Yaşadığımız çağın bize yaşattığı deneyimler üzerinde biriken kişisel tecrübelerimiz, sanatçı olanlarımız tarafından sonradan heyecanla dinlediğimiz yapıtlara dönüşüyor. Sevgili Selen`le aşağıda okuyacağınız söyleşinin sanatçı ve yaşadığı toplumun bir çeşit kırılma dönemini sembolize eden özel bir önemi var. Selen Gülün`le yayınladığı son albümü Başka üzerine konuşurken, albümün yayınlanmasının hemen bir kaç gün sonrasında patlayan Gezi Parkı olaylarının bir sanatçı, besteci ve müzisyen olarak Selen Gülün üzerinde yarattığı travmaların olumlu ve/veya olumsuz etkisini birlikte tartışmak ve böylesi süreçlerin sanatçının radarında neleri tetiklediğini keşfetmek bakımından daha iyi fırsat olamazdı. Bu nedenle akıp giden konuşmada sevgili Selen`in söylediklerinin hem bir müzik albümünün sürecini, hem de paralelinde yaşadığımız ortamın kendi dinamiklerini anlamak açısından önemli olduğu inancındayım.
Feridun Ertaşkan
Feridun Ertaşkan: Selen merhaba, "Just About Jazz" önce DMC firmasından sonra Rec By Saatchi`den yayınladığın ilk albümün. Bir sonraki çalışman "Sürprizler" ve devamında Pozitif`ten çıkan "Anwers" var. "Sürprizler" ilk albümünün ardından vokalli bir çalışma olması bir çeşit ilkinin devamını beklerken benim gibi dinleyiciler için de bir ayrı sürpriz oldu. Seni yaklaşık on yıldır tanıyan, müziğini takip eden biri olarak oldukça yaratıcı ve yoğun bir süreç yaşadın, öncelikle senden yakın geçmişine bakarak şimdi nasıl bir noktaya geldiğini düşünüyorsun bunu öğrenmek istiyorum.
Selen Gülün: Ben aslında bir noktaya geldiğimi düşünmüyorum. Benim bir blogum var biliyorsun. Oradaki başlığı hatırlıyor musun? "Cycle in Me" "İçimdeki Çember" veya "Çemberin İçinde". Bunu neden söylüyorum, şundan, sürekli çember çizerek yukarı doğru çıktığım bir helezon gibi tanımlıyorum, başka türlü bir yapıda ilişkim var benim müzikle. Bir noktaya doğru ilerleyen lineer bir çizgim yok.
Feridun Ertaşkan: Müsaade edersen araya gireyim, bunu şundan dolayı soruyorum, besteci olarak sözünü ettiğim çizgiyi en iyi senin takip ediyor olman lazım, çünkü beslendiğin kaynaklar çeşitli. Yurtdışı caz dünyasıyla yakın ilişkin var, bir ayağın sürekli dışarıda, aynı zamanda hocasın, eğitimcisin, yanı sıra müzisyenliğin, söz yazarlığın derken tüm bunların önüne geçen esas yanın ise bence besteciliğin, o yüzden soruyorum…
Selen Gülün: Anlıyorum, söylediğin anlamda bir hedefim yok, sadece daha elastik biri olmak istiyorum. Bir insan olarak böyle bir hedefim var diyebilirim, müzisyenlik de bununla bağlantılı bir iş. İstersen şöyle açıklayayım, tamamıyla doğaçlama çaldığım bir solo albüm var, rekonstruKt’tan çıkan (2009), hatta bu çalışmayı Akbank Caz Festivali`nde de seslendirdim. Tamamıyla özgür doğaçlama bir albüm, o sırada kompoze ettiğim 15 parçalık, 3,5 saatte kaydettiğim bir çalışmaydı. Yaptığım tüm çalışmalar içinde beni en çok heyecanlandıran çalışma oldu diyebilirim, zira öyle bir seviyeye geldiğimi hissettiğim zaman yaptığım bir kayıt oldu. Aklımda öncesinde hiçbir planlama yok, o sırada yaratıyorsun, çalıyorsun, birleştiriyorsun. Böyle bir çalışmada doğaçlama yeteneklerini de, onca senenin birikimi olan bestecilik özelliklerini de kullanıyorsun. Anı müziğe çevirmeyi tetikleyen bir çalışma. Ben zaten durmadan bir şeyler üretme heveslisi biri olduğum için o sırada ilgilendiğim projeyi hayata geçirme zamanı gelmiş oluyor. Blue Band projesi de öyle…
Feridun Ertaşkan: Blue Band geçen sezon en beğendiğim projelerdendi…
Selen Gülün: Teşekkürler. Dediğim gibi, sadece sırası gelmiş oluyor. Mesela, kendime diyorum ki, “benim artık şarkı albümü kaydetmem lazım”. 2010`dan beri şarkı albümünü öne almaya çalışıyordum.
