Büyük soruların ortasında Max Richter'in müziği

Büyük soruların ortasında Max Richter'in müziği

 

Festivalin yıldız ismi, yeni klasik müziğin çok yönlü sanatçısı Max Richter'in müziğini Feridun Ertaşkan yazdı

 

 

21. yüzyılda önemi daha da artan çağımızın müziği 'yeni klasiğin' önde gelen bestecisi Max Richter 32. İstanbul Caz Festivali için 3 Temmuz akşamı Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda bir konser verecek.

 

Şahsen, tipik bir caz fanı olduğum için kendime caz dışı yeni müziklere kapalı bir dünya kurmuştum, bilhassa 'yeni müzikler' konusunda bu tutumumu sorgulamama yol açan bir kaç besteci oldu, Max Richter bunlardan biridir.

 

Yıllar önce bir Nils Frahm konserine gitmiştim, sorgulama sürecinin ilk konserlerinden biriydi. O günlerde, başka bestecilerin müziklerini de kurcalamaya başladım. Sonra, 'yeni klasik'çilerin ve kimi caz müzisyenlerinin iklim meselesi üzerinden, dünyayı ilgilendiren yeni sorular ve sorunlar üzerinden ortak amaçlarda buluşan müzikler önüme düşmeye başladı, hatta, bu konuda oldukça ilgi gören bir haber de yayınladık Cazkolik'te. Bu konu zihnimde kendi içinde çeşitlenerek büyüyordu. Başka isimler, başka albümler derken ayrımlar belirginleşmeye başladı. Bu tür sanatçıların bazı haklı endişelerinin yenir yutulur tarafı yoktu. Bu noktadan sonra müzikal türlerin önemi ortadan kalkmış, yerini daha büyük ortak kaygılara bırakmıştı. Son gittiğim Anohni konseri de mesela bu listeye dahildir.

 

 

John Lutter Adams'ın "Become Ocean" albümündeki karanlık ve aldatıcı gelecek takıntısı fantezi miydi gerçek mi? Phronesis grubundan Jasper Høiby de aynı günlerde daha büyük bir sorunun peşinde idi; İnsanlık, iklim değişikliği, yapay zekâ ve parasal reform. Laurie Anderson 2018 albümü "Landfall"da Kronos Quartet ile New York'u fırtına sonrası New York'u sel sularının basmasını mı anlatmıştı yoksa bizi bekleyen kaderi mi?

 

 

Birbirimizle konuşmadığımız bir çağda yaşıyoruz

 

 

The Guardian gazetesi yakın tarihte Richter ile söyleşi yapmıştı, söyleşiyi ben de okudum, şu sözü, yukarda yazdıklarım ekseninde dikkatimi çekmişti; ""In a Landscape" albümü dünyanın dört bir yanında bulunan kutuplaşmışlıklar ve tarafları nasıl uzlaştırabileceğimizle ilgili bir albüm. En büyük zorluklardan birinin, farklı görüşlere sahip insanların artık birbirleriyle konuşmadıkları bir zamanda yaşıyoruz. Bu albüm, zıtlık olarak düşünebileceğimiz malzemelerle çalışarak bu farklılıkları uyumlu hale getirmeye yönelik küçük bir çağrıdır, bulunan sesler ve bestelenmiş müzik, insan dünyası ve doğal dünya, bunları verimli bir ilişki içinde bir araya getirmeye çalışıyor".

 

Gelecek sene 60 yaşına basacak küresel öneme sahip besteci Richter bir besteci olarak çok çeşitli merak alanlarına sahip. Üst tasnif bakımından 'klasik müzik bestecisi' denilen sanatçı bu 'title' altında canlı performanslardan film müziklerine, sanatsal performanslar için müzik yazmaktan moda gösterileri için yazılan müziklere, hatta, uykunun nörobilimine dayanan "Sleep" isimli bir tür performans müziğine kadar çok çeşitli niteliklerde dokuz kadar solo albüm yayınladı. Bilhassa 8,5 saatlik "Sleep" adı üstünde bir tür uyku performansı gösterisiydi (Richter'den ilham alan bu tarz bir gösterinin benzeri geçtiğimiz ay İstanbul'da bir DJ eşliğinde yapıldı).

 

 

İllüstrasyon The New Yorker magazinden alınmıştır

 

 

Çağdaş bestecileri sınırların dışına çıkmaya zorlayan yeni bir dünyada yaşıyoruz

 

 

Müziğin sadece tek bir türüne ilgi duyabileceğimiz bir çağda değiliz artık. İstemesenizde yaşadığımız hayat ve çevremiz bizi yaptığımız işin sınırlarını sorgulamaya yöneltiyor. Richter mesela medya/sosyal medya tüketimi konusunda meraklı biri. "Medya tüketimimizin çoğu artık algoritmik olarak yönlendiriliyor ve bundan kaçınmak çok zor. Algoritmalar esasen kortizol ve dopamin artışlarıyla yönlendiriliyor. Biliyorsunuz, ne kadar çok öfke, o kadar çok tıklama. Ayrıca çevrimiçi alan esasen bir reklam alanı, bu yüzden bu dinamik her yerde. Hepimiz aşırı duyguların aracılık ettiği bu dalgada sörf yapıyoruz" diyor bahbettiğim röportajında. Dürüst olmak lazım, o da belli ki olmaya çalışıyor.

