Nano Vasconcelos, Manfred Eicher, Pat Metheny ve Erik Konshaug.
Daha önce yazmıştım ama altını bir daha çizmem lazım. ECM firmasının kuruluşunun 50. yılı kutlamaları çoğalıyor. Hergün başka haber duyuyorum. Kutlamalarda firmanın kurucusu Manfred Eicher’in öne çıkması kaçınılmaz oluyor, derken, firmayla özdeşleşmiş isimlerden, her fotoda kayıt masasında gördüğümüz Jan Erik Kongshaug’un ölümü haberi geldi. Down Beat dergisi kasım sayısını firmaya ayırmış. Kapsamlı bir yazı yayınlamışlar. Yazıda “ECM estetiğinin yapımcısı” diyor. Doğru bir tespit. Eicher’den önce de, sonra da estetik vizyon sahibi çok isim geldi/geçti ama hakkı teslim etmeli, Eicher kavramı çok başka boyuta taşıdı ve bunu en baştan itibaren yaptı. Yolun yarısında yönünü değiştirmedi. Daha çok kazanacağı sayısız fırsat eline geçmiştir, bunları değerlendirdiyse dahi mutlaka belirlediği estetik kriterler içinde kullandı. Bugüne kadar 1.600’ün üzerinde albüm yayınladı. Dediğim gibi, gelen kutlama haberleri sayısı artıyor ama son röportajında söylediği dikkatimi çekti, hatta biraz da babamın huyuna benzettim; “kutlama adamı değilim, tamam, firma olarak birşeyler yapacağız ama esasen her zamanki gibi işimi yapmak ve insanların müziği duymasını sağlamak istiyorum, benim için en önemlisi bu”.
Yeni albümler geliyor
Sadece yukardaki haber değil, dediğim gibi, kutlamalar artıyor. En dikkat çeken kutlamalardan biri ünlü Jazz at Lincoln Center’daki gece oldu. Şimdi haberini vereceğim kutlamanın bilgisi sevgili Ali Haluk İmeryüz’den geldi. Gecede sahne alan isimlere bakınca ECM’in gücünü hissediyorsunuz. Meredith Monk, Joe Lovano, Craig Taborn, Vijay Iyer, Avishai Cohen, Ravi Coltrane, Bill Frisell, Mark Turner, Larry Grenadier, Wadada Leo Smith, Anja Lechner, Ethan Iverson, Enrico Rava, Egberto Gismonti, Matthew Garrison ve Jack DeJohnette gibi büyükler ve dahası da var. Bu kadar önemli ismin tek geceye sığması mümkün olmadığı için iki geceye yaymışlar. Aklıma, bu kadar iddialı olmasa da İstanbul’da da bir gece düzenlenseydi fikri geliyor. Sadece benim aklıma gelmemiştir herhalde, geçenlerde Akbank Caz Festivali yapıldı orada bazı konserler 50. Yıl kapsamına alınmıştı ama tek başına özel bir geceyi hakediyordu.
Kaçınılmaz beste çöplüğü
Ron Carter’a sık sorulan sorulardan biri neden kendi bestelerini çalmadığı sorusu imiş. Bu benim de aklıma gelmişti ama aklıma gelen şekli daha ziyade Carter ve kuşağıyla ilgiliydi. O kuşağın hayattaki aktif üyeleri hâlâ standartları çalan bir nesildir. Carter’ın cevabı ilginç; “Sanatçılar mutlaka yazmak zorunda değil, bunun kanıtı, bestelerini çalan tek kişi kendileri olması. Gençler daha iyi melodiler yazdığında onları da çalarım” diyerek aslında pek de hafif olmayan bir cevap vermiş. Bir keresinde yine bu köşede ‘beste çöplüğü’ diyerek buna değinmek istemiştim. Genç müzisyenlerin çoğu sadece kendi bestesini çalmak istiyor, bu bir hak, diyecek bir şey yok ama zamanla öyle bir durum oluştu ki herkesin sadece kendi bestesini çaldığı ama kendisinden başka da hiç kimsenin o besteleri çalmadığı, merak dahi etmediği, zamanla hepsi kenara atılmış gibi duran, albümlerin sadece birer kez dinlendiği sayısız albümden oluşan devasa bir çöplük oluştu.
Sloganı afişe yazmışlar
Bu yıl 50. senesini kutlayan başka bir konu daha var. Şöyle ki, malum, 2. Dünya Savaşı Hitler ve Nazi dönemi Almanya için utanç lekesi bir dönem oldu. 1937’den itibaren ülkeye ABD’li müzisyenlerin girmesi yasaklandığı gibi caz yasaklı müzik ilan edildi. Savaş sona erdikten sonra durum tersine dönmeye başladı, tabii bunda Amerikalı askerlerin önemli rolü oldu. Hatta, yıkılmış Almanya içinden Albert ve kardeşi Emil Mangelsdorf gibi 20. yüzyılın ikinci yarısına damga vuran müzisyenler çıktı (hatta, ECM kurucusu Manfred Eicher gibi adamlar bu bereketli dönemde yetişti). Hızla toparlanmak ve Almanya’yı Avrupa’nın caz kalesi yapmak isteyen Almanlar 1950’lerin başında German Jazz Federation’ı kurdu. 1953 yılında Deutsches Jazzfestival Frankfurt başladı. Hatta festivalde Alman müzisyen sayısı Amerikalılardan çoktu. Ardından, 1960’larda Berlin Caz Festivali başladı. Dünyada küratör kavramını ilk kullanan festival oldu. İşte, bu festival de 50. yılını kutlayan etkinlikler düzenliyor.
