Avrupa caz sahnesinden bir renk ustası; Tomasz Stanko
Zorlukların yıldırmadığı, hayal kuran, kurduğu hayallerin sonuna kadar avukatlığını yapan bir trompet ustası, 72 yaşındaki Polonyalı Tomasz Stanko. Avrupa’nın ilk “free jazz” trompetçisi olarak anılan Stanko, 1990’da dişlerini tamamen kaybetmesi sonucunda hayatı boyunca bir “leydi” olarak tanımladığı trompete bir süre ara vermek zorunda kalmıştı. Zaman içinde kendine özgü bir trompet ağızlığı geliştiren ve yetenekli bir diş doktorunun kendisi için yaptığı takma dişlerle trompete dönen Stanko o dönemde yeni bir ton oluşturmak için saatlerce süren nefes egzersizleri yapmış ve doğal diş ile çalamamanın olumsuz yanlarını kendisi için avantaja dönüştürmeyi başarmıştı. Polonya caz sahnesinin kalburüstü isimlerinin yanı sıra uluslararası caz arenasının da crème de la crème simalarıyla (Jack DeJohnette, Dave Holland, Reggie Workman, Lester Bowie, David Murray) çalışmalar gerçekleştirmiş olan Stanko sadece kendi adına 30’un üzerinde albüme imza atmış bir isim. Son olarak Polonya’nın Nobel ödüllü şair ve deneme yazarı Wislawa Szymborska anısına New York Quartet’i ile Wislawa (ECM, 2013) albümünü kaydeden sanatçı 73. doğum gününün bir hafta öncesinde İstanbullu caz dostlarıyla buluşuyor olacak. 21. İstanbul Caz Festivali’nin konuğu olarak 3 Temmuz Perşembe, akşamı saat 21:00’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu sahnesinin misafiri olacak olan Stanko ile kariyerinin satır başları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sami Kısaoğlu
Sami Kısaoğlu: Polonya’da doğdunuz ve hayatınızın büyük bölümünü bu ülkede geçirdiniz. 1980’lerde ise kendi ülkeniz dışında, Hindistan ve ABD’de de çalıştınız. Bu, sizin, bir müzisyen olarak sanatsal gelişiminizi nasıl etkiledi?
Tomasz Stanko: Evet, Polonya’da doğdum, Polonya’da yaşıyorum. Birkaç defa çok özel iki kayıt için Tac Mahal’de bulundum ama Hindistan’da bulunma sayım ikidir. Son beş senedir kısmen New York’ta da yaşıyorum. Hatta şu an da New York’tayım ama genel olarak Polonya’da yaşıyor ve tüm seyahatlerimi Varşova’dan yapıyorum. New York, müzisyenleri ile bu müziğin ana sahnesidir. Ayrıca, müzik şirketim ECM’de burada. Müziğin uluslararası olması çok önemli. Ben, pek çok şeyden ilham alırım. Sadece müzikten değil, sanatın her dalından. Görsel sanatlardan, mesela Amedeo Modigliani’nin çok büyük bir hayranıyım. Son 20 seneyi hatırlıyorum, Türkiye’nin önemli ve ünlü şairleri olduğunu biliyorum. Daha fazla bilgi sahibi olmak isterim. Şunu söyleyebilirim ki, özellikle beni çok etkileyen bir kültür yok.
Sami Kısaoğlu: Türkiye’ye daha önce birkaç kez geldiniz. Ülkenin müzikal zenginliğini keşfetme fırsatınız oldu mu?
Tomasz Stanko: Evet, Türkiye’de birkaç defa bulundum ama çok iyi bildiğimi söyleyemem, bunu söylemek için gerçekten iyi bilmek gerek ama, bu müzikten geçmişte çok ilham aldım. Kudsi Ergüner, bunlardan biriydi. Beyrut’ta kalıyorduk. Oradaki müzik, caz ve Türk müziğinin karışımıydı. Daha az batıya aitti. Perküsyon, trompet ve klarnet gibi orijinal Türk enstrümanları olan bir grupla Kudsi çok güzel müzik yapıyordu. Zor bir müzik diyebilirim, çünkü metronomu çok zengin. Şiirsel atmosferi beni çok etkilemişti. Kudsi’nin bazı Amerikan tiyatroları için müzik yaptığını duydum, gerçekten çok güzeller. Şiirleri daha çok okumak istiyorum ama güzel bir çeviri bulmak zor, İngilizcem de ne yazık ki anlamak için çok yeterli değil.
