7 Ekim 2012 akşamı Nils Landgren, Wolfgang Haffner, Lars Danielsson gibi dünyaca ünlü isimleri katılımıyla İstanbul’da unutulmaz bir konser gerçekleştirecek olan The ACT Jubilee Night’ın mimarı ve plak şirketinin sahibi Siggi ile geçirdikleri 20 yıl üzerine konuştuk.
Bazı düşler, planlar ve amaçlar koşullar her ne kadar onları ertelemeyi gerektirsede hayat boyu sahibinin peşini bırakmaz. Günün birinde belki yıllar sonra yeniden o tutkuların sahibi olan kişinin karşına çıkar bu defa gerçekleştirilmek üzere. Almanyanın caz elçilerinden biri olan Siggi Loch ve bu yıl 20. yılını kutlayan plak şirketi ACT Records’un hikayeside işte biraz yukarıda özetlediğim gibi. Henüz bir çocukken izlediği Sidney Bechet konseri sonrasında caz müziğine sevdalanan ve bu müziğin peşinden bir hayat boyu ilerleyen Siggi Loch şimdilerde yetmişli yaşlarını sürmekte.
ACT 40 yılı geride bırakan ECM ve ENJA gibi faliyetlerini Münih’de sürdürmekte olan bir jazz labelı. Kataloglarında Lars Danielsson, Nguyên Lê, e.s.t., Nils Landgren, Vijay Iyer, Wolfgang Haffner, Ulf Wakenius gibi birçok yıldız müzisyeni barındıran ACT de tıpkı ECM gibi firmanın kurucusu ve prodüktörü olan tek bir kişinin estetik beğenileri doğrultusunda bir kayıt rotası çiziyor. Temelleri müzik endüstrisinin farklı alanlarında uzun yıllar çalışan ve kendi plak şirketini kurmadan önceki 18 yılını Nesuhi Ertegün’ün kurduğu Warner Music’de Avrupa bölge müdürü olarak geçiren Siggi Loch tarafından atılan ACT, bugün sektördeki en başarılı müzik şirketleri arasında.
Sami Kısaoğlu
Sami Kısaoğlu: Yirmi yıl önce kariyerinizde en yüksek noktada olduğunuz bir dönemde yeni bir iş kurmak için herşeyi geride bırakarak kendi işinizin patronu olmaya ve ACT’in temellerini atmaya karar verdiniz. ACT’in hikayesi nasıl başladı?
Siggi Loch: ACT’in hikayesi hayatımda gittiğim ilk caz konseri olan Sidney Bechet konseriyle başladı. Henüz 15 yaşındaydım. Sidney Bechet müziğinin hayranı olmamla beraber aynı zamanda caz müziğine de ilgi duymaya başladım. caz albümleri toplamanın yanı sıra davul çaldığım Red Onions isimli grubu kurdum. Zamanla bir müzisyen olarak yeteneğimin tam olarak ulaşmak istediğim seviyede olmadığını gördüm ve hayatımı bir şekilde bu müzikle ilişkilendirebilecek bir yönde kurgulamaya karar verdim. Düşündüm ki bir prodüktör olabilir ve nihayetinde kendi caz firmamı kurabilirdim. Yıllar içinde Philips, Liberty Records ve Warner Music’de çalıştım. Warner’daki görevimden 1988’de ayrıldım ilk olarak ACT’i Londra’nın dışında bir müzik yayım şirketi olarak kurdum. Daha sonra Londra’dan Hamburg’a döndüğümüz yıl olan 1992’de ACT’i bir kayıt şirketi olarak yeniden şekillendirdim.
Sami Kısaoğlu: Sohbetimize başlamadan önce ayaküstü konuşurken ne zaman kendi plak şirketinizi kurmak isteseniz rüzgarın hep sizi başka bir yöne savurduğundan bahsetmiştiniz. Biraz bu konunun detaylarından bahseder misiniz?
