Nardis ve Jazz Dergisi`yle yoğun sezon geçiren Zuhal Focan uzun aradan sonra genç caz müzisyenleriyle yaptığı sohbetler serisine Sanat Deliorman söyleşisiyle geri döndü.

Nardis ve Jazz Dergisi`yle yoğun sezon geçiren Zuhal Focan uzun aradan sonra genç caz müzisyenleriyle yaptığı sohbetler serisine Sanat Deliorman söyleşisiyle geri döndü.

 

Sanat Deliorman: "Müzikte olgunlaşmak sivrilmekten

çok daha önemli diye düşünüyorum..."

Zuhal Focan: Kendini tanıtabilir misin?

Sanat Deliorman: Ressam anne baba, Nesrin ve Orhan Deliorman’ın kızıyım. Babam lise yıllarını Yıldız - Gazi Ayhan çiftinin yanında bongo çalarak, Anadolu’yu şehir şehir gezerek geçirmiş. Annem ise tiyatrocu Sait Ergenç’in kızı, Trablusgarplı Ümmü Gülsüm’ün büyük büyük torunu ve güçlü Ak Arap gırtlağının son mirasçılarından.

Küçüklüğüm evdeki Sade kasetlerini dinleyerek ve oyuncak teybime kendi hayali radyo programlarımı kaydederek geçti. O kadar çok kayıt yaptım ki, zavallı kasetlerin ömrü zulmüme dayanmadı. İlk müzik eğitimimi 6 yaşındayken, Kadıköy’deki Belediye Konservatuvarı’nın piyano bölümünde almaya başladım. O zamanlar evimizde iki tane konsol piyano vardı. Biri siyah bir Rippen diğeriyse açık kahve renkte, markasını şu an hatırlayamadığım, bir Rus piyanosuydu. Akşamları yemekte havyar yemiyorduk tabii. Sadece borçlarını piyanoyla ödemeyi alışkanlık edinmiş bir müşterimiz vardı.

İlk mikrofonumu Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okurken babam aldı. O zamanlar Celine Dion, Loreena McKennitt ve Barbara Streisand baş kahramanlarımdı. Söylediğim ilk caz parçası Barbara Streisand’ın kasetinde dinlediğim The Island idi. Bir de İrlanda müziğine tutkundum. İrlandaca halk şarkıları ezberlerdim. Sanırım yabancı dil sevdam halen devam ediyor. Şimdi de Portekizce şarkılara sardırmış durumdayım.
Hiç unutmuyorum, odamın tavanında bir uçtan diğer uca onlarca ip geriliydi ve bu iplerin üzerinde asılı, üzerlerinde şarkı sözleri yazılı, çamaşır şeklinde kesilmiş kağıtlar vardı. Her gün çamaşırları toplar yenilerini asardım. Bu sahne annemin kafasını biraz karıştırıyordu doğruyu söylemek gerekirse.

Sonra az daha büyüdüm ve Boğaziçi Üniversitesi`ni kazandım. Ama o günlerde beni çevirmenlik okuyacağım fikri değil, müzik kulübünün caz korosu seçmeleri daha çok heyecanlandırmıştı. İki sene müzik kulübünün a cappella korosunda kontralto olarak söyledim. O zamanlar sadece 20 kişiydik ve şefimiz Ali Göktürk’tü. Sekiz partisyonlu Pembe Panter, İsveççe Pippi Potpourri söylemek gibi fantastik aktiviteler içerisindeydik. Hayatımdan memnundum ama bölüm dersleri hiç ilgimi çekmiyordu. Bu sefer de babamın kafası karıştı. Hattâ biraz telaşlandı.

O zamandan beri profesyonelliğe doğru attığım adımlar düz bir rotada gitti diyemeyeceğim. Hep farklı limanlara uğrayarak ilerledim. Önceleri bir iki grup macerası geçirdim. Tabii internete “caz şarkıcısı aranıyor” diye yazıp ara butonuna basınca yaşanacak türden maceralardı bunlar.

Öte yandan, o sıralar kırka yakın irili ufaklı pop ve blues şarkısı yazmıştım. Birden bire gelmişlerdi ve bunları aranje ettirsem mi yoksa kendimi mi kandırıyorum diye bir iç hesaplaşma dönemi yaşadım. Ama şarkıları yazdıran sebepler kafamdan uçup gidince, geriye kırktan çok daha az şarkı kaldığını gördüm ve bu işi rafa kaldırmaya karar verdim. Nitekim üniversite son sınıftayken Albert Long Hall Klasik Müzik Akşamları için kendisine asistanlık yaptığım değerli hocam Evin İlyasoğlu sayesinde Sabri Tuluğ Tırpan ile tanıştım. Tuluğ Bey de beni Sibel Köse’nin atölyesine yönlendirdi.

Gerçek caz maceram Sibel Abla ile başladı diyebilirim. Bir şeylerin ayırdına ilk onunla vardım. Tabii malum her uyanış biraz acılı olur. Başlarda kendimi umutsuz vaka gibi hissediyordum. Daha bismillah ilk seneden Nardis Genç Caz Yarışması’na girdim ve mp3 çalar bile kazanamadan geri döndüm. Bu mp3 çalar meselesi bana çok dokunmuştu, çünkü tam o sıralar mp3 çalarımı kaybetmiştim.

