Birinci Dünya Savaşı`nın sona ermesinin yüzüncü yılında savaşın müzik üzerindeki etkisi

Birinci Dünya Savaşı`nın sona ermesinin yüzüncü yılında savaşın müzik üzerindeki etkisi

Son günlerde Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin yüzüncü yılı siyasi arenada kutlamalara, devlet başkanlarının buluşmalarına ve anmalara vesile oluyor. Yüzyıl öncesinin sorunları, aradan geçen bir asra rağmen henüz çözülmemiş, yer yer kanamaya devam ederken, Avrupa coğrafyası, kendince çıkardığı dersler sonrası tarih boyunca topraklarında savaşa en çok can vermiş, kan akıtmış milletler olarak Avrupa Birliği adıyla birlik fikri oluşturmayı başardı. Her ne kadar bu birliğin âkıbeti son dönem yeniden kurcalanmaya başlansa da, böyle zorlu birlikler, bir anda gerçekleşmeyeceği gibi bir anda bozulmaz da. Bunlar güncel değerlendirmeler, öte yandan, Avrupa, Birinci Dünya Savaşı’nın (ki daha sonra gerçekleşecek çok daha yıkıcı İkinci dünya Savaşı’nın etkilerini bu kapsamda konuşmuyoruz dahi) yıkıcı etkilerinin sadece siyasi/ekonomik boyutlarıyla uğraşmadı, insanî trajediler, kültürel yıkımlarla da uğraşmak zorunda kaldı.

 

Nihayetinde, birinci ya da kaçıncı önemli değil tüm savaşlar gibi bu ilk büyük küresel savaştan birkaç nesil etkilendi. Sanatta, müzikte birçok besteci/sanatçı geri dönülemez şekilde yaralandı, hayatlar parçalandı, nesiller kaybedildi. Bu dönemin müzik üzerindeki etkisi bugün hâlâ tam olarak tespit edilmiş değildir. O dönem yazılan müziklerin bir kısmı kahramanlık ve cesaret içeren besteler iken bir kısmı ise trajedi ve umutsuzluk yüklü müzikler oldu.

 

Savaşı ve kahramanlığı yücelten sayısız beste yapıldı

 

Duyguların kitlesel olarak hareketlendiği böylesi olağanüstü dönemlerin tümünde olduğu gibi Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırası yoğun biçimde dava ve amaç peşinde besteler, kahramanlık hikâyeleri, direniş besteleri repertuvarları doldurdu. Edward Elgar aralık 1914’de Belçika direnişine destek amacıyla orkestra için Carillon’u yazdı, bunu, Polonya Mağdurları Yardım Fonu konseriyle beraber Londra Queen’s Hall konseri izledi.

 

 

Max Reger o dönem pekçok meslektaşı gibi ateşli nutuklar peşinde olmadı belki ama Eine Vaterländische Overtüre adıyla 15 dakikalık bestesini Alman ordusuna ithaf etti. Ruggero Leoncavallo, Valentin Valentinov ve Maurice Ravel gibi diğer besteciler vatanseverlik duyguları aşılayan müzikler kaleme aldılar.

 

Besteciler kayboldu

 

İngiliz besteci George Butterworth 1916’da ardından ümit veren birkaç beste bırakarak Somme savaşında vuruldu. Arkasında az sayıda eser bırakan bir diğer besteci Alman Rudi Stephan idi. Bu yetenekli besteci Ukrayna’na Tarnapol’da bir keskin nişancının tüfeğiyle öldürüldü. İskoç besteci Cecil Coles batı cephesinde görev yaparken hâlâ müzik yazan biriydi, ölmeden önce bestelediği orkestral Behind the Lines bestesini arkadaşı Gustav Holst’a göndermişti. Aynı dönemin isimleri Macar Aládar Rádo, Belçikalı Andre Devaere, İngiliz William Denis Browne ve Ernest Farrar, William B. Manson, Somme’da öldürülen Frederick Kelly ve Fransız Fernand Halphen bu dönem savaşta ölen, kaybolan besteciler idi.

 

 

Savaşın trajedisine yönelik besteler

 

Birinci Dünya Savaşı’nın korkunç insani trajedilerini bugün hatırlayan, bilen kalmadı. Sayfalarda yazılı olanlar ve fotoğraflar gerçeği ne kadar hissettirir emin olması zor. Bugün, kimyasal silahlar uluslararası ilişkilerin, savaş hukukunun en hassas, en yoğun takip konularının başındaysa eğer dünya tarihi boyunca ilk kez Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılan gazların yarattığı ağır tahribatların etkisi yadsınamaz. Bu dönemin inanılmaz trajedileri özellikle İngiliz besteciler üzerinde silinmez izler bıraktı. Bazıları bizzat savaşta öldü, bazıları tanık oldu, yaralandı, hayatta kalanlar ya gördükleri ya da arkadaşlarının, meslektaşlarının kaybı yüzünden derinden etkilendi. Aralarındaki stil farklılıkları ne olursa olsun Elgar’ın “Viyolonsel Konçertosu”, Vaughan Williams’ın “Pastoral Senfonisi”, Holst’un “Gezegenler”i, Bliss’in erken dönem (Somme muharebesi sırası) “Piano Quartet”i, Gurney’in “War Elegy”, “Köprü Oratoryusu” gibi eserleri tüm bu insani trajedilerin izleriyle dolu eserlerdi.

