Yirmi yıldır birlikte

Yirmi yıldır birlikte

Bu söyleşi Sevin Okyay tarafından 2010 yılında 20. Akbank Caz Festivali kapsamında Pozitif'in kurucuları Mehmet Uluğ ve Cem Yegül ile yapılmış ve yayınlanmıştır.

 


 

Akbank Caz Festivali, yirmi yıldır Pozitif tarafından düzenleniyor. Mehmet Uluğ, Cem Yegül, Ahmet Uluğ bu festivali yaratan ve sürdüren kişiler. Mehmet ve Cem’le Akbank cazı, cazın kendisini, yılların gerisinde kalanları konuştuk.

 

Her şeyden once peşinen söyleyeyim: yirmi yılı aşkın süredir tanışıyoruz. Akbank Caz’dan önce, bir “dinleyici isteği” nedeniyle tanışmıştık çünkü. Onlar henüz Baro Han’daki yazıhanelerindeydi. Cheb Haled’i getirirler mi diye ricaya gitmiştik. Herhalde yirmi iki-yirmi üç yıl sonra, Tünel’de House Café’de Mehmet Uluğ ve Cem Yegül ile oturup geçmiş zamanın izini sürdük. İkisi, festivalin yaratıcıları adına, ben de başından beri izleyen, hatta ‘içinde’ bile sayılabilecek bir dinleyici olarak.

 

 

Free-jazz'ın hizbullahıydık

 

 

Sevin Okyay: Biz yıllardır tanışıyoruz değil mi? Hani Cheb Haled için size gelmiştik. 

 

Mehmet Uluğ: Tabii. Sizin ekibi hatırlıyor musun? 

 

Cem Yegül: Mehmet Balkan, Murat Taner, Sevin. Biz o kadar hayal dünyasında yaşıyorduk ki, Türkiye'de bizden başka birisinin Cheb Haled'in adını duymuş olacağına ihtimal bile vermemiştik.

 

 

Hamit Bey'in kişisel inisiyatifini kullanmasıyla başlamış bir festivaldir

 

 

Sevin Okyay: Albümlerini dinliyorduk. Ama o zaman da Cheb Haled, Cheb Haled’di, şimdiki gibi minibüs müziği yapmıyordu. O sıralarda da konser yapıyordunuz siz.

 

Mehmet: Daha önce yedi tane Pozitif konseri yaptık. Sonra tek tek konser yapmanın çok yorucu olduğuna karar verdik. Festival yapmak daha akıllıcaydı. Akbank'a gittik. Rahmetli Hamit Belli biliyorsun caz hastasıydı. Bizi Erol Pekcan tanıştırdı, o da rahmetli. Gittik ve o 'Yapalım' dedi. Çok şanslıydık. Tamamen Hamit Bey'in kişisel inisiyatifini kullanmasıyla başlamış bir festivaldir.

 

Sevin: Peki, Akbank’tan da önce Pozitif’e, konserlere nasıl başladınız? Hepinizin başka mesleği var çünkü. Müziği sevdiğiniz için mi?

 

Cem: Robert Koleji'deyken de müziği severdik, okul partilerinde DJ'lik falan yapardık. Sonra Amerika'ya gidince de orada plak toplayıp konserlere gitmeye başladık. Müzik hep vardı yani, ama bunu işe dönüştürmek uzun sure aklımızın ucundan bile geçmedi.

 

Sevin: Festivalin ilk yılı nasıldı? İkinizin de net hatırladığını söylediği bir yıl.

 

Mehmet: Senem Diyici festivalin açılışını yapmıştı. O da aslında bizim orijinal programda yoktu, bize empoze edilmişti.

 

Cem: Biz o zaman free jazz fanatikleriydik, hizbullahıydık free-jazz'ın yani. Çok önyargılıydık ve misyonu yaymayı, insanları etkilemeyi düşünüyorduk. Öyle mainstream, hafif fusion’a giren şeylere falan tahammülümüz yoktu. Öyle bir programla çıktık. Hamit Bey bize güvendi, 'Tamam, yapalım dedi. Ama kafamızdaki çok free bir programdı, yumuşatmak için ‘Fransa'da bir şarkıcı var Senem Diyici diye' dediler. Adını duymamıştık ama açılışa koyduk. O da davetlileri fırçaladı. Dakka bir gol bir. Seyirci protokol seyircisi, alkışlıyor, böyle sinek vızıltısı gibi. Deyici de buna çok bozuldu. 'Ben Fransa'da bu konserleri verdiğim zaman yer yerinden oynar, siz lütfeder gibi alkışlıyorsunuz,” diye azarladı. Ondan sonra Akbank programa daha az karışmaya başladı.

