PSM Caz Festivali sona yaklaşırken müzikseverin heyecanla beklediği Chris Botti 24 Mayıs akşamı „An Evening with Chris Botti“ adını verdiği şovunu gerçekleştirdi.
Biletler tümüyle satılmış, salon dolmuş, sabırsız seyirciler Botti’nin sahneye çıkmasını beklerken grup elemanları ve Botti sahnede görünür görünmez açılışta „When I Fall in Love“ın müziği salona yayıldı. Hayatı klasikle başlayıp caza uzansa da klasik müziğe konserlerinde ve albümlerinde hep yer vermiştir. 24 Mayıs akşamı sahnede Berlin Filarmoni Orkestrası viyolonistlerinden Polonyalı Ania FIlochowska ile başlayan dakikalar yerini caz standartlarına bıraktı. Chris Botti’nin caz tukusunun Miles Davis hayranlığıyla başladığını biliyoruz ve elbette konserinde ona da yer verdi. 26 Mayıs Miles Davis’in doğum günü. Elbette ilham kaynağı ustasının doğum gününü belki de böyle kutladı bizden habersiz. Miles Davis parçalarını çalarken saksofonda Andy Snitzer’in sololarına kendimizi kaptırdık. „So What“ parçasında artık tansiyon iyice yükselmişti.
Konsere dair izlenimlerime dönecek olursam, aslında, şovunu dolu dolu yaptı diyebilirim. Klasikten caza, cazdan rocka herkesin gönlünü hoş etti. Bir yanda orkestrasının zenginliğini ve ne kadar değerli isimlerle sahneye çıktığını gösterirken, yaklaşık bir buçuk saat boyunca da tek başına performans göstermesi hem yorucu olurdu hem de seyirci ile diyaloğunu koparabilirdi.
Davulcu Lee Pearson’un ceketini çıkartırken çalmaya devam etmesi ve elinden fırlattığı bagetleriyle seyirciyi coşturması görülmeye değerdi. Son parçada Louis Armstrong’un „What A Wonderful World“ parçasını seslendirilmesi konsere ayrı bir sevimlilik kattı.
Chris Botti’nin bir-iki parçasını seyirciler arasında çalarak salonu selamlaması ve kurduğu diyalog içtenliğini ispatlarken elbette şovun da bir parçasıydı. Şova güzel vokal Sy Smith de izleyicilerin arasından katıldı. Seyirciyle iç içe bu anlarda salonda herkes mutlu ve coşkuluydu. Derken, sürprizler bitmemiş olacak ki sahneye bir tenor geldi, oldukça çok genç ve geleceği parlak sanatçı Jonathan Johnson. Klasiklerden sevilen iki eseri seslendirdi.
Chris Botti’nin repertuvarı ve başarılı şovuyla izleyicinin beklentisini gayet iyi karşıladığını düşünüyorum. Şovsa şov, All Star ise All Star, geniş bir yelpazede gerçekleştirdiği romans geceye katılan herkesi memnun etti. Zaten onunla yaptığım röportajda da müziği için öyle söylemiyor muydu? “Romantik bir akşam, şarabınızla mum ışığında dinleyin beni”... Evet, belki o an elimizde şarap kadehi yoktu ama diğer her şey tamamdı. Çıkışta sevgili Güzin Yalın ve diğer dostlarla karşılaşıp konser hakkında konuştuk. Sonuç; Herkes memnun.
Chris Botti orkestrasının alımlı şarkıcısı Sy Smith bir sene önce çıkardığı “Sometimes a Rose Will Grow in Concrete” albümünün remix versiyonunu yakında yayınladı. Başarılı tenor saksofoncu Andy Snitzer de mart başı “Pure Punk” isimli albümünü çıkarmıştı. Sesiyle salonu büyüleyen tenor Jonathan Johnson aynı zamanda soul şarkılar söyleyen bir şarkıcı. Gitarist Leonardo Amudeo dört yıllık albüm suskunluğunu bozacağını söylerken herkesi büyüleyen şovuyla davulcu Lee Pearson, Botti ile turnesini sürdürüyor. Basçı Reggie Hamilton turne dışında Melbourne de ders vermeyi sürdürüyor. Ve Eldar Djangirov... Sıkı caz takipçileri piyanonun bu genç ve ödüllü yeteneğinin son derece başarılı bir kariyer başangıcının ardından çıkardığı “Breakthrough” albümüyle hatırlıyordur.
Leyla-Diana Gücük
Fotoğraflar: Leyla-Diana Gücük
Cazkolik.com / 30 Mayıs 2019, Perşembe
23 Mayıs 2019, Perşembe
Bazen bir müzik ya da şiir, kimi zaman ise bir resim ya da tek bir isim insanın geçmiş zaman denizlerinde kürek çekmesine, geçmişi anımsamasına neden olur. 23 mayıs akşamı PSM Caz Festivali kapsamında Touché sahnesinde dinleme fırsatı bulduğum Barış Demirel benim için bu isimlerden biri. İlk kez 2012 yılında Barış Demirel ve müziği ile yolum kesişmişti. O zamanda böyle komalı seslerin peşinde miydi net hatırlamasam da oldukça belirgin, kendine özgü bir trompet tonu olduğunu hatırlıyorum.
2011 ile 2013 yılları arasında kalan 3 yıl Türkiye’de caz müziğinde genç yeteneklerin keşfedilmesi adına geçen en güzel dönemlerden biriydi. Akbank Caz Festivali çatısı altında düzenlenen JAmZZ Genç Yetenekler Yarışması o dönemde henüz pek tanımadığımız isimleri müzikseverlere sunmakla kalmamış, dereceye giren isimlere verdiği yurt dışı müzik atölyesi bursu ve festival konseri teklifi ile genç müzisyenlerin kariyerlerinde önemli bir basamak oluşturmuştu. 2012 yılının serin bir sonbahar günü Akbank Sanat sahnesinde ilk kez izlediğim trompet müzisyeni Barış Demirel’de JamZZ kapsamında tanıdığım isimlerden biri. Usta trompetçi İmer Demirer’in başkanlığını yaptığı jüride herkesin kendisini beğendiğini, umut dolu sözlerle onun hakkında konuştuğunu hatırlıyorum.
Yıllar yılları kovaladı, önce 23. Akbank Caz Festivali’nde Barış Demirel’i solo projesi ile izleme fırsatı bulduk, derken t.e.a.r isimli ilk solo albümü geldi, İKSV Salon`da olduğunu hatırlıyorum albüm lansman konserinin. Bu arada geçtiğimiz aylarda çıkan ikinci albümünün lansman mekanı yine İKSV Salon’du. Caz, hiphop, ambient, progresif rock gibi farklı müzik türlerinin kendine özgü bir sentezini sunduğu müziği İstanbul’daki farklı mekanlarda kendine yer buldukça bende fırsat yakaladığım birkaç konserine gittiğimi hatırlıyorum Barış Demirel’in.
Geride kalan her yıl müzisyenin sanatına yepyeni zenginlikler getirmişti kuşkusuz. Dün Touché sahnesinde izlediğim performans bunun en güzel örneklerinden biriydi. Akorlar ve armoniler bağlamında caza en yakın müzik türü her ne kadar blues olsa da rap aslında gerek dışavurum gerekse ritmik yapı anlamında caz ile büyük ölçüde akraba sayılır.