Feridun Ertaşkan: Anladım, böyle söyleyince, yayınladığın albümlerin sırasıyla söylediklerin birbirini tamamlıyor.
Selen Gülün: Yaptığım işle sonradan ilgimi koparmıyorum. Bağım devam ediyor ama bir sonra yapmayı istediğim işe odaklanmayı istiyorum. Böyle bakarsan eğer, o sıra yaptığım projeler yayınlanan albümlerin önünden gidiyor diyebilirim.
Feridun Ertaşkan: Harika… Kısa bir toparlama yapayım ardından yeni albümüne geçelim. Biliyorsun, özellikle ilk albümündeki gibi küçük gruplarla yaptığın çalışmaları ayrıca seviyorum ama seni besleyen kaynakların senden çıkan sözlü halleri de dikkat çekici, bu açıdan Sürprizler ile Başka arasında geçen zamanın yaratıcılık bakımından seni beslediği açıkça görülüyor. Bu arada, başta konuştuğumuz diğer işlerin (ki özellikle Blue Band`in bir albüm kaydına dönüşmesini çok isterim) ben Başka albümünü hem benim ayrıca sevdiğimi söylediğim quartet cazına dönük bir kayıt, hem de vokalli olması bakımından özellikle dikkat çekici buluyorum. Bu albümü tarif etmeye çalıştığım şekilde kaydetmek aklında var mıydı yoksa bu sadece benim bir yorumum mu? Ne dersin?
Selen Gülün: Bu çalışma nasıl biliyor musun, Just About Jazz (Başka`da gitar var, o hariç!) benzeri bir ekiple şarkı albümü kaydetmek gibi bir çalışma oldu. Albümün toplamı 43 dakika, bir dakika fazla geçsin istemedim. Şarkı albümü dinlemek isteyenler genellikle bu sürelere alışkın, eski formatlar gibi, plak formatındaki gibi ama konserde aynı olmuyor, sahnede parçaya bir giriyoruz belki 15 dakika, isteyen soloya giriyor çıkıyor, çok demokratik bir paylaşım oluyor sahnede. Klasik anlamda caz dinleyicisi parçada doğaçlama dinlemek istiyorsa eğer albümde yok ama aynı parçalar sahnede bambaşka! İnanır mısın, bu albümde benim bir tane bile piyano solom yok! Bunu herhalde şimdiye kadar kimse yapmamıştır ama konserde öyle olmuyor, çalıyorum.
Feridun Ertaşkan: Araya gireyim… İKSV-Salon konserini değil ama kendi stüdyonda verdiğin lansman konserini izledim, orada parçalarda kendin haricindeki müzisyenlere ayırdığın solo bölümler dikkatimi çekmişti.
