Yeni albüm liste başında ne kadar kalacak?
Eylülün ilk gününden itibaren yeni albümlerde ciddi hareketlilik başladı. Amerikan caz listelerini takip eden biri olarak ara ara buradan haber veriyorum. Geçen haftalarda John Coltrane`in yaza vuran damgasından konuşmuştuk, yakından ilgili herkes 50 yıl sonra çıkan albümün yarattığı şaşkınlığı ve coşkuyu biliyor. O albüm sonbahar ortasına kadar liste başında kalmayı sürdürür diye düşünürken iki hafta önce Bobby Sanabria, geçen hafta da The Verve Jazz Ensemble albümleri listenin tepesini kısa süreliğine yokladı. Bundan sonra tek bir albümün uzun süre zirvede kalmasındansa tek tek albümlerin kısa sürelerle zirveye dokunup geri geleceğini tahmin ediyorum. Hem çok sayıda yeni albüm çıkıyor olması, hem iyi albümlerin birbiriyle yarış halinde olması zirveyi tek bir albüme uzun süre teslim etmeyecek kadar rekabetçi olacaktır, tabii bu da biz cazseverler için daha iyi ve daha bol yeni albüm dinlemek için güzel olur. Geçen haftanın zirvedeki Verve albümü "Connect the Dots" isimliydi, oldukça zevkli bir kayıt. Dikkat çeken bir nokta da son iki zirve albümünün büyük orkestralı albümler olması. Bu konu, yani, big band albümlerindeki artış son yıllarda giderek artan bir ivme ve bu konu daha enine boyuna yazılmayı hakediyor.
Sadece müzisyen değil caz müziğini öğreten ve sevdiren bir sanatçıydı
Türkiye`de caz deyince akla gelen ilk isimlerden Erol Pekcan hayatta olsaydı bu yıl 85 yaşında olacaktı. Böyle söyleyince, yani, akla gelen ilk isimlerden deyince bir durmak lazım, genç kuşaklar Erol Pekcan`ı gerçekten tanıyor mu, hatırlıyor mu, farkında mı? Hiç sanmıyorum! Cazın sembol ismi olmasına rağmen yaşarken ürettiği etki nisbetinde hatırasını yaşatamadık. 28. Akbank Caz Festivali ekimde güzel bir seminere ev sahipliği yapacak. Pekcan`ın eşi ve kızı ile sevgili Nilüfer Verdi Hülya Tunçağ yönetiminde Türk caz tarihinin sembol ismini anacak. Ben, festival seminerlerinin genellikle dostlar alışverişte görsün tarzında buluşmalar olduğuna tanık oldum hep. Umarım bu kez bir avuç eş-dost dinleyiciye anılar anlatmaktan daha kapsamlı bir toplantı olur. Pekcan`ın caz tutkusunun üstünde durmalı konuşmacılar, bence, onun en önemli yanı caza olan tutkusuydu. Bu müziğe onun kadar tutkuyla bağlı çok az insan gelmiştir. Bir diğeri de, bu sene ölen Cüneyt Sermet idi. O kuşağın caz müziğine bağlılığı gerçekten bambaşkaydı.
Parker`ın ölüm haberi...
Ne zaman Charlie Parker`ın adı geçse çoğumuz hüzün ve acı hissederiz, nedeni anlaşılabilir elbette, 35 yaşında solup gitmiş bir hayat, yandaki ölüm haberine bakın, ara başlıkta "sahipsiz" yazıyor. Böyle bir sanatçıya üzülünmez de ne yapılır, buraya kadar doğru ama ben öte yandan Parker`ın sağlıklı dönemlerindeki fotoğraflarına baktığımda alaycı, hatta eğlenceli genç bir adamın izlerini de görüyorum. Hatta, iki fotoğrafı önemli. İlkinde bir caz klübünde, sahnede değil, çalmıyor, kenarda oturuyor, sahneye dönük yüzünde alaycı bir ifade var, sanırım trompet çalandan memnun değil (oturduğu yerin arkasında aynaya yansıyor aslında trompetçi ama ben tanımadım). Diğer fotoğrafındaysa sahnede kendinden önceki neslin büyük ismi Coleman Hawkins ile beraber. Hawkins çalıyor, Parker sırasını bekliyor ama o esnada Hawkins`e bakışı var ki o da önemli. İçinde takdir ve saygı karışık `iyisin, hoşsun da bu müziklerin devri geçti be artık abi` bakışı var.
