1940`ların sonlarında Amerikalı federal yetkililer uyuşturucuya karşı ülke çapında yürütülen bir savaşa girmişti. Dönemin narkotik federal büro başkanı Harry Anslinger`in öncülük ettiği mücadele uyuşturucu kullanımını azaltmak, yasadışı dağıtım ve satış kanallarını kontrol altına almanın yanında ideolojik olarak dönemin komünizm korkusunu mücadelenin ana unsuru olarak kullanıyordu. Bu uyuşturucuların Çin`den geldiği, komünist Çin'in Amerika`yı zayıf düşürmek gibi komplo teorilerine aşırı rağbet vardı. Zamanla, federal yetkililerin idelojik fanatizmi uyuşturucu kullanımının yaygınlaşmasında caz müziğini veba taşıyıcısı fareler gibi görmesine kadar abartıya dönüştü. Caz müzisyenlerinin turnelerde, şehirlerde yoksulluk içinde yaşadıkları otel odaları basıldı, oldukça düşük gelirli ve çoğu siyahlardan oluşan caz müzisyenleri hapislere atıldı.
Bu dönemin tutuklamaları arasında kimler yoktu ki? Stan Getz, Charlie Parker, Al Cohn, Serge Chaloff, Miles Davis, Jimmy Heath, Billie Navarro, Elmo Hope ve daha bir çoğu... Böylesi suçlamalara maruz kalıp cezaevlerine tıkıldıkları için tüm bu yaratıcı caz müzisyenler utanç duyuyordu. Durumun yarattığı sıkıntı utanç verici olmakla kalmıyor aynı zamanda özellikle New York gibi önemli şehirlerde çalacak yer bulup para kazanmak açısından yasalar gereği `Cabaret Card` taşıması gereken müzisyenler bu haklarından da mahrum kalıyorlardı. Cinayet gibi insanlık suçu işleyip çıkanların dahi maruz kalmadıkları dışlamaya bu insanlar katlanmak zorunda kalıyorlardı.
Sonuç olarak, dönemin baskın ahlak anlayışı caz müziğini bağımlıların, yozlaşmış insanların dinlediği bir müzik türü olarak yaftaladı. Çizgi filmlerde bile bu müzik tematik olarak adi kurumların, akılsız, ahlaksız insanların, kötü fenomenlerin, umutsuz ve düşük ahlaklı tabir edilen kişilerin karakterlerinde kasıtlı olarak fon müziğine dönüşüyordu. Elbette, burada böylesi bağımlılıkların yarattığı sonuçların yıkıcı etkileri olduğu gerçeğini vurgulamakta fayda var, bu konuya azami özeni göstermeliyiz ama konumuz o değil, konumuz yasaların ve muktedirlerin özellikle siyah insanlara uyguladığı adaletsizlik. Bu adaletsizlik örneğin dönemin Hollywood starlarına gösterilen anlayıştan çok uzaktı. Yasalar karşısında herkes için suç olan bir fiil caz müzisyenleri için aşırı güçle uygulanır, tiksinti imgesi yaratılırken bir kısım insanlar basının da kollamasıyla toplumun gözünde `zaafına yenik düştü` üzücülüğü içinde geçiştiriliyordu.
Tarihi hızla ileri sarıp altmışların ortalarına gelelim. Dönemin San Francisco`su daha özgür bir yaşamın, daha az sorgulanan, ahlaki sınırlamaların bunaltmadığı gençlerin başkentiydi. Bu durum alkol ve uyuşturucu kullanımını aşırı tüketime yönelten sonuçlar yaratıyordu. Dönemin baskın müzik kültürü rock kuşağını salgın gibi etkilemiş, cazın neredeyse müzikal olarak devre dışı kaldığı bir dönem yaşanıyordu. Çok uzak değil, sadece 20 yıl önce başta siyahlar olmak üzere insanların üzerinde aşırı dışlayıcı baskılara dönüşen anlayış şimdilerde kimi büyük sektörlerce desteklenir, yasal hale getirilmiş algısına dönüşmüştü. Plak kapaklarında, radyo ve televizyonlarda LSD kabul edilebilir, kullanımı tavsiye edilir madde kategorisine sokuluyordu.
Altmışların ortalarından itibaren artık sadece Amerika değil bütün dünya değişimin içinde yuvarlanıyordu. Vietnam savaşının tetiklediği sosyal patlamalar yeni bir devrimci dönüşüme yol açıyordu ama kırklı yılların caz kuşağı şimdilerde dahi halen soruyor, zamanında verilen yanlış, haksız ve ırkçı kararların bedelini niye sadece biz ödedik!
Okuduğunuz makale yazar, caz tarihçisi ve eleştirmen Marc Myers`ın "Crime Jazz; Music in the Second Degree" başlıklı çalışmasından özetlenerek derlenmiştir.
Cazkolik.com / 05 Nisan 2011, Salı
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.