Selen Gülün: Albüm yayınlandıktan sonra bu konuda ilginç bir şey oldu, biz bu albümü iki farklı şekilde çalıyoruz, biri quintet formatlı geniş versiyonu, bir de Demirhan Baylan ve Cengiz Baysal`lı trio versiyonu. Bu şekilde sahnede gerçekten ucu açık çalıyoruz. Bütün bunlar benim için anlamlı. Bu isimler yani trio ekibi benim yirmi yılı aşan arkadaşlığım olan insanlar, birlikte çok şey yaşadık ve onlarla çalmak benim için önemli. Birlikte çok iyi iletişim yakalıyoruz, yüksek adrenalinle çalıyoruz. Şöyle bir şey ekleyeyim; Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi bestecilerden Meliha Doğuduyal vardır, çağdaş müzik bestecisi, çok önemli biri, o bizi izlediğinde söylediği hoşuma gitmişti; "Sen bu ekiple (trio) çalarken sözleri bir an önce söyleyip çalma kısmına geçmek için söylüyorsun sanki." Bu bile birlikte nasıl bir enerji ürettiğimizi anlatır. Bu dediğim tabii trio çalarken geçerli, beşli çalarken tam olarak böyle olmuyor, o zaman ekibe liderlik yapma kısmı devreye giriyor, müzik üstünde başka türlü bir kontrol oluşuyor. Hem albümde, hem konserlerde sevdiğim, müzisyenliğine güvendiğim kişilerle çaldım. Bunu çok önemsiyorum.
Feridun Ertaşkan: Bu noktada sana müzisyenleri sormak istiyorum. Çift nefesli kullanman Serhan Erkol (Alto & Tenor Sax), Tamer Temel (Soprano & Tenor Sax) ve gitarda Cenk Erdoğan ki onu özellikle hep perdesiz gitarıyla dinliyoruz ama perdeli gitarıyla ne yaptığını görme fırsatı sunması bu albümün güzel yanlarından biri.
Selen Gülün: Cenk`le şöyle oldu, aslında onunla uzun zamandır çalmak istiyordum. İşlerini yakından takip ediyorum. Biliyorsun, o da benim öğrencimdi Bilgi Müzik’ten ve aslında onunla caz çalabilir miyiz kısmını tam anlamak için Tamirane`de ve bir kaç yerde birlikte sadece çaldık, perdesiz gitar olmadan, pedallar filan. Zorlandığını söyledi, "kimse benim önüme nota koymuyor, bu hoşuma gitti" dedi, çalarken çok eğlendik. Bu tecrübeden sonra Cenk`ten albümümde çalmasını rica ettim, yaratıcı enerjisinin albüme büyük katkısı oldu. Albümde bir parça var, anneannemin sözlerini yazdığı, "Kul" isminde, Cenk`e dedim "bak bu parça sana emanet, tümüyle senin çalmanı istiyorum, sen çal ben de söyleyeyim". Hoşuna gitti, parçayı kaydetme aşamasına geldiğimizde bana "bu parçada yaylı tambur çalmak istiyorum, çalayım mı?" deyince önce bir şaşırdım, ilk bakışta yaylı tambur benim müziğime uyan bir saz değil ama deneyelim dedim, derken hoş bir kayıt oldu. Yani, Cenk bu albüm için çok doğru bir isim oldu.
Feridun Ertaşkan: Peki ya saksofonlar; Tamer ve Serhan için ne söylersin?
Selen Gülün: Beraber çalıştığım insanların her birinin kendi albümleri var, kendi müziklerini yazan insanlar. Müzisyen arkadaşlarımın böylesi insanlar olmasının benim müziğime katkısı ifade edilebilir bir şey değil. Her biri müzik yazarı, düşünürü insanlar. Tamer "Barcelona" albümünden sonra yeni bir kayıt daha yaptı, çok güzel müzikleri var. Serhan`da öyle, zaten Serhan ile Tamer İzmir`den eski arkadaşlar. Bir de eklemem gereken şöyle bir durum var, biliyorsun yakın geçmişte bir Gezi Parkı olayı yaşadık, ben beraber müzik yaptığım insanlarla aynı zamanda sokaklara da çıktım, protestolara katıldım. Hatta bir gece şöyle düşündüğümü hatırlıyorum, ben ne kadar şanslı bir müzisyenim ki birlikte çaldığım insanlarla müzik dışındaki görüşlerimde de paralellikler var.