 

Sevin: Ama zaten karışan bir sponsor da değilmiş, genelde.

 

Mehmet: Değildi ama ilk yıl o kadar da avant-garde değildi hani. Mesela Max Roach vardı, son derece klasik. Flora Purim vardı.

 

Sevin: Burada çok seviliyor.

 

Mehmet: Ahmed Abdullah vardı, avantgard değildi.

 

Sevin: Art Ensemble of Chicago da vardı.

 

Cem: Pek çok insan bizim ne yapmak istediğimizi o konserle anladı. Neyin bizi ilgilendirdiğini...

 

Sevin: Tişörtleri var bende, gelirken getirmişlerdi. 

 

Mehmet: Aslında iyi yapmışız, ilk festivalimizde Art Ensemble of Chicago'yu çıkarmak iyi iş.

 

Cem: Ve acayip zor bir konser çaldılar.

 

Sevin: Ben asıl ikinci yılı çok iyi hatırlıyorum. Çünkü o meşhur kahvaltı vardı. David Murray, Cecil Taylor… Kahvaltıyı hatırlıyor musun?

 

Cem: Biz de mi vardık?

 

Sevin: Kesin vardınız. Hatta David Murray yanına oturtup bana çevirmenlik yaptırdı. Çok da memnun kaldı. Festival boyunca kim ne çevirse, 'Keşke sen çevirseydin' diyordu.

 

Cem: Taylor var mıydı?

 

Sevin: Tabii vardı.

 

Cem: Öyleyse kesin ben de vardım, o zamanlar Cecil'in peşinden ayrılmıyordum.

 

Sevin: Cecil'in mor kaftanlı çıktığı yıldı. Herkesten geç geldi, masanın başına geçip oturdu. Kraliyet ailesi reisi olarak.

 

Mehmet: Bence yirmi yılın içinde en iyi festival, ikinci yıl olan festival.

 

Sevin: En iyi mi bilmiyorum; ama çok iyi bir yıldı.

 

Mehmet: Cecil Taylor, David Murray, Don Cherry, 'Butch' Morris. Cassandra Wilson da olması lazım.

 

Sevin: Var zaten.

 

Mehmet: O da o zamanlar meşhur değildi.

 

Sevin: Nat Adderly var. O da kahvaltıdaydı.

 

Cem: Nat Adderley bir basın toplantısı yaptı, Cecil Taylor yine oraya kral gibi geldi. Pencereden köprüye bakıyor, köprü manyağı ya. Gazeteciler ona soru soruyor, o da bana: ‘Şu köprüyü kimler yaptı, kaç yılında yaptı?' filan diye. O sırada da Nat Adderly ‘Biz müzisyenler’ diye vızıldıyor. ‘Rüyaları dokuyan biziz, yaratıcıyız, çok farklı insanlarız. Kılığımız kıyafetimiz de farklı.” Cecil tabii oraya bir Afrika kralı gibi gelmiş, rengarenk, küpeler bilmem neler. Döndü bana, “Utanmadan bir de kılık kıyafetten konuşuyor, şunun haline bak,' dedi.

 

Sevin: Lawrence 'Butch' Morris’in ilk yılıydı. 

 

Cem: Cecil bile beğenmişti.

 

Sevin: Pekâlâ, gelelim üçüncü yıla. Archie Shepp var. 

 

Cem: Çok iyiydiler.

 

Sevin: Kirk Lightsey, Don Pullen, Randy Weston African Rhythms, Evan Parker.

 

Cem: Evan Parker. O da iyiydi.

 

Sevin: Steve Coleman. Can Kozlu ile George Garzone. Ne müthiş adamdı!

 

Cem: Can Kozlu'nun da bence en iyi davul çaldığı gecedir o gece. 