Sami Kısaoğlu: Kariyerinizde Krzysztof Komeda, Edward Vesala, Cecil Taylor gibi pek çok önemli isimle çalıştınız. Hatta Polonyalı usta besteci ve şef Krzysztof Penderecki ile de. Bu ortak çalışmalar sizin müziğinizi nasıl etkiledi? Sizin hayatınızdaki müzikal ve sanatsal etkisini öğrenebilir miyiz?
Tomasz Stanko: Evet pek çok isimle çalıştım, doğru. Penderecki ile yıllar önce bir performans gerçekleştirmiştik. Tabii ki özellikle Cecil Taylor ve tabii ki Komeda ile çalışmalarım beni oldukça etkiledi. Müzik değişik bir süreç ve müzisyenler arasındaki bu süreçte belli titreşimler, etkileşimler yaşanıyor. Birbirimizden esinleniyoruz.
Sami Kısaoğlu: 1963’te ünlü caz piyanisti ve film müzikleri bestecisi Krzysztof Komeda’nın Quintet’ine katıldınız. Ondan harmoni, müzikal yapı ve asimetri konularını öğrendiniz. Komeda ile olan kariyerinizde piyanistle 5 tur yaptınız ve 11 albüm kaydettiniz. Komeda ile çalışmak nasıl bir deneyimdi? Onunla anılarınızı biraz anlatabilir misiniz?
Tomasz Stanko: Komeda ile çalışmaya başladığımda çok gençtim, 26 yaşındaydım ve ilk profesyonel konser çalışmalarımı onunla yaptım. Komeda’nın müziğinde özellikle lirisizm ve dokunaklı ifadeler vardı. Ben, bu kombinasyonu seviyordum. Onun müziğinde “sadelik” çok önemlidir. Bu, ondan öğrendiğim en önemli şeylerden biriydi. “Sadelik”; müzik, sanat ve her konuda çok önemli.
Sami Kısaoğlu: Pek çok farklı grup formatı ve enstrümantasyon ile çalıştınız. Bunların sizin kendi müzikal ifade şeklinizde ideal öğeler olduğunu düşünüyor musunuz?
Tomasz Stanko: Genel olarak, kendi müzik dilimi hemen buldum diyebilirim ve tabii ki herşey benim için bir esinlenme sebebiydi ama 50’li, 60 ve 70’li yıllarda quintet’im vardı. Kendi müziğimi ve dilimi kurdum ve çoğunlukla sadece kendi müziğimi yapmaya çalıştım.
Sami Kısaoğlu: Albüm şirketiniz ünlü ECM ile olan ilişkiniz diğer sanatçıların ilişkisi gibi değil, ve hiç şüphe yok ki ECM’de diğer albüm şirketlerine benzemiyor. ECM’i diğer markalardan farklı kılan nedir, bize anlatabilir misiniz? Manfred Eicher’in bu şirketi belli bir noktaya getirmesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? ECM sizin kariyeriniz için ne ifade ediyor?
Tomasz Stanko: Daha dün Manfred Eicher ile akşam yemeği yedik. ECM çok karizmatik bir marka. Uzun yıllar boyu diğerleri arasında en iyi firma oldu. Prestij çok önemli tabii ki. Kendine özgü bir sound’u var ve bir üyesi olmaktan çok mutluyum. Bu şirketin benim kariyerimde önemli bir yeri olduğunu söyleyebilirim evet, çünkü aynı zamanda oldukça yaratıcı ve yeni çalışmalara yer veren bir şirket. Manfred’in marka için çok önemli bir rolü var, kendi firmasının her sürecinde yer alıyor ve bir yapımcı olarak her detaya çok önem veriyor.
Sami Kısaoğlu: “Matka Joanna” Jerzy Kawalerowicz`nin 1961’de çektiği filmden esinlenerek yaptığınız bir albümdü. Bu albümün yanı sıra, özellikle filmler için müzik besteliyor musunuz?
Tomasz Stanko: “Matka Johanne” esinlenme değil, daha çok onun çalışmalarına bir saygı duruşu, bir ithaftı. Son albümüm Wislawa da ithaf edilmiş bir albüm. Bu albümü Nobel ödüllü şairimiz Wislawa Szymborska için ölümünden sonra hazırladım. Onun şiirlerindeki sözleri ile müzikal bağlar kurdum.
