Yılbaşına girmek üzere olduğumuz saatlerde kalabalık bir Dublin pub’ındayım. Kadehler Kelt âlemlerine özgü bir şekilde çın çın vuruluyor, tokuşturuluyor ve kırılıyor. Kapılar bir açılıp bir kapanıyor, âşıklar yılbaşı kutlamalarına gidip geliyor, aile kavgaları ya rafa kaldırılıyor, ya da kaldığı yerden başlıyor. Biranın neşesi ve canlılığı ile karamsarlık, Arthur Guinness’in bir bira bardağına kadifemsi siyah sıvıyı ilk kez doldurmasından bu yana 250 yıllık bu markadan sunulmak için sıraya girmiş bekliyorlar.
* * *
İlginç bir atmosfer. Yeni İrlanda parasıyla kumar oynanıyor ve kaybediliyor. Kelt Kaplanı (*Yazar burada İrlanda’yı kastediyor) kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırırken müteahhitlerle bankerler geçen yılı düşünüp huzursuzca ve zoraki gülümsüyor; yeni yılı düşünüp huzursuzca ve zoraki duygularını bastırıyorlar. O sırada herkesi düşüncelerinden sıyıran bir ses duyuluyor hoparlörlerden: “My Way”i söyleyen Frank Sinatra bu. Hayata meydan okumaya bir methiye olan şarkı bu yıl kırk yaşına bastı. Herkes şarkıya eşlik ederken bir ömür boyu nedeni var. Benim etkilenmemin sebebiyse onun sesinde bulunmayan bir nitelik: duygusallık.
* * *
Bu sıkılmış bir yumruk gibi çıkan ses acaba gelecek yıl için bir ipucu mu veriyor? İş yaşamınızın, aşk yaşamınızın, yaşam yaşamınızın belirsizlikler sisi içinde Sinatra’nın sesi neden bir sis düdüğü gibi çıkıyor? Gergin zamanlarda böylesi güvenli bir ses romantikleşmenize izin veriyor ama çok akıntıya kapıldığınız takdirde de pembe gözlüğünüzü burnunuzdan çekip alıyor.
İnanılırlığa çağrı. Bir ses diyor ki, “Bana yalan söyleme.” Anlamı, “Bebeğim, başka birisi varsa bana şimdi söyle.” Uydurukçu değil mükemmel. Üstüne şapkanızı asabileceğiniz bir dürüstlük.
* * *
Eski yıl (ve onunla birlikte pek çok âlemci) yuvarlanıp giderken, mekândaki duygular umutla korku, beklentiyle ürperme arasında gidip geliyor. Hangi duyguyu boylarsanız boylayın onun sesi sizi avucunun içine alıyor.
* * *
Artık Dublin’de, kendi evimdeyim. Az sonra benim başıma geleceği gibi akrabalar ve arkadaşlar üşüştüğü zaman sirkeye dönmeye hazır, güzel bir şarabın mantarını açıyorum. Mahzenin duvarındaki delikten sarı bir tezahürü görmeye çalışıyorum: Frank’ın 1993’te yaptığı “Duets” albümünde, birlikte “I’ve Got You Under My Skin”i söyledikten sonra bana gönderdiği bir tablo bu. Kendi elinden çıkma bir resim. Dümdüz bir çölde topaç gibi şiddetle dönen iç içe geçmiş dairelerin yer aldığı çılgın sarı bir tuval. Francis Albert Sinatra, ressam, modernista. Palm Springs’teki evinde birkaç gün geçirdim. Müthiş bir heyecandı – miller boyunca uzanan ve üzerinde hiçbir cisim olmayan çöle, kum tepelerine bakmak. Gerçekten de çok mil vardı, hele Miles Davis. Ve caz üzerine bolca muhabbet. İşte o zaman o tabloyu bana göstermişti. O dairelerin bir boynuza veya trompetin ağzına benzediğini düşünüyordum, bunu ona da söyledim.
“O tablonun adı ‘Jazz’, istersen senin olsun.”
Kendisinin Miles Davis’e en büyük esin kaynaklarından biri olduğunu duyduğumu söyledim.
Ufak tefek adamdan kısa ve öz cevaplar:
“Genellikle küpe takan adamlarla takılmam.”
“Miles Davis asla bir notayı ziyan etmedi evlat – ne de sersemlerle çenesini yordu.”