 

Sevin: Archie Shepp bana söyleşiden sonra bavulunu taşıtmıştı bacağı aksıyor diye. Benim bacaklarım o sıralar normaldi, şükür. Bir basın toplantısında da Avrupa cazı sorulunca, “Benim kaldığım otelde çok güzel kruvasan yapıyorlar ama, Türk kruvasanı,” demişti. “Avrupa cazı da, Avrupa kruvasanı.” Biri kalkıp güvenle ‘Jan Garbarek’e ne diyorsunuz?” dedi. Shepp “Norveç kruvasanı,” diye cevap verdi.

 

Mehmet: O da mesela gruplarında hiçbir zaman beyazları çalıştırmazdı. Shepp iki kere geldi. İki-üç sene evvel yine getirdik onu. O zaman daha iyi çalmıştı. 

 

Sevin: Sevmediğiniz 4. Akbank Caz Festivali var. Ekonomik kriz nedeniyle...

 

Mehmet: Çünkü bütçeler kısıldı. O sene festival sadece Sabancı Center'da yapıldı. Çok daraltılmış bir programdı. Bir Ray Anderson vardı, başka ne vardı hatırlamıyorum bile. Dave Liebman vardı. Ray Anderson çok iyiydi o konserde. 

 

Sevin: Gelelim 5’e. Anthony Braxton, tam bir olaydır.

 

Mehmet: Konser başladı. Salon düzenli bir şekilde boşalıyor. Üç dakikada bir, birileri çıkıyor.

 

Cem: Havuz problemi gibi.

 

Mehmet: Son yarım saatte artık çıkan çıktı, salonda kalan yarı kalabalık oturdu, izledi konseri.

 

Sevin: Güzel bir konserdi ayrıca.

 

Mehmet: Çok güzeldi. Bir de albümü çıktı. 

 

Sevin: Fakat çok acayip bir yıl baksanıza. Henry Threadgill, Eddie Palmieri, John Abercrombie, John Zorn...

 

Mehmet: Aynı yılda kadroya bak.

 

Sevin: Matthew Shipp William Parker, en iyi konserlerinden biri bütün festivallerin. 

 

Cem: Resim Heykel Müzesi'ndeydi, çok iyiydi.

 

Sevin: Kadının biri en ön sıradan parçanın ortasında kalktı, topuklu ayakkabılarla takır takır yürüdü, çıktı gitti. Neyse, Threadgill ile Eddie Palmieri de vardı.

 

Cem: Henry Threadgill nasıldı? İyi miydi o konser? Valla, hatırlayamadım şimdi.

 

Mehmet: Yani iyiydi de yine insanlar zorlanmıştı.

 

 

John Zorn ukala biri

 

 

Sevin: John Zorn.

 

Cem: John Zorn'a ben sinir olmuştum o festivalde. Çünkü sahne arkasında çok acayip ukalalık etti.

 

Sevin: Ama ukala zaten normalde

 

Cem: Evet, zaten çok ukala biri...

 

Sevin: John Surman 6'da işte. John Lurie Lounge Lizards. Ben Evan Lurie'yi, John Lurie sanıp dakikalarca salak salak karşısında dikildim. Sonra da yer bulamayıp konseri tek ayak üzerinde izledim. O kadar kalabalıktı.

 

Cem: Adam zaten movie-star ya, havalı, sesinin de etkisinin farkında. Konuşurken araya esler falan koyarak lafı uzatıyor, kadınlar çığlık atıyor. Müzik sırasında mesela o kadar çığlık atmıyorlardı.

 

Sevin: Abdullah İbrahim gelmiş. Arto Tunçboyacıyan var, Mark Johnson ve Wolfgang Muthspiel'le birlikte. Wolfgang Muthspiel bu yıl Aydın Esen’le çalacak, değil mi?

 

Mehmet: Evet.

 

Sevin: Ben Benny Golson'u unutmuşum. ‘Whisper Not’ın caz standartları repertuvarına katılışının 40'ıncı yılını kutlamak için gelmiş.

 

Cem: Ben de unutmuşum.

 

Mehmet: Daha yeni yıllara geldikçe daha fazla unutacaksın. Eski yılları daha iyi hatırladığını göreceksin. 

