Diane Reeves, iki gitaristle İş Sanat’ta çok beğenilen bir konser verdi. “Strings Attached” projesinin gitaristleri Romero Lubambo ile Russell Malone’du. Ertesi günkü bültenin başlığında “Cazın kraliçesi Dianne Reeves yine büyüledi,” diyordu. Doğrudur, büyüler. Zaten Miss Reeves, onu beğenmeye hazır bir dinleyici karşısına çıkmıştı. Hakiki caz dinleyicilerinin bir kısmını da içeren, ama daha çok protokol görünümlü dinleyicileri, ya da İstanbul Caz Festivali’nin pahalı konserlerine gelmeyi alışkınlık edilmiş türden dinleyicileri içeren kalabalık bir gruptular. Adının büyüsüne kapılıp gelmişlerdi, aradıkları her şeyi de buldular.
Miss Reeves’in harikulade bir sesi, kendine has bir yorumu var. O sesin mikrofon gerektirmediğini de, bis parçası “You Taught My Heart to Sing”i mikrofonsuz söyleyerek bize gösterdi. Sonra da minik adımlarla, yan yan sahneyi terk etti. Şarkıları, doğaçlamaları ve seyircisiyle kurduğu dört dörtlük iletişimle kusursuz bir konser sanatçısı olduğunu kanıtladı. Zaten kanıtlamaya ihtiyacı da yoktu. Ne de olsa, “En İyi Caz Vokal Performansı” dalında üç kez Grammy almış birinden söz ediyoruz. ‘Büyük Billie Holiday”in ini ona layık bir mükemmellikte yorumladı.
Gelelim konser çalma meselesine... A.B.D.’de yaşayan, Brezilya müziği ile cazı başarıyla harmanlayan, gitar üstadı Romero Lubambo’ya hiç itirazımız yok. Gerçekten yetkin bir gitarist, üstelik sakin, endişesiz, iyi bir adama benziyor. Russell Malone ile aşık atmaya kalkmadı. Tersine, gerektiğinde eşlik etti, gerekmiyorsa susup onu dinledi. Reeves ile daha önce de birlikte çalışmış olan Lubambo, “Strings Attached” projesinin ‘yaylıları’ndan biri olarak, gayet iyiydi.
Öteki ‘yaylı’ ise bir acayip. Ezelden beri hayran olduğumuz (aslında henüz 48 yaşında var yok) Russell Malone, dinleyicileri müthiş etkiledi. Belki de hepsi onu tanıyordu, aksi takdirde Miss Dianne Reeves anons edilene kadar 10-15 dakika süreyle iki gitaristi dinlemekten hoşnutsuzluk duyabilirlerdi. Oysa coşkuyla alkışladılar. Müthişti, hatta dışarıda ‘tanıyorum da çıkaramıyorum’ türünden bir ahbap, satılan Reeves albümleri içinde, Malone’un çaldığı albüm var mı diye bakıyordu. Olmayabileceğini söyledim. “Harikaydı, çok beğendim,” dedi. “Kız da iyi, daha önce hiç dinlememiştim.” Doğrusu ben konserde de ellili yaşlarında olduğunu kabul eden 55 yaşındaki Miss Reeves’in yerinde olsam, her şey bir yana, bana “kız” denmesini sevinçle karşılardım.
Esas konumuz Malone ise, kısa süre önce Ron Carter ve Mulgrew Miller gibi iki büyüğüyle, Aytek Şermet’in bu yıl düzenlediği şaşırtıcı konserlerden birinde İstanbul Jazz Center’da karşımıza çıkıp gönlümüzü hoş tutmuştu. O da harika bir konserdi ama ayakta kaldığım için ikinci seti izleyememiştim. Kendisini, o konserin neredeyse hemen ardından gene izleyip dinlemek ne güzel. Üstelik, bu kez sahnenin beklenmedik hakimi olarak çıktı karşımıza. Özellikle de, konserin sonlarına doğru yaptığı soloyla, hakkında yazılan, söylenen her şeyi, bütün övgüleri doğruladı. Evet, Russell Malone gerçekten de mevcut gitaristlerin içinde en etkini, daldan dala konmakta da üstüne yok. Blues’dan gospel’, pop’a, RB’ye, caza büyük bir rahatlıkla geçer diyorlardı.