Barış Demirel kuşkusuz bu akrabalık ilişkisini en iyi görmüş ve yorumlamış isimlerden biri. Dünkü performans sırasında Akale / Geçmiş Olsun isimli parçanın girişinde yaptığı rap vokali ve trompeti ile devam ettiği anlar türlerin iç içe geçişine dair oldukça keyifli önermeler içeriyordu. Kuşkusuz dünkü performans sırasında Barış Demirel kadar üzerinde durmamız gereken bir diğer isim de kendisinin uzun yıllardır birlikte çalıştığı gitarist Efe Demiral. Gerek Barış Demirel’in müziğinin en belirgin unsurlarından biri olan atmosferik dünyanın gerekse elektronik referanslı seslerin oluşturulmasında büyük emeği olan Efe Demiral kuşkusuz gitar tonu ve seçtiği melodi kurulumlarıyla çok özel bir gitarist. Kendisi aynı zamanda dün akşamın ilk sanatçısı olarak 4 kişilik ekibi ile gecenin açılışını yapan isim oldu. Ocak 2016’da ‘Inside Out’ ve 2019 yılının Ocak ayında `Uyku Pansiyon` isimli albümlerini dinleyiciler ile buluşturan Efe Demiral festival yapımcılarının ve konser organizatörlerinin kesinlikle daha çok sahne imkanı vermesi gereken bir isim.
23 Mayıs Perşembe akşamı Türkiye caz sahnesinde olup bitenler adına umut dolu, aydınlık bir akşam olarak geride kaldı birçok cazsever için. Barış Demirel’in Temmuz`da Montreux Jazz Festival Talent Awards`a gideceği haberini duymak ise kuşkusuz dün akşamın en güzel haberiydi. Dünya çapında 150 grubun önerildiği yetenek ödüllerinde ilk 15 grup arasında olmaları onlarca iyi ismin olduğu bir dünyada hepimizin gurur duyması gereken bir haber.
Sami Kısaoğlu
Cazkolik.com / 29 Mayıs 2019, Çarşamba
Fotoğraflar: Cem Gültepe
22 Mayıs 2019, Çarşamba
Başlığa bakıp da izahını yapmaya çalışacağımızı sanmayın. Yazının sonunda yazıyor zaten. İlginç bir müzisyen Kamaal Williams. İsmine bakarak müziğini anlamak mümkün mü? Kamaal yani Kemal Müslüman ismi, Williams İngiliz ama diğer adı Henry Wu. Albümlerinin kapaklarını Arapça yazıyor. Son albümün kapağında mesela “Kemal” yazıyor. Sırf isimlere bakarak dört farklı kültürel gönderme var diyebilir miyiz. Diyen desin. Öte yandan, son çalışması “The Return” için çektiği klipte uzakdoğu dövüş sanatlarını kullandı. Basın bültenlerinde ‘cazla dövüş sanatlarını kaynaştırdı’ diye yazıyor. Bu kaynaşmalar keşke yazıldığı kadar kolay olsa, öte yandan, son çalışmasında iki parça var ama sanki bir ‘ful’ albümlük ses çıkıyor bu iki parçadan. İlki “New Heights” ikincisi Miles Davis göndermeli “Snitches Brew”, ismine münhasır parçada müzisyenler arası bir ‘kaynatma’ var, bu kesin, parçanın son düzlüğündeki klavye ‘efsane’. İşte, bu adam PSM Caz Festivalin en yeni müziklere sahip konuklarındandı. Klişe tabirle yükselen İngiliz cazın en yükselen isimlerinden biri. Müziğinde saykodelik yetmişler de var, elektronik yeni şeyler de, yukarda yazdığımız gibi uzakdoğu da var, Post Milesvari kaynaşmalar da. Kimimiz buna caz diyip işin içinden çıkıyoruz, kimimiz yok değil diyoruz, zaten, yeni nesil müzisyenler için de caz böyle bir şey değil mi?
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 24 Mayıs 2019, Cuma
Fotoğraflar: Sedal Antay
18 Mayıs 2019, Cumartesi
Amerikalı gitar üstâdı John Scofield’ı, ister funk caz, ister rock-caz ağırlıklı performansları olsun, Türk izleyicileri hiçbir konserinde yalnız bırakmıyor. PSM Caz Festivali`nde cumartesi gecesi de farklı değildi. Konser biletleri önceden tükenmişti. Scofield, 66. yaşı şerefine geçen yıl çıkarttığı Combo 66 isimli albümünün turnesinde rock, blues, funk, bop gibi zengin yelpazeden oluşan parçaları ile Türk hayranlarının karşısına çıktı. Avrupa turnesinin son durağı İstanbul`da, piyano ve orgda Gerald Clayton, basta Vincente Archer ve davulda Bill Stewart ile birlikte sahne aldı sanatçı.
Sanatçının bu yeni grubu, eski ve yeni çalıştığı sanatçılardan oluşuyor ve grubun sahnedeki uyumları ve teknik kaliteleri ile konser boyunca swing’li tempo hiç düşmedi. Gerald Clayton, Hammond orgda iken funk ağırlıklı çalarken, piyanoya geçtiğinde onu sağlam bir bopçu olarak izledik. Yüksek tekniği ve konsantre çalışıyla basçı Vincent Archer’ın ve uzun yıllar Scofield ile birlikte çalan davulcu Bill Stewart’ın etkileşimlerini keyifle izledik. Scofield özellikle uzun sololarında yorulur gibi görününce ekip büyük ustalıkla performanslarına devam etti. Özellikle tecrübeli davulcu Stewart performansıyla sahnenin bir diğer yıldızı oldu. Onun ve Scofield’ın birbirlerinin cümlelerini tamamlamalarını zevkle izledik.
Bill Stewart’ın bestesi ”F U Donald” parçası, Scofield anons ettikten sonra ve parça bitiminde seyirciden büyük alkış aldı. John Scofield’ın Belçikalı armonika sanatçısı Toots Thielemans`a ithafen yazdığı King of Belgium ve torunu için yaptığı rock esintili Willa Jean ve biste çaldıkları balad yorumlu caz standardı But Beautiful ile Türk izleyicisine yine coşkulu, yine unutulmayacak bir akşam geçirtmiş oldu sanatçı.
Konserden önce yaptığım röportajda “66 yaşımda, her zamanki kadar -belki daha da fazla- çalmayı seviyorum ve hatta daha fazla zevk alıyorum çünkü artık daha az gerginim ve kendimden daha fazla eminim. Kimseye yaşı ile ilgili bir sorun yaşamamasını tavsiye ediyorum. Hayatınızın tadını çıkarın!” demişti sanatçı. Biz de konseri benzer duygularla izledik.
Nazlı Toprak
Cazkolik.com / 19 Mayıs 2019, Pazar
John Scofield yaşlandıkça yıllanan şarap gibi. Sevgili Nazlı Toprak’ın röportajında söylediği (okumak için tıklayın) şeyleri dün akşam sahnede izledik, ne onlar kısaca bakalım;
“66 yaşımda her zamanki kadar -belki daha da fazla- çalmayı seviyorum” diyordu Scofield usta, evet, aynen dediği gibi. Festivalin en uzun konserlerinden biriydi, çalmalara doyamadı, özellikle 2 solo hayli uzundu, -izlemediğim konserleri hariç tutarak söylersem- en şapka uçurtan soloyu dün akşam dinledik, hem de bir değil iki kez!
Bill Stewart’ı festivalin en iyi davulcusu ilan ediyorum halbuki festivalde bir dolu ismi izledik değil mi, mesela Mark Giuliana hemen akla gelir, başkaları da var ama emin olun Bill Stewart bambaşka. Hayran kaldım.
Piyano ve hammond orgda Gerald Clayton bir eliyle piyanoyu, öbür eliyle Hammond orgu aynı anda çalacak kadar sakin ve rahat bir sanatçı. Dörtlünün içinde en az kendini paralayan oydu. İki kez hammondda, sondaki caz standardı “But Beautiful”da piyanoyla aklımızı aldı.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 19 Mayıs 2019, Pazar
15 Mayıs 2019, Çarşamba
“İzlanda’dan huzur, dinginlik ve mutluluğun formülünü taşıyan kompozisyonlar sarıp sarmalayacak salonu” diye duyurmuştu PSM Caz Festivali Ólafur Arnalds’ın dün akşamki canlı performansını. Ekşi Sözlük’te sanatçı için ayrılan 19 sayfayı görünce bu akşam üç katlı konser salonunun dolmasına şaşırmadım. Gerçi, konserin tekdüze temposunu sadece bir süre izleyebilen seyirciler de oldu.