Wayne Shorter Art Blakey`e bakıyor
Caz tarihinin lider özellikli simgelerindendi Art Blakey. 11 Ekimde yüzüncü yaşı kutlandı, yani yaşasaydı öyle olacaktı ama bakın, tüm caz dünyası kutluyor, biz de. Jazz Times dergisi kasım sayısının kapağına taşımış. Takdir ettim. Ayrıca, günümüzün önde gelen isimlerine nasıl bilirdiniz diye sormuş. Güzel cevaplar gelmiş. Saksofoncu Billy Harper tek kelimeyle ‘ateş topu’ diyor. Lonnie Plaxico ‘onu hiçbir zaman yorgun veya bıkkın görmedim, her konserini sanki son konseriymiş gibi çalardı’ diye ekliyor. Özellikle caz müzisyenlerine sormaları önemli çünkü onunla beraber çalmış tüm nesiller ve hatta aynı sahneyi paylaşmayanlar dahi Blakey’e büyük saygı duyar. Böyle müzisyen azdır. Daha önce okuduğum anı kitapları olsun, nakledilen hikâyeler olsun hepsinde caz müzisyenlerinin Art Blakey’e saygılarını hep farketmişimdir. Mesela resimde Wayne Shorter’ın ona bakışı dikkatinizi çekmiştir. Zaten şöyle anlatıyor; “Bir akşam Birdland’de çalıyorduk. Ortam çok gürültülüydü. Art’ın ilk kez grubu susturduğuna şahit oldum. Mikrofonu alarak, burada bir şeyler çalmaya uğraşıyoruz, ne çaldığımızı dinlemek istemiyorsanız siktir olun gidin" dedi. Herkes susmuştu.
Terri Lyn Carrington
İkibinlerden itibaren adını sık duyduğumuz sanatçılardan biri oldu davulcu Terri Lyne Carrington. İstanbul’da da izledik kendisini. Aslına bakılırsa müziğinden çok girişimci aktivist ve projeci yanıyla öne çıktı. Hatta, liderlik özelliğini de buna ekleyebilirim. Carrington geçtiğimiz günlerde yeni çalışması “Social Science”ı yayınladı. Yakın geçmişte Doris Duke Vakfı’nın 275 bin dolarlık ödülünü geri çeviren Carrington son yıllarda çok sayıda ödülün en güçlü adaylarından biri haline geldi. Virtüöz bir enstrümanist, eğitimci, aktivist, girişimci biri olarak stilistik açıklık, artan sosyal katılım ve cazın birleştirici gücüne olan inancım ve bunu öğrencilerime aktarma isteğim kendimle yarışmamı sağladı diyor. Carrington’ın son yıllarını müziği kadar yoğun meşgul eden başka şey ise cinsel taciz ve cinsiyet temelli eşitsizlik konuları oldu. Bu yüzden geçen sene Berklee’nin “Caz ve Cinsiyet Adalet Enstitüsü”nün kurucu başkanı oldu. Berklee mütevelli heyeti sanatçıyı böylesi kavramları öne çıkaran prodüksüyonların gerçekleşmesi için sanatçıyı teşvik edeceğini açıkladı.
Ara Malikian
Doksanlardan itibaren yurtdışından her yıl gelen kimi isimler var ki nedense bunların modası hiç geçmiyor. En yenisinin on yılı var. Kim bunlar? Mesela Goran Bregovic. Doksanlarda Emir Kusturica’nın filmiyle Türkiye’de bir anda ünlü oldu, galiba artık sadece bizim ülkede ünlü. Her sene en az 4-5 konseri var. Hep aynı şarkıları söyleyip duruyor. Mesela Yasmin Levy. O da yıllardır gelenlerden ve anlaşılan herkes halinden memnun. Levy’nin seslendiği damar levanten şarkılar. Tanınmış bazı Türk popçular bile onun kadar konser vermiyor. Mesela Dany Brilliant, o biraz daha yeni sayılır, romantik sesi, frankofon şarkılarıyla özellikle kadınlar bayılıyor. Mesela Pink Martini. Yıllardır her yeni albümle Türkiye turnesinde konser sayılarını artırıyor. Adam zaten buraya yerleşti. Mesela Jay Jay Johansson. Bu ülkede yaşlandı resmen. Mesela Monica Molina. Farkettiniz mi, hepsinin ayrı ayrı dinleyicisi var. Mesela kemancı Ara Malikian. Mesela daha yenilerden Evgeni Grinko. Kesin unuttuklarım vardır, gerisini siz ekleyin.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 11 Kasım 2019, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.