Siggi Loch: Prodüktör olarak ilk kaydımı Philips için Almanya’nın en önemli caz müzisyenlerinden Klaus Doldinger ile gerçekleştirdiğimde yıl 1962 idi. (Doldinger halen grubu Pasaport ile kayıtlar yapıyor ve bugünde Almanya’nın önemli jazz yüzlerinden birisi konumunda.) Bu kayıttan 4 yıl sonra 1966 yılında kendi plak şirketim olan ACT’i kurmaya karar verdim. Şirketimin logosunu tasarlamıştım ve bir mottom bile vardı ama daha sonra Avrupa’daki en genç plak şirketi yöneticisi olarak bir Amerikan şirketi olan Liberty Records ile çalışmak üzere Münih’e taşındım. Liberty için önemli kayıtlar yaptım ve 1970 yılına geldiğimiz zaman Liberty için çalışmayı bıraktım ve yeniden hayalini kurduğum ACT için kolları sıvadım. Fakat o dönemde Atlantic Records’un kurucusu ve Ahmet Ertegün’ün ağabeyi olan Nesuhi Ertegün ile tanıştım. Bildiğiniz gibi her ikiside caza yürükten bağlı insanlardı. O sıralar Nesuhi kurucusu olduğu WEA International (şimdiki adıyla Warner Music International) için yanında yetiştirebileceği birilerini arıyordu. 1967 yılında Berlin’de tanışmıştım kendisiyle ve ACT’i kurmayı ciddi olarak düşünüyordum. O dönemde Nesuhi bana şöyle dedi: “Siggi sende benim kadar biliyorsun ki cazdan hiç para kazanamazsın. Neden bana katılmıyorsun, her zaman biraz caz olacaktır hayatımızda.” Nesuhi caz tarihinin gelmiş geçmiş en iyi prodüktörlerinden biri olmasının yanı sıra aynı zamanda benim caz alanındaki kahramanlardan biriydi. Sonuçta kendi plak şirketimi kurmam yönündeki fikrimden vazgeçmemi sağladı ve kendisiyle çalışmam için beni ikna etti. Böylelikle Nesuhi ile 18 yıl boyunca birlikte çalıştık ve her ikimizde işi birlikte bıraktık. Warner’ı bıraktığımızda o şirketin CEO’su ben ise İngiltere dışında tüm Avrupa müdürü konumundaydım. Nesuhi görevini 1988’de bıraktığında bende işi bırakmaya karar verdim ve birkez daha kendi plak şirketime odaklanmak istedim. Aklıma ilk kez kendi plak şirketimi kurma fikrimin geldiği günden bu yana çok uzun zaman geçmişti. Tam 30 yıl geride kalmıştı. Bu fikrin ilk defa peşine takıldığım zaman müzik endüstrisinde kendi plak şirketine sahip olma şansı olan en geç prodüktördüm, bu fikri gerçekleştirmeyi başardığımda ise sektörde bağımsız olmaya çalışan en yaşlı isim konumundaydım. Bu benim için tamamen yeni bir başlangıçtı.
Sami Kısaoğlu: ACT’i kurduğunuzda uzun bir prodüktörlük deneyiminiz vardı. Şirketinizin kuruluş felsefesinden bahseder misiniz?
Siggi Loch: Warner’da kariyerimin sonuna geldiğimde orası için yapabileceğim herşeyi yapmış ve yükselebileceğim en üst noktaya kadar gelmiştim. Nesuhi en tepedeki adamdı ve ben hemen onun altındaydım. Nesuhi ile birlikte geçirdiğimiz onca harika yıldan sonra sorun şuydu sanatçı seçimine dair hiçbir şey yapmamıştık. Yani o zaman yaptığımız albümler aslında prodüktör olarak bizim sanatsal görüşlerimizi yansıtmıyordu. Başka birisinin şirketinde çalıştığınız zaman kendi kişisel beğenilerinizden ödün verirsiniz ve “halk ne istiyor?” sorusuna kulak verip, sanatçıları halkın istediği bu müziği yapmaları yönünde yönlendirirsiniz. Fakat kendi plak şirketinize sahip olduğunuz zaman (buna ilk başladıkları zaman bağımsız bir plak şirketi olan Atlantic Records’uda dahil edebiliriz) daha önce hiç yapmadığınız bir takım şeyleri yapabilir ve kaydettiğiniz müziği alabilecek insanlara ulaşmaya çalışırsınız. Bu yolculuk caz tarihindeki tüm labelların başından geçmiştir, buna ECM’de dahildir.