Film müzikleri çok yazmıyorum ama filmleri çok seviyorum ve biri bana soundtrack’lerinde trompetimin sesini duymak istediğini söylediğinde bunu seve seve kabul ediyorum. Çünkü, bu çok ilginç ve keyifli... Sahnede de grubumla çaldığım birkaç film bestem var.
Sami Kısaoğlu: Yeni albümünüzden biraz bahsedebilir miyiz? Albümünüzün yapım süreci nasıldı?
Tomasz Stanko: Her zamanki gibi. Bir albüm hazırlamak için zamana ihtiyacım oluyor ve oldukça zaman alıyor. Kendimi şairlere benzetiyorum. Çünkü bu da bir çeşit emprovizasyon. Emprovize etmek için hazırlamış bir bilgisayar programı gibi. Şairler de yeni şiirler yazmak için zamana ihtiyaçları oluyor. Bazı şiirler de kısadır. Wislawa üzerinde uzun süre çalıştığım bir albüm oldu. Onun ölümünden sonra, New York’ta bestelerimi ona adamaya karar verdim. Ama işin kayıt kısmı çok kısa sürüyor. Caz, emprovize bir müziktir ve kayıt yaparken hızlı çalışırız. İki gün kayıt sürer ve bir gün de ne yapacağımıza karar veririz. Taze bir esinlenmedir, kayıt sırasında yaratıcılık devreye girer. İki gün kayıt için uzun bir süre diyebilirim. Bir sesi çok sefer tekrar ederseniz, tazeliğini kaybeder. Emprovizasyon bu müziğin en önemli tarafı.
Sami Kısaoğlu: Türkiye’deki müzikseverler İstanbul Caz Festivali’nde sizden neler dinleyecekler?
Tomasz Stanko: Türk izleyicilerine çalacağım için çok mutluyum. Bu benim Matka Joanna’dan sonraki grubum. ECM şirketine bağlı çok genç ve başarılı Polonyalı müzisyenlerden oluşan bir trio. Çalacağımız parçalar benim eski albümlerimden olacak. Türk seyircilerine “Soul of Things”, “Suspended Night” ve “Lontano”dan parçalar çalacağız.
Sami Kısaoğlu: Son soru olarak, size 7 kelime söyleyeceğim. Sizin kişisel tarihinizdeki anlamlarını bizimle paylaşabilir misiniz?
Tomasz Stanko: Trompet: Trompet benim için bir “leydi”, tüm hayatım boyunca olan, hep özlediğim bir bayan. Doğa: Doğa benim için çok önemli. Bizim enerji kaynağımız. Özgürlük: Tüm hayatım boyunca olacağım şey. Ama bugün özgür olmak çok zor. Ama benim için hep peşinden gideceğim bir hedef. Ses: Müziğin en önemli elementi... Müziğin ruhu... Sessizlik: Sessizlik de müzikte çok önemlidir. Sessizliğin pek çok farklı yüzü vardır. Müzikte onu bilmek çok önemlidir. Caz: Caz benim aşkım. Benim hayatımın başında 17 yaşında bir gençken tanıştığım, aşkım. Kültür: Kültür benim için bir ifade şekli. Ben ve hepimiz bir kültür içerisindeyiz. Zor bir soru?
Sami Kısaoğlu: Şimdiye kadar sadece kendi adınıza 33 albüm yayınladınız. Sizce bunlardan hangileri tarihsel ve estetik olarak çığır açan albümlerdendi?
Tomasz Stanko: Zor bir soru. Sanatçılar tüm albümlerini severler. İlk albümüm ve “TWET”de belki çok bilinen olmasa da özel albümlerden. “Balladyna”, Amerikalı müzisyenlerinde olduğu, özel bir dilin olduğu bir albüm. Aynı zamanda, ECM’den ilk albümüm. Matka Joanna‘yı da çok seviyorum. Festivalde size çalacağımız üç albüm de çok güzel. “Mislawa” ve pek çok diğer albüm de öyle. Yaptığım pek çok albümden ötürü çok mutluyum.
Sami Kısaoğlu
Müzikolog
Cazkolik.com / 30 Haziran 2014, Pazartesi
Bu röportajın gerçekleşmesinde katkıları olan Burak Sülünbaz'a, Grup 7 İletişim ve Danışmanlık`tan Hatice Kayrak ve Başak Sönmez`e teşekkür ederiz.
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.
Levent Öget
Güzel sorular ve içtenlik dolu yanıtlar. Üstadın konseri sonrasında harika bir demlenme zamanı, teşekkürler meslektaşlarım...
Bu Yoruma Cevap Yazın »