Ali Haluk İmeryüz`den Caz Şubatı konserlerinde izleyeceğimiz Ken Vandermark ile kapsamlı bir söyleşi

Ali Haluk İmeryüz`den Caz Şubatı konserlerinde izleyeceğimiz Ken Vandermark ile kapsamlı bir söyleşi

Ken Vandermark ve hatta Thomas Bernhard’ın gördükleri

 

Avangart müziğin etkili isimlerinden Chicagolu multi-enstrümantalist Ken Vandermark, Hollandalı punk rock grubu The Ex’le vereceği bir konser kapsamında, 22 Şubat Pazartesi akşamı Cemal Reşit Rey konser salonunda olacak. Hatta onlardan önce, Chicagolu post rock grubu Tortoise da sahnede olacak.

 

Konser öncesinde üstad Ken Vandermark’a, The Ex’le işbirliğinden aynı anda sürdürdüğü çok sayıda projesine, Chicago ve Avrupa caz sahnesinin özelliklerinden kendi bestelerini neden hep başka sanatçılara adadığına vb. bir dizi soru yönelttik. O da adeta bariton saksofonuyla hoş bir doğaçlama yaparcasına - bazen de kızarak - yanıtladı sorularımızı. Bu çok yönlü sanatçıyı merak edenlere, konser öncesinde faydalı olması dileğiyle.

 


 

 

Ken Vandermark: Geçmişte olan bitenlere nostaljik yaklaşımı olan biri değilim, şu an mümkün olan ve beni heyecanlandıran şey nedir, onunla ilgileniyorum

 

Ali Haluk İmeryüz: The Ex’le ortak çalışmalarınız ne zaman başladı. Avrupa’dan ya da Chicago’dan punk (ya da rock) gruplarıyla benzer başka çalışmalarınız var mı?

 

Ken Vandermark: The Ex’le çalışmam dolaylı olarak ve uzun bir süreye yayılarak başladı. İlk başta birbirimizi Avrupa’daki çeşitli müzik festivalleri kapsamında görüyorduk, ve şunu söyleyebilirim ki, onları ilk işittiğim andan itibaren yaptıkları şeye hayran kaldım. Aradan birkaç yıl geçti, “Wels Music Unlimited Festivali”nde Terrie (Hessels) ve Andy (Moore) onlara sahnede katılmamı teklif ettiler. Gruba davullarda Han Bennink ve Hamid Drake de eşlik ediyordu – son derece yoğun ve sağlam bir grup yani! O tarihten başlayarak, birbirimizi farklı yerlerde görmeye ve bazen farklı bileşimler içerisinde birlikte çalmaya devam ettik. Ve bir gün bana grupta bir yer açtılar, ardından da “The Ex Brass Unbound” projesini geliştirdiler. Bu projede nefesliler bölümünde benimle birlikte Mats Gustafsson, Roy Paci ve Wolter Wierbos da yer alıyor.

 

Jesus Lizard, Denison Kimball Trio ve Superchunk’tan Mac McCaughan’ın projesi olan Portastatic gibi başka indie rock gruplarıyla da çalışmalarım oldu, ancak The Ex’in yeri başka, diğerleri onun gibi gitmedi.

 

Ali Haluk İmeryüz: Aynı anda birçok projeye birden katılıyor ya da liderlik ediyorsunuz. Belli bir süre içerisinde belli bir projeye odaklanmak yerine, neden böyle bir tercihte bulunuyorsunuz?

 

Ken Vandermark: Neyse ki ya da iyi ki, “çok fazla” proje değil... Birlikte çalıştığım çoğu müzisyenle aynı tarzda çalışıyoruz, tek bir proje yerine, onlar da paralel olarak birçok projenin içerisinde yer alıyorlar. Müziğin içerisinde birçok ilgi alanım var, keşfetmek istediğim bir sürü estetik boyut söz konusu, birçok insanla birlikte çalmak istiyorum, o halde kendimi niye sadece bir grupla bir şeyler yapmak konusunda sınırlayayım ki. Ve hiçbir tekil grup benim keşfetmek istediğim müzik türlerinin tümüne birden yöneliyor olamaz.