ACT’i kurmaya karar verdiğimde hedefim şuydu: Plak firmamda çalışmak istediğim sanatçılarla kendi kaydetmek istediğim müziği kaydetmek. Böylelikle müzik zevkimin uyuşmadığı hiçbir sanatçı ile çalışmıyor olacaktım. Cazın geçmişi ve geleceği için sevmediğim yada önemli bulmadığım hiçbir albümü kaydetmemeye karar verdim. Bu lüks sadece kendi plak şirketinize sahip olduğunuz zaman yapabileceğiniz bir durumdur. Bunu kurumsal bir şirkette yönetici yada çalışan olarak çalışırsanız asla yapamazsınız çünkü şirkete para kazandırmak zorundasınızdır. Ayrıca Amerikan cazına odaklanmıyor olacaktım çünkü ben Avrupa’da yaşıyordum ve kendinize karşı dürüst olmak istiyorsanız birlikte yaşadığınız ve anladığınız sanatçılarla çalışmalısınız. Yılda 4 kez New York’a gidip kayıtlar yaparak hiçbir zaman sanatçılarla kişisel bir ilişki kuramazsınız. Nesuhi New York’da yaşıyordu. Modern Jazz Quartet, Ornette Coleman, John Coltrane ve daha onlarca sanatçıyla kapı kapıya idi. Eğer ben Avrupa’da yaşayacaksam ve kayıtlar için New York’a gideceksem, o tarz bir ilişkiye asla sahip olamazdım. Öyleyse benim odaklanmam gereken istediğim zaman dinleyebileceğim, toplantı yapabileceğim, kişisel ilişkiler kurabileceğim ve güvenebileceğim Avrupalı sanatçılar olmalıydı.
Sami Kısaoğlu: Sizin flemenkoya karşı özel bir ilginiz var. Hatta ACTin ilk yıllarında yayınlamış olduğunuz flemenko albümleri de oldu. Hatta firmanızın hikayesinde bir caz - flemenko fussion albümünün ise çok özel bir yeri var. Biraz bu albümden bahseder misiniz?
Siggi Loch: ACT’den çıkarmış olduğumuz ilk kayıtlar geçmiş yıllarda prodüktörlüğünü yapmış olduğum albümlerden oluşuyordu. İlk sanatçım olan ve 1962’de kaydettiğim Klaus Doldinger çalışmalarını yeniden yayınlayarak ACT’in ilk albümlerini çıkarmıştık. ACT’den yayınlamış olduğumuz ilk yeni albümse Jazzpaña idi. Prodüktörlüğü Arif Mardin ve Vince Mendoza’nın yapmış olduğu bu çalışmayı ilk olarak Arif ile paylaştığımda bana “bu fikre bayıldım fakat ben oldukça meşgul bir adamım ve para kazanmak zorundayım” demiş ve eklemişti “Her ne kadar bu projeyi çok sevsem de bu işe ayırabilecek fazla zamanım yok ama tamam bu albüm için bir eser yazıyor olacağım.” Böylelikle iki bölümden oluşan ve ismini Granada’daki bir bahçeden alan Generalife isimli suiti yazmıştı. Arif’in bestelemiş olduğu bu süit aynı zamanda “Jazzpaña” albümünün de başlangıcı oldu. Hatırlıyorum sadece bu eseri kaydetmek için Amerika’dan Almanya’ya gelmişti Arif ve albümün geri kalanını o zamanlar bugünkü ününe sahip olmayan Vince Mendoza kaydetmişti.
Bu albüm için 1992 yılında Köln’ün Westdeutscher Rundfunk Radio (WDR) stüdyolarında ses mühendisi ve prodüktör Wolfgang Hirschmann ile İspanya’nın en iyi flemenko müzisyenlerini ve caz dünyasının yıldızlarını bir araya getirmiştik. Michael Brecker, Al Di Meola gibi solistlerin yer aldığı albüm jazz, blues ve flemenko’nun yer aldığı kültürlerarası bir köprü niteliğindeydi. İlk yayınlamış olduğumuz albüm olmasına rağmen iki dalda Grammy Awards’a aday olmuş ve Almanya’da German Jazz Award ile ödüllendirilmişti.
Sami Kısaoğlu: Katalogunuzda birçok yıldız müzisyen var. Victoria Tolsoy, Lars Danielsson, Nguyên Lê, Youn Sun Nah, e.s.t., Nils Landgren, Vijay Iyer ve daha birçok isim. Katalog oluşturma ve sanatçı seçimine nasıl başladınız? Aklınızda belli isimler var mıydı? Tüm bu isimlerle ilişkiniz nasıl başladı?
