Dinlediğiniz müzik cazın yaşayan en iyi isimlerinden Joe Lovano`nun Şubatta yayınlanacak albümü Cross Culture`dan albüme adını veren parçayı Türkiye de ilk kez bu köşede dinliyorsunuz.
Sevgili dostlar, Türkiye de caz müziğine dair her yıl giderek artan sayıda konser, festival, etkinlik düzenleniyor, önceki yıllara göre daha çok sayıda albüm yayınlanıyor. Yani işin hangi yanından bakarsanız bakın cazseverleri sevindirici gelişmeler oluyor ama olmayan bir şey var, o da tüm bu olan bitenin üzerine konuşmak, tartışmak... Peki bu olan biten ne anlama geliyor? Artıyor dediğimiz şeylerin içindeki nicelik ve nitelik çıpası nerede duruyor? Fazla mı iyimseriz yoksa az bile mi söylüyoruz? Konserler artıyor peki ama caz dinleyicisi artıyor mu? Sorulacak bir dolu soru, verilen pek çok cevap var. Radyo programcısı ve caz yazarı Levent Öget Açık Radyo`da hazırlayıp sunduğu Dünyanın Cazı programında geçen İstanbul Caz Festivali`nin hemen ardından tüm bu soruların konuşulduğu, cazın her kesiminden bir çok önemli ismin katıldığı programlar yaptı ama ardından bir güzel çalışma daha yaptı, tüm bu programlar o anda konuşulup gitmiş olmasın diyerek programlardaki konuşmaları, tartışmaları Cazkolik okurları için yeniden düzenleyerek "2012`de Caz Açılımları" adı altında seriye dönüştürdü. Birazdan okumaya başlayacağınız serinin altıncı oturumudur. Bu özel ve yoğun çalışmayı gerçekleştirdiği için sevgili Levent Öget`e çok teşekkür ediyoruz.
Cazkolik.com / 21 Ocak 2013, Pazartesi
Ali SÖNMEZ, Sevin OKYAY, Feridun ERTAŞKAN, İmer DEMİRER, Şenova ÜLKER, Kerem GÖRSEV, Neşet RUACAN, Ayşegül YEŞİLNİL, Nezih YEŞİLNİL, Ozan MUSLUOĞLU, Şenay LAMBAOĞLU, Aytek ŞERMET, Volkan BURÇ, Mert AYBEK, Leyla UZMAN, Didem GENÇTÜRK, Mahir ILGAZ, Görgün TANER, Hüseyin BAŞKADEM, Necati TÜFENK, Eyüp İBLAĞ, Dr. Özgür UÇKAN, Emre KAHRAMAN, Sevil ESEN, Elif Gönenç CAMCIGIL, Erhan ONGUN, Hülya TUNÇAĞ, Levent ÖGET.
Caz eleştirmeni, caz yazarı, caz radyo program yapımcısı, caz festivali danışma kurulu üyesi, caz internet portalı yöneticisi, caz piyanisti, caz şarkıcısı, caz trompetçisi, caz basçısı, caz gitaristi, caz bestecisi, caz orkestrası yöneticisi, caz kulüp sahibi ve işletmecisi, caz festivali yönetmeni, kültür sanat vakfı genel müdürü, radyo yayın koordinatörü, radyo çok sesli müzik bölümü yöneticisi, internet caz radyosu yöneticisi, caz konser organizatörü, bilgi ekonomisti, sanat felsefecisi, cazsever, caz dinleyicisi, radyo dinleyicisi.
1. Bölüm: Eleştirmenler ve Yapımcılar: Ali Sönmez, Sevin Okyay, Feridun Ertaşkan
2. Bölüm: Müzisyenler (1); Neşet Ruacan, Kerem Görsev, Ayşegül Yeşilnil, Nezih Yeşilnil, Ozan Musluoğlu, Şenay Lambaoğlu
3. Bölüm: Müzisyenler (2); Şenova Ülker, İmer Demirer
4. Bölüm: Caz Klüpleri; Aytek Şermet, Volkan Burç, Mert Aybek
5. Bölüm: Yayın Koordinatörleri; Leyla Uzman, Didem Gençtürk, Mahir Ilgaz
6. Bölüm: Festival Yönetmenleri; Görgün Taner, Hüseyin Başkadem
7. Bölüm: Konser Organizatörleri; Eyüp İblağ, Necati Tüfenk
8. Bölüm: Bilgi Ekonomisi - Sanat Felsefesi; Özgür Uçkan
9. Bölüm: Cazseverler (1); Sevil Esen, Emre Kahraman
10. Bölüm: Cazseverler (2); Elif Gönenç Camcıgil, Erhan Ongun
11. Bölüm: Eleştirmen, Yapımcı, Yazar; Hülya Tunçağ
Levent ÖGET: “2012’de Caz Açılımları” adıyla 11 toplantı olarak belirlediğimiz ve çeşitli gruplarla sürdürdüğümüz buluşmaların 6. bölümüne başlıyoruz. Bazı hatırlatmalar ile önceki bölümlere ve konumuzun ana çerçevesine değinmek istiyorum. Bildiğiniz gibi İstanbul özellikle de 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçildiği son döneminden bu yana, yani üç-dört yıl boyunca giderek artan caz konserleri ve organizasyonlarla oldukça hareketli denilebilecek bir caz trafiği yaşıyor. İlk toplantımızda bu konuya caz yazarları, eleştirmenler, danışman ve program yapımcıları ile uzun uzun sorgulayacak bir açılış yapmıştık. Daha sonra da ülkemizin değerli müzisyenleriyle iki ayrı toplantıyla onların bakış açılarından ve değinmek istedikleri konulardan kimi sorunlara kadar her yöne diyebileceğimiz caz sohbetleri gerçekleştirdik. Bir sonraki toplantı katılımcıları ise dünyada cazın en çok yaşadığı yerlerden sayılan caz kulüplerinin kentimizdeki konumunda onları işletmekte olan ya da bu kulüpleri kuranlar arasından oldu. Geçen toplantımız ise yayıncılarla idi. Sınırlı sayıda caz müziği yayınlayan radyo kanalları arasında en köklü olan TRT kurumundan ve özel radyoculuğun başlarından bugünlere “kâinatın tüm seslerine açık” sloganlarıyla da bilinen ve caz müziğine en fazla yer veren radyo kanallarının başındaki Açık Radyo’nun program ve yayın koordinatörleri ile buluştuk. Bir sonraki toplantımızı bağımsız konser organizatörlerinin bazıları ile gerçekleştireceğiz. Ancak bu bölümde iki önemli caz festival yönetmeni ile bir aradayız. Günümüz cazının özelikle İstanbul için en fazla yaşanılan ve diğer bir yandan sosyal açıdan da en tercih edilen yaşam alanlarından olan caz festivalleri içindeki yerini bu festivallerin yönetmenleri belirliyor. Aslında aramızdaki yönetmenler daha da doğrusu onlar bu konunun en üst düzeydeki girişimcileri olarak da öne çıkıyorlar. Bana göre İstanbul’daki bu yaşayan cazın en önemli kaptanlarından, İstanbul Caz Festivallerinin de uzun yıllar yönetmenliğini yapmış ve şimdilerde İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın genel müdürü konumundaki Sevgili Görgün Taner ve azimli caz savaşçısı Afyon Caz Festivali kurucusu ve yönetmeni Sevgili Hüseyin Başkadem bu toplantımızın – 6. bölümün katılımcıları oldular. Hoşgeldiniz sevgili dostlar.