 

Sevin: İşte favori adamlarım olan bir yıl, 7’nci festival. Muhal Richard Abrams, mesela.

 

Cem: Bir akşam Yeşil'e gittik. Sen var mıydın?

 

Sevin: Gelmişimdir herhalde. Ben o yıl her yere gittim. 

 

Cem: Yok, gelsen bunu asla unutmazdın. Bir blues çaldı, ama hard core blues böyle, müthişti.

 

Sevin: Courtney Pine’ı da çok severim. Zaten sonrasında da geldi Babylon'a falan değil mi?

 

Cem: Ben hiçbir zaman sevemedim Courtney Pine'ı.

 

Sevin: Özellikle hocalık yanını severim. Yusuf Lateef var tabii ve Adam Rudolph.

 

Mehmet: Yusuf Lateef geldiğinde biz 'Nasıl çalıyor, yürüyor, nasıl geldi?' diye düşünmüştük, hatırlıyor musun Cem? Bu dediğim 13 yıl önce. Hâlâ çalıyor. 

 

Sevin: Adam Rudolph, Pharaoh Sanders’la da geldi. O zaman ne kadar iyiyse şimdi de o kadar iyi. 

 

Sevin: Betty Carter’la suratsız Craig Harris de var o yıl. 

 

Mehmet: Craig Harris suratsız gibi gözükür; ama aslında çok sıcaktır.

 

Sevin: Evet, sonradan ahbap olduk ama önce beni her tarafa koşturdu. Sonra da teşekkür etti. 

 

Cem: Pozitif elemanı sandı seni herhalde.

 

Sevin: Herhalde. Sekizinci festivalde World Saxophone Quartet var, bu da çok sevdiğim konserlerden biridir. David Murray, Oliver Lake, Hamiet Bluiett, John Purcell. Bir de Afrika Davulları vardı: Chief Bey, Mor Thiam, Mar Gueye.

 

Mehmet: Mor Thiam müthiş bir adamdı. Çok iyiydi.

 

Cem: Sam Rivers vardı ve o da müthişti. 

 

Sevin: Bunlar öyle zor isimler ki, ancak bu festivalde izleriz.

 

Cem: Tabii canım. Gelmez bir daha, ben sana söyleyeyim.

 

Mehmet: Sam Rivers hâlâ çalıyor.

 

Cem: Dalga geçiyorsun. Adamlar böyle zor bir hayatta doksan yıl deviriyorlar. Biliyorsun o da sivil aktivistti.

 

 

Butch Morris mehtere takmıştı

 

 

Sevin: 'Butch' bir daha gelmiş, 'New Mehter Culture' projesiyle. Anouar Brahem, Barbaros Erköse...

 

Cem: Şimdi neden mesela Butch mehtere takmış, biliyor musun? Mehteranı, müziğin gücünü anlatan bir olay olarak görüyor. Çünkü mehteran, Osmanlı'da, savaş sırasında düşmanın gözünü korkutmak için önde yürüyor ya, bunun, müziğin kuvvetiyle ilgili çok önemli, sembolik bir şey olduğunu düşünüyor. Ve savaş alanında bir ‘band’ kullanma işini de ilk Osmanlı yapmış. 

 

Sevin: Ve Art Ensemble Of Africa. Famadou Don Moye, Roscoe Mitchell, Malachi Favors ki bu da çok güzel.

 

Cem: Evet. Bu da iyiydi.

 

Sevin: Andy Sheppard, James Blood Ulmer, John Linberg, Arthur Blythe. Türkleri saymıyorum, çok fazlalar çünkü

 

Cem: Kaçıncı yıldayız?

 

Sevin: 10'dayız.

 

Cem: Hâlâ hatırlıyorum hepsini ama.

 

Cem: Arthur Blythe konserini zayıf diye hatırlıyorum. John Lindberg çok iyiydi.

 

Sevin: 11’de Tuna Ötenel var. 'Velvele' bak demek o yıl... Oğuz Büyükberber’le Tolga Tüzün de var.

 

Cem: Yani Oğuz 10 yıl önce mi çalmaya başlamış festivalde?

 

Mehmet: Ondan önce de 10 yıl rehberlik yaptı zaten.