Feridun Ertaşkan: Selen, Gezi Parkı konusunu açtığın iyi oldu çünkü ben bu söyleşide sadece albüm çevresinde olan değil seni tamamlayan portrenin önemli bir detayı olduğu için müzik dışındaki konuları da konuşabilmeyi istiyorum. Bizimki gibi kaosu bol bir ülkede yaşadığın zaman "ben sadece müziğimi yapıyım, başka şeylere pek karışmayayım" diyemiyorsun. Bunu bir de caz müzisyenlerinin kişisel özgürlüklerine, bireysel ifade gücüne düşkün insanlar olduğunu düşünürsen söylediğim daha da önemli hale geliyor. Bu yaşadığın Gezi Parkı sürecinin aktif bir katılımcısı olarak, sokaklarda, forumlarda, parklarda yaşayan biri ve bir müzisyen olarak bu süreçte yaşadıklarını, düşündüklerini bize nasıl yorumlarsın?
Selen Gülün: Süreci anlatmak için en kolay "mücadele" kelimesini kullanabilirim ama şöyle, biliyorsun, bizim hayatımız zaten mücadele içinde geçiyor, bu açıdan bize yeni bir kelime değil, üstelik bir de "marjinaliz"… Kendimi(zi) öyle bir yere konumlandırıyoruz ki hep gözlemciyiz, gözlemleyerek o ortamın aktörüyüz. Doğrudan içindeyiz. Hem katılımcısıyım hem bu ortamdan müzisyen olarak beslenen biriyim. İnanır mısın, Gezi süreci zarfında tam üç hafta elimi piyanoya sürmedim. Müthiş etkiledi beni olan bitenler. Vakit bulup oturduğumda ise ilk işim müzik yazmak oldu. Doğrudan mücadelenin içindeyken duygular çok sertleşiyor, müzik filan hiç bir şey düşünmüyorsun. Hep sıcak temas var…
Feridun Ertaşkan: Sen bizzat bu sıcak temasın içinde oldun mu?
Selen Gülün: Tabii, hep içindeydim. Hani savaşlar sonrasında sanat ve düşüncede patlama yaşanır, benim için de biraz böyle oldu. Biz (biz diyorum çünkü ben ve bir kaç arkadaşım düzenli bir aradaydık) protesto dolu duyguların en yoğununu yaşamakla müzisyen olarak gözlemlemek, tanık olmak arasındaki yoğun enerjiyi her an yaşayabiliyorduk. Şimdi düşünüyorum da, aslına bakarsan ben zaten bir anlamda militan gibi yetiştim, sol görüşe değer veren bir ailede büyüdüm, mücadelenin ne olduğunu, nasıl bir şey olduğunu çocukluktan öğrendim, annem de ablamla beni bu bakıma pek sakınmadan büyüttü.
Feridun Ertaşkan: Seni gerek tweetlerinden, gerek başka şekilde bu sürede takip ettiğim zaman benim kendi tahminimden daha fazla mücadele sürecinin içine çeken bir şey olduğunu gördüm, bunun ne olduğunu söyleyebilir misin?
Selen Gülün: Beni yakından tanıyanlar bilir, çabalamaktan çekinmeyen, baskıcı liderlikten hoşlanmayan ama sosyal liderliği seven, adalet duygusu yüksek, prensiplerine önem veren biriyim. Şunu açıkça söyleyeyim; Gezi süreci yaşanırken olan biteni evde Twitter üzerinden izleyemezdim, doğrudan o ortamın içinde olup her şeyi gözlemlemem, anlamaya çalışmam lazımdı. Sürekli anlamaya çalışmak benim için belirleyici bir duygu. Bu albümde de (Başka) o var, Sürprizler albümünde deşmek ve irdelemek vardı, Başka ise benim tam bir kabullenmişlik dönemime geldi, daha doğrusu, Başka albümü nasıl bir insan olduğumu kabullendiğim döneme geldi. Toplumsal itirazların, demokratik karşı çıkışların, keşke bu toplumda daha yüksek protesto duygusu olsa dediğim dönemde Gezi olayları patlak verdi. Kendi içinde çelişkili görünmesin, bunu inişli çıkışlı duygularla dolu doğaçlama gibi düşün. Bir duyguyla ertesinde gelen fırtınanın bir diğer duyguyu tetiklemesi gibi... Gelişen Gezi olayında bir sözümün olması lazımdı, ben bunu yapmaya çalıştım. Bazı arkadaşlarımı görüyorum, geri planda kalmaya çalışıyorlar, hem hayatı değişmesin istiyor hem de bir yandan korku içinde yaşıyor, ya da evet, süreci destekliyor ama dışında durmayı tercih ediyor. Oysa bunun dışında kalamazsın. Şunu unutmamak lazım, artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, bunu hala kendi anladığın biçimde sessizce karşılamayı, değişikliğe dirençli yaşamayı tercih ediyorsan bence yanlış bir noktadasın demektir.