 

"Peki buna nasıl direnebiliriz" sorusuna verdiği cevap ilginç! "Herkesin kendi stratejisini geliştirmesi gerekiyor, ister çeşitli uygulamaları sessize almak için sistemleri kullanarak zaman ayırmak, ister telefonunuzu evde bırakmak veya alışkanlıklarınızı değiştirmek olsun. Çocukları bu ortamda büyüyen ebeveynler için özellikle zorlayıcı bir durum, çünkü bir platformda birbirlerine DM atmaları artık bir norm. Sadece her etkileşimin çevrimiçi olmak zorunda olmadığı fikrini teşvik etmelisiniz" diyor.

 

Bu bilgileri sindirmeye ve kaleme alıp burada aktarmaya gayret ederken aklıma şu soru geldi, ben iyi bir caz dinleyicisiyim ama bir yandan da tutkulu bir resimseverim, uzun zamandır oluşturmaya gayret ettiğim bir resim koleksiyonum da var ama dedim kendime, eğer ressam olsaydım sergimde mutlaka müzik çalmasını isterdim, peki hangi müziğin çalmasını isterdim diye düşündüm, aklıma hiç bir caz sanatçısı gelmedi, bir şekilde sanki hepsine olumsuz bir bahane bulurdum ama Richter gibi birinin müziği olabilirdi mesela?

 

Bunları yazarken bir yandan "In A Landscape"i dinliyorum. Dört dakikalık "The Poetry of Earth" mesela ilginç bir şiirselliğe sahip ama tedirgin eden bir minimalizmi de var. Sonradan aklıma Richter'in Vivaldi'nin konçertolarını farklı bir şeye dönüştürdüğü müzikleri geldi. Kendi tarifiyle 'recomposed' bu çalışma bir yandan Dört Mevsim'in notalarını kullanırken bu notaları sarmalayan yapısal dairede, bir üst katmanda farklı bir müzik dönüyor sanki. Dinlerken insanı içine çekmesi kaçınılmaz bir müzik bu. Vivaldi'nin müziğini caza aktaran başka müzikler geldi aklıma onların 'groove'lu yatay çizgisi sanki bana bu müzik karşısında çaresiz geldi. Kabul etmem lazım! Zaman değişiyor.

 

 

"On the Nature of Daylight" (Soundtrack)

 

 

Melânkoliyi bir tür direksiyon olarak kullanıyor

 

 

New Yorker yazarı Richter'in en önemli eseri altı dakikalık hüzünlü tonaliteye sahip "On the Nature of Daylight" olarak tespit etmiş. Bir çok dizi filmde kullanılan müziğin kullanım alanı çoğaldıkça anlam silsilesi de o şekilde artıyor. 'Önce akorları tek başına duyarız, sonra solo keman uyuşuk bir şerit açar, hafif bir 'crescendo' vardır, aslında bir melodi yoktur, keman çizgisi yukarı doğru kayar' vs. Bu tarifi okurken Richter'in Vivaldi'deki formülüne ne kadar uyduğunu farkettim. Aslında bu formülü çoğu besteci sıklıkla kullanıyor ama bir şekilde dinleyicinin başını döndüren bir atmosfer yaratmayı da başarıyorlar. Ben de tekrar etmiş olayım, 'crescendo' tümünün ortak noktası.

 

 

Richter'in bu arenada özgün bir sesi var mı?

 

 

Bu soruyu soran New Yorker'ın yazarı cevabını kendi vermiş. İyi bir dinleyici her zaman farkeder! 'Richter'in bitmeyen arpejleri ısrarcı olmaktan çok uhrevidir' diyor, bu tür bestelerin başladığı yerde bitme mekaniği belki Richter'de de çalışmaya devam ediyor ama o çoğaltılan seslerin kendi içindeki devinimi sürerken radikal dönüşüm geçirmelerini sağlamaya gayret ediyor.

 

Kabul etmek lazım ki 'yeni klasik'çilerin çoğu (bana göre mesela Ludovico) müzik yazarken aslında şekerleme yapar gibi davranıyor. Dinleyiciyi tedirgin eden, geren ve bırakan, kendi içinde meşgul eden, hele cazın üstünlüğü olan enstrümanların karşılıklı konuşması ve doğaçlama avantajı bu müzikte yok, yine de bu döngüyü bir tür sanata dönüştüren az sayıda bestecinin önde gelen ismi olduğu muhakkak.

 

Bana göre, bu yaz 32. İstanbul Caz Festivali'nin Chucho Valdes'den sonraki en önemli konseri olma özelliğine sahip.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 16 Haziran 2025, Pazartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.