Görgün TANER, Hüseyin BAŞKADEM: Hoşbulduk...
Levent ÖGET: Ayrıca bu toplantıya Akbank Caz Festival’i yönetmenlerini de davet ettik ancak Pozitif Organizasyon’dan Ahmet ve Mehmet Uluğ ne yazık ki başka bir etkinlik için hazırlık yaptıkları bir döneme gelmesi nedeniyle katılamadılar. Onların da yıllar içinde yalnızca Akbank Caz Festivali bağlamında değil İstanbul caz yaşamına her zamanki direkt katkılarından konularımızın ilerlediği ve bağlantılı olduğu noktalarında zaten bahsedeceğiz. Ancak tabii ki böylesine bir ortamda yani İstanbul’daki bu genel manzaradaki malum caz ortamında büyük sponsorluklar ile manipüle edilen caz festivalleri caz kültürümüzün içinde nasıl bir yer kaplıyor? Kitleleri kendine çekebilmiş olan bu müzik ülkemizde neden yalnızca caz festivalleri döneminde ilgi görüyor? En çok da işte bu konulardan bahsedeceğiz. Ayrıca pek çok soru hazırlayabilir bu değerli konuklara iletebiliriz ancak öncelikli olarak onların da bu konularda sorularının hazır olduğunu düşünüyor ve sözünü ettiğim bu açılımı birlikte ilerletebileceğimize inanıyorum. Sözü ilk olarak Görgün Taner’e vermek istiyorum. Sevgili Görgün bu toplantılarda sizlere gelmeden önce söylediğim gibi konu ile bağı olan kişilerle guruplar içinde olmak üzere ve pek çok caz müzisyeni ile de görüştük, bu konuları değerlendirdik. Yıllar öncesinden günümüze kadar seninle de çok eski bir dostluğumuz var ve biliyorum ki canla-başla büyük çalışmalar yaptın. Ben özellikle bütün bu yıllar içinde bu değerleri elimizde tutabilmemize verdiğin katkılar adına, her şeyden önce sana bir teşekkür etmek istiyorum. Kendi adıma söyleyebilirim ki yıllar içindeki caz tutkumun derinlemesine gelişmesine en iyi kaynak olan (az önce de söylediğim gibi) TRT Radyo 3 yayınları, diğer bazı mecralar ve İstanbul Caz Festivali etkinlikleri olmuştur. Tüm o geçen etkinlikler için teşekkürlerimi iletmek isterim.
Görgün TANER: Estağfurullah.
Levent ÖGET: Evet, konuyu uzun uzun değerlendirebiliriz ama en çok merak edilen şeylerden biri, öncelikle sence neden caz festivalleri kentimizde bu kadar fazla ilgi görüyor? Buradan başlayalım istersen?
Görgün TANER: Şimdi aslında senin bu giriş konuşman ve söylediğin birçok soru olabilir dediğin sırada tabii benim de kafamda pek çok soru canlandı. Ama şimdilik o soruları bir kenara bırakalım, çünkü zaten içimizde dertli birisi de var. Hüseyin nasılsa birazdan yeterince soru soracaktır ve içimiz kararacaktır o nedenle şimdi başka bir noktadan o senin açılım dediğin yerden konuya balıklama girelim. Şöyle bir bakarsak; önce kısaca bir tarihsel giriş yapmak istiyorum, aslında İstanbul Caz Festivali ilk caz festivallerinden bir tanesidir. Benim hatırladığım daha öncesinde kısa bir süreyle de olsa Bilsak vardı. Akbank Caz Festivali, İstanbul Caz Festivali’nden zannediyorum iki ya da üç yaş daha büyüktür. Ama şu anda adı Müzik Festivali olan İstanbul Festivali’nin içinde de caz ve caza komşu müziklerin girişi, başlangıcı da 80`li yılların hemen başlarındaydı.
Levent ÖGET: 30 yıldan bahsediyoruz.
Görgün TANER: Evet, 1981- 82 civarında. Daha önceden de tek tük etkinlikler vardı, yok değildi ama esas olarak “burada böyle bir hareketlilik varmış”, “Türkiye’deki müzikseverler arasında bunu da dinleyenler varmış” denilmesi de 80’li yıllarda oldu. Ondan sonra da işte Miles Davis’ler, Paco De Lucia’lar, Al Di Meola’ların, Keith Jarrett’ın gelişleri bu işleri birden bire tavana vurdurdu. Şimdi haliyle buna iki kademede bakmak lâzım. Bir tanesi; İstanbul Caz Festivali’nin ve İstanbul Festivallerinin daha da doğrusu İKSV’nin amaçlarından birisi olarak da, dünyada gündemde neler olduğunu Türkiye’ye yansıtarak onları çeşitli nedenlerden ötürü yurt dışında ya da dünyanın bir yerlerinde izleyemeyecek olan müzikseverlerle buluşturmak. Tabii bu buluşturmayı gerçekleştirmek için de iki türlü yol var; Bir tanesi bunu 365 güne yayarak bir kültür sanat merkezinin senelik programı çerçevesinde yapabiliyorsunuz. Günümüzde İş-Sanat’ın, Borusan’ın ya da benzeri yerlerin yaptığı gibi, çok da fazla olmadığı için sayısı da belirli olan bir sayıda ki örnekleri var bunların. O yüzden hatırlamak zor olmuyor. İkincisi de; belirli dönemlerde ‘festival’ adı altında bu etkinlikleri bir araya getiriyorsunuz. O dönemde de ilgiyi o müzik türüne ya da yaptığınız her ne ise ona...
Levent ÖGET: … yoğunlaşma yaşatıyorsunuz.