Konser öncesi yaptığım röportajımızda sanatçı, “müziğimi yazarken, bana ilham veren bir şey bulmaktan çok, uygun ruh haline girme meselesi önemli. Parçalarımı canlı çaldığım zaman evirilmeye devam ediyorlar, bir anlamda yaşıyorlar. ” demişti. Biz de konserde onun epey sakin, dünyayı yavaşlatan, temposuz, transa geçiren lirik ruh halini izledik. Parçaların ritmine uygun ışık gösterileri de bu sade ruh haliyle kuzey ışıkları etkisi taşıyor gibiydi.
Coşturucu olma derdi taşımayan, klasik ve elektronik öğelerin birleştiği bir sadelik içeriyordu sanatçının piyano, yaylı dörtlü, davul ve sahnede otomatik çalan iki piyanoyu kontrol eden meşhur yazılımı Stratus’lu performansı. Zaten sanatçının geçtiğimiz Ağustos ayında yayınladığı re:member isimli solo albümü de bu yazılıma dayanıyor.
İki aylık aradan sonra yeni turnesine Istanbul ile başlayan Arnalds, konserin başından sonuna seyirciyle kısa ama sıcak diyaloglar kurdu. Samimi bir şekilde İstanbul’da hamam maceralarını anlatırken de büyükannesinin ölümünden sonra ona ithafen yazdığı parçayı bis’te çalarken de izleyiciyle içten diyalog kurdu sanatçı.
Konser bitiminde, yüksek teknolojik şovlara dayanan global müzik dünyasına karşı acaba İzlanda’dan coşkuyu düşünmeyen, düşük tempolu ses ve ışık gösterisiyle duygusal tepki göstermeyi mi amaçladı diye de düşünüyor insan.
Nazlı Toprak
Cazkolik.com / 16 Mayıs 2019, Perşembe
Konser öncesi Olafur Arnalds benim için beyaz bir sayfaydı. Bu aslında iyi, konseri önyargısız bekliyorsun. Sahnede göreceklerinden etkilenmeye hazırsın. Müthiş hazırlık var. Belli ki bir şeyler adım adım yaklaşıyor. Konserden kalktığımdaysa kesinlikle hayal kırıklığı içindeydim.
Beni asıl şaşırtan, festivalin en iyi ile en kötü konserinin minimalist müzikten gelmesi oldu. On gün önce yine PSM Caz Festivali’nde Terry Riley’i de izledim, 85 yaşında bir adamın müziğe dair taptaze fikirleri vardı, müzikte elektroniğin yaratıcı kullanımına dair adeta ders veriyordu, gitarın tonu da, gitarla kurduğu ilişki de sıradışıydı. Hınzırdı, muzipti, zekiydi, kurnazdı, tecrübeliydi, daha neler nelerdi...
Dün akşam izlediğim Olafur Arnalds ise benim için ilkokul seviyesinde müziğiyle, ışık şovuyla, olmasa da olur otomatik piyanolarıyla, bayağılığa bir adım kalmış yaylılarıyla şâhâne bir pazarlama aldatmacasından başka bir şey değil. Dün akşamki müzik için emin olun bu kadar alet edevata hiç gerek yok, Terry Riley’nin önünde bir piyano bir de elektronik mini bir şey vardı.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 16 Mayıs 2019, Perşembe
Fotoğraflar: Leyla-Diana Gücük, Tunçel Gülsoy
14 Mayıs 2019, Salı
Bazen, iyi bildiğinizi sandığınız müzikleri, biri çıkar gelir daha önce hiç duymadığınız gibi duymanızı sağlar. Dün akşam tam da bu oldu. Tenor saksofon ustası Ernie Watts son yıllarda Kerem Görsev Trio ile kimbilir kaç kez çalmıştır ama dün akşama kadar albüm haricinde onu sahnede dinlememiştim. Dün akşam dinledikten sonra, bir kez daha farkettim ki bizde müzik basını yokmuş. Olsaydı Ernie Watts gibi bir büyük usta hakkında çarşaf çarşaf yazılar çıkması lazımdı.
Dün akşam, PSM Caz Festivali Kerem Görsev Trio konseri olmasına rağmen fırsatını bulmuşken size esasen Ernie Watts’ı yazmak istiyorum. Tenor saksofonda dünyaca ünlü bir usta solist nasıl biridir, melodiyi nasıl ince ince işler, bestelerdeki tansiyonu nasıl yönlendirir, sahnedeki müzisyenleri nasıl etkiler/destekler hatta gerekirse onları zorlar, salonu nasıl kontrol eder, rol çalmadan müziği nasıl yükseltir, bestede yazılmayanları nasıl bulur çıkarır hepsini ders gibi konser boyu tek tek gösterdi bu büyük sanatçı.
Kerem Görsev’in dört yıl önceki albümü “4 Days” ile başladı konser. Ardından “Diversion” albümünden “Tiramisu” ve yine Ernie Watts’lı “Emirgân”dan “V8” ile ilk bölüm geçildi. “Existence” albümünden “Flying Notes”da Ernie Watts ile Ferit Odman’ın karşılıklı icrası nefes kesiciydi. Ernie Watts onca yaşına rağmen tenor saksofon gibi güç gerektiren bir enstrümanda inanılmaz bir performans sergiliyordu. Sergilemekle kalmıyor, Odman’ın da vitesini artırıyordu. Dinleyiciyi mest eden bu sahneleri konser boyu basla, davulla piyanoyla üstüste yaptı. “Conversation with Bass”, “Maasai Mara” hızla akan gecenin harika yorumlarıydı. Caz tarihinin geleneksel solist enstrüman/şarkı söyleyen enstrüman geleneğinin bu büyük ustası profesyonelliğiyle, ustalığıyla, mütevazılığıyla kuşağının en önemli isimlerinden olduğunu gösterdi.
Konserde Görsev’in yeni albümünde yer alacak iki yeni beste görücüye çıktı. Bunlardan biri Kerem’in sevdiğini bildiğimiz piyanist/besteci George Shearing için yaptığı besteydi. “Lullaby of Birdland”in bestecisini festivalde anmış olduk.
Ernie Watts’ın albümlerinden icracılığındaki ustalığını bilirim de besteci yanını bilmezdim, dün akşam, konserin sonunda dinlediğimiz bestesi beni çok mutlu etti. Olağanüstü kompleks nota bombardımanı, sıradışı cümle yoğunluğu, nakış gibi işlenen yüksek işçilikli temalar beste konusunda da paha biçilemez bir ders niteliğindeydi. Kerem Görsev bu büyük ustayı kesinlikle bırakmamalı, onunla Eskişehir, Ankara konserleri ve gelecekteki muhtemel işler biz cazseverler için mükemmel fırsatlar, kesinlikle kaçırılmamalı.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 15 Mayıs 2019, Çarşamba
11 Mayıs 2019, Cumartesi
PSM Caz Festivali`nin ortalarına geldik. Bu sene ağırlıklı yerli sahne projelerini izliyorum, cuma gecesi de bu gecelerden biriydi. İlhan Erşahin ile ilgili bazı ilkler vardı. İlk dikkatimi çeken, Erşahin’i daha önce Kağan Yıldız/Ferit Odman ikilisiyle izlememiştim. İkincisi, Erşahin’i genellikle İstanbul Sessions ve benzeri projeleriyle dinliyoruz, evet, toplamda hepsi onun müziği ama onu ‘bir caz solocusu’ olarak tenor saksofonuyla ne kadar tanıyoruz, aslında o akşam bunu kendi de söyledi.