Siggi Loch: ACT için bir sanatçı ailesi oluşturmak iki temel noktaya dayanıyor: Öncelikle dışarıya çıkmak ve mümkün olduğu kadar yeni sanatçıları ve yeni müzikleri dinlemek. Sadece Montreux ya da North Sea festivallerine giden bir plak şirketi sahibi yada prodüktör olursanız sadece isim yapmış müzisyenleri görürsünüz ve bu nedenle çok fazla keşfedebileceğiniz birşey yoktur. O sanatçılar zaten birçok kimsenin bildiği isimlerdir. Öyleyse yeni sanatçıları bulabileceğiniz yeni yerlere gitmelisiniz. Kendimden örnek verecek olursam uzun yıllardır Jazz Baltica festivaline katıldığımı belirtmeliyim. Burada daha önce duymadığım birçok İskandinav sanatçıyı dinleme şansına sahip oldum. 1994’de bu festival’de ilk olarak Nils Landgren ve grubunu dinlemiştim. Funk yapıyorlardı. ACT için Funk müziği kaydetmek gibi bir düşüncem yoktu. Bu müzik Amerikalılara ait olan bir çeşit dans müziğiydi ve ben bir caz şirketi kurmaya çalışıyordum. Fakat Nils jazz müzisyenleriyle funk çalan bir müzisyendi. Ondan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Enstrümanı olan trombonda son derece iyi bir icracı olmasının yanı sıra son derece kendine has bir şarkı söyleyiş stili olan harika bir grup lideriydi. İzleyiciler üzerindeki etkisini de unutmamak gerekli. Nils harika bir müzisyen olmasının ötesinde sahnede müthiş etkili bir adamdı. Nils Landgren’in birçok farklı açıdan çok yetenekli bir adam olduğu aşikardı. Ben ondaki bu ışığı gördüm ve birlikte çalışmaya başladık.
Sami Kısaoğlu: Yirmi birinci yüzyılda caz piyanonun kaderini değiştiren piyanistlerden biri sizin şirketinizden dünyaya açıldı. Tabiki Esbjörn Svensson’dan bahsediyorum. Esbjörn Svensson, Nils Landgren’nin grubuyda. Sanırım katalogunuzun oluşmasından tesadüflerinde payı var biraz.
Siggi Loch: Nils Landgren ilk kayıdı için Hamburg’a geldiği zaman Esbjörn Svensson o zamanlar onun grubunda bile değildi. Başka bir klavyeci vardı. Daha sonra Esbjörn Svensson’u stüdyoda ilk defa gördüğümde “ne kadar muhteşem bir yetenek” demiştim. Esbjörn bana o zaman kendi trio’sundan bahsetmişti fakat grubun bir başka şirket ile bir sözleşmesi vardı. Bu nedenle Esbjörn ile olan ilk kaydımı onun triosu ile değildi Nils Landgren’le birlikte duo olarak gerçekleştirdim. İşte bu Esbjörn’un ACT’in yapmış olduğu bir kayıttı ve prodüktörlüğünü ben yapmıştım. Birkaç yıl sonra yani 1999’da Esbjörn yeni kayıtları olan From Gagarin`s Point of View albümünün bir kopyasını gönderdi. Bu kaydı dinlediğim zaman hayatımda duymuş olduğum en muhteşem caz albümlerinden biri olduğunu biliyordum. Bu kayıdı mutlaka yayınlamalıydım fakat dediğim gibi Esbjörn’un İsveçli bir plak şirketiyle sözleşmesi vardı. Sonuçta Esbjörn’un eski plak şirketini aradım ve bu kayıdı İskandinavya hariç Avrupa’nın geri kalanında yayınlayıp satmak üzere bir anlaşma imzaladım. Esbjörn’ün şaşırtıcı yeteneğinden dolayı bu albüm için bir istisnada bulundum ve ilk defa prodüktörlüğünü yapmamış olduğum bir albümü ACT etiketiyle piyasaya sundum. Albüm bildiğiniz gibi müthiş bir başarı kazandı. Tüm bunları yaparken bir yandan yeni sanatçılar araştırıyordum ve birlikte çalıştığım sanatçılarında bana önermiş oldukları isimleri dinliyordum. Nils’in benimle tanıştırmış olduğu sanatçılardan biri de Victoria Tolsoy’dur. Nils’e “Victoria Tolsoy ile bir albüm yaparım fakat Esbjörn’ün müzikleri yazması halinde” demiştim. Nils o zaman “bu konuda emin değilim” demişti fakat sonunda bu iş yapılmıştı. Kayıt bittiğinde ise Esbjörn “bu albümde adımın yer almasını istemiyorum” demişti. Bizde kayıtta gerçekte olmayan bir piyanist ismi kullanmıştık oysa ki o piyanist Esbjörn Svensson’du. Esbjörn kendi grubu e.s.t ile olan projesiyle bu iş karıştırmak istememişti. Tüm bu gelişmeler sonucunda daha çok İsveç’e gitmeye ve İsveçli sanatçıları dinlemeye başlamıştım. Böylelikle ACT İsveçli caz müzisyenleri için en başarılı plak şirketi haline geldi, İsveçli bir caz şirketi olmamasına rağmen. Bu durum planın bir parçası değildi, sadece yaşanmakta olan sürecin doğal sonucu gibiydi.