Görgün TANER: Evet aynen öyle… Ve tabii haliyle de daha çok konuşulmasını sağlıyorsunuz. Şimdi bu arada ben İstanbul İçin bazı yakınmalarda bulunacağım ama bir yandan da Hüseyin’e bakıyorum da, “burada ben ne yapacağım o zaman” der gibi duruyor. ‘Kültürel alt yapı’ bizdeki en temel ve önemli sorunlardan bir tanesidir. Ama kültürel alt yapı derken sadece ve sadece binadan bahsetmiyorum. Bir kültürel yapı; bunun planlaması ile başlayarak, belki on sene olmasa da olur, ama üç ya da beş senelik olacak şekilde, buna öncelikler dâhilinde kaynak ayrılması ve kullanılması şeklinde olmalıdır. Ayrıca tabii bir kültürel planlama ve vizyonun da oluşturulmasıdır. Özellikle ülkemizde bunlar olmadığı için de bu festivallere daha fazla ağırlık veriliyor. Bu da doğası gereği yazın yapılıyor. Hem yurt dışından getirdiğiniz sanatçılar hem de Türkiye’deki sanatçılar açık hava mekânlarını kullandıkları için, tercih ettikleri için böyle oluyor ve yaz mevsimi de en doğal festival dönemi oluyor. Bu müzik türlerini de yanlarında başka kültürel değerlerle bir arada sunabiliyorsunuz. Bütün dünyada festival ya da benzeri yapılanmaların içinde diğer disiplinler ve onunla birlikte giden diğer öğeler de olur. Bunlar nedir? İşte bir müziği dinlemek istediğinizde ya da festivale gittiğinizde yalnızca o müzik değil, o müzikle birlikte gelen kültürel alış-veriş maddesi (objesi) diyebileceğimiz plaktan - CD den, tişörte ya da yiyeceğiniz yemekten oradaki sanatçının imzalı fotoğrafına kadar aklınıza gelen her şeyin katıldığı bir çeşit şenlik yapılmaktadır. Ancak bu şenlik, sanat odaklı olup onun etrafına örülen bir şenliktir. Bu nedenle de ülkemizde festivallerin attığı adımlar aslında Avrupa, Amerika ya da diğer ülkelerin şu anda belki oldukça gerisinde ama ben yine de bu otuz yıllık tarihte epeyce bir merhalenin-mesafenin de kat edildiğini düşünüyorum doğrusu.
Levent ÖGET: Aslında bakarsanız otuz yıl çok uzun gibi gözüküyor ama bazı şeyler için de oldukça kısa bir süre bu öyle değil mi?
Görgün TANER: Evet, kısa tabii. Ayrıca bir de bu festivallerin ne de olsa bir eğitim işlevi de var. Yani bence özellikle Türkiye’deki müzisyenlerin yurt dışında gidip de göremedikleri ya da görmek için imkân bulamadıkları sanatçılarla tanışmak, konuşmak ki, bu iki dakika da, on iki dakika da olsa, sadece izleyebiliyor ve görebiliyor olmakla bile ya da eğitim alanında, yalnızca görgü-bilgi alanında bile olsa çok önemli bir adımdır diye düşünüyorum.
Levent ÖGET: Burada, aynı noktada sözü Hüseyin’e de vermek istiyorum ama tek bir şey eklemeliyim buna ve Hüseyin’de bununla birlikte bir yanıt verebilirse çok sevinirim. Öncelikle pek çok mecra var cazın dinlenebileceği tabii ama burada caz ölçeğinde konuşuyoruz. Radyodan da dinlenebiliyor caz, insanlar kendi imkânlarıyla da dinleyebiliyorlar, bir takım etkinlikler oluyor, festivaller de oluyor ama geçen toplantılarda caz kulüp işletmecileriyle bir aradaydık ki haklı olarak onlar şuna dikkat çektiler: Festivallerdeki izleyicilerden değil yüzlerce, binlercesi onlarcası bile bu kulüplere gelmiyorlar. Hatta JC’s den Sayın Aytek Şermet anlatmıştı; önemli bir caz müzisyenin festivalde ya da buradaki bir konseri sonrasında kendi işletmesine davet edip orada izleyeceklere ücretsiz bir jam session yapılacağını duyurduğunda, o konserin devamını “gelin benim mekânımda dinleyin” teklifini yaptığında buna yalnızca bir kişinin geldiğini söylemişti. Hâliyle bu da çok büyük bir soru işareti değil midir? Yani bir tarafta bir kültürü yaşatmak için çok büyük çabalar harcanıyor, sponsorlar bulunuyor, bazı girişimciler de organizasyonlar boyutunda bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Diğer yandan ise böyle durumlar da ortaya çıkıyor. İşte bu girişimcilerden bazıları da aynı sizlerin içinde bulunduğu festivaller gibi bir büyük caz festivali olan Akbank Caz Festivali’ni yönetiyorlar. Pozitif Organizasyon’dan Sevgili Cem’in yıllar önce bir röportajında “İstanbul’daki dinleme alışkanlıklarını, kültürel alışkanlıkları kökünden değiştireceğiz…” diyerek son derece iddialı bir söylemi olmuştu hatırladığım kadarıyla.
Görgün TANER: Gerçekten de çok iddialıymış!
Levent ÖGET: Evet öyle gibi duruyor ama onlarda neredeyse bu sözlerin arkasında duracak kadar çok yönlü çalışmalar ortaya koydular. Kulüpler, plak şirketi, yayıncılık ve festivaller hatta en son olarak internet radyosuna da başladılar. Büyük bir mücadele gösteriyorlar ve bu girişimcilik adına çok güzel bir şey haline gelebiliyor. İşte tam bu noktada bir girişimcilik örneği olarak Hüseyin’e buradan devam etmesi için sözü vermek istiyorum. Evet, İstanbul bir biçimde yoluna devam ediyor ancak bunun başka kentlere de yayılması açısından Hüseyin’in Afyon Caz Festivali ile inanılmaz bir çıkışı oldu ve gerçek bir cengâver bana göre. Bu seneki Afyon Caz Festivali katılımcılarından biri de bendim. Oradaki etkinliklere nihayet ben de katkı da bulunabildim. Büyük de bir heyecan duydum bundan. Orada daha iyi gördüm ki, Hüseyin 10-12 yıldır bu işi sırtlanmış bir biçimde sürdürmeye çalışıyor ve tabii şimdi bütün bunlardan biraz bahsetmesini beklerken bu girişimciliğin nasıl sürdürüleceği, yeni girişimcilerin nasıl ortaya çıkabileceği, yeni yöneticilerin bu hayata nasıl katılacakları ile ilgili de dolu soru var kafamda kendisine sormak istediğim.