 

Sevin: Evet evet. Ama yani bayağı da sık var 10'dan sonra.  O yıl, Andrew Hill de gelmiş.

 

Mehmet: Andrew Hill iyiydi.

 

Cem: Don Byron da.

 

Mehmet: Byron ilk gelişinde iyiydi, sonraları o da bozulmaya başladı.

 

Sevin: Omar Sosa.

 

Cem: Omar Sosa da iyi diye hatırlıyorum ben. Neredeydi konser?

 

Mehmet: Babylon'da.

 

Sevin: Charles Lloyd var. John Scofield. Steve Swallow da gelmişti onunla. Bir de Bobby Previte's 'Bumb The Renaissance'.

 

Cem: Bobby Previte iyiydi.

 

Sevin: On ikinci yıldayız. Patricia Barber ilk kez gelmiş. Nils Peter Molvaer var. Biraz da sen söyle.

 

Cem: O da iyiydi. Patricia Barber da iyiydi bak onu da hatırlıyorum. Vocal Sampling'i de hatırlıyorum. New Cool Collective, Hollandalılar mı? O da iyiydi.

 

Mehmet: Babylon'da çalmıştı.

 

Cem: İlhan Erşahin yine iki projeyle katılmış. Biri Harikalar Diyarı, diğeri Hüsnü Şenlendirici. Ha, 12'nci yılda Nublu diye bir konsept var o zaman. 9 yıl önce.

 

Mehmet: Diyorum ya sana, artık o yıllarda deli gibi bir bulanıklık var.

 

Sevin: Love Trio. Hepsi varmış işte. Steve Coleman bir daha gelmiş, Five Elements’la. Şenol Küçükyıldırım, ilk Inwards'la.

 

Mehmet: Doğrudur.

 

Cem: Steve Coleman bir daha geldi. Bu sefer John Zorn’a dönüşmüştü.

 

Mehmet: İlk geldiğinde de öyleydi.

 

Cem: Öyle miydi?

 

Mehmet: Tabii tabii. Çok burnu havada bir adamdı Steve Coleman.

 

Sevin: Çok, çok. Ama iyi çalıyordu. Herkesi azarlıyordu o işte.

 

Cem: Evet, evet. Hep onu kullanıyorsun zannediyordu. Oyle bir şeyi vardı.

 

Sevin: ICP gelmiş o yıl.

 

Mehmet: Vay be. İşte bunları unutuyorum. Sekiz sene olmuş demek ki.

 

Sevin: Arto Lindsay, Dave Douglas Tiny Bell.

 

Mehmet: Bunun üzerinden sekiz yıl mı geçti?

 

Cem: Olamaz yahu. Burda yanlışlar mı var?

 

Mehmet: Doğru doğru. Bunu biliyorum.

 

Sevin: 13’te kimler var? Jimmy Smith, The Lost Chords.

 

Mehmet: Carla Bley.

 

Cem: Nasıldı Jimmy Smith konseri? Ben onu bilmiyorum.

 

Mehmet: Güzeldi.

 

Sevin: John Zorn's Electric Masada.

 

Mehmet: Yine mi gelmiş?

 

Sevin: Öyle görünüyor. Bu sefer Cyro Baptista, Kenny Wollesen falan da var.

 

Mehmet: Vay be.

 

Sevin: Saxophone Summit var. Yine Evan Parker var, Peter Schmidt'le birlikte. 

 

Cem: Saxophone Summit'in konseri kötüydü. Acayip sıkıcıydı.

 

Mehmet: Hiç alâkası yok, yapma.

 

Sevin: Chicago Underground Trio var.

 

Mehmet: Onlar çok iyiydi.

 

Cem: Hâlâ hatırlıyorum hepsini.

 

Mehmet: Kaçıncı yıl bu?

 

Sevin: Ondört. Chicago Underground Trio.

 

Cem: Yine mi trio? Ha evet, triodan memnun kaldık.

 

Sevin: McCoy Tyner, Gonzalo Rubalcaba

 

Mehmet: McCoy Tyner iyiydi. İlk gelişiydi Türkiye'ye. O önemli.

 

Cem: Gonzalo Rubalcaba'nın vize sorunu olmuştu. 