 

Ali Haluk İmeryüz: İnternet sitenizi ziyaret ettiğimde, burada yer aldığınız 51 ayrı projenin isminin geçtiğini fark ettim. Bunlardan kimisi halen aktif, çoğu ise sonlanmış. Bir projeyi daha uzun ömürlü kılan nedir sizce?

 

ken Vandermark: Eğer grup yaratıcı olmayı sürdürüyorsa, aktif olmaya da devam ediyor. Bazen bir proje kendi yolculuğunu tamamlıyor, geliştirebileceği her şeyi geliştiriyor ve bu noktadan sonra sadece kendini tekrar etme potansiyeli beliriyor. Örneğin Paal Nilssen-Love’la düo beraberliğimiz 15 yılı aşkın süredir devam ediyor ve hâlâ başladığımız ilk günkü gibi heyecan verdiği için yolumuza da devam ediyoruz. Diğer bazı gruplarda, örneğin Paal’la duo projemiz kadar uzun bir süre yoluna devam eden Vandermark 5’ta, yapabileceğimiz her şeyi yaptığımızı hissettik ve yaratıcılıkta ulaştığı düzeyden daha aşağıya inmesi yerine, grubu emekliye ayırdık.

 

Ali Haluk İmeryüz: Halen aktif olan projelerinize baktığımızda, bir yanda Resonance Ensemble ve Audio One gibi geniş gruplarınızı, bir yandan da Made to Break gibi küçük toplulukları ya da Nate Wooley’le düo projenizi görüyoruz. Her birini ayrı keyifle dinliyoruz. Ancak sizin açınızdan baktığımızda, solo, düo, trio, kuartet, kuintet ya da geniş gruplar… hangisi daha keyifli? Kendinizi hangisinde daha rahat hissediyorsunuz?

 

Ken Vandermark: Her farklı bileşimin kendi zorlukları ve ödülleri olduğunu hissediyorum, tam da bu yüzden solo çalışmaları, küçük grupları ve daha geniş bileşimleri birlikte sürdürüyorum; kolektif olarak bakıldığında, hepsi bana keşfedilebilecek çok farklı şeyler sunuyor. Bir besteci olarak baktığımda, geniş bir grup için beste yapmaktan daha çok keyif aldığım bir şey olduğunu söyleyemem; bir kavramcı (konseptualist) olarak baktığımda, geleneksel olanın dışına çıkan ve umuyorum ki yenilikçi olan fikirlerimi, en kolay küçük gruplarda ifade edebiliyorum; ve bir doğaçlamacı olarak baktığımda, solo çalmak en zorlu durum gibi – sadece siz ve bir oda ve dinleyiciler ve tam o anda orada olup bitenlerin keşfine dalıp gitmek, tek başınıza.

 

Ali Haluk İmeryüz: Sıradaki projeniz nedir?

 

Ken Vandermark: Made To Break ile Mart ayının sonunda Kuzey Amerika turnesine çıkacağız ve Chicago’da yeni bir albüm kaydedeceğiz. Yine bu turne kapsamında, Nashville’de Nate Wooley ve C. Spencer Yeh’nin de dahil olacağı özel bir projemiz olacak. Hemen ardından, 1950-60 dönemi Chicago’lu ressamlara ait eserlerin sergileneceği “Monster Roster” adlı bir sergiyi selamlamak için benimle birlikte Tim Barnes, Nick Macri, Lou Mallozzi ve Mars Williams’tan oluşan bir grup, bu sergiye dönük müzik yazıp icra edeceğiz. Böyle bir anlaşmamız oldu. Ardından bir dizi projemle birlikte Mayıs ayında Avrupa turnesine çıkıyorum: Berlin’de Shelter grubuyla birlikte bir kaydımız var, Nate Wooley’le düo projemizin turnesi, aynı şekilde Paal Nilssen-Love’la düo projemizin turnesi, bazı solo çalışmalar ve en sonunda kuartetimiz Lean Left. Bu dörtlüde The Ex’ten Terrie ve Andy de var.

 

Ali Haluk İmeryüz: Ve eski projelerinize gelecek olursak; Vandermark 5 (en sevdiğim gruplarınızdan biri olduğunu da söyleyeyim), Territory Band gibi eski gruplarınızı yeniden bir araya getirmeye dönük planlarınız var mı?