Görgün TANER: Ben, sözü Hüseyin almadan önce şunu da söylemek istiyorum; Bu tip festival ya da kültürel girişimlerin en önemli öğelerinden bir işi uzun dönemli planlayarak sürdürülebilirliği konusunda bir alt yapı oluşturmak gerekiyor. Tabii cümleleri böyle sıralayınca bir biri arkasına çok da güzel duruyor. . . Sürdürülebilirlik, bunun finansal kaynağı vs… vs.. Ama bakıyorsunuz pek çok konu birkaç kişinin önderliğinde ve büyük bir çabayla bugünlere gelebilmiş. Afyon Caz Festivali’ne de baktığınızda bütün bu ‘sürdürülebilirlik’ , ‘kurumsallaşmak’, ‘kültürel alt yapı’ gibi ‘büyük kelimeler’ de anlamını biraz yitiriyor. Çünkü eninde sonunda Hüseyin her sene kendisi çıkıp para arıyor, uğraşıyor, onunla-bununla görüşüyor ve bir şekilde de o festivali yapıyor. Bu nedenle de kamunun bu konuya katılımı olmadan ve bir şekilde kültür ve sanat alanına önceliklerimizi de yukarıya çıkartıp ona kaynak ayrılmadan ve bunun nasıl paylaştırılacağı da özerk bir biçimde olmak üzere tanımlanmadan bu tip bir sürdürülebilirlik ancak bu kahramanlık hikâyeleriyle olabilir diye düşünüyorum. Bu ne zaman değişebilir? İşte onu yakın ya da uzak vadede ben de bilmiyorum. Ancak bu eninde sonunda gerçekleşecek hem bir yönetim anlayışı hem de bir öncelikler meselesidir.
Levent ÖGET: Peki, ne diyorsun Hüseyin? Bu sence de bir cengâverlik mi ve yeni kişiler nasıl katılacak bu mücadeleye?
Hüseyin BAŞKADEM: Ülkemizde pek çok şeyin anlamını yitirdiği yıllarda bizim yaptığımız bu işler zor diye düşünüyorum. Öncelikle Görgün’ün söyledikleri son derece doğru ve güzel şeyler. Onun az önce söylediklerinin içinde hepimizin yaptığı işi, yaptıklarını özetleyen bir ana fikir vardı. Bu bence çok önemliydi. Festivaller önemli bir misyon ve misyonerliği üstleniyor. Devletin ya da biraz önce Görgün’de sözünü ettiği gibi yapılması gerekenlerin, yapılması gerekenler adına derlenip-toparlanıp kompanse edilmiş bir hap gibi bir hafta, on beş güne sığdırılacak biçimde ya da bütün bir yıla yayılması gerektiğini söylediği gibi bir günde de olsa topluma verilmesinin festivaller adına çok önemli olduğunu hatta en önemli misyonunun da bu olduğunu düşünüyorum. Bunun aynı zamanda açık toplumun da bir platformu olduğunu düşünüyorum. Çünkü hani sen az önce sorularının arasında söyledin ya, nasıl bizim yaptığımız işleri devam ettirecek yeni insanlar yetişecek diye; Tabii bence bu da çok önemli. Bütün bunların devam ettirilmesi çok çok önemli diye düşünüyorum. Senin de önceden bu yana tanıdığını söylediğin Görgün’ün kültürel platformunun içinde bir Boğaziçi Üniversitesi geçmişi ve birçok özelliği var. Yani durup dururken olmadı bütün bunlar. Ben İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı mezunuyum. Türk Müziği eğitimi aldım, ud çalıyorum ama caz ve klasik müzik yapmaya çalışıyorum. Neden onu da söyleyeyim; Bizim Türk Müziği hocalarımızdan dini müzik de rahmetli Bekir Sıtkı Sezgin, Allah uzun ömürler versin Tülin Yakarçelik, repertuvar hocalarımızdan Yavuz Özüstün, Selahattin İçli olsun bize pek çok şey söylerlerdi. Repertuvar hocalarımız, vize hocalarımız da öyle… Örneğin Görgün daha da iyi bilir Yavuz Özüstün benim bildiğim kadarıyla Amerika’dan mektupla caz eğitimi ve caz diploması almış ama Türk Müziği’nin en aklı başında ve en büyük isimlerinden biriydi. Hiç unutmuyorum bizim bir vize sınavımızda neden bu müziğe Türk Sanat Müziği denilip denilmemesi gerektiğini, Amerikalıların neden müziklerine özellikle de cazı kastederek Amerikan Sanat Müziği demediklerini haliyle de bizim de neden Türk Sanat Müziği demememiz gerektiğini çok iyi anlatmıştı. Yani şunu demek istiyorum; bu işleri yapabilmek için yalnızca caz sevmek, sanatçıların isimlerini bilmek, sponsorluk bağlantılarını başarabilmek yeterli değil. Aileye, aile terbiyesine kadar uzanması gereken bir derinlik ve yaşam tarzı gerekiyor. Bu yaşam tarzının da ne olduğunu biraz anlatayım; Örneğin benim yapmış olduğum işlerimin içinde amaçlarım arasında özellikle de Afyon Caz Festivali bazında ‘şehir’ kültürüne uzanmak yatıyor. Evet, Afyon bir şehir ama aslında yalnızca bir belde çünkü bir şehir olabilmesi için operası, balesi, tiyatrosu, sineması, festivalleri olmalı. O zaman oraya ‘şehir’ denilebilir. Benim yaptığım ve yapmak istediğim işin özeti aslında bu. Bunun için çabalıyorum ve sürdürülebilirlik, süreklilik, PİAR ve marketing (pazarlama) gibi kavramlar işin içerisine giriyor. O zaman da inanın ben iyi biliyorum ki bu işlere kalkışmadan öncesinde biliyorum, İstanbul festivallerinin de işi kolay değil, öyle kurumlardan paralar hazırda veriliyor, mailleşiliyor, sanatçılara haber veriliyor onlar da gelip konser veriyor değiller. Hiç böyle olmuyor. Benim yaptığım ne kadar cengâverlik olarak görülüyorsa, Mehmet Uluğ ve diğerlerinin başında olduğu Pozitif’in yönetimindeki Akbank Caz Festivali de, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın yaptığı iş de hatta birçok kurum var bu alanda, caz kulüplerinden, caz barlarına kadar, bütün herkesin yaptığı iş de hiç de kolay değil ve herkesin yaptığı kendi çapında başlı başına bir girişim oluyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı İstanbul’u diğer dünya kentleriyle New York’la, Amsterdam ile Tokyo ile ya da diğerleriyle aynı seviyede tutmaya çalışıyor. Aynı platformda olmasını sağlamaya çalışıyor. Dünya platformuyla mücadele ettiğiniz zaman görüyorsunuz ki aslında bu dünyanın her yerinde aynı zorlukta bir konu. Her yerde neredeyse Bizans oyunları oynanıyor. Afyon Caz Festivali’nin yaşadığı zorlukları, mücadelenin aynısını hatta daha da beterini oralarda da fazlasıyla görüyorsunuz. O platformlardan İstanbul’a bir şeyleri getirebilmek de kolay değil. Evet, Görgün biraz önce üslubumdan dem vurarak benim yakınacağımı söylemişti, tabii ki yakınacağım, çünkü kimse kusura bakmasın maalesef İstanbul’da para bulmak olsun ya da yalnızca para bulmak da değil, başka kaynaklarda da, sponsorluk ya da kurumsal diğer konularda olsun belki ağır bir eleştiri olacak ama ne yazık ki ülkemizdeki kurum yöneticileri (çok iddialı bir söz olacak) şehir kültüründen gelmiyorlar. Bunu ben söyleyeyim bari, Mevlana’nın söylediği gibi olacak biraz ama ‘sen yanmasan ben yanmasam nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa’ dediği gibi hiç olmazsa ben söyleyeyim; Maalesef banka olsun diğer kurumlar olsun tabii özel kişileri de tenzih ederek söylemeliyim ki bütün bu yöneticiler kültür ve sanatın ne ifade ettiğini bilmiyorlar. Yalnızca caz müziği için de değil, tiyatro için de, sinema için de bakış açıları aynı, haliyle böyle insanlara gidince de inanın benim onlara gidip caz yapmak isteğimi anlatmaya çalışmam da bir bakıma ‘karadeniz fıkralarına’ dönüyor. Yani sonuçta İKSV’nin de İstanbul’da görüşmeye gittiği insanlar benim Afyon’da görüşmeye gittiğim insanlar ile aynı insanlar oluyor.