Erşahin bu sene festivalde biyografik özellikli üç projeyle yer aldı. Elektronik, İstanbul Sessions ve cuma akşamı akustik. İlk ikisini izlemedim, asıl merak ettiğim akustik idi. Kendi bestelerini mi çalacak, standart repertuvar mı yapacak, ana akım cazda nasıl, bu tarza biraz mesafeli diye biliyorum, öyle mi, ya doğaçlamalar... vs. İlk sürpriz dediğim gibi Kağan ile Ferit oldu ve güzel bir sürprizdi. Konsere başlarken ‘bu akşam caz yapcaz’ dedi, dediği gibi oldu. Sanıyorum kendisi için de ilginç tecrübe olmuştur. Evet, caz yaptılar ama sondaki Wayne Shorter’ı saymazsak kendine has bir repertuvardı. Erşahin’in tenor saksofon tadının tarifi kuzey damarı bariz, New York’lu ‘free’ tarafı hafif ortadan çekişli fakat Türk tarafı az baharatlı imiş. Bu da tespit olunsun.
Erşahin’in dili samimi. Belli ki o akşam için ne çalalım sorusu tatlı bir dert olmuş, tıpkı söylediği gibi; ‘bulduk bir şeyler çalıyoruz işte...’, aynen öyleydi. Bir de, yeni bestesini dinleme fırsatı oldu. Dört gün önce piyanoda yazmış. Parçada Kağan’ın arşeli bası güzeldi. Dinleyici sevdi. Akşam için dinleyiciye dört yıldız verelim. Dinleyici hem Touché’yi doldurmuştu, hem ilgili ve dikkatliydi. Tam da bu parçayı takip eden iki parça hakikaten gecenin en güzel anlarıydı. Ferit Odman’ın tatlı sert icrası doludizgindi. Üçlünün her birinin artistik yeteneklerine tanık olduk. Odman’ın davul/zil/kasnak vuruşları renkli, eğlenceliydi. Uzun caz parçalarında dahi tek bir kısa ama kaliteli melodinin güzel işlenebildiğine dair iyi örnekler vardı. Gece, yine Ferit’in Wayne Shorter yorumundaki solosuyla sona erdi. Erşahin’in İstanbul Sessions olarak kendi takımı var böyle değişik eşleşmelere her zaman denk gelmiyoruz, iyi bir fırsat oldu.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 12 Mayıs 2019, Pazar
Alttaki fotoğraf cep telefonuyla çekildi, kaliteli değilse de Touché`nin dolu olduğunu gösteriyor.
09 Mayıs 2019, Perşembe
PSM Caz Festivali "her müziğin caz festivali" söyleminin hakkını veriyor. Artık müzisyenler de, festival yöneticileri de "caz mı, değil mi?" münazaralarından usandı. Etiket yapıştırmadan şöyle söyleyebilirim, cazı teğet geçen, elektonik, tekno ve kraut-rock müziğin kesişim kümelerinde gezinen Portico Quartet iki yıl sonra yeniden Zorlu PSM Studio`ya konuk oldu. O dönem kaçırmıştım, geçen sürede biraz dinledim ve ne mutlu bu sefer canlı izledim.
Son albüm Donald Judd, Sol Levitt, Anges Martin gibi minimalist, Wolfgang Tilmanns, John Acomfrah gibi çağdaş sanatçılarla minimalizmin mutlak etkisi altında. Mütemadi tekrarlar otomasyon çağına göndermeler yapıyor. Hızlı ve yoğun duygulu melodiler müziği bugünden çok geleceğe ait hissettiriyor. Zorlu Studio’nun mimari etkisiyle mekân ve sahne üzeri göz alıcı ışık şovu da işin içine girince konser zaman/uzay boşluğuna dönüşüyor.
Sinematik müzikler akımının temsilcilerinden Portico Quartet`in Mammal Hands veya Gogo Penguin gibi gruplardan belirgin farklılığı var. Diğer gruplarda tüm elemanların yeri geldiğinde öne çıktığı anlar var ama Portico Quartet`te davulcu Duncan Bellamy`nin müziğin ritim bölümlerinden elektroniklere kadar yönlendirici olması diğer müzisyenleri eşlikçiye dönüştürüyor. Tabii ki kolektif ve katmanlı ses örgüsü var ama grubun yıldızı özellikle kasırga gibi sololarıyla davulcu Bellamy. Aksanlı Britanya İngilizcesiyle elemanları ve parçaları o tanıtıyor. Askı davulu yoğun kullanımıysa elektronik öğelerle zıtlaşan tanımsız bir sempati yaratıyor.
Bellamy parça girişlerinde elektronik bir intro hazırlıyor ve buna katılan loop parça sonu yine karşımıza çıkıyor. Bu loop, parça boyu tekrarla oluşturulan doğaçlamaların ardından parçanın sona ereceğinin de habercisi. Tüm bu teknik muhabbetler bir yana, bana göre Portico Quartet`in müziğini canlı dinlemek kısa süre yeryüzünden yükselip gelecekte dolaşmak gibi ilginç bir deneyimdi.
Burak Sülünbaz
Cazkolik.com / 10 Mayıs 2019, Cuma
Fotoğraf: Burak Sülünbaz
08 Mayıs 2019, Çarşamba
Lars Danielsson geçen ay kendisiyle yaptığım röportajda “Bence Türk seyircileri, çalmak için en iyi seyircilerden biri. Türkiye`de çalma şansım olduğu zaman hep çok heyecanlanıyorum. Hepinizle orada buluşmak için sabırsızlanıyorum” diye boşuna dememişti. Çarşamba akşam da konserin başından sonuna dek seyircilerin coşkulu alkışları altında PSM Caz Festivali’nde konser verdiler.
Lirik parçaların yanı sıra, tüm ekibin birlikte ve solo performansları, sahne uyumları ve keyifli çalışları, her seferinde Lars Danielsson konserinin ayrı zenginlik sunmasının anahtarı. Seyirciler, sanatçının konserlerinden bir süreliğine dertlerini unutmuş, hayatı yavaşlatmış, kendini müziğe bırakmış ve müzikaliteden tatmin olmuş şekilde çıkıyorlar. O akşam da öyle oldu.
En sevdiği albümlerinin Liberetto serileri olduğunu röportajında söylemişti. Açılışta çaldıkları Liberetto parçasını, sahnede veya CD’de kaç defa dinlemiş olursa olsalar, seyirciler yine büyük bir coşkuyla dinledi. Liberetto II albümünden Passacaglia, 2017 yılında çıkarttığı Lİberetto III’den Lviv, Orationi, Affretande ve Istanbul Kapalıçarşı’da dolaşırken yazdığını söylediği Orange Market çaldıkları diğer parçalardandı. Ayakta alkışlanarak biten konser ile Lars Danielsson bir kere daha Türk seyircisiyle coşkulu bir buluşma gerçekleştirmiş oldu. Piyanoda Gregory Privat güçlü tekniği, Lars Danielsson ile etkileşimi, yer yer transa geçmiş hali ile damgasını vurdu sahneye. Aynı şekilde davulda Magnus Öström da her zamanki gibi ustalığını gösterdi. Gitarda John Paricelli de bis kısmında Party on the Planet parçasındaki solosunu da unutmamak gerek.