 

Ken Vandermark: Az önce söylediğim gibi, yapabileceklerini tamamladığını düşündüğüm noktada projeleri emekliye ayırıyorum. Geçmişte olan bitenlere dönük nostaljik yaklaşımı olan biri de değilim, şu an mümkün olan ve beni heyecanlandıran şey nedir, onunla ilgileniyorum.

 

Ali Haluk İmeryüz: Sizin, edebiyat, sinema, fotoğraf, resim gibi diğer sanat dalları ve disiplinleriyle yakın ilişkiniz, her bir bestenizi bu sanat dallarından sizi esinleyen bir isme adamanızdan zaten belli. Bestelerinizi bu şekilde “adama”ya ne zaman başladınız? Hangisi daha önce geliyor, beste ve müzik mi yoksa diğer sanat dalının, sanatçının etkisi mi?

 

Ken Vandermark: “Adamalar”ın tam olarak ne zaman başladığını ben de hatırlamıyorum ancak sanırım Chicago’da düzenli olarak müzik icra etmeye başladığım dönem, yani 1990’ların başı olabilir. Önce müzik geliyor ve ardından bu adamalar, söz konusu bestenin yazıldığı dönemde bana ilham veren sanatçı ve müzisyenler için gerçek bir “teşekkür mektubu”na dönüşüyor.

 

Ali Haluk İmeryüz: Thomas Bernhard’da neler gördünüz ya da “Thomas Bernhard’ın Gördüğü” neydi? (Ken Vandermark’ın geniş gruplarından Auido One’la kaydettiği son albümünün adı, “What Thomas Bernhard Saw?”a anıştırmayla.)

 

Ken Vandermark: Thomas Bernhard benim en gözde yazarlarımdan biri. Tüm çalışmalarında topluma ve siyasete yönelttiği keskin eleştirileri ve bazen de saldırılarıyla, uzlaşmaz, tavizsiz, başkalarına boyun eğmeyen ahlaki tavrıyla hayranıyım. Sık sık, bugün olup bitenlere baksaydı ve içinden geçtiğimiz koşulları gözlemleme fırsatı olsaydı, acaba onun yorumu ne olurdu diye kendi kendime soruyorum.

 

Ali Haluk İmeryüz: Peki, bugün Chicago’daki avangart/progressive müzik sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu kendine özgü platformun başlıca özellikleri sizce nelerdir? 1960’lı yıllardan, Art Ensemble of Chicago (AEC) ve Association for the Advancement of Creative Music’ten (AACM, Yaratıcı Müziğin Gelişimi için Dernek) başlayarak, arada Fred Anderson, Anthony Braxton ve Henry Threadgill gibi müzisyenlerden geçerek, bugünün genç kuşağına, Keefe Jackson, Jason Stein, Paul Giallorenzo, David Rempis vb. isimlere uzanacak şekilde, tabii arada sizin kuşağınızın da yer aldığı bir bütünlükte düşünürsek, bu şehri avangart müzik açısından bu kadar özel ve üretken kılan nedir?

 

Ken Vandermark: Chicago’daki projelere damgasını vuran şeylerin başında kolektif işbirliği, tek tek grupların sınırlarının ötesine geçen bir birlikte çalışma hali gelir - bana göre bunun en iyi örneği AACM’dir. Diğer bir vazgeçilmez unsur, mevcut müzikal paradigmaya tam olarak karşı durabilme ve bir yenisini oluşturabilme arzusudur, bu da farklı estetik anlayış ve arayışlardan kaynaklanır. Bunun da bana göre en iyi örneklerini, yine AACM üyeleri vermişlerdir. Bu organizasyonun sadece birkaç üyesinin adını sayacak olursak, Muhal Richard Abrams’ın, Lester Bowie’nin, Anthony Braxton’ın, Steve McCall’un, Leroy Jenkins’in, Roscoe Mitchell’ın, Wadada Leo Smith’in, Henry Threadgill’in ve Regge Workman’ın müziğini dinlediğinizde, o dönemde New York’ta olan bitenden ve genel paradigmadan bütünüyle farklı müzikal ilgi alanlarını temsil ettiklerini görürsünüz. Ve ben bu iki şeyin çok güzel olduğunu düşünüyorum.