Görgün TANER: Ben bu konuda biraz katkıda bulunmak ve konuyu toparlamak istiyorum. Deminden beri tabii öncelikler meselesinin altını çiziyoruz, bu biraz da kanımca şu demek; 70 küsur milyon insanın yaşadığı bir ülkenin içindeyiz. Kültür – sanat yaşantımız da şu ya da bu şekilde var. Ama bu kültür-sanat yaşantısının içerisinde herhangi bir konsere ya da tiyatroya, bir sergi açılışına veya bir başka etkinliğe bunun gibi benzeri yerlere gittiğimizde, devlet ya da hükümet büyükleri ya da Hüseyin’in de yönetici kesim diye adlandırdığı o kesimden birilerini artık oralarda görmek istiyoruz. Ancak orada yalnızca açılış konuşması yapmak için değil de onların gerçek birer izleyici oldukları haliyle görmek istiyoruz. Bunu onlarla birlikte beraberce oturmak, paylaşmak, örneğin bu bir kitap fuarıysa eğer kitap standları arasında ailesiyle dolaştıklarını fark etmek istiyoruz. Dolayısıyla da “bakın kültür-sanata da bir ilgi varmış” diyebilmek isteniyor. Eh! Tabii bunlar olmadığında yani gündelik yaşantıda 24 saatlik dilim içinde, kültür-sanata bir pay ayrılamıyorsa, geçiyoruz onu haftalık ya da aylık dilimlerde de bu olamıyorsa doğal olarak devletin de hükümet bütçesinden bu nedenle çok az bir pay ayırıyor olduğunu görüyoruz. Kendi gündelik yaşantımızın içinde olmayan bir şeye ilgimiz de çok az oluyor, bu sadece Türkiye Cumhuriyeti için geçerli bir şey değil, dünyada da bunun çokça örnekleri var ve genellikle de böyle.
Levent ÖGET: Sevgili Görgün sen bir vakfın genel müdürüsün. Yine burada kişisel çabalarla ortaya bir şeyler koyabilmiş biri olarak Sevgili Hüseyin var. Diğer bir yanda da bir diğer girişimcilik örneği olarak üç kafadar ortak Ahmet ve Mehmet Uluğ kardeşler ve Cem Yegül’ün kurmuş oldukları Pozitif var. Eğitim gördükleri yurt dışı yıllarının ardından aralarında bilgisayar mühendisliği gibi konuların da olduğu mesleklerinin yanı sıra tutkuyla sürdürdükleri dünya müzikleri ve caz müziği ilgilerini girişimcilik ruhuyla birlikte pek çok konuda işler üretebilmeye dönüştürdüler. İçlerinde kayıt stüdyolarından, dergi yayıncılığına, caz kulüp ve bar işletmeciliği, festivallerin organizasyonları gibi pek çok konuya el atabildiler. Dolayısıyla da bu aktif ve etkin çalışmaların ardından kültürel anlamda bir kesimi ilgilendirecek büyük işlere imza atmış oldular. Mesela şimdi bu benim özel bir sorum olmuş olsun; İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’da tıpkı Pozitif Organizasyon’un yaptığı gibi bir internet radyosu bile olabilecek bir kanalı hayata geçirmeyi hiç düşündü mü? Öyle ya bu kanaldan yayınlanacak ne çok özgün ve orijinal yayın olabilirdi diye düşünüyorum.
Görgün TANER: Biz daha çok bir kültür sanat kurumuyuz ve bir radyomuz olsun hiç düşünmedik. Kamu yararına ve kar amacı gütmeyen bir kuruluşuz. Her ne kadar bütçe dengelerimiz itibariyle ve her ne kadar da bilet fiyatlarımız bunu çok söylemese de kamudan çok yüksek olmayan çok çok az, minimum destekler alıyoruz. Bütçemizin yüzde üçü bazen de dördü kamudan proje bazında gelen bu desteklerden oluşuyor. Bu, yurt dışındaki ülkelerle kıyaslandığında gerçekten çok ama çok düşük oranlardadır. Bunun nedenlerini de işte az önce söyledim. Çok çeşitli öncelikler, kaynak dağıtma vs… gibi… ama biz artık kültür politikaları alanında da çalışmalara başladık ve belki biliyorsundur ‘kamusal alanda sanat’ adıyla bir rapor da yayınladık bu konuda. Yeni anayasa çalışmalarına da kültür ve sanat alanındaki düzenlemelerin nasıl olması gerektiğine dair de bir teklif verdik.
Levent ÖGET: İşte bu çok önemli bir gelişme olmuş.
Görgün TANER: Ayrıca çok yakında kültür sanat ekonomileri üzerine de bir raporumuz olacak. Kültür sanat faaliyetlerinin, yani kültür endüstrilerinin ve yaratıcı endüstrilerin bu ekonomiye ne kadar ve nasıl katkıda bulunduğunu biraz matematikle de bazen anlatmak gerekiyor. Çünkü “gündelik yaşam 24 saat” demek başka bir şey, “bakın burada bir ekonomi yaratılıyor şu kadar kişi de kültür endüstrileri sayesinde iş sahibi oluyor, siz de sayın devlet-hükümet bunun üzerinden şu kadar vergi alıyorsunuz” demek başka bir şey… Bu dünyada şimdiye kadar 30 yıldır söylenen bir şey. Ancak Türkiye’de şimdiye kadar denilmemiş ya da altı fazla çizilmemiş bir şeydi. Bu nedenle ve bu anlayışla da şimdi ve önümüzdeki yıllarda en azından birkaç sene için daha bunları yapıyor olacağız.