Nazlı Toprak
Cazkolik.com / 10 Mayıs 2019, Cuma
Nazlı Toprak Lars Danielsson ile (Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük)
PSM Caz Festival’de yerli sahneden konserleri izlemeyi sürdürüyoruz. Hepsine yetişemesek de çoğunu günlükten aktaracağız. Dün akşam sıra Önder Focan Trio feat. Şenova Ülker gecesindeydi. Dinleyeni mutlu eden güzel bir repertuvar vardı. Özellikle sevdiğimi söylemeliyim, bu yüzden, izlenimlerimi genellikle repertuvar notlarından oluşturdum. Açılışı trio olarak önce Sammy Fain bestesi "I’ll Be Seen You" ile yapan Focan Trio, kontrbasta Enver Muhammedi ve davulda Burak Cihangirli ile hemen ardından Pat Metheny’nin 1987 tarihli “Still Life (Talking)” albümünden “So May it Secretly Begin” ile devam etti (bu arada, Muhammedi ve Cihangirli ikilisi hızla harika bir rhythm section çiftine dönüşüyor, son sıra üçüncü izleyişim, hiç boşları yok, özellikle Muhammedi mırıltılı sololarda ışıl ışıl). Metheny’nin o yıllar Türkiye’de özellikle gitar tutkunları arasında fenomen olmaya başladığı yıllar. Bu albüm özellikle içindeki “Last Train Home” ile sevilirdi. Benim de üniversiteyi yeni bitirdiğim sıralar. Açılışta gereksiz uzunluktaki “Minuano”ya hiç ısınamamıştım ama.
Sahnenin önünde Focan ve Ülker, arkada Muhammedi ve Cihangirli. Şenova’nın dahil olmasıyla enfes bir “Ceora” yorumu başladı. Lee Morgan’ın 1965 tarihli “Cornbread” albümündeki parça hani yeni bir tatlı var ya trileçe diye, işte, tam onun tadında bir beste. Orijinal albümdeki piyanolu bölüm Focan’ın gitarıyla geçildikten sonra Şenova’nın trompeti başrolde, ardından Jackie McLean’in saksofonu da gitara emanet edilmiş. Yaz akşamı esintisi gibi Touché’nin duvarlarına caz anıları bırakmaya başladı.
Gecenin ilk hüzünlü bestesi Focan’ın 1995 tarihli “Erken” albümünden. Vokalde Ayşegül Yeşilnil’in olduğu albüm. Davulda Can Kozlu, basta Nezih Yeşilnil, Şenova yine trompette, Yahya Dai saksofonda. O yıllar Balkanlarda Bosna katliamının yaşandığı yıllar, dakika başı gelen haberler Focan’ın içini yakmış ki trompette çığlıklı bir tirad, gitar yakınmalı, üzüntülü., dokunaklı. Devamında “Like Someone in Love”ın ardından yine bir Focan bestesi “Galata 14”, yani, Nardis... Gerçi sonradan kapı numarası 8 olarak değişse de o zaman 14 imiş. Hikayesini de anlattı Focan. Eğlenceli, renkli bir beste. Kontrbasla davulun karşılıklı muziplikleriyle güzeldi. Güzel bir geceydi. İki nesil cazla kucaklaştı. Bir ara klübe dönüp baktım, herkes mutluydu, keyifler yerindeydi. PSM Caz Festival’de yerli projeleri takip etmeye devam...
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 09 Mayıs 2019, Perşembe
07 Mayıs 2019, Salı
İsmini duyduğumuzdan beri genellikle Avishai Cohen, Brad Mehldau gibi isimlerin ekibinde gördüğümüz davulcu Mark Giuliana iki yıldır kendi projelerine ağırlık vermeye başladı. Dün akşam müziğe dair orijinal fikirleri olan bu ihtiraslı sanatçıyı 25 Nisan’da New York Rockwood Music Hall konseriyle sadece caz değil geniş bir müzik dinleyicisinden insanları buluşturduğu konseriyle çıkışını duyurduğu Beat Music albümünü çıkışından bu kadar kısa süre sonra İstanbul’da PSM Caz Festivali`nde izlemek bizim için ayrıcalıklı bir duygu oldu.
Giuliana’nın ne kadar titiz ve çevik bir stile sahip olduğunu biliyoruz. Birlikte çaldığı isimleri sahnede organize etme konusunda dikkat çeken biri. Sanatçının yeni çalışması Beat Music tipik bir koltuklu salon müziği değil. Aynı zamanda dans edilebilen, konsantre beden hareketlerini tetikleyen yüksek groove’lu bir müzik. Elektronik etkileşimler dinleme enerjisini kinetik enerjiye çevirmede mahir. Beat Music albümüyle klasik caz dinleyici periferisinin dışına çıkan sanatçı elektronik müzikte sık eleştiriye uğrayan ısrarlı tematik tekrarlar konusuna da kafa yoruyor anlaşılan. Ritmik hassasiyeti yüksek davulcu nerdeyse mekanik denecek kadar ritmik çalabiliyor. Bu hassasiyeti sanatçının müziğini albümde yer alan Jason Lindner, Tim Lefebvre gibi isimlerle sağlam dokusal keşiflere açık hale getiriyor.
Dün sanatçıyla konser öncesi röportaj yapmak için gittiğimizde soundcheck’de izleme imkanı bulduk. Sevgili Leyla’nın fotoğrafları soundcheck’ten. Ekibin sahne yerleşimi, kılı kırk yaran hassas hazırlık süreci, elektroniklerin meydan okurcasına karşılıklı yerleşimi, davulun merkezi konumu bize meraklısına 2014 yılında bu yana Mehldau ile “Taming the Dragon” ile başlayan sürecin geldiği konsantre müziği göstermesi/dinletmesi bakımından önemliydi.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 08 Mayıs 2019, Çarşamba
Fotoğraflar: Leyla-Diana Gücük
06 Mayıs 2019, Pazartesi
Tam da dün akşam, bu şarkıya ihtiyacımızın olduğu bir günde, Bobby McFerrin’i eski vokal orkestrası Voicestra üyelerinden bir araya gelen yeni grubu Gimme5 ile dinledik PSM Caz Festivali’nde.
Konserin başlamasına iki saaat kala, insanlarda bir kıpırtı, bir söylenme, bir hareketlilik ve bir serzeniş vardı. Esprisi bile yapılan “Bugün İstanbul için YSK saati kaç?” sorusuna cevap gelmişti. Tam da işte o saatler!
Bana da gelen bir kaç mesajı okuyup geçtim ve en son bir arkadaşıma “Boby McFerrin konserine gidiyorum, don’t worry be happy” dedim ve konsere geldim. O anda diyebileceğim başka bir şey gelmedi aklıma.
Kurucusu Başak Doğan yönetimindeki Chromas korosu (Fotoğraf: Leyla-Diana)
Gimme5 ve Chromas Koro için hazırdı sahne. Önce koro üyeleri geldi, ardından 4’lü tamamlandı. Bobby zafer işaretiyle girdi ve alkışlar... alkışlar... alkışlar...
Chromas, 2015 yılında Başak Doğan tarafından kurulmuş “renkler” anlamına gelen bir topluluk. Farklı şehirlerden bir araya gelen, her üyenin kendine özgü oluşu ile çağdaş cazdan halk düzenlemelerine, çeşitli dilleri ve türleri bir araya getirerek geniş bir müzik yelpazesi oluşturuyorlar. Topluluk, yeni müzikal anlayışları ve sahnedeki performanslarıyla bu gece Boby McFerrin’e eşliklerini, emprovizasyonlar da dahil olmak üzere ustalıkla gösterdiler.
David Worm’un işi hayli zordu bana kalırsa. Perküsyonun tüm yükü ondaydı. Joey Blake ve David Worm ayrıca SoVoSo (From the sound, To the voice, to the Soul) a capella grubunun da üyeleri. Rihannon 30 yıldır Boby Mc Ferrin ile birlikte çalışmış ve ilk grupları Voicestra üyesi.
Tüm bu yetenekli müzisyenler ve koro acaba biraz olsun Bobby McFerrin’in yükünü almak için mi bir araya gelmişti, yoksa Bobby şarkı söylemenin haricinde müziği ne denli ustalıkla yönetebileceğini mi göstermek istemişti dün akşam? Bu, benim konser için düşündüğüm ve kafama takılan büyük soruydu.
İlerleyen zaman onu da biraz yormuş belli ki. Gittikçe kırlaşan saçları ve daha çok izlemek, dinlemek ve düşünmek ister gibi bir hali olsa da, o sahnede hangi duruşuyla olursa olsun hep sempatik ve esprili haliyle konserlerine devam etsin.