 

Ali Haluk İmeryüz: Avrupalı müzisyenlerle ortaklıklarınıza baktığımızda, sizin (ve avangart sahnesinden bazı başka müzisyenlerin) genelde Kuzey Avrupa’dan (İskandinavya ülkeleri) ve son zamanda Doğu Avrupa’dan (Polonya) müzisyenlerle birlikte çalıştığınızı görüyoruz. Güney’de ve Akdeniz bölgesinde (sıcak bölgelerde), zevkler bir miktar değişiyor mu sizce? Kuzey/soğuk bölgeler avangart seslere daha açık, güney/sıcak bölgeler melodik hatlara, lirizme, tangoya vb. daha yakın?

 

Ken Vandermark: Gerçek yanıt şu ki, insanlar genelde kendilerini davet eden kişilerle birlikte çalışmaya meyillidir. İskandinavyalı müzisyenlerle bağlantım Mats Gustafsson’la birlikte başladı, beni İsveç ve Norveç’teki birçok müzisyenle tanıştıran da temelde o oldu. Hollandalı müzisyenlerle ilk bağlantım Ab Baars’la oldu, ardından The Ex’ten Terrie geldi. Ve o bağlantılar başkalarına uzandı vb. vb.

 

Avrupa’nın güneyinden müzisyenlerle ortak çalışmalarımız maalesef çok geniş bir müzisyenler grubuna uzanmasa da (yine de Barcelona’dan piyanist Agusti Fernandez’le birlikte çalacak kadar şanslıydım), bunun asıl nedeni bence müziğimi icra ettiğim dönemle ilgili; bugün Portekiz ve İspanya’daki sahnelerin gelişmeye başladığını görüyoruz (geçmişte de tabii Carlos Zingaro gibi müzisyenleri düşündüğümüzde, önemli istisnalar vardı) ve İtalya’daki sahne de 1960’larda, 70’lerde ve 80’lerde yaşadığı müthiş dönemlerin ardından bugün yine yükselişe geçiyor. Kuzey Avrupa ülkeleri (Norveç, İsveç ve Hollanda), doğaçlama müzik konusunda uzun yıllar devlet finansmanından yararlanırken, Alman ve Avusturya sahneleri de 60’ların sonundan itibaren hep istikrarını sürdürdü. Özetle bugün, Portekiz, İspanya ve İtalya’da da çok daha etkin bir döneme girmekte olduğumuza inanıyorum.

 

Avrupa’da kuzeydeki ülkelerin avangarda, güneydekilerin ise lirizme daha yatkın olabileceği yönündeki düşünceye gelecek olursak, neyse ki ve şükürler olsun ki gerçek bundan çok daha karmaşık ve zengin.

 

Ali Haluk İmeryüz: Doğaçlama mı, kompozisyon mu (olmak ya da olmamak!); nihai tercihiniz hangisi?

 

Ken Vandermark: Nihai ilgim, bu ikisinin eşit güçler olarak yer aldığı yaratıcı dinamiğin gerçeğe dönüştürülebilmesinde.

 

Ali Haluk İmeryüz: Ve en sonda birazcık da siyaset! ABD’de yaklaşan başkanlık seçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Ülkenizin Ortadoğu politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Ken Vandermark: Bu konu, sözcüklere sığdıramayacağım bir şekilde canımı sıkan bir konu. Gelecek nesiller için baktığımızda, çok çok büyük bir teessüfle - gerek global olarak, gerekse bizim ülkemizde - tüm dünyanın ABD’nin yanlış politiklarıyla uğraşmak zorunda kalacağını hissediyorum.

 

İnanıyorum ki, Thomas Bernhard da bugün yaşasaydı, o da bunu görecekti.

 

“Thomas Bernhard’ın ne gördüğü”yle ilgili bunca sözün ardından, sanırız Ken Vandermark’ın Audio One projesiyle kaydettiği ilgili albümden örnekleri paylaşmamız en güzeli olacaktır. İyi dinlemeler, keyifli konserler.

 

https://catalytic-sound.bandcamp.com/album/what-thomas-bernhard-saw

 


 

 

Ali Haluk İmeryüz: When and how did it begin your co-works with the Ex? Do you have similar projects with some other punk (or rock) bands in Chicago (or in Europe)?