Yılın en etkileyici albümlerinden biri
Kuzey Avrupalı müzisyenlerin en sevdiğim yanı kederli çalarken soyluluktan taviz vermemeleri. Sanırım bu kuzeye has bir özellik. 18 yıl önce "Diffrent Rivers" albümü ilk çıktığında ve ben onu dinlerken işin bu yanı pek dikkatimi çekmemişti. Trygve Seim`den bahsediyorum. Büyük sanatçının yeni albümü "Helsinki Songs" son dönem yayınlanmış en iyi müzikler arasında [en azından benim nazarımda] yerini çoktan aldı. Benzeri bir duyguyu Charles Lloyd`da da hissetmişliğim vardır, özellikle "Rabo De Nube" albümünde. Bir de Tigran da. Bence, Seim`in müziği [bu son albümle beraber düşünülünce] ikisinden de etkileyici. Bir insanın duyguları enstrümanla böyle verebilmesi anlaşılabilir değil. Tabii bu noktada son albümdeki diğer müzisyenleri de anmalı. Bilhassa piyanoda Kristjan Randalu. Kendi son albümü de çok başarılıydı. Harikulade bir dönem geçiriyor sanatçı. Folk temalarının böyle üst düzey bir sanata dönüşmesi imkansız geliyor ama yapıyorlar işte. Hem de nasıl yapıyorlar.
Sanat ve sorular
Plastik sanatlar en az yüz yıldır yeteneğin birinci sınıf işçilikle harmanlandığı bir beceri olmaktan çıktı. Ama, resim 20. yüzyılda yine de boyaların yüzey üzerinde kendine yeni anlamlar ve çıkış yolları aramayı sürdürdüğü bir sanattı. Ta ki Marcel Duchamp`in ünlü pisuvarı dönemine kadar. Sanatçının bildiğimiz pisuvarı bir sergiye koymasının üzerinden yüzyıl geçti. Müziğin nereye gittiği konusuna kafa yorduğumuz kadar plastik sanatların da nereye gittiği merak ediliyor. Bu konuda en tatmin edici cevapları bu hafta açılacak Contemporary İstanbul`da bulmak mümkün, ya da mümkün mü? Bundan emin değiliz ama ilginç deneyimler yaşayacağımızı sanıyorum. Modern sanata dair soruların kısmen cevaplanacağı, kısmen de gözlerimizin boyanacağı ama kesin olan şu ki kesinlikle kafamızın karışacağı bir sergi olacak. Buna bir yerde ihtiyacımız var, yani, farklı sorular sormaya, hatta yeni sorular. Umarım sergideki sanatçılar bu konuda iyi işler getirmiştir.
Tecrübeli ses sınıfı "pekiyl" ile geçti
Körleme geleneğini bilen bilir. Oldukça zordur. Amerikan caz dergilerinin her sayı bir sanatçıyı karşısına oturtup onlara dinlettikleri müzikleri kimlerin çaldığını/söylediğini sordukları anket. Şimdiye kadar soruların tamamını bilene rastlamadım, belki vardır ama ben görmedim. Down Beat`in son sayısının konuğu şarkıcı Allan Harris idi. Şarkıcıların enstrümanistlere göre haksız bir rekabeti olduğunu kabul etmek lazım. Sonuçta, şarkıcı sesi tanımak bir trompetçiyi tanımaktan daha kolay ama yine de zor bir iş. Allan Harris iyi performans çıkarmış. 10 üzerinden 9 ismi bilmiş. Bir kişi de nazar boncuğu olsun. Bilemediği isim Dominque Eade olmuş. Valla ne yalan ben de tanımıyorum. Harris, önce Patricia Barber diyor, sonra Lera DeLaria, ardından Dena DeRose diyor ama tutturamıyor. Sanatçıyı tanımıyor ama beğeniyor ve 4 yıldız veriyor.