Bu defa seyirci ile iletişime geçen ve sahnedeki koroya, büyük seyirciyi de katarak bütün salonu ustalıkla yöneten David Worm olmuştu. Seyirciden farklı melodiler söylemesini isteyen Worm başarılı da olmuştu. Sanki provalıydı herkes. Sahne seyirciye, seyirci de sahneye karışmıştı. Çok sesliliği organize etmek ve belli bir döngüyle yinelenerek ve hatta seyirciyi de bu performansa dahil etmek hiç kolay değil ancak işin içinde Bobby McFerrin olunca, iş değişiyor işte.
Gecenin en güzel kucaklaşması böyleydi bana göre. Bis yapmadılar ve herkes dağıldıktan sonra anlık görünüp yine zafer işareti ile sahneyi terk etti Bobby.
İstanbul için 6 Mayıs işte böyle bir gün olarak tarihe geçecek.
Leyla-Diana Gücük
Cazkolik.com / 07 Mayıs 2019, Salı
03 Mayıs 2019, Cuma
Benim için PSM Caz Festivali`nde bu sene izleyeceğimiz en önemli isim Terry Riley idi. İki bakımdan haklı çıktığımı düşünüyorum, ilki zaten malum, minimalist müziğin Steve Reich, Philip Glass, John Adams ile birlikte 4 büyük isminden biri olması, diğer sebebim ise festivalde izleyeceğimiz en tatmin edici fikirlere sahip müziğin bu konserde olacağı tahmini idi ki hakikaten öyle oldu. Konser keşke Zorlu PSM’nin büyük salonlarından birinde olsaydı. Acaba salon dolmayabilir endişesi mi vardı bilmiyorum ama mesela Philip Glass geldiğinde basında ve sosyal medyada çok daha büyük gürültü kopmuştu, Terry Riley bizde Glass kadar tanınmıyor olabilir, emin değilim. Bu konuda biz müzik basınında da eksiklik var. Riley hakkında daha çok yazıp çizmeliydik.
Riley’nin oğlu Gyan ile Touché’de caza yakın bir performansı tercih edeceğini duymuştuk. Doğru çıktı. Aslında, Gyan ile diğer konserlerindeki müzikler de böyle. İzlediğimiz konserin bir benzeri geçen temmuz Londra’da gerçekleşmişti, the Guardian’ın konser yazısının başlığı ‘eğlenceli kaotik minimalizm’ olmuştu. Tam da not aldığım küçük deftere yazdığım gibi; ‘gece renkli ve eğlenceli bir doğaçlamayla başladı’. Aldığım ikinci not ise şöyle; ‘kulağa böylesine basit gelen bir melodik dizilimin bu kadar etkileyici olması ilginç’.
Baba oğul Riley’lerin nesil farklarını genetik uyum içinde sahne üzerinde çözmeleri hepimiz için ders niteliğindeydi. Gyan’ın kontrollü, çizikli, tuzlu, pürüzlü, dokulu gitarıyla Terry Riley’nin muzip, hınzır, zeki elektronik tonları, Hintli usta Pandit Pran Nath’ten öğrendiği Kirana tarzı Kızılderili/Hint karışımı renkli vokali, melodikayla ürettiği çocuksu notalar, az notayla bol sonuç alınan bir müzik dinletti bize. Oğul Riley hayranı olduğunu söylediği İstanbul’a üçüncü kez geldiğini belirtirken baba Riley’nin ilk kez teşrif ettiğini zaten biliyorduk. İki saate yakın süren konserin bisten önceki son icrası benim ayrıca en beğendiğim müzikal anlar oldu.
Riley’nin 1960’lar Paris’indeki piyano barlarında o dönem çaldığı yazılıp çizilen akor döngülerinin minimalist müzik ve modern cazdaki karşılığı ‘inatçı cümleler’ diyebilir miyiz? Son dönem İngiliz caz sahnesinin kimi gruplarında, Kuzey Avrupa caz eğilimlerinde bu ‘inatçı cümleler’in yarattığı, giderek yükselen ortak coşkuyla ürettiği etkiyi orijinal kaynağından dinlemek şahsen benim için mukayeseli bir ders oldu. Ustalıkla nobranlık arasındaki farkı bu dünya müzik devi sayesinde biraz daha iyi anladım.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 05 Mayıs 2019, Pazar
Fotoğraflar: Sedal Antay
Caz fotoğrafçısı Sedal Antay`ın baba-oğul Riley`lerin müziklerine fotoğrafıyla yaptığı çarpıcı yorum.
Müzisyenleri beklerken sahneden gelen elektronik ama meditatif seslerle konserin nasıl olabileceğine dair fikir sahibi olmuştuk. Estas Tonne’yi tanıyanlar onun felsefesini ve müzikleriyle yapmak istediğini zaten biliyordur ama bilmeyenler için o bir gezgin, o bir özgür ruh ve biraz da âsi demek yeterli olur sanırım.
Yine başa döneyim, müzik duyuldu dedim ama, bir de gözüme takılanlar vardı. Estas’ın oturduğu yerde, iki gitar, yerde onu konserde kaydedecek hareketli bir kamera ve önünde bacak bacak üstüne atmış oyuncak bir maymun, onu aydınlatan küçük bir lamba ve ona asılı bir başka oyuncak daha.
Çoğu konserde yaptığını burda da yaptı ve bir konser ritüeli olarak kötü ruhlardan uzak tutmak için bir tütsü yakıp gitarının sapına takarak konser alanını arındırdı. Çalmaya başlamadan önce bu akşam burada konser gibi değil de, daha çok bizi birleştirecek, sevginin gücüne inanarak söylenen her şeyin evrene ulaştığı gibi barıştan yana güzel sözler dile getirdi. Parçasına başladı ve ardından perküsyona Joseph Pepe Danza geldi. O da elinde kocaman bir kuş tüyü ile oturdu sandalyesine ve onun da ritüeli olsa gerek, tüyle havaya bir kaç şekil çizdikten sonra onu flüt gibi çalmaya başladı. Hiç öyle bir ses çıkabileceğini tahmin etmemiştim. İsrail asıllı vokal Netanel Goldberg de gelince üçlü tamamlandı. O da ilginçti. Hatta hepsinden daha ilginci oydu. Kontralto sese sahip sanatçı sahnede farklı bir enerjiyle ellerini, vücut diliyle de parformansını sergiledi. Sesini farklı biçimlerde kullanması, kendi başına güzeldi ama, bazen gruptan çok uzaklara gidiyordu.
Başta anlattığım gibi, konser şamanik başladı ve bu müziğin meditatif özelliğini kullanmak istediler. Estas iyi bir virtüöz ve hissederek çalıyor. Flamenko öğeleri latin sıcaklığını salona yayıyor ama eğer meditasyon olarak kendimizden gecelim düşüncesiyle gelen olduysa, tam da öyle olmadığını söylemeliyim. Bana kalırsa, hani dedim ya biraz da âsi diye, tam o halini yansıtmış konserde. Oysa daha sakin olsa herkes tam da bu meditasyon haline girerdi diye düşünüyorum ama şu da var, onlar çalarken koptular ve yine bence, konser bir süre sonra sanki tekrara girdi. Sona gelindiğinde, bu durumu parçalarında hissettirerek ve Estas’ın gitarını değiştirmesiyle dile getirdi. Son parça bitince sonra herkes ayakta alkışladı ve tabii ki seyirci isteği bis’tir, bunun için salonda ıslıklar ve alkışlar kopsa da, şöyle anlaşılır bir şey söylediler, bu benim cok hosuma gitti; "lütfen oturun, konser burada bitmiştir. Kesinlikle çalmayacağız. Bitti. Bunu şöyle anlayın. Bir şey bittiyse, bitmiştir, Ömür gibi. Nasıl ki bir daha devamı yoksa bu da onun gibi. Bazı şeyleri kabullenmek gerek. Lütfen böyle anlayın ve geldiğiniz için, burada olduğumuz için çok teşekkürler.“
Leyla-Diana Gücük
Cazkolik.com / 04 Mayıs 2019, Cumartesi
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük
3 Mayıs Cuma gecesi PSM Caz Festivali`n her salonu farklı konser, farklı sanatçılarla doluydu. Bir salonda arkadaşımız Leyla-Diana Estas Tonne`yi izler, notlarını alır ve fotoğraflarken, bir diğer salonda Feridun Ertaşkan Terry ve Gyan Riley konserinde fotoğrafçı Sedal Antay ile konseri takip ediyordu, bu sırada Sedat Antay ise objektifiyle Morceehaba`nın peşindeydi. O konserden izlenimleri aşağıdaki fotoğraflarda görebilirsiniz.