 

 

Teknoloji her şeyi değiştirdi

 

Bugünden bakınca teknoloji kelimesi sadece günümüze aitmiş gibi görünse de teknolojinin gelişmesi yirminci yüzyılda inanılmaz farklar yarattı. Bugün çok eski gelen motorlu araçlar, telgraf, teknolojinin savaş makinasına etkisi olan tanklar, denizaltılar savaşın her iki tarafının birbirine karşı acımasız yoğunlukta kullandığı teknolojiler, devasa topların yarattığı yıkımla simgeleşti. Teknoloji bir yandan gelişirken insanı daha trajik, daha gelişmiş yöntemlerle öldürüyordu. İşte, teknoloji etkili bu yeni savaş alanı Cecil Barber tarafından tarif edilen bir tür modern senfoniye dönüştü. Batı cephesinde yeni çok şey oluyordu. Bambaşka tınılara tanık oluyorduk. Topların gümbürtüsü melânkoliyi artırıyor, mermilerin vızıltısı, kokusu yüzlerce metreye yayılan keskin gaz yüzünden ölmekte olan bedenlerin dehşetli titremeleri, sarsıntılar, keskin nişancı vızıltıları bestede sık sık vurgulanıyor, kontrpuanda sürekli öne çıkan temalara dönüşüyordu. Gustav Holst’un 1914-16 arası bestelediği “Gezegenler”deki “Mars”da yeralan canavar imgeli perküsyonlar insanı ürkütüyordu. Öte yandan, Stravinsky’nin “Yaylı Dörtlüsü İçin Üç Parça” ve Alban Berg’in “Üç Orkestral Parçası” ritmindeki garip ve tehdit edici temposuyla orduların yürüyüşlerini andırıyordu.

 

 

Cazın yükselmesini kolaylaştırdı

 

Konuya daha önce bu yönden hiç bakmamıştık, yani, caza etkisi bakımından. Bu bir kehânet değil, bir gerçek. İlk caz kaydı ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesinden bir ay önce New York’da kaydedilmişti. Bu konuyu Cazkolik’te daha önce yazmıştık. Ünü New Orleans’dan çıkarak New York’a ulaşan Original Dixieland Jazz Band grubunun anonim “Livery Stables Blues” ve “Original Dixieland One-Step” besteleri gerçi New York elitlerince hayal kırıklığıyla karşılanarak kaba bir müzik olarak görülse de yeni dünyanın enerjisinin yükselişini sembolize etmesi bakımından önemliydi, bir modernite dalgasını temsil ediyordu. Amerikan ordusundaki siyah erlerin blues ve ragtime müzikleri ilk kez Avrupa’ya taşıması da altı çizilmesi gereken bir konu. Erken dönem cazdaki senkop yeni bir zevki işaret ederken Debussy ve Stravinsky’nin müziklerine benzetilmişti ama caz farklıydı, daha içsel ve hovarda bir müzikti, müziğe ismini veren kelimenin şehvetli halini imâ ediyordu. ABD ordusunda yeralan “Hellfighters” ve “Seventy Black Devils” gibi pirinç nefesli ağırlıklı topluluklar keskin ve sarhoş edici bir sese sahipti. Yakınlarda dönemin ünlü topluluğu “Hellfighters”ı konu alan bir film çekilirken günümüzün ünlü caz piyanisti Jason Moran son çalışmasında bu iki topluluğu konu alan bir saygı albümü kaydettiğini hatırlatalım.

 

 

Kadınların rolü değişti

 

Birinci Dünya Savaşı ürettiği ve sebep olduğu tüm o korku yanında kadınlara eşi görülmemiş bir fırsat sundu, bir alan yarattı. O dönem, 1918’de kimi yerlerde kadınların oy vermeye başlaması altı çizilmesi gereken bir konudur. Çok değil, sadece 6 yıl önce, 1912 yılında Rebecca Clarke isimli kemancı ve besteci bir kadının bir senfoni orkestrasında olması çok garip karşılanmıştı. The Halle Records tarafından 1916 yılında ilk kez bir klasik müzik orkestrasına 6 kadının kabul edildiği bilinir, bu dönem 1920’ye kadar sürmüştür ama daha sonra orkestraya yeniden erkekler egemen olmuş ta ki 1941 yılına kadar (yani yine bir savaş dönemine kadar). Savaş dönemi orkestralarında yaklaşık 30 kadın müzisyenin görev aldığı bilinir ama savaş sonrası durum yeniden tersine döner ve iki artist dışında kadın müzisyen istihdam edilmemiştir.

 

Besteciler değerli mektuplarda kaldı

 

Tıpkı edebiyatçılar gibi besteciler de Birinci Dünya Savaşı dönemi cephede yeralan besteciler meslektaşlarına ve yakınlarına sık ve uzun mektuplar yazarak deneyimlerini aktardı. Böyle uzun mektuplar yazanlardan biri George Butterworth idi. Can sıkıntısını siperlerin gerisinde saklıyor, burada yapılacak hiçbir şey yok, hayal edilemeyecek derecede korkunç yağmurlar yağıyor diye hayıflanıyordu. Bu uzun mektuplarda cesaretten, onurdan bahsetmediği gibi müzikten de bahsetmiyordu. Hayatının bu bölümü bambaşka bir kimliğe bürünmüş gibiydi. Öte yandan, yazışmalardan sorumlu Ivo Gurney besteci dostu Herbert Howells’a ve Kraliyet Koleji’ndeki arkadaşlarına yazdığı mektuplar içinde izah barındırdığı gibi cesaret ve şefkat de barındıran yazılar olarak anılmaktadır.

 

Bu yazı BBC Müzik Magazin`de yayınlanan "What was impact of World War One on Music" başlıklı yazı kaynak alınarak Cazkolik tarafından yapılan muhtelif eklemelerle derlenmiştir.

 

Cazkolik.com / 10 Kasım 2018, Cumartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Cazkolik.com

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.