bir baktım, Ece bana Exit Music’in videosunu yollamış. Gerçi davulda Jorge Rossy vardı ama, olsun. Trio formatını da dinlemiş olduk böylece. Eksiksiz bir Brad Mehldau akşamıydı.

 

Yarının da öyle olacağını umuyorum. Her dinletisinde, her albümünde bestecilik ve yorumculuğunun sınırsızlığını, akıcı ritmik figürler ve beklenmedik patlamalarla bezediği müziği ile bir kez daha ispatlayan emsalsiz Mehldau, bizi kendisiyle birlikte alıp götürecek. ‘Live’ Brad Mehldau, albümlerden çok farklı bir etki yaratır. Keşke, 20’sinde A.B.D.’de, 12’sinde sair yerlerde piyasaya çıkacak olan albümü “Ode”u da alma imkânı bulsak!

 

Sevin Okyay


Cazkolik.com / 08 Mart 2012, Salı

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Sevin Okyay

  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.