Fotoğraflar: Sedat Antay
02 Mayıs 2019, Perşembe
Dün gecePSM Caz Festivali kapsamındaki Madeleine Peyroux konserini izlerken bir kenara şöyle bir not almışım; Sahneden salona yayılan buz gibi serinliği Peyroux’nın kırmızı ceketi ve aşk şarkıları bile ısıtamadı... Bazı şarkıcılar konusunda İstanbullu cazseverlerin kafası karışık gibime geliyor. Oysa, gecenin başında ‘bu akşam aşk şarkıları söyliyeceğim’ demişti. Söyledi de ama başlıkta dedim gibi karşılıklı frekansı bir türlü tutturamadık. Yıllardır buna benzer birçok konser yaşadık. Benim tahminim dinleyicinin sahneyle, sanatçıyla yeterli iletişimi kuramamasından, sanatçıyı yeterince tanımamasından kaynaklanıyor bu durum diye düşünüyorum. Bilmiyorum, mesela, konserden önce Peyroux’nun yeni albümünü kaç kişi dinlemişti acaba.
O konseri sevmiş. Üstelik, giden gittikten sonra daha az ve Peyroux’yu tanıyan, bilen, seven tutkulu bir dinleyici kaldı ve konser daha güzelleşti diyor. Dün akşamki konser bir anlamda dinleyicinin kendisi açısından bir imtihan yerine geçti.
Cep telefonlarının konserleri mahvetmesine artık alıştık ama dün akşam arkamda oturan genç çiftin konseri bırakıp artık avaz avaz telefonla konuşmasına ne diyeceğimi bilemedim. Arkama dönüp dönüp ters bakmam da bir işe yaramadı. Konserlere, sanatçıya, müziğe dair asgari saygı mücadelesini galiba kaybediyoruz. İşin ilginci bu duruma aldıran, önemseyen karşı çıkan insan sayısı da galiba giderek azalıyor.
Leyla-Diana Gücük
Cazkolik.com / 03 Mayıs 2019, Cuma
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük
27 Nisan 2019, Cumartesi
Dile kolay... Altmış yıla yaklaşan bir kariyer ve bu altmış yılın her birinde Türkiye’den izler var. Bir anlamda, Cezayir asıllı Fransız şarkıcı Enrico Macias Türkiye’nin yakın tarihi demek, popüler şarkılarımızın bir çoğunun altında imzası olan adam demek ve o adam PSM Caz Festivali kapsamında dün akşam yeniden Zorlu PSM’de hayranlarıyla buluştu.
Salon son sandalyeye kadar tıka basa doluydu. Biletler günler önce bitmişti. Seyirciler, kendilerine Fransızca “dünyanın en iyi topluluğusunuz” diyen sanatçıya konser boyunca coşkuyla eşlik etti. Seksen yaşına rağmen iki saat sahnede hiç dinlenmeden kalan ve kariyerinde 57. yılı olduğunu açıklayan sanatçı, konserde özellikle 1960-70’li yıllarda Türkçeye çevrilen şarkılarına yer verdi. Geçtiğimiz günlerde 80. yaşını kutlayan Macias, kendisi için özel bir yeri olan sanatçı Dario Moreno’yu da İzmir parçasıyla andı.
Zingarella, Adieu Mon Pays, J’ai Quitte Mon Pays, Oh Guitare Guitare, ayrıca Füsün Önal ve Nilüfer’in Türkçe aranjmanını söylediği Döne Döne ve Hey Gidi Yıllar ile geçen sene ölen Rachid Taha’nın Ya Rayeh parçaları seyircilere duygulu, coşkulu geçirtti. Sanatçıya sahnede eşlik eden müzisyenler arasında gitarist ve yakın dönemde menajerliğini üstlenen oğlu da vardı.
Konserin sonunda bir de sürprizi vardı Macias’ın. Sahne arkasındaki perde kalkınca, küçük kız çocuklarından oluşan kocaman bir koro ve minik kemancılar ortaya çıktı. Bilfen Koleji’nin 40 kişilik kemancılar ve öğrencilerden oluşan korosu “Hoşgör Sen” ve “Enfants de tous pays” şarkılarını sanatçı ve bütün salonla beraber söyleyerek seyirciler tarafından ayakta alkışlandılar. Enrico Macias altmışlı yılların başından beri sayısız konser verdiği Türkiye’de dün gece unutulmaz bir konsere daha imza attı.
Nazlı Toprak
Cazkolik.com / 28 Nisan 2019, Pazar
Fotoğraf: Nazlı Toprak
26 Nisan 2019, Cuma
Dün sıra Sibel Köse’deydi ve her dinlediğimde dediğim gibi ‘şükür ki Sibel Köse var’. Caz standartları yüz küsur yıllık çınar ağacına benzeyen cazın ana gövdesidir. Koca kültür bu standartların üzerine inşa edildi ama dünyada ve bizde standart yorumculuğu eski rağbetinde değil. Özellikle yeni nesil şarkıcılar rahle-i tedrisden yeterince geçmeden kendi bestelerini söylemeyi tercih ediyor. Repertuvarında caz standartlarını ve yorumculuğunu derinlemesine keşfedebileceğimiz, lezzetine varacağımız vokalist sayısı azalıyor. Amerika’da dahi böyle. Hem önem verdiğim bu konuda, hem Sibel Köse’yi her zaman ayrıcalıklı bulduğum için dün akşam benim için harika bir gece oldu.
Tıpkı Sibel Köse gibi Kürşad Deniz’in de piyanosunu severim. Kesinlikle albüm çıkarması, daha fazla konser vermesi gereken isimlerden. Şu ya da bu isim diyemem ama piyanosunda büyük ustalara has lezzet var ve şüphesiz standart repertuvarının ülkedeki en iyilerinden. Nerdeyse ilk günlerinden beri takip etmeye çalıştığım tenor saksofoncu Engin Recepoğulları hem standart repertuvarı hem solist icracılığında özellikli bir sanatçı. Soğukkanlı ve güçlü üflüyor, solisti iyi destekliyor, soloya çıktığında eski ustaları anımsatan bir soliste dönüşüyor. Sibel Köse zaten dün akşam dörtlünün her birine öyle güzel solo alanları açtı ki, müzik çoğu zaman quintet gibi işledi. Bu da ayrıca not edilmeli. Benim açımdan ayrıca iki güçlü alkış basçı Enver Muhammedi ve davulcu Burak Cihangirli’ye. İkili tıkır tıkır işledi. Zaman zaman sahnede bir değil beş solist izledik, cazın güzelliği ve Sibel Köse’yi eşsiz yapan niteliklerinden biri de bu! Ayrıca, Köse’nin scat konusundaki eşsizliği malum. Yine iyisi az bulunan bir özellik.