 

Sevin: Kübalı olduğu için mi?

 

Cem: Evet.

 

Sevin: Miroslav Vitous Quartet. Mingus Big Band. Bir de Selen Gülün var. Patricia Barber'ın üçüncü gelişi. Dave Holland. Sonra klarnetler var Michael Moore ve Oğuz.

 

Cem: Güzel.

 

Sevin: Güzeldi değil mi? Şenol'la Aydın var. Grimes-Crispel-Cyrille.

 

Mehmet: Çok güzel konserdi.

 

Cem: Bence de.

 

Mehmet: Belli bir yıldan sonra her şeyi izlemeye imkân bile yok. Fiziksel olarak mümkün değil. İstesen de izleyemiyorsun.

 

Cem: James Carter da mesela ukalâ ekolünün başını çeken isimlerden.

 

Sevin: Nasıl hissediyorsunuz kendinizi bu noktada, 20 yıl almış olarak?

 

Mehmet: Yaşlı...

 

Cem: Hiç de yaşlı hissetmiyorum.

 

Sevin: Tatmin duygusu vardır mutlaka?

 

Mehmet: Bugün oldu. Listeyi görünce bugün oldu. Ciddi söylüyorum. Yoksa unutmuşum. Böyle bu mantıkla bakmadım ben bu listeye.

 

Sevin: Müthiş ama değil mi?

 

Mehmet: Evet. Yok yok yani.

 

Cem: Şuradaki davet ettiğimiz herkesi düşünürsen, bence en sağlam festivallerden biri bu, dünyada. Türkiye'de demiyorum.

 

Mehmet: Zaten 3-4 tane var dünyada. Onlardan biri bu festival. Bu tip avangard müzisyen getiren çok fazla yok yani.

 

 

Bir yere kadar avangard, ondan sonra yenilikçi

 

 

Cem: Avangard olarak da değil, daha çok yeni, yaratıcı şeyler programlıyor.

 

Mehmet: Bir yere kadar avangard, ondan sonra yenilikçi.

 

Cem: Yani böyle festival çok yok.

 

Sevin: Çok kısaca 20. yılı anlatın.

 

Mehmet: 20. yıl bir kutlama. Bunu kutlama yapanlardan bir tanesi big band'lerin üç tane oluşu. Üçü de farklı ekol. Bir tanesi Afro-Amerikan, bir tanesi Avrupa, biri de swing tradition. Türkler de çok var. Okay Temiz proje yapıyor. Baki Duyarlar, Aydın Esen, birçok isim var. Hepsi sırf bu festival için özel projeler yapıyor. Ayrıca bu yıl Avrupa Caz ……* geliyor 23-25 Eylül’de. Bunların hepsi önemli adamlar, caz festivali yapımcıları. O tarihlere özellikle Türkler’i koyduk, izlesinler diye. Normalde 70 kişiyle toplanırlar, bu sefer 100'ü aşkın isim geliyor.

 

 

İstanbul 2010'dan kuruş destek almadık

 

 

Cem: İstanbul 2010'dan destek aldık mı bunun için? Kuruş almadık.

 

Mehmet: Yaz yaz yaz. Adamlara dedik ki, 100 tane adam geliyor. ‘Turkish Jazz Meeting’ yapalım ki, bu adamlara Türk cazından, yani sadece bu 7 kişi değil, bütün gençleri de koyalım dedik, para istedik, tık yok. Oysa buraya gelmişken bütün Türk cazını izleyeceklerdi. Bu güzel fırsat için destek alamadık İstanbul 2010'dan. Bunun dışında birçok isim var, Babylon'da birçok enteresan şey var. Üniversitelerde konserler var. Paneller, söyleşiler, workshoplar...

 

Sevin: Filmler var esas, onlar benim çok hoşuma gitti.

 

Mehmet: Festivalin bir belgeseli yapıldı.

 

Sevin: Ama bir de filmler var ya. Pera Müzesi’nde, 24 Eylül ile 1 Ekim arasında.

 

Mehmet: Yani özetle bir insanın takip etmesi imkansız bir festival. Bir insan maksimum her şeye gitse, üçte birini görür. Çünkü vakti yetmez. Ama zaten festivalin belli bir noktasından sonra seçme durumunda kalıyorsun.  Her şeye yetişemez hale geliyorsun. 