 

Ken Vandermark: My work with The Ex started indirectly and over a period of time. Initially we would see each other at various music festivals in Europe, and from the first time I heard their band I fell in love with what they were doing.  Then after a few years, Terrie and Andy asked me to join them onstage at the Wels Music Unlimited Festival when they were playing a set that included Han Bennink and Hamid Drake on drums- quite intense!  From that point forward we would continue to occasionally see each other and sometimes play together in different formations, and at some point they asked me to sit in with the band and then later they developed The Ex Brass Unbound project, which also included Mats Gustafsson, Roy Paci, and Wolter Wierbos in the horn section.

 

I`ve done work with other indie rock bands, such as the Jesus Lizard and the Denison Kimball Trio, and the Portastatic project of Mac McCaughan from Superchunk, but nothing ongoing as it is with The Ex.

 

Ali Haluk İmeryüz: You’re leading or participating too many projects simultaneously. Insted of focusing on a certain project for a certain period of time, why do yo prefer to work in various projects at the same period? 

 

Ken Vandermark: Well, hopefully not "too many" projects... Many of the musicians I collaborate with work in a similar way, developing many projects in parallel instead of one at a time.  I have too many interests in music and too many aesthetics I want to explore, too many people I want to play with, to limit myself to investigating things with just one group.  And no single group can tackle as many types of music as I want to explore.

 

Ali Haluk İmeryüz: When I had visited your website, I’ve noticed that there are 51 different projects mentioned. Some are active and most of them are inactive. What is the secret behind a project that makes it more sustainable? 

 

ken Vandermark: If the band remains creative it remains active.  Sometimes a project runs its course, it develops all it can and then there is the potential of a band starting to repeat itself.  Collaborations like the duo with Paal Nilssen-Love have lasted more than 15 years and are just as exciting for me as the we started, so we continue.  Other groups, such as the Vandermark 5- which was together almost as long as the duo with Paal- felt like they had accomplished all we could do and it was better to retire the band than to start going downhill from a creative standpoint. 

 

Ali Haluk İmeryüz: Regarding your active projects, on one hand we’re enjoying the larger bands like Resonance Ensemble and Audio One, and we’re also listening to smaller bands like Made to Break or duo works with Nate Wooley on the other hand. We enjoy each one of them separately. But, solo, duo, trio, quartet, quintet and larger ensembles... which form is more enjoyable for you? When do you feel more comfortable? 

 

Ken Vandermark: I feel that every circumstance presents its own challenges and rewards, which is why I try to continue the solo work, the small group, and the large ensemble work- collectively the give me the widest range of things to explore.  As a composer, there is nothing I enjoy more than writing for a large band; as a conceptualist I find it easier to covey unconventional and hopefully innovative ideas to a small group; and I find playing solo the most challenging situation as an improviser- just you and the room and the audience and diving into the situation to discover what`s there in the moment, alone. 

 

Ali Haluk İmeryüz: What is the next project? 

 

ken Vandermark: Made To Break goes on tour in North America at the end of March, and we`ll record a new album in Chicago and a special project that will include Nate Wooley and C. Spencer Yeh in Nashville on that tour.  After that I`ve been commissioned to write music to celebrate an art exhibition in Chicago of painters from this city during the 1950s an 60s, called Monster Roster, and that group will include Tim Barnes, Nick Macri, Lou Mallozzi, and Mars Williams.  Then I head to Europe to tour in May for a series of projects: recording with the band Shelter in Berlin, touring in the duo with Nate Wooley and the duo with Paal Nilssen-Love, some solo work, and then the quartet, Lean Left, which includes Terrie and Andy from The Ex. 

 

Ali Haluk İmeryüz: And the older ones: Do you have any plans to reunite the older bands like Vandermark 5 (which is my very favorite one) or Territory Band in the future? 

 

Ken Vandermark: As mentioned above, I retire the projects when I feel they`ve completed all the work possible.  And I`m not nostalgic toward the accomplishments of the past, I`m interested in what`s possible and exciting now.