Açılış gecesi, sonrasında bir gece daha derken dün akşam üçüncü kez ordaydım ve her seferinde üzerine koyan, dekorasyonundan işletmesine birinci sınıf bir caz klübü Touché. Işık, dekor, hızlı servis, arı gibi çalışan bir ekip ne varsa dinleyiciyi havaya sokmak için birebir ve tasarımdan itibaren iyi planlanmış. Hele dün akşamki gibi dopdolu olunca caz klübü havası gerçekten başka oluyor. Umarım zamanla benim çok önemsediğim canlı caz klübü kayıtlarına ’Live at Touché’ imzasıyla başlanır. Yakışır!
Tek tek parçalara girmeyeyim ama dörtlünün üç parçalı tempolu girişinin ardından Sibel Köse’nin Cole Porter’ın “All of You”su ile başlayan iki setlik gecede Köse’nin “If You Never Fall in Love with Me” parçasının Carmen McRae versiyonunu tercih etmesi, “If You Never Come to Me”de Muhammedi’nin solosu, son sıralar iddialı birkaç Amerikalı solistin albümünde epey kötü örneklerini dinlediğim Bob Dorough bestesi “Devil My Care”in Sibel Köse’nin sesinden içimi ferahlatan usta işi yorumu, yukarda dediğim gibi scat’te nadir rastlanan anlar derken mükemmel bir caz klübü gecesi festival anıları arasında benim için şimdiden yerini aldı.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 27 Nisan 2019, Cumartesi
25 Nisan 2019, Perşembe
PSM Caz Festivali programındaki en büyük ismi ile açılışı yaptı. John McLaughlin`i tekrar ve yine hayranlıkla dinledik, izledik. Bence ve bir çoklarınca Mahavishnu ayarındaki grubu 4th Dimension isimlerinin hakkını verdiler.
Defalarca ülkemize gelen John McLaughlin çok içten bir biçimde seyircileri selamlayarak kendini İstanbul`da evinde hissettiğini söyledi ve hemen ardından konsere başlamadan grubun harika müzisyenlerini tanıttı . Joe Zawinul referanslı basçısı Etienne Mbappe, beni son zamanlarda en çok etkileyen Ranjit Barot ve artık daha çok klavyelerde dinlediğimiz, davulu biraz daha arka plana iten Gary Husband McLaughlin`in de belirttiği gibi gitaristin en uzun süre ile çalıştığı grup 4th Dimension.
Memleketlisi Husband`ı tanıtırken Brexit ülkesinden diye bahsetmesi salonda doğal olarak kahkahalara neden oldu. John McLaughlin yine şık, yine filinta gibiydi. Bu sıralar sahnelerde yıllarını vermiş çok isimle vakit geçirdim Alpay, Enrico Macias, John McLaughlin... performanlarına hayran olmamak elde değil. Mahavishnu Orchestra, One Truth Band ve 4th Dimension`u içeren geniş bir retrospektif olacağını belirterek konseri açtı. Arkasındaki grup gerçekten muhteşem bir kadro. Hepsi harika vokal yapıyor. Çift davul içeren sahne düzeni zaten Barot Husband düellosu olacağını gösteriyordu. ama Barot`un düellonun başında Husband`ı sürklase edeceğini daha evden çıkmadan biliyordum tabi ki. Husband çok iyi bir davulcu ama Ranjit Barot Cobham`ların, Chambers`ların olduğu bir üst lige ait. Galatasaray da iyi takım ama Fenerbahçe Final Four`da her sene. O hesap işte. Evet biliyorum seneye bu alt lig- üst lig esprilerini yaptığıma pişman ettirecek bir futbol takımımız var.
Konserin ilk parçası Gaza City`de Rajit Barot Konnakol içeren sololarıyla salonu etkisi altına aldı daha en başta. Hint etkisi bir sonraki parça Abbaji ile devam etti. Ravi Shankar`ın efsanevi tablacısı Allan Rakha`nın mahlası olan Abbaji 4th Dimension ile olan Floating albümünden. Hepsinin bir arada vokal yaptıkları parça bana 1978`de çıkan Electric Guitarist`te Jack Bruce ile yaptıkları Are You the one? Are you the one?`ı hatırlattı. Sonra Industrial Zen albümünden adına uygun blues ritmli New blues old bruise`da her birinin solo bölümleri vardı ama parçanın ruhunu veren Gary Husband`ın klavye solosuydu.
Phorah Sanders ile Leon Thomas`ın spiritual caz klasiği The Creator Has A Master Plan (ki orijinali albümün bir yüzünü kaplar) ve The Light At The Edge Of The World ile doğu mistisizmi ve evrensel aşkını tekrar tekrar ifade etti. Biste Mahavishnu Orchestra klasiği You Know You know ile biz klasik füzyon müritlerini de vecde getirdi. Sololardaki Hendrix, Zawinul referansları dikkatli dinleyiciler için harika birer sürpriz yumurta oldu.
Cenk Akyol
Cazkolik.com / 26 Nisan 2019, Cuma
Fotoğraf: Yusuf Biton
İngiliz gitar ustası John McLaughlin, en uzun süreli grubu 4th Dimension ile PSM Caz Festivali açılış konserinde salonu dolduran coşkulu dinleyiciye güzel bir konser verdi. McLaughlin`in 1970`lerden günümüze farklı gruplarla kaydettiği albümlerden parçalara yer verdiği konserin kimi parçalarında funk vokal, kimilerinde çift davul atışması seyircinin heyecanını, coşkusunu yüksek tutan anlara sahne oldu. Salondaki coşkuya, konser boyu süren etkileyici sahne ve ışık gösterilerinin katkısını da eklemek lazım.
Mahavishnu Orchestra’nın 1972 yılından Trilogy ile başlayan konser McLaughlin’in seyirciyle kurduğu sıcak temas ve gece boyu yaptığı bilgilendirmeler 77 yaşındaki sanatçının fit, zarif ve dinç görünümüyle birleşince ünlü sanatçının kendine gayet iyi baktığını ispatlıyordu.
Filistin Gazze’yi anlattığı Gaza City parçasından sonra 2008 yılında çıkardığı Floating Point albümünde yer alan Abbaji’yi tablacı Alla Rakha’ya ithaf ederek parçayı caz, rock ve klasik Hint ritimleri, Husband’ın el çırpmalı tempolarıyla çaldılar. Hijacked parçasından sonra Pharoah Sanders’ın The Creator Has a Master Plan ve Light at the Edge of the World isimli oldukça ünlü parçalarını soul vokalleri ile süsleyerek seslendiren ekip daha sonra 4th Dimension’ın 2012 albümü Now Here This’de yer alan Echoes From Then ile salonu dolduran cazseverler caz rock füzyonun yanısıra sahne ışıklarının yarattığı görselliğin de keyfini sürdü.
Konser daha bitmeden salondan çıkanlar olsa da büyük çoğunluk konser sonu büyük coşkuyla sanatçıları ayakta alkışladı ve bise çağırdı. Biste You Know You Know’u seslendirirken McLaughlin uzun süre gitar pedallarıyla meşgul oldu, belki de bu yüzden parça beklenmedik şekilde bitti. McLaughlin’in konserde çift davul performansına epey vakit ayırdığını ve kendisinin de kenardan onları keyifle izlediğini de belirtelim.
Konser öncesi John McLaughlin ile yaptığım röportajda ünlü sanatçı dinleyicinin konsere herhangi bir beklentiye girmeden gelmesi halinde müziğin keyfini daha fazla çıkaracağını özellikle söylemişti. Sahnede, Hint asıllı İngiliz davulcu Ranjit Barot, siyah eldivenleriyle dikkat çeken Kamerunlu basçı Étienne M’Bappe ve klavyede McLaughlin’in “Brexit’li” olarak duyurduğu İngiliz Gary Husband’dan oluşan 4th Dimension ile yüksek teknik performansta olmasa da seyircilere festivalin açlış konserinde güzel bir füzyon ziyafeti çektiler.
Nazlı Toprak
Cazkolik.com / 26 Nisan 2019, Cuma
Fotoğraf: Leyla-Diana Gücük
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.