 

Sevin: Fiilen mümkün olmuyor.

 

 

Yeni bir caz çağı yok

 

 

Mehmet: Açık konuşmak gerekirse, eskiden hep böyle açtık, onu da getirelim bunu da getirelim. Şimdi ise tıkandık; yani kimi getirelim diyoruz. Eskiden getirmek istediğim onlarca isim vardı, şimdi adam bulamıyoruz.

 

Cem: Cazın sorunu bu, senin değil ama.

 

Mehmet: Evet. Sadece ben değilim... herkes tıkandı.

 

Cem: Eskiden tipler vardı bir dönemin motoru tipler. Arkasından ekole dönüşüyordu o iş. Şimdi ekol yok ki. Yeni bir caz çağı yok. Okulu yok, okulu olmayınca da yetişen adam yok.

 

Mehmet: Avrupa cazı var. Avrupa cazı da son 10 yılda gelişti. Çok söz sahibi oldu.

 

Cem: Ama Avrupa cazı bir sound değil.

 

Mehmet: Bir sound.

 

Cem: Hollanda cazı bir sound, Norveç cazı bir sound.

 

Mehmet: Yani şu anda Amerikan cazından örnek bulmak çok çok zor. Zaten eskiler çok az, yeni de çok az çıkıyor sahiden.

 

 

Wynton Marsalis cazı müze müziği yaptı

 

 

Cem: Çok doğru söylüyor. Bir ukalâlık yapacağım. Bundan on beş yıl once bu işin tıkanacağını, Amerika tıkandığında da dünyanın tıkanacağını öngördük. Bunun temel nedenlerinden bir tanesi, Reagan dönemiyle alâkalı, artı Marsalis'le alâkalı bence. Lincoln Jazz Center'ın başına getirildi.

 

Mehmet: Müze müziği yaptı cazı.

 

Sevin: Bir seferinde Miles’ı füzyon yüzünden “şarlatan”lıkla suçlamıştı. Miles da ona “müzelik” demişti. 

 

Mehmet: Amerika'dan çok daha az yaratıcı müzisyen çıkıyor. Avrupa'dan daha çok çıkıyor şimdi.

 

Cem: Doğru.

 

Sevin: Benim de Hollanda cazı çok ilgimi çekmişti. Sen söyleyene kadar da hakikaten bilmiyordum yani Mehmet.

 

Cem: Hollanda cazı inanılmaz. Bak o hakikaten okul, çünkü okul gibi yaklaşıyor.

 

 

Amerika’da bilinçli politikalarla cazı öldürdüler

 

 

Sevin: Son olarak, ne söylemek istersiniz?

 

Cem: Caz, sokaktan beslenen, toplumdan beslenen, yaratıcı bir müzikti. Bilinçli politikalarla Amerika’da öldürdüler. Öldürünce de, hakikaten Memo’nun dediği doğru yani, Hollanda’da mesela bir sound, okul vs var. Şu anda cazın gerçek cephesi Hollanda bence de. Bundan dolayı bu festival hakikaten önemli bir festival. Bu festival, işin kökleriyle olan ilişkiyi vurgulayan, yenilikçi, yeni çıkan seslere kulak veren, caz açısından önemli bir festival ve dünyadaki önemli festivallerden biri. 

 

Mehmet: Bu festival 20 yıllık kariyeri boyunca hiçbir zaman belli ekonomik standardın üzerinden sanatçı getirmemiştir. Süperstarların yer aldığı bir festival değil bu. Çünkü öyle bir bütçesi de yok. 

 

Cem: Getiremedi. Parası olsaydı getirirdi. 

 

Mehmet: Bütçeyi, daha çok isim getirmeye kullanıyoruz biz. 

 

Evet, Cassandra Wilson’ı bile isim olmadan getirmişlerdi diyoruz ve Mehmet Uluğ ile Cem Yegül’e teşekkür ediyoruz. Hem bu söyleşi için, hem de yirmi yıllık nefis ‘sound’lar için...

 

Sevin Okyay, 2010

 

Cazkolik.com / 07 Ocak 2021, Perşembe

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Sevin Okyay

  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.