Levent ÖGET: Katılımcılardan aramızda olmasını beklediğim ancak bunu zamanlama açısından uygun olmayan bir döneme geldiği için bu toplantıya denk getiremediğimiz Akbank Caz Festivali yönetmenlerinden Sayın Mehmet Uluğ’a sormak istediğim bir soruya belki de senin vereceğin yanıtlar olabilir Sevgili Görgün ne dersin?
Görgün TANER: Tabii ki olur. Soru ortada kalmasın en azından?
Levent ÖGET: Bunu genel anlamda da sorabiliriz, festivaller İstanbul açısından yeterli etkiyi yapabiliyor mu?
Görgün TANER: Burada aslında önemli bir şey var ve başka bir yönden bakmaya çalışalım. Yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada da aynı sorun ortaya konduğunda hep şunun konuşulduğu görülür; ortada bir ölçek meselesi var ve küçük kentlerde yapılan festivaller o kenti çok daha rahatlıkla içine alıp, sarmalayıp, avucunun içine alıp bütün kente o ruhu aksettirebilirler. Büyük kentlerde ise nüfus özellikle de altı ya da yedi milyonu geçince o büyüklükteki bir ölçekte, yani o ölçekteki bir kentte herhangi bir festivalin siz ne yaparsanız yapın aynı ölçekte yer alması neresinden bakarsanız bakın hem bir kaynak hem de tabii yine bir ölçek sorunudur. Bu nedenle de İstanbul’da da yapılan festivaller ne olursa olsun hiçbir zaman bütün kente yansımaz. Bütün kentin buna katılımı da çok kolay olmayacaktır. Birçok açıdan gerçekçi olmak gerekir, Avignon Tiyatro Festival’i ya da Edinburgh Tiyatro Festival’i ya da Montreux veya Pori Jazz Festival’leri olsun bu festivallerdeki etkiyle İstanbul Caz Festivali’nin İstanbul’a etkisi arasında epeyce bir fark var. Çünkü bu kentlerin ölçekleri arasında çok büyük bir fark var. Zaten festival ya da benzeri faaliyet veya etkinliklerden de çok fazla şeyler beklememek gerek, fazla anlamlandırmamak, daha fazla beklentiler içine girmemek gerek diye düşünüyorum. Aslında festival; eninde sonunda kısıtlı kaynaklarla belirli bir para ile belirli bir zaman diliminde, belirli bir kültürü paylaşmak için bir araya gelen müzisyenlerin (diyelim ki o dönemde oluşturdukları müzik ya da ürettikleri her ne ise onu) hem izleyiciler ile hem de o işi yapan profesyonel kişiler ile paylaştığı bir şey oluyor. Bir arada bir paylaşım ortamı, paylaşım platformu oluyor. Haliyle bunun da elinin kolunun erişebildiği kişi, yer ve şeyler var, erişemedikleri var. O nedenle de festivaller çok önemli işleve sahip olan ama hiçbir zaman da bu işlevin daha da üzerinde değerlendirilmemesi gereken belirli zaman dilimlerinde gerçekleşen kültürel faaliyetlerdir.
Levent ÖGET: Bu çerçevede-ölçek çerçevesinde değerlendirecek olursak, belki de Hüseyin’in Afyon’da yapmak istedikleri biraz daha mı kolay acaba? Onu yaşadığı başkaca zorluklar var, o da köylere ulaşmaya çalışıyor, okullara, ilkokullara gidiyor, öğrenciler ile bağlantılar kurmaya çalışıyor. O da o ‘dışa doğru açılma’ işlevini farklı teknik ve yöntemlere başvurarak yapıyor sanırım?
Görgün TANER: Evet Hüseyin’in Afyon Caz Festival’i için çok başka zorlukları var. Biz bir metropolde-15 milyonluk bir kentte bunu yaparken çok başka bir kaynak kullanımı ve çok başka bir alt yapıyla yapıyoruz. Hüseyin çok daha küçük ölçekteki Afyon’da bunu yapmaya çalışıyor. Üstelik de uzun soluklu yapmaya çalışıyor ama tabii her zaman söyledik, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olma öncesinde masaya oturulduğu zaman orada şöyle bir şey vardı. Yerel yönetim, kamu yani hükümet ya da devlet onu artık nasıl adlandırmak isterseniz o, biz merkezi idare diyelim, özel sektör ve sivil inisiyatif, bunlar vardı. Şimdi tabii Afyon’da benim gördüğüm kadarıyla bunlardan sivil inisiyatif var ama gerisi soru işareti? Var mı yok mu şimdi onu Hüseyin anlatsın, çünkü bunlar bir arada çalışmadıkça bu tip faaliyetlerde bir yerden sonra her zaman sıkıntı olur. En başta da büyümesi anlamında bir sıkıntı olur.
Levent ÖGET: Hüseyin neler söyleyebilirsin bize?