Sanatın yönü kadar bilgisayarın geleceği de merak konusu
Yıllardır giyilebilir bilgisayar diye bir kavram var. Kim ne anlıyor bilmiyorum ama bilgisayar teknolojisinin hayatımızı daha fazla işgal etmesinden başka bir şey gelmiyor benim aklıma (gerçi daha ne kadar işgal edebilir ki de diyebilirsiniz). Geçenlerde okuduğum boyuna asılabilen bilgisayar fikri bana hiç şaşırtıcı gelmedi. Haberde uzun uzun ne olduğunu anlatıyordu. Şuraya yazıyım bakalım siz anlayacak mısınız; "Sistem son derece gelişmiş bir izdüşüm gönderimi (projection mapping) kullanıyor. İzdüşüm gönderimi, temelde nesneleri tanıması için bir projektörü hareket izleme ve hatta bir miktar bilgisayar vizyonuyla ile birleştirdiğinizde olan şeydir. Bu, Lumpien’in dijital görüntüleri gerçek dünyanın üstünde, yalnızca 3 milisaniyelik gecikmeyle, saniyede 1.000 kare gösterebilmesini sağlıyor. Bu sayıyı anlamlı kılmak gerekirse, bugün filmler ve video oyunları genellikle 30 ile 60 karede görüntüleniyor. Ve en yeni iPhone’un dokunuşunuza yanıt vermesi yaklaşık 26 milisaniye sürüyor." Evet, boyna asılan bilgisayar böyle bir şeymiş.
Levanten Senfonisi çıktı...
Ortadoğu asıllı Fransız trompetçi İbrahim Maalouf`un ayırdedici bir soundu olduğu kesin. Bu zamanda ilk notadan tanınan bir kimliğe sahip olmak kolay değil. Bir avrupalı olarak bu sağlayan az sayıda isimden biri Maalouf ama bana göre onu son dönem ayıran bir diğer yanı müziğinde seçtiği yön. Başarılı trompetçinin bir önceki albümü Fransızların kült sesi Dalida hakkında idi. Ondan önce de bir film müziği yapmıştı. Dalida`ya olan ilgisini (ki Dalida`nın Cezayir asıllı olduğunu hatırlatıyım) yeni albümü "Levanten Senfoni" ile birleştirince kökeni Beyrut olan sanatçının Frankofon müziğin Beyrut penceresinden görünüşünü bize anlatmaya çalıştığını farkedebiliyoruz. Bu oldukça hoş ve zarif bir damardır. Bu arada, Maalouf`un bize prelüdüyle, uvertürü, temaları, epilogu ve finaliyle eksiksiz bir senfoni sunduğunu söyliyeyim.
Bu konu aynen resimdeki gibi
Bu hafta Radyo Cazkolik`te Tunçel Gülsoy`un "Evde Çalamadıklarım" programının konuğu çocuk gelişimi ve psikolojisi denince akla gelen ilk isim Haluk Yavuzer hoca. Program kaydı sırası ben de stüdyodaydım, hocanın söylediklerini dinlemek ilginç geldi, bence programı dinleyin ama esas diyeceğim başka, hocanın söylediği bir şeyi bilimiyordum. Sohbette konu dönüp dolaşıp sosyal medya/tablet/ekran bağımlılığına geldi. Sosyal medyayı epey kullanan biri olmakla birlikte bu bağımlılıktan ben de şikayetçiyim. Özellikle cep telefonunu çoğunlukla telefon olarak kullanmayı tercih ediyorum. Benim kuşağım cep telefonuyla büyümediği için uyum sağlar ama ya çocuklar? Hocanın söylediğine göre Bakırköy Akıl Hastanesi`nde tıpkı uyuşturucu bağımlılığı bölümü gibi tablet mi dersiniz, ekran, sosyal medya mı dersiniz bilmem ama tedavi amaçlı bağımlılık bölümü açılmış. İnsanın aklına gelmiyor değil ama duyunca yine de şaşırdım.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 17 Eylül 2018, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.