Ertesi sene sevgili dostum Şirin Soysal’ın beni Randy Esen’le tanıştırması hayatımda yepyeni bir sayfa açtı. 2011’de Nardis Genç Caz Yarışması`na tekrar katılıp, bu sefer tüm mansiyonları topladım. Derken kendimi Nardis sahnesinde, İstanbul Tünel Şenliği’nde ve NTV radyo canlı yayında buldum. Hepsi peş peşe geldi. Tüm acemiliğime rağmen desteklendiğimi hissetmek beni çok mutlu etmişti. Halen de aynı hisler içerisindeyim.

Zuhal Focan: Önümüzdeki yakın veya uzak gelecekteki projeleriniz; konserler, kayıt yapmak gibi bir isteğin, projen var mı? Varsa kimlerle?

Sanat Deliorman: Öncelikle artık çok daha sık sahnelerde olacağım. Öte yandan, bu yaz Randy Esen ile derslere devam etmek, hattâ caz armonisi ve tekniği üzerine daha kapsamlı eğitimler almak istiyorum. Belki yurtdışına da gidebilirim. Kim bilir. Henüz kararlaştırmadım. Orkestradan konuşacak olursak, birlikte çalıştığım Adem Gülşen, Emre Tankal, Duru Tuna, Özgür Salıcı ve Korhan Ogan gibi kıymetli dostlarım var. Onlarla konserlerimize devam edeceğiz. Ayrıca yine bu yaz için bir demo kaydetmeyi planlıyorum ama bu sefer daha sahne performansına yakın tatta bir şeyler kaydetmek niyetindeyim. Bir yandan da Türkçe caz repertuvarımı yavaş yavaş genişletiyorum. Bu yönde beste çalışmalarım da var ve olacak. Sadece doğru zamanın gelmesini bekliyorum. Hiç acelem yok.

Zuhal Focan: Genelde (Türkiye`de ve dünyada) caza nasıl bir gelecek öngörüyorsun?

Sanat Deliorman: Her müzik türü gibi caz da kendi enerjisiyle alıp başını gidecek gibi görünüyor. Elbette bu süreçte konserler, festivaller, bu organizasyonların nitelik ve nicelikleri hep tartışma konusu olacak. Ama böylesi tartışmaların cazın önünde bir engel teşkil edeceğini düşünmüyorum. Hem caz sürekli kendini yenileyen bir müzik. Üstelik modaya göre değil icracısıyla yenilenen bir dünyası var. O yüzden hep genç kalacak gibime geliyor.

Bu arada cazı elit ya da sadece belli bir genel kültür seviyesinde olanların anladığı bir müzik türü olarak görmüyorum. Bence herkes cazdan bir şeyler “alabilir”. Yeter ki kulakları ve gönülleri açık olsun.

Zuhal Focan: Senden sonra yetişen gençlere söylemek istediklerin?

Sanat Deliorman: Müzikte olgunlaşmak sivrilmekten çok daha önemli diye düşünüyorum. Yani olgunlaşmamış bir meyveyi de sopayla vurup yere düşürebilirsiniz ama meyvenin ağırlığını kazanıp dalından kopması en güzeli. “Hiç acelem yok” dememin sebebi de bu. Tabii meyve durup dururken olgunlaşmıyor. Beslenmesi gerek. Bunun için de her şeyden önce bol bol dinlemek gerekiyor sanırım. Takip ettiğim yabancı vokal caz radyoları var. Repertuvarımın en lezzetli parçalarını bu radyolar sayesinde keşfetmişimdir.
Sibel Köse hep “Sakin ol”, Randy Esen ise “Kendin ol” derdi. İkisine de yürekten katılıyorum ve yeni gelen arkadaşlara da aynısını tavsiye ediyorum. Evet mekân az, imkânlar kısıtlı, ama caz hepimize yetecek kadar geniş. Endişe ederek kaybedeceğiniz zamanı beslenerek, çalışarak, ama en önemlisi, hissederek geçirmeye bakın.

Hayalinizdeki şey olamamanız hayalinizdekinden daha kötü bir noktada olacağınız anlamına gelmiyor.

Zuhal Focan
focan@nardisjazz.com

Cazkolik.com / 30 Mayıs 2012, Çarşamba

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Zuhal Focan

  • Instagram
  • Email

YORUMLAR

  • nurhan gen
    09 Haziran 2012 Cumartesi 12:28

    Annen,baban adını boşuna Sanat koymamışlar. İsminle çok yaşa ki sanatını da yaşatabilesin. Senin gibi çok yönlü , üretken gençler bizler için yaşam enerjisi kaynağı oluyor. Sizlerle gurur duyuyoruz. Yolunuz açık,herşey gönlünüzce olsun. Sevgiler nurhan

    Bu Yoruma Cevap Yazın »

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.