 

Ali Haluk İmeryüz: Your close relation with the other art disciplines or branches like literature, cinema, photography and paintings is obvious in your compositions that are dedicated to or inspired by the certain artists. When did you begin to “dedicate”? What comes first; the composition/music or the impact of the other art/artist? (I mean, which one lead to the other?)

 

Ken Vandermark: I don`t remember when the "dedications" started, but I think it must have been soon after I started performing regularly in Chicago in the early 1990s.  The music comes first and then the dedications are really "thank you letters" to the artists and musicians who were inspiring me at the time the compositions were realized.

 

Ali Haluk İmeryüz: What did you see in Thomas Bernhard or “What Thomas Bernhard Saw”? 

 

Ken Vandermark: Thomas Bernhard is one of my favorite writers, and part of what I admire about him is the severity with which he will critique and sometimes assault society and politics though his work, his refusal to compromise his moral stance to please others.  I often wonder what his commentary would be as he looked around and observed the contemporary situation.

 

Ali Haluk İmeryüz: What do you think about today’s Chicago avant-garde/progressive music scene? What are the features of this peculiar platform? From 60’s and AEC and AACM days, through the musicians like Fred Anderson, Anthony Braxton, Henry Threadgill etc, to the younger generation like Keefe Jackson, Jason Stein, Paul Giallorenzo, Dave Rempis etc. and your own generation in between, what makes this city so special and so fertile for the avant-garde music? 

 

Ken Vandermark: At its best, one of the hallmarks of the work in Chicago has been a sense of collective cooperation, working together beyond the boundaries of single ensembles- the best example of this to me has been the AACM.  The other essential factor is a complete willingness to go against the musical paradigm and create a new one, based on a separate set of aesthetics.  Again, the best example of this for me has been the work accomplished by members of the AACM.  When you listen to the music of Muhal Richard Abrams, Lester Bowie, Anthony Braxton, Steve McCall, Leroy Jenkins, Roscoe Mitchell, Wadada Leo Smith, Henry Threadgill, and Reggie Workman (to name just some of the members of the organization), it represents a completely different set of musical concerns than what were going on in New York and the paradigm based around that scene during that period.  

 

And those two things are beautiful.

 

Ali Haluk İmeryüz: Considering your co-works with European musicians, you (and some other musicians in the avant-garde genre) are generally collaborating with musicians from North (Scandinavian countries) and recently from East Europe (Polland). Do you think that in South and Mediterranean (hot) regions, do tastes change a little? Northern/colderregions are more close to avantgarde sounds and southern/warmer regions are close to melodic lines, lyricism, tango etc.? 

 

Ken Vandermark: The real answer is people tend to collaborate with people that invite them to.  My connection to the Scandinavian scene began with Mats Gustafsson, who introduced me to basically everyone that I work with from Sweden and Norway.  My work with Dutch musicians is based on my initial connection with Ab Baars and then, later, with Terrie from The Ex.  And on and on from this... And though the list of collaborations unfortunately does not include many players from the southern part of Europe (though I have been fortunate enough to play with Agusti Fernandez from Barcelona), I believe this is because in the period I`ve been playing, the scenes in Portugal and Spain have really just started to develop (of course there are important exceptions, such as musicians like Carlos Zingaro), and the scene in Italy is building up again after incredible periods in the 60s, 70s, and 80s.  The northern European countries had state funding for improvised music for a long time (Norway, Sweden, the Netherlands), and the German and Austrian scenes have been consistent since the late 60s.  So I believe were about to enter a period of great activity in Portugal, Spain, and Italy.

 

As far the idea that the northern countries in Europe are into the avant-garde and the southern countries are into lyricism, I think that the reality is- thankfully- much more complicated and rich than that.

 

Ali Haluk İmeryüz: Improvisation or composition (to be or not to be  ) what’s your ultimate choice? 

 

Ken Vandermark: My ultimate interest is in the creative dynamic that can be realized when both are in equal force.

 

Al Haluk İmeryüz: And a little politics at the end! What do you think about the upcoming presidental election in US? How do you see your countries’ Mid-East politics?

 

Ken Vandermark: This topic depresses me beyond words. I feel that- very, very unfortunately- the world is going to be dealing with the United States` mistakes in politics- globally and at home- for generations to come. I believe that this is what Thomas Bernhard would see as well

 

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Ali Haluk İmeryüz

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.