Elhak öyleymiş. Bize ve Reeves’e sırtı dönük otururken, birden elleri havada, koltuğuyla dönüp giriştiği soloda anladık bunu; hatta ‘country’yi de ekleyebiliriz. Ne kadar atak, neredeyse agresif, coşkulu, tutkulu, hatta bazı anlarda onun vardığı düzey yüzünden biraz ürkütücü bir soloydu! Daha önce kaptı kapacak göründüğü konseri orada aldı gitti bence. Tevekkelli ona Grant Green ile Kenny Burrell’ın bluesvari sound’larını; Django Reinhardt ve Pat Martino’nun amansız ataklarıyla birleştiren kişi demiyorlar! Demek Sony’nin başındaki Tommy Mottola onu Harry Connick Jr.’ın grubunda çalarken dinleyince onun için hemen Columbia’ya getirmiş. Miss Dianne Reeves’in meslektaşı, neredeyse adaşı Diana Krall bunun için yıllarca onunla birlikte çalışmış. Tıpkı Aretha Franklin, B.B.King, David Sanborn, Shirley Horn, Ron Carter ve Sonny Rollins gibi.
İlk gitarı annesinin ona aldığı plastik yeşil bir oyuncak gitar olan Russell Malone, uzun süre bu gitarla duyduğu gitar seslerini çıkarmaya çalıştı. Önce televizyonda izlediği Chet Atkins, Johnny Cash, B.B.King gibi sanatçıları taklit ediyordu, blues ve country ile ilgileniyordu ama 12 yaşında George Benson’ı Benny Goodman ile çalarken dinledikten sonra, bu müziği çalmak istediğine karar verdi. (Eskinin eşsiz caz gitaristi George Benson’dan bahsediyorum. Sonraları, “Viran olası hanede çoluk çocuk var” bahanesiyle kendini pop’a vuran versiyonundan değil.) Çalmayı kendi kendine öğrenmişti, 25 yaşında orgcu Jimmy Smith onu birlikte çalmaya çağırdı. İlk sahneye çıkışlarından sonra “Sandığım kadar iyi olmadığımı anladım,” demişti. İki yıl sonra Harry Connick Jr.’ın orkestrasına katıldı, dört yıl kaldı, onunla birlikte üç albüm yaptı.
Kendi albümünü ise 1992’de çıkardı: Russell Malone. Elektrik, akustik ve klasik gitar çaldığı albüm, radyo listelerinde 1 numaraya yükseldi. Ertesi yıl “Black Butterfly”ı yaptı. 1990’lı yıllarda da cazı yakından izliyor olanlar, Russell Malone’un yeteneğini nereye gizlediğini hep merak etmişlerdir.
Ortadaydı oysa. Robert Altman’ın Kansas City’sinde parmaklarını şaklatan şahıs oydu. Stephen Scott ve Benny Green’in 1997’deki albümlerinde çaldı. Diana Krall stüdyosu ve grubunun üyesiydi, ikisi Grammy adayı, biri Grammy ödüllü üç albümünde onunla çalmış, birlikte dünya turnesine çıkmıştı. Gene 1997 tarihli ve Latin Caz Grammy’li “Habana”da Roy Hargrove ile birlikteydi. Sadece kendi adına albüm çıkarmamıştı, o kadar. Umarız Malone gerek lider, gerek sideman olarak, gönlü hangisini isterse, bol bol albüm çıkarsın; kiminle gelirse gelsin, İstanbul’a gene uğrasın. Acaba diyoruz, kendi konseri olunca neler yapacak?
Sevin Okyay
Cazkolik.com / 08 Mayıs 2011, Pazar
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.