“Caz yaşadığın anla ilgilidir. Modern olmak gelecekle değil şimdiki zamanla ilgilidir.”
* * *
Söylediklerini şimdi, şu yeni yılda düşünüyorum. Pop müziğin Big Bang’ı bana en önemli şeyin yaşadığın an olduğunu söylüyor. Yeni bir tuval ve boyayı asla lüzumundan fazla kullanmamak. Ya grup arkadaşlarımla birlikte bir albümü bitirmek için harcadığımız zamanı duysa ne derdi? Hem de etrafında yaygara yapan yönetmenlere, yapımcılara – aslında herkese – karşı o meşhur sabırsızlığıyla. Haklı olduğuna eminim. “Kayıt” düğmesine bastıktan sonra o kısacık zaman dilimini dolu dolu yaşamak, işte o anı ebedî kılan budur. Eğer Frank gibi, bir daha aynı şekilde söylemeyecek şekilde söylerseniz. Eğer Frank gibi, daha önce hiç söylemediğiniz gibi söylerseniz.
Eğer.
Eğer pop müzik tarihinin duygusallıktan nasibini en az almış sesinin sonunda duyguya boğulduğunu – şşşt - duymak isterseniz, Frank’ın uykusuzluğa methiyesi olup “Duets”te gizli parça olarak yer alan “One for My Baby (and One More for the Road)”ı dinleyin. Sonuna kadar dinlediğinizde o büyük adamın hıçkırarak ağladığını duyacaksınız: “It’s a long, long, long road.” Dalga geçmiyorum.
Tıpkı Bob Dylan, Nina Simone ve Pavarotti gibi Sinatra’nın sesi de yaşlandıkça gelişti. Meşe fıçılarda yıllarca bekletilen viski gibi olgunlaştı. Tabii, bir iletişimci olarak notaları okumak işin yalnız bir kısmı.
Şarkıcılar, diğer müzisyenlere kıyasla dünya hakkında bildikleri şeylere – bilmek istemedikleri şeylerin tersine – daha çok ihtiyaç duyarlar. Bunun her zaman bir tehlikesi olmakla birlikte – örneğin saflığın kaybedilmesi, kendi başına bir tehlikedir – yorumlama becerileri, genellikle kötü harcanan bir hayat içinde kazanılır. Örnek ister misiniz? İşte örnek. Sinatra’nın “My Way”i söylediği iki farlı yorumu ele alalım.
İlk yorum 1969’da kaydedilmişti. Yönetim kurulu başkanı, şarkının sözlerini onun için yazan Paul Anka’ya, “Ben işi bırakıyorum, bıktım artık, çekip gidiyorum” demişti. Şarkının bu yorumunda – uğurlamaktan ziyade kovma gibi - bir böbürlenme vardır. Adeta bir adamın başından sonuna kadar yaptığı yanlışlarını sergilediği bütün maçoluğu içinde barındırır.
İkinci kayıtta Frank artık 78 yaşındadır. Don Costa’nın düzenlemesi aynı, sözler ve melodi tıpatıp aynı olduğu halde, şarkı bu defa yenilgiyle ilgili yürek burkan bir şarkı olmuştur. Şarkıcının kibiri kapının dışındadır. (Bu şarkıcı, yani ben, bir su birikintisinin içindedir.) Şarkı bir özür dilemeye dönüşmüştür. Ne amaçla? İkilik, karmaşıklık. İkiliği anlayan bir adamla düet yaptığım için şanslıydım. Bu adam aynı şarkı içindeki birbirine karşıt iki fikri duyacak kadar yetenekli ve hangi anda hangi yanı öne çıkaracağını bilecek kadar akıllıydı.
Şimdi bizim anımız. Ne duyuyoruz?
Pub’daki bu yılbaşı kutlamasında, bütün mekân kulakları sağır eden bir koro gibi “I did it my way” diye şarkı söylerken, bir salon dolusu İrlandalı şamatacıyla birlikte Amerikan şarkı kitabının bu en temel eserinde şarkıcının ve şarkının her iki yanını, kibri ve alçakgönüllülüğü, mavi gözleri ve kırmızıyı dinliyorum.
Bono
The New York Times
9 Ocak 2009
Cazkolik.com için aslından çeviren: Fethi Aytuna
Cazkolik.com / 24 Aralık 2015, Perşembe
Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.