Feridun Ertaşkan: Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak derken neyi kastediyorsun?
Selen Gülün: Şöyle anlatayım, mesela alkol yasası çıktı, üzerinde Yeni Rakı yazan bir t-shirtle bile dolaşamayacak duruma gelmişken, düşünsene, çaldığımız kulüplerin, sahne aldığımız festivallerin parasını destekçi olarak hep içki firmalarının sponsorlukları ödüyordu, şimdi artık onlar olmayacak. Belki “içki içmeyeceksin” demiyor ama doğrudan hayatımızı, tercihlerimizi etkileyen engelleyici kararlar alıyorlar. Bunu katıldığım Gezi forumlarında da tartışıyoruz. Ben bunun dışında kalayım diyeceğin bir durum yok artık. Tweet yazarak değil, aktif olarak katılacağın bir şey bu.
Feridun Ertaşkan: Peki sence bu tartışma ve Gezi süreci ayrı kompartımanlarda, ayrı dünyalarda yaşayan insanların birbirini anlaması bakımından faydalı oldu mu?
Selen Gülün: Bu çok değişiyor, şöyle bir döneme girdik sanırım. ben Etiler civarında oturuyorum. Sanatçılar Parkı Etiler’deki forumlara katılmaya karar verdiğimde önce oranın insanı hakkında önyargılı olduğumu fark ettim, oysa gördüm ki eylemlere doğrudan katılan, bana benzeyen, aynı benim gibi bir çok insan hep aynı semtte yaşıyormuşuz. Oysa Etiler algısı toplumda daha farklıdır biliyorsun. Özellikle kadınların örgütlü olduğunu görünce çok şaşırdım. Forumlar insanların sokağa çıkabilmeyi ve tartışabilmeyi öğrenmesi bakımından çok faydalı oldu. İnsanlığımızı birlikte hareket etmenin önemini hatırladık Gezi Parkı sayesinde. İnsanların benzer duyarlılıkları paylaştığını anladık, daha paylaşımcı olmamız gerektiğini hatırladık. Sana bir şey söyleyeyim, ben paylaşımcı ve kişisel özgürlükleri önemseyen, okuyan, düşünen insanların çoğunlukta olduğu bir aileden gelmeme rağmen son yıllarda kendimi kıstırılmış gibi hissediyordum. Oysa şimdi forumda elimde megafon, farklılıklarımı, istek ve arzularımı bağırarak anlatabiliyorum. Bu değişim bile çok önemli. Buna ihtiyaç duymayan, durumunu, sessizliğini kabullenmiş insanları anlamakta zorluk çekiyorum. Ben kendimden çok farklı görüşteki insanlarla her şeyi konuşup ateşli ateşli tartışabilirim ama -mış gibi yapan insanlara, özellikle bu Gezi süreci sonrasında tahammül edemiyorum. İçindeymiş gibi yapıp aslında içinde olmayan ya da dışındaymış gibi davranıp ama içinde aktivist olan, bu iki grubu da kabullenemiyorum.
Feridun Ertaşkan: Bu kişileri tanımlayan bir örnek vermen mümkün mü?