Sami Kısaoğlu: Şüphesiz ACT’in sound’un birçok farklı tanımı var. İskandinav cazı, çağdaş piyano müziği, fussion çalışmaları ve daha farklı türler. Merak ediyorum siz kendi bakış açınızdan nasıl tarif ediyorsunuz ACT’in oluşturmuş olduğu bu müzikal tabloyu? Sizce bu büyük resmin oluşmasında fırça darbeleriyle katkıda bulunmuş olan ressamlar kimlerdir?
Siggi Loch: ACT’in ECM gibi belirgin bir sound’u olduğunu söyleyemem.
Sami Kısaoğlu: İskandinav perspektifinden çizilmiş bir müzikal tabloyu mu kasdediyorsunuz?
Siggi Loch: Evet “nordic sound” diyebilirsiniz ama aslında burada söz konusu olan bir adamın estetik beğenisidir. ECM konusunda Manfred Eicher’dir söz konusu olan kişi. Dikkatlice dinlerseniz onun yapmış olduğu klasik müzik kayıtlarında bile belirgin bir estetik bakış açısının olduğunu görürsünüz. Arvo Pärt, Giya Kancheli gibi isimlerle yapılmış olan kayıtlar hep bu bakış açısının ürünüdür.
ACT söz konusu olduğu zaman ise benim müzik zevkim ve estetik beğenilerin söz konusu oluyor. Ben bu konuda biraz daha açık fikirli davranıyorum. Müziğin farklı türlerine karşı olan ilgim henüz 20 yaşımdayken başlamıştı ve o zaman sadece caz dinlemiyordum. Ravi Shankar’da dinliyordum Beatles ve Flamenko’da dinliyordum. 1965’da ilk flemenko kaydımı yapmıştım. Astor Piazzolla daha Avrupa’ya gelmeden önce bile onun müziği biliyordum ve dinliyordum. Müziğe karşı olan ilgim her zaman derin bir çeşitlilik gösterdi. Yapmak istediğim kişisel beğenilerimi daha da zenginleştirmek. Cazın ruhu aynı zamanda özgürlüğünde ruhudur ve düşünce ACT için büyük önem taşır. İşte bu bakış açısıyla birbirinden onlarca farklı renge sahip albüm kaydedebiliyoruz.
Sami Kısaoğlu: Yirmi yılda cazdan flemenkoya, fussion denemelerinden solo piyano kayıtlarına 250’nin üzerinde albümde prodüktör olarak imzanız yer aldı. Tüm bu albümler arasında ACT’in kilometretaşı albümleri hangileridir?
Siggi Loch: Al Di Meola, Micheal Brecker gibi solistlerin yer aldığı ve Grammy’ye aday olan Jazzpaña albümü Arif Mardin’in yazmış olduğu Generalife isimli suit ile başlamıştı. Vince Mendoza ve Arif Mardin’in müzikal ortaklığında gerçekleşen albüm, caz ile flemenkoyu bigband müziğinde buluşturan bir projeydi. Bu albümün yanı sıra sadece ACT’in değil aynı zamanda Bugge Wesseltoft’un kariyerinin de en fazla satan albümü olan It´s snowing on my piano çalışmasının da bizler için ayrı bir yeri vardır. Yılbaşı konseptine sahip bir albüm olduğu için Bugge Wesseltoft başlangıçta böyle bir kayıdı yapmayı hiç istememişti fakat albüm caz çevrelerinde çok beğenilmesinin yanı sıra German Jazz Award’a değer görüldü. Bu albümlere ek olarak Esbjörn Svensson ve Nils Landgren’in duo kayıtları, Nils’in grubu Funk Unit ile olan Paint it Blue kaydı ve ilk özel kayıt sözleşmesi imzalamış olduğumuz Vietnam kökenli Fransız gitarist Nguyên Lê’nin Tales from Viet-nam albümü ACT’in köşetaşı albümleri arasındadır. Dünyaca ünlü Amerikalı tenor saksofon ustası Eddie Harris’in son kaydı olan Last Concert, Norveç, İsveç, Almanya, Fransa, İspanya gibi ülkelerin folk müziklerinin senfonik bir yazımla bir araya getirildiği ve caz solistlerinin yer aldığı Europeana ve 5 yıl önce Londra Caz Festivali’nde keşfettiğim Hint kökenli Amerikalı piyanist Vijay Iyer ile yaptığımız ilk kayıt olan Historicity albümü de özel bir yere sahiptir. Ayrıca müzikal anlamda yaracılık bakımından e.s.t’nin From the Gagarin Point of View albümü ve satış başarısı bakımından Viaticum çalışması önemli kayıtlarımız arasındadır.