Hüseyin BAŞKADEM: Ben yapmak istediklerimi şöyle anlatayım. Konservatuarda okurken o kadar çok besteci ve o kadar çok da bestelerin olduğunu görmüştük ama o zaman bir yandan da şöyle düşünmeden kendimi alamıyordum; bu kadar bestenin insanlara ulaşmadıktan sonra yapılmış olmasının ne anlamı vardı? Ya da kültür sanat için de aynısını söyleyebiliriz. Ben biraz da buradan yola çıkarak hareket etmiştim. Fakat bazı şeyler zamanla farklı gelişti, şimdi tarihleri de isimleri de vermeden size şunları da anlatayım. Ne yazık ki Afyon’da farklı bir zihniyet var. Cumhuriyet döneminden bu yana gelindiği yıllar içinde Afyon’a bir basma fabrikası açılmak istendiğinde bazı işadamları bu fabrikanın Afyon’a açılmasını engellemişler. Fabrika o dönem, Atatürk döneminde, Ali Çetinkaya döneminde Nazilli’ye açıldı. Bunun gibi farklı girişimler de yine aynı biçimde engellenmiş. Kamyon fabrikası açılma döneminde de yer isteme, karşılığında para ya da mal alışverişlerinde Afyon’un kimi değerli yerlileri bu girişimleri bir çeşit baltalamış oldular. Kültür-sanat girişimlerini bir yana bırakın en basit girişimlerden bir buzdolabı fabrikası bile aynı sebepler ile Eskişehir’e kurulmuş oldu. Tabii burada Afyon’luları dışarıda tutmak gerekir aslında onlar değil, yönetim kademelerindeki kimi isimler bu engellemeleri yapanlar. Bugün belki de ben bu kente kültür sanat alanındaki en büyük girişimi yapmaya çalışıyorum. Ancak ne var ki o zamanki bu engelleyici zihniyetlerin çocuklarıyla ben bugün hâlâ uğraşıyorum, ne yazık ki bu zihniyetler değişmedi. Bunun etrafında olanlar işadamı, sanayi ya da kimi kurumların başındakiler var. Ben bunlarla mücadele ediyorum. Aslında bana devletin desteği var. Var çünkü valiliğin desteği demek devletin desteği demektir. Ayrıca kültür bakanlığının da kısmen de olsa desteği var ve bu çok önemli. Dolayısıyla da devletin bana bu projeye çok büyük desteği var. Bu saç ayağında ise sporsor dediğimiz yani özel sektöre geldiğimiz zaman maalesef durum biraz değişik ama ben kaybedecek bir şeyi olmayan biri olarak rahatlıkla dürüstçe konuşabilirim. İsimleri ‘caza destek olan bankalar’ olarak geçen kimi bankaların Afyon’da öylesine büyük karlılık içinde iş yapmalarına karşın (bunları dünya gazetelerinden ya da doğru bilgilerin olduğu yerlerden edindim) çok yüksek kazançlar içinde olmalarına rağmen maalesef yeterli desteği sağlamıyorlar. Öyle ki tek bir bankanın dahi (isim vermek istemiyorum) net kârı sekiz buçuk trilyon lira civarında. Düşünebiliyor musun Levent böyle olmasına rağmen ben bu bankalara gittiğimde ya da genel müdürlerine yazdığımda bana üstelik doğru söylediğimi söylüyorlar, hak veriyorlar. Yetkili kişilerle konuşmak gerekiyormuş ama onları da aşmak kolay değil. Nasıl ki dünyayı Amerikan başkanı yönetmiyorsa, onun da arkasında bazı kişiler, kurumlar ya da iş adamları var ise ve tüm bunlar da PİAR ve marketing’e dayanıyorsa işte o zaman ortaya başka bir şey çıkıyor. Çünkü bu kişi ya da kurumlar ben Afyon’da malımı satabilirsem ancak bu faaliyetlere destek verebilirim diyebiliyorlar. Peki, milli olmak, ulusal olmak, bu coğrafyada yaşamak ne demek diye de ben soruyorum? Afyon gibi yerlere bizim bizden başkasına destek verebilmesi şansı yok.
Levent ÖGET: Hüseyin’in bu açıklamaları ile ve Görgün’ün söyledikleriyle büyük bir kentin sorunları ile Afyon Caz Festivali gibi bu ölçekteki bir kentin sorunları arasındaki farklar da böylelikle belki biraz daha iyi belirlenmiş oluyor. Bu upuzun konuları tek bir toplantı içinde değerlendirmek çok zor ancak yine de galiba epeyce konunun üzerinden de geçmiş olduk. Artık yavaş yavaş toplantımızı sonlandıracağız değerli konuklarımız, ben sizlere bir kere daha bu önemli açıklamalar için teşekkür etmek istiyorum. Son iki konuya daha değinerek bu bölümü bitirelim isterseniz. Birincisi Görgün sen de çok iyi biliyorsun ki ve biz bunu önceki toplantılarımız da da diğer katılımcılarla konuştuk, bir konser salonumuz yok. Üstelik bu konuyu değerli caz müzisyenlerimizden olan İmer Demirer katılımcı olduğu üçüncü toplantımızda biraz da ironik bir dille anlatmıştı bize. Hani şu; “bunları gördük peki şimdi konser salonunuzu görelim” diyenlerin hikâyesini bize anlatabilir misin?
Görgün TANER: Evet anlatayım tabii, o bizim başımıza Berlin Flarmoni Orkestrası için hazırlandığımız dönemde geldi. Çok da doğaldır ki yalnızca Berlin Flarmoni değil bize Türkiye’ye yurtdışından gelen uluslar arası orkestralar için ve ayrıca yapımcılar da bize konser için mekân soruyorlar. Bizim onlara gezdirdiğimiz yerleri ben sana şimdi açıkça söyleyeyim; Sütlüce Kongre Merkezi, İstanbul Boğaziçi Kongre Merkezi, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi.
Levent ÖGET: Bazı kongre merkezleri, yani konser salonu değil?
Görgün TANER: Değil tabii, çünkü konser salonu yok! Yani o ölçüde bir konser salonu yok. O nedenle de, biliyorsun dünyada bu tip orkestralar ya da benzeri gruplar için en önemli olan şey akustiktir. Haliyle bütün bunlarla ilgili kişiler bu yerleri gezip sonuçta bu kongre merkezlerinden birini seçiyorlar. Biz de bu konserleri Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde ya da Sütlüce Kongre Merkezi salonunda yapıyoruz. Aslında bu neyse de daha da enteresanı bu ölçekteki büyük tiyatro topluluklarının sahne alacakları bir mekân da yok. Bizim elimizde bu teknik alt yapıyı karşılayacak teknik malzemenin de donanımlı olduğu tek yer Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’dur. Onun da kapasitesi 600 kişi için. Haliyle şimdi dönüp bakıyorsunuz ki biraz da Ertuğrul Bey’in (Ertuğrul Günay: Kültür Bakanı) iradesiyle Atatürk Kültür Merkezi bugün için tadilatı bitirilmeye çalışılan tek yer. Hedeflenen tarih 29 Ekim 2013 ama zannediyorum bunun için de o tek başına bunun bitirilmesi için çaba gösteriyor. Bu konuda bir destek ya da yardım alıyor mu o konuda hiçbir fikrim yok. Ayrıca şunu da eklemeliyim; biliyorsunuz hep kültürel alt yapıdan bahsediyorum ama kültürel alt yapı yalnızca bir binayı bitirip de işte “alın size çok güzel bir konser salonu ya da çok güzel bir performans merkezi” de demek değildir. Bu mekânın nasıl bir anlayışla hangi kaynakla yönetileceği, bunun sürdürülebilirliği nasıl sağlanacağı da planlanarak bu alt yapı hazırlanırsa ancak bir iş yapılmış olabilir ve bu bir işe yarar. Şu anda herhangi bir konser salonunu getirip de İstanbul’un herhangi bir yerine koysalar ve “alın size konser salonu” deseler ve ileriye yönelik bir kaynağı, yönetim anlayışı, planlaması olmaz ise o da hiçbir işe yaramaz.