Selen Gülün: Evinde oturup en ateşli tweettleri yazan, fakat gerçek anlamda hiç bir eyleme katılmayan insanlar var. İşin PR tarafını kullanan, olaylara katılmadığı halde gaz maskeli fotoğraflar çektiren, sosyal medya’da paylaşan insanlar. Sokakta hiç bir şey o kadar eğlenceli değildi gerçekten! Yaşadığımız şeyleri düşününce bunu akıl edebilmeyi bile tuhaf buluyorum. Mesela bir video gördüm, müzisyenler ne düşünüyor Gezi olayları hakkında diye sorular soruluyor. Birçok insan konuşmuş. Belgesel niteliği zayıf bir çalışmaydı, neyse ki ikincisi gelmedi. O sıralarda Taksim Dayanışması`nın 4 maddelik talepler bildirisi açıklanmıştı, konuşan arkadaşlardan çok azı gerçekten taleplerden bahsediyor o videoda. Halbuki yanlış anlaşılmamak adına çok önemliydi o talepleri her ortamda her fırsatta vurgulamak. Elbette işin duygusal tarafı çok ağırdı bunu hepimiz hep birlikte yaşadık. Ama “çok üzülüyoruz, kalbimiz kırılıyor” diye 16 dakikalık bir belgesel yapamazsın “müzisyenler ne düşünüyor” diye. “Müzisyenler ne hissediyor” dense o belgesel için daha iyiydi. Sonuçta kolay değil tabii ki önüne uzanan mikrofona çatır çatır ne düşündüğünü, neyi protesto ettiğini anlatmak. Fakat belgenin amacı da budur. Yaşadığın şeyin ne olduğunun farkında olmak, bilgi sahibi olmak ve bunu dile getiriyor olmak çok önemli bir şey. Özellikle sokaklarda çatışma varsa. İnsanlar sivil direnişin ne kadar uzun ve sancılı bir süreç olduğunu bilmiyorlar gibi gözüküyor. Dünyada daha önce olan benzer süreçlerin nasıl geliştiğini incelemek lazım. Üç haftada olup bitecek bir şey değil ki bu!
Feridun Ertaşkan: Peki, yaşadığın sürecin sonunda Selen Gülün ve bir caz müzisyeni olarak basında çok seslendirildiği gibi kendini ismi yeni ortaya çıkan bu Y kuşağı gibi bir nesle mi ya da sivil itiraz ve politik süreci eski bir nesle mi ait hissediyorsun? Ya da nereye ait hissediyorsun?
Selen Gülün: Hiç bir yere ait hissetmiyorum. Ben kendini ifade eden ve etmek isteyen herkesle anlaşmayı istiyorum. Aslında bu Y kuşağı denilen benim üniversitede öğrencim olan çocuklar ve onlarla ders yaparken şunu fark ediyorum ki her türlü otoriteye tepkililer. Fakat maalesef bizdeki eğitim sistemi ne der: “Cezalarını ver ya da ödüllendir”. İnandığım veya uygulayabildiğim için söylemiyorum ama yüz yüze eğitim sistemi bunu gerektiriyor, aile modelinin bir başka versiyonu ama bu çocuklar ceza & ödül bilmiyor, onlarla bu şekilde iletişim kuramazın. O zaman böyle çocuklara nasıl eğitim verebilirsin? Onları ancak anlaman gerekiyor yoksa seni dinlemiyorlar. Sana bir şey söyleyeyim mi? Sokaktaki bu insanların ortak noktası ne diye bakarsan, tek ortak nokta özgürlüklerin sınırlandırılması. Konuşma özgürlüğü, varolma özgürlüğü. Karşında yüzde elli oyu aldığında dilediğini yapabileceğini iddia eden bir iktidar var, bunu söylüyor zaten, o zaman seni yok sayıyor. Bunu duyunca hala sorun yokmuş gibi yaşayamazsın. Otoritenin karşısındakine bırakmadığı alan sayısı fazlalaşınca itiraz edenlerin sayısı da fazlalaşıyor.
Feridun Ertaşkan: Peki Selen, bir şeyi merak ediyorum, bu genç insanların özgürlüklerine ve bireysel haklarına sahip çıkmaları çok güzel, peki yarın öbür gün kendileriyle ilgili olmayan ama itiraz etmek gereken bir konu olduğunda da aynı tepkiyi verecekler mi, ne diyorsun?