Sami Kısaoğlu: Web sitenizde “Art in Music” şeklinde bir motto kullanıyorsunuz. Biraz bu sözcüğün sınırlarını genişletebilir misiniz?
Siggi Loch: Sanırım ben sadece müzik değil aynı zamanda da bir sanat bağımlısıyım. Konserlere olduğu kadar müzelere ve galerilere de halen sıklıkla gidiyorum. Ayrıca uzun yıllardır amatör olaraktan fotoğraf çekiyorum ve sergiler açıyorum. Müzik işine her zaman sanat boyutundan bakabilen bir göze sahip oldum. Bildiğiniz gibi ACT’den çıkan albümlerin kapaklarında kendi resim koleksiyonumdan eserleri ve koleksiyonumuzda olmayan başka bir takım eserlere yer veriyoruz. Sanatçılarımın büyük çoğunluğu albümlerinin kapaklarında başka bir insana ait bir eseri görme fikrinden başlangıçta pek hoşlanmamış ve albümlerinin kapaklarında kendi fotoğraflarını görmek istemişlerdi. Tabi böyle bir seçim konusunda onları ikna etmem gerekti. Artık sadece bu konuyla ilgili olarak vokalistlerle mücadele etmeyi bıraktım. Çünkü kadın sanatçılarıma kendi fotoğraflarının dışında albümün kapağında başka bir görseli kabul ettirebilmek neredeyse imkansız. Ama geri kalan albümlerde kesinlikle bu konuda istekleyim ve ısrarlıyım. Öncelikle sanatçı ile konuşuyorum ve albüm kapağında olabilecek olan alternatif görselleri sunuyorum. Başlangıçta ACT’in ilk 15 yılında bir grafik tasarımcı ile çalışıyorduk albüm kapakları için ama artık bu şekilde çalışmayı bıraktık çünkü sanat yönetmenine sürekli olarak nasıl bir albüm kapağı yada tasarımı istediğimi anlatmaktan yoruldum. Böylece albümlerin kapaklarında yer alan görselleri ACT’in sanat koleksiyonundan kendim seçmeye başladım. Tabi kendi koleksiyonumuzun dışında eserler seçtiğimiz durumlarda oluyor. Vıjay Iyer’ın albümleri için seçtiğimiz Hindistan kökenli İngiliz sanatçı Anish Kapoor eserleri bu konuya örnek teşkil edebilir. Vıjay Iyer’ı ilk dinlediğimde Anish Kapoor’un eserlerinin onun albüm kapağında ne kadarda uyumlu olacağı gelmişti aklıma ama tabiki Kapoor’un hiçbir eserini almaya gücüm yetmez çünkü milyonlarla ölçülüyor eserlerinin fiyatları. Onun eserini almasam da albümün kapağımda kullanabilirim diye düşümdüm ve bunun için kendisinden izin istedim. Başlangıçta buna tamamen karşı çıkmıştı, eserinin bu şekilde kullanılmasını istemiyordu. Bende ona Vijay Iyer’ı anlattım. “Bu çocukta Hindistan kökenli bir sanatçı ve sanat olarak o kendini jazz ile ifade ediyor. Sence de harika olmaz mı senin eserlerinden biri onun albüm kapağında yer alsa” dedim. Sanırım bu sözlerim bir şekilde onu ikna etmişti ve bunun üzerine “sadece bir seferlik olur” demişti. Böylece Vijay’in ilk kaydı olan Historicity’de onun bir eserini kullandık. New York’daki Guggenheim’da sergilenmişti bu iş. Anish Kapoor daha sonra ise Vijay Iyer’ın tüm albüm kapaklarında eserlerinin yer almasını kabul etti.
Sami Kısaoğlu
Cazkolik.com / 03 Ekim 2012, Çarşamba
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.