Levent ÖGET: Peki son bir soru olarak kabul edin ve şunu da konuşalım; Bu sorumu her ne kadar yeni, daha doğrusu nispeten daha yeni bir festival olsa da Afyon Caz Festivali ve Afyon için de düşünelim. Biliyorsunuz caz dinleyicisi ile gerçek anlamdaki bağlar en çok da bu festivaller döneminde kuruluyor.
Görgün TANER: Evet haklısın.
Levent ÖGET: Peki festivaller ile bu amaca ulaşıldı mı? Evet, sen büyük bir kent ölçeğindeki sorunlardan Hüseyin’de Afyon ölçeğindekilerden söz ettiniz ama başka neler yapılabilir? Biliyorsun ki bu konunun başka yönleri de var. Eğitim gibi ya da başka bağlantılı noktalar gibi pek çok boyutu da var. Buna bir üst ifade ile ekleyebilecekleriniz var mı?
Görgün TANER: Şöyle söyleyebilirim ki bu amaca hiçbir zaman ulaşılamıyor. Ulaşılabileceğini de ben düşünmüyorum doğrusu. Ben her zaman şu soruyu hem İstanbul Kültür sanat Vakfı için hem de İstanbul Caz Festival’i için sorduğum da şu yanıtı veriyorum; Eğer yirmi seneden söz ediyorsak ki İstanbul Caz Festivali önümüzdeki sene yirmi senelik olacak. Bunun ölçeği Türkiye’de bu kültüre ne katkıda bulundu? Nasıl bir ilerleme kaydedilmesine yardımcı oldu? Ve nereden nereye gelindi, bu sorumun cevabını da ben İstanbul Caz Festivali için verebiliyorum. Bu hani caz müziği dinleyen kitleleri arttırmak gibi bir şey değil. Onların dünya ile ilgili iletişiminin nasıl olduğunu İstanbul’dan ya da Türkiye’den dünya kültürüne ne katkı yapıldığının sorusunun da cevabının çıkması için İstanbul Caz Festivali çok yararlı oldu diye düşünüyorum. Şimdi 19. senesinde İstanbul Caz Festivali’nde Marcus Miller önderliğinde İstanbul Projesi gibi bir şey yapılabildiyse ve bu Bilal Karaman, Hüsnü Şenlendirici, Burhan Öçal, Okay Temiz gibi isimlerle bir araya gelindiyse...
Levent ÖGET: Bu proje çok önemliydi, ben de gönülden kutluyorum.
Görgün TANER: evet ve bu isimlerle önümüzdeki sene bütün dünyayı gezmek gibi bir ihtimal söz konusuysa ve bunun CD ya da DVDsi yıllar sonra izlendiğinde bunun İstanbul’da yapılmış olduğu ve ne kadar iyi bir iş olduğu fark edilebilecektir. Dolayısıyla da oradan etkilenecek insanlar olacaksa işte bu hep büyük büyük laflar ettiğimiz; ‘ülke tanıtımı, kültürel tanıtım’ gibi pek çokları için en güzel örnek olacaktır. Biz de bunu geçen yıllar içinde ve sonrasında yapabildiysek başarılıyız demektir.
Levent ÖGET: Harika tespitler, Hüseyin’den de kısaca bir son sözler alalım bu konuda.
Hüseyin BAŞKADEM: Ben iğneyle kuyu kazmaya çalışıyorum bunu biliyorum ve buna da pişman değilim. O yüzden ben öncelikle okullara gidiyorum senin de söylediğin gibi ve yalnızca caz da değil, sanatın tüm disiplinlerinden yazar, şair herkesi okullara götürüyorum ve Görgün’ün az önce dediği o iletişimi sağlamaya çalışıyorum.
Levent ÖGET: Pek çok kişiyi de katarak bir çeşit bir başlangıç ve bir tasarım yapmış oluyorsun öyle mi?
Hüseyin BAŞKADEM: Elbette ve on üç yıl oldu. Çok ilginç bir tespittir ki İzmir, Ankara’daki Sevda Cenap And ve İstanbul’daki mâlum festivallerin dışında bu çok önemli festival, Afyon Caz Festivali artık 13. yılına geliyor. Bunun meyvelerini de artık alıyorum. Amaç o değildi ama geçen sene ve bu sene festivalde piyano resitali veren konservatuara giden öğrencimiz var. İşte bu öğrencimiz hem konserlere gidiyor hem okuluna gidiyor. Bunun gerçekleşmesi için de Afyon’un önemli bir tesisinin yönetim kurulunda tıpkı benim yaptığım gibi bulmaya çalıştığım parasal destekleri bulmak için yaptığım konuşmaları kendi gurubunda yönetim kurulunda yapabiliyor. Hiç de azımsanmayacak bu destekleri bu gruptan iki üç yıldır alabiliyoruz bu sayede. Yani bu benimki işte iğneyle kuyu kazmak oluyor. Ama bunu yapabilirsek çok güzel olacak. Son söz olarak da şunu söylemek istiyorum. Sözüm özel sektördeki özellikle bu kurum yöneticilerine olacak; Amerika’daki okullarda okudukların söyleyerek aslında hiç bir işi başarmadan gelip buradaki kurumların başına geçerek çeşit çeşit barlara gidip çeşit çeşit viskileri devirmekle ve sonrasında da Afyon’da yapılan caz festivalini küçümsemekle olmuyor bu işler. Böyle olursa da sonunda işte bu geldiğimiz durumlara düşeriz.
Levent ÖGET: Sevgili katılımcılar ayağınıza sağlık geldiğiniz için, bu konunun ne kadar geniş bir konu olduğu da bu son konuşmalardan sonra sanırım belli olmuştur.
Görgün TANER: Evet çok geniş tabii, oysa daha yeni başlamıştık.
Levent ÖGET: Evet daha yeni başlamıştık ancak bitirmek zorundayız, demek ki bu konu üzerinde epeyce bir süre daha durmaya ve açılıma uygun bir durumdaymış. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Genel Müdürü Sayın Görgün Taner’e ve Afyon Caz Festivali yönetmeni Sayın Hüseyin Başkadem’e bir kez daha teşekkürler.
Görgün TANER: Çok teşekkürler davet için.
Hüseyin BAŞKADEM: Teşekkürler Levent.
Levent ÖGET: Gelecek toplantımız için tıpkı bu değerli caz festivali yönetmenleri gibi İstanbul kültür ve sanat ortamına sayısız caz etkinliğini kazandıran bağımsız organizatörlerden Sayın Eyüp İblağ ve Sayın Necati Tüfenk ile bir araya gelerek konularımızı ve açılım serimizi sürdüreceğiz.
Levent Öget
leventoget@hotmail.com
Cazkolik.com / 21 Ocak 2013, Pazartesi
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.