Selen Gülün: Öğreniyorlar… Birlikte yaşamayı, polisin kim ve ne olduğunu, ceza sistemini ilk defa yaşıyor ve öğreniyorlar. Bir diğeri ise muhalefet denen şeyi hayatlarında hiç duymamış, sokağa çıktığında muhalefetin kendisi olmak zorunda kaldığını öğrenen çocuklar bunlar. Bu çok enteresan... Bu çocuklarla yüz yüze olduğum için rahatlıkla söyleyebiliyorum, yüksek sesle bile bir şey söylediğinde hemen gerilip itiraz eden çocuklar, kafasına gaz bombası atarsan delirirler. O yüzden “hadi artık eve dönelim” filan dediğinde gitmiyorlar. Yüksek sesle konuşan otoriter birine tahammülleri yok. Birçok insan zannediyordu ki bu çocuklar pasifler, aslında pasifize olmayı tercih ediyorlardı bence. Şimdi çok kızıyorlar, iktidar için niye böyle yaptı ki diyorlar mesela! Ben tecrübeli olanlardansa bu gençlere daha çok güveniyorum. Bildikleri tek iletişim yöntemi bireysel ilişki kurmak. Önce onları dinleyeceksin, dinlemezsen konuşamıyorsun! Hep söylüyorum artık başka bir eğitim sistemi bulunması lazım ama onu da ben düşünemeyeceğim :)
Feridun Ertaşkan: Bu noktada cazla bir bağlantı kurmak mümkün mü? Bu neslin caz müzisyeni nasıl olur sence? Fazla genel bir soru oldu farkındayım ama bir korelasyon kurmak mümkün mü?
Selen Gülün: Sınırlar o kadar yok oldu ki. Bilgi Üniversitesi`nin caz bölümü kapanmasaydı keşke, bir sürü iyi müzisyen yetişti diye hep konuşuluyor ya. Sonrasında da iyi, ama farklı müzisyenler yetişti. Ama iyi müzisyen ne demek? Buna bakmak düşünmek lazım. Mesela Bilgi Üniversitesi`nin şimdi de laptop orkestrası var. Değişikliklere açık olmak önemli, çağdaş müzik, elektronik müzik, şarkı formu, bu formları oluşturan sınırlar yavaş yavaş kalkıyor ortadan. Stiller tarzlar birleşiyor.
Feridun Ertaşkan: Sevgili Selen, harika bir söyleşi oldu. Son sorumu Türkiye’de caza dair sorayım, sen de ön sahnedeki isimlerdensin. Cazın son yıllarını hem yaşadın hem gözledin. Yaşadığımız yılların caz fotoğrafını nasıl tanımlarsın?
Selen Gülün: Doğrusu ben bu konuda uzun zaman hep iyimser kaldım. Hatta Down Beat`e, New York Times’a demeçler vermiştim, artık çok iyi albümler kaydediliyor, iyi şeyler oluyor Türkiye’de diye ama son sıralarda biraz karamsarlaştığımı itiraf ediyorum. Açık olan birkaç mekan zar zor ayakta duruyor. Caz icra eden genç müzisyen pek yetişmiyor. Yetişenlerin de çoğunluğu şarkı söyleyenler. Elif, Sibel, Randy gibi tecrübeli müzisyenler vokal dersi veriyor o yüzden şarkıcı daha çok yetişiyor ama icracı müzisyen sorunlu. Yetişmiş olanlar ders vermiyor. Birçoğu genç ve iyi müzisyen arkadaşlarım var ama ders vermiyorlar, vermezlerse, okul da olmadığına göre yeni caz müzisyeni nasıl yetişecek? Arkadan yeni isimlerin gelmesi lazım… “Geliyor ama ben tanımıyorum” diyemeyeceğim çünkü geliyor olsa bilirim. Çoğuna yakın mesafede duruyorum.
Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com / 28 Ağustos